Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 12 OCAK 1992
DUŞIŞLERI
BÜITENİ
NAZLI ERAY
Gece Karakolu...
Ankara'da hava kirliliğinin en yoğun olduğu günlerden bi-
ri... Zaman geceye yakın; dışarıda sisten ve hava kirliliğin-
den göz gözü görmüyor.
Kızılay'a ınmem gerek. Arabama atlayıp gazladım. On
camda yağlı bir is oluşmuş. İçıme hafıf bır boğuntu geldi, bir
yandan da radyoda bir şeyler arıyorum.
Araba birden sarsıldı. Zarzor frene bastım. Başımı ilkin
aynaya, sonra cama vurdum. Ne olduğumu anlayamıyorum
bir türlü.
'Arkadan vurdular ablaT diye bağırdı birisi. Kapıyı açıp dı-
şarıya çıkabildim. Başım zonkluyor, baktım kan yok. Arkada
bir kamyonet. Şoför indi. Benım arabanın arkası, stop ışıkla-
rı gitmiş.
'Niçin ani fren yaptınız?'
'Sen bana çarptıktan sonra fren yaptımV
'Hayır. Ani fren yaptınız önümde.'
'Fren yapmasam araba fırlardı. Arkadan vurdun, hâlâ ko-
nuşuyorsun be kardeşim!'
Trafik polisi gelmişti.
'Şikâyetçi misiniz?'
'Şikâyetçiyim. Arabada büyük hasar varf
'Tamam öyleyse. Yürüyün karakola.'
Polis arabasına binip 27 Mayıs Karakolu'na gittik.
Polis, 'Şurada oturup bekleyin. İfade vereceksiniz' dedi.
Yarı karanlık, korıdorumsu bir yerdeki tahta sıranın üstü-
ne oturduk.
Canım sıkkın, bir stgara çıkartıp yaktım. Ölü bir ampülün
aydınlattığı, gri yeşil boyalı çevreye, fersiz duvarlara bakıyo-
rum.
Karşımda oturan degışik gıyımli, baştan aşağı siyahlar için-
de; hafıf kırlaşmış saçlı, solgun mavı gözlü bır adam dıkkatı-
mi çekti.
Sanki bir yabancı bu. Pek Türke benzemiyor. Onu gözüm
bir yerden ısırıyor ya, tam çıkartamıyorum bir türlü.
İnce uzun, kemikli elleri; degışik, uzunca bir burnu var. Giy-
silerı de sanki bır başka türlu. Saçları kabarık, gerıye taran-
mış; müzisyen başı gibi... Soylu bir havası var adamın; ne
arıyor acaba burada?
Ben tam bunları düşünürken adam bana nazik bir ses iie
'Ateşiniziricaedebilir miyim?' dıye sordu.
'Buyurun' dedim. Çakmağımı uzattım ona. Sigarasınt ya-
kıp, derin bir nefes çekti. Tuhaf şey, hiç yabancı gelmiyor ba-
na.
Dayanamayıp sordum:
'Trafikten mi geldiniz buraya beyefendi?.. Dışarısı berbat.
Göz gözü görmüyor.'
'Hayır efendim' dedi o, sakin bir ses ile. 'Otobüste sarkıntı-
lık suçundan buradayım.'
Elimde olmadan güldüm. Sarkıntılık yapacak bir adama
benzemiyor. İlgisi yok. Ben anlarım. Olsa olsa şaka yapıyor
olmalı.
'Aman beyefendi, çok şakacısmız.'
Uzunca olan üst dudağını dişlerine yayarak güldü.
"Gerçeği söylüyorum size. Bu akşam, Kırkkonaklar otobü-
sünde genç bir kadını rahatsız ettiğim için buradayım' dedi.
O an gözüm, koridorun ötekı ucunda oturmakta olan; da-
ha önce farkına varmadığım akça pakça genç bir kadına git-
ti. Besbelli bir temizlikçi kızdı bu. Yana kaymış baş örtüsünü
düzeltti; ona baktığımı görünce yüksek sesle söylendi:
'Terbiyesiz herif. Bo-
Birden koridorun ucundan
komiserin sesi güriedi.
'Hey sen!' Marquis de
Sade*ı gösteriyordu. 'Bırak
zıryalamayı da buraya gel.
tfaden alınacak. Kart
zampara senif
yundan posundan
utan. Ak saçından
utan... Zampara! De-
dem yaşında!'
Karşımda oturan
adama döndüm:
'Ben sizi mutlaka bir
yerden tanıyorum
bayım' dedim.
'Adım Sade,' dedi o.
Ekledı. Marçuis de
Sade' - ^ — ~ " ~ ~ — " " " " — ~ ~ ~ " ~
Btrden beynimde bir şimşek çaktı. Evet. Gerçekten oydu!
Aklımı yitirecek hallerdeydim
1
27 Mayıs Karakolu'nun loş ko-
ridorunda, Ankara'nın bu sıslı gecesınde karşımda Marquis
de Sade oturuyordu!
Heyecandan yerimde duramaz olmuştum.
'Sayın Marquis, çalıştığım gazete için size bir iki soru sora-
bilir miyim?'
'Hay hay" dedi. Bacak bacak üstüne attı, saçlarını düzelt-
ti. Kendini hazırladı.
'1992 Türkıyesi'nde, Ankara'da ne anyorsunuz? Ortam size
yabancı değil mi?'
'Hayır, ortam bana yabancı gelmiyor pek. Gördüğünüz gibi
gene karakoldayım; daha önce hapishaneye de gfrdim.'
'Türkıye'de mı gırdinız?'
'Evet. İstanbul'da, Sağmalcriar'da yattım bir sûre...'
'İnanamıyorum efendim. Suçunuz neydi?'
'Kadın dövmek...'
'Bunun için içeriye giriliyor mu?'
Gene güldü.
'Ben girdim işte!' dedi.
'Anladım. Kırbaçla mı efendim?'
'Evet'
'Pek'ıyi Sayın Marquis, yaşamınızın büyük bir kısmını geçir-
diğiniz Bastille Hapishanesi ile Turkiye'deki hapishane kosul-
ları arasında nasıl bir kıyaslama yapabılırsınız?'
'Kıyaslama yapamam... Koşullarbiraz değişik. Ben Bastil-
le'de hücredeydim biliyorsunuz. Hastalandım, malum... Sağ-
malcılar'da koğuşta yattım. Arkadaşlanm vardı. Ne yazık kiEs-
kişehır Cezaevi'nı görmek kısmet olmadı. "5 yıldızlıymış" di-
yorlar...'
'Pek'ıyi hapishane koşulları... Ziyaretçi günleri?..'
'Koşullar malumunuz... Volta filan, idareettik. Koğuşağası
arkadaşımdı, eksik olmasın. Hamamdan mantar kaptım. Ama
bunlara alışkınım...'
'Sayın Sade, Turkiye'deki kitap yakma olaylan ve Sansûr Ku-
nılu hakkındaki düşüncelerinizı öğrenebılır miyim?'
'Efendim, yasamım boyunca tüm kitaplarım yasaklandı ve
yakıldı, hepsinden mahkûm oldum. Buradaki olaylan izliyo-
rum. Yenilikler var tabii, bir de Sinema Sansür Kurulu varmış...
Film de yakılmış galiba... Ama "düzeldi" diyoharf
'Film de yakıldı efendim. İnşallah, artık dûzeliyor yavaş ya-
vaş!'
'Evet. Bu biryenilik, yani film yakılması. Benim kitaplar bili-
yorsunuz bazı ülkelerde hâlâ yasak.'
'Evet Sayın Sade. Burada da yasak galiba.'
'Neyse efendim, ne diyorduk?'
Birden koridorun ucundan komiserin sesi güriedi.
'Hey sen!' Marquis de Sade'ı gösteriyordu.
'Bırak zırvalamayı da buraya gel. İfaden alınacak. Kart zam-
para senir
Marquis de Sade yerinden kalktı. Beni eğilerek, saygi ile
selamladı. Tam bir soylu.
Koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Fırladım ye-
rimden, peşinden koştum.
'Son bir soru Sayın Marquis... En sevdiğiniz eseriniz?'
Bir an düşündü.
Kuşkusuz "Justine"' dedi.
Komiser bağırdı.
"feter ulan! Kadını otobüste pandiklerken iyrydi değil mi? Kes
şu "bey" havalannı!'
Marquis koridorun ucunda kaybolmak üzereydi. Dayana-
mayıp seslendim ardından:
'Sizi nerede bulabilirim?'
'Gül Palas Oteli'nde kalıyorum. Sıhhiye'de' dedi.
"Görüşeceğız...'
... Sevgili okurlarım, ilerideki yazılarımda, Marquis de Sa-
de'ı Gül Palas Oteli'nde bulup, yaptığım söyleşıyi sütunum-
da yayımlayacağım: Adam işkencenm Allahını bılır. Dolu do-
lu yaşamış. Dile koiay. Yazık, fazla konuşamadık...
Londrcfdan
Şans bu kez Kevin'â güldüŞimdiye kadar yapılan
en pahalı film diye
tanıtılan Arny'nin
"Terminator-2"si gişe
rekorunu Kevin
Costner'm "Hırsızlar
Prensi Robin
Hood"una kaptırdı.
EDtP EMİL ÖYMEN
LONDRA — "Termmator-2"
niminin süpcr turbo iyi niyetli
cinayct robotu Arnold Schwar-
zenegger'fe tngilizier aniden çok
acıdı. Bir yıhn dökümünü hâlâ
bitiremeyen basın, sıra bol pazu-
lu Aray'nin başanlanna gelince
duraladı. Ilk "Terminator" fil-
mindeki tüm konuşması sadece
133 kelimeden ibaretmiş. Bu dev
ve gözyaşartıa çabasına karşüık
6 milyon dolar gibi mütevaa bir
ücret alnuş. Kelime başına 45
bin 112 dolar 78 cent ediyormuş.
Ikinci Terminator Füminden ise
15 milyon gibi daha adil bir üc-
ret almış. Buraya kadar iyi de
heyhat kader!.. Arny, bu kez dev
bir sözlükten farklı değilmiş,
megerse ve sözcük dağarağı tam
474 kilemeye çıkmamış rru? Ya
kelime başına eline geçen para?
Sadece 31 bin 645 dolar 57 cent-
ten ibaret kalmış. İşte bu adalet-
sizlik ve ücret haksızlığına lngi-
lizler çok içerledL Hele, şimdi-
ye kadarki en pahalı fılm, bilim
kurgu yapay teknik sahneleri en
cafcaflı film diye tanıtılan
"Tenninator-2" gişe gelirini de
kalkıp da Kevin Costner'ın
"Hırsular Prensi Robin Hood"-
una kaptırmadı mı? tkifilmde
Ingiltere'de birer ay ara ile oy-
natılmaya başlanmıştı. Hulyalı
bakışh Costner'mki 20 milyon
sterline yakın hasılat yaparak re-
kor kırdı. Domuz bakışh Amy'-
ninki bir milyon sterlin daha az-
da kaldı. "Kuzubuın Sessiztigi"
ise ücüncü sırayı ısrarla ve sebat-
la konıyor. Az buz değil, 17 mil-
yon sterlin hasılat dile kolay.
Şans Costner'a gülüyor.
"Kartlarla Dans"ın daha önce
"Uzun olar, millet sıkıhr" diye
kesilen 50 dakikalık bölümü de
şimdi yeniden alelacele eklendi,
film uzatıldı, kimse sıkılmadan
dansı 50 dakika daha uzun iz-
leyecek. Körfez savaşı, ekono-
mik durgunluk, hatta 1930 tipi
bir ekonomik bunalım yaşanır-
ken, sinemalar doldu taştı.
1990*a bakışla evde pineklemek
yerine, kalkıp sinemaya gidenle-
rin oranı yttzde 20 artmış. Ingi-
üzler bir de Amerikan fıhıı şir-
ketlerinin piyasayı haraca kes-
mesinden üzgün. Hükümet,
devletin sinemayı desteklemesi
için bir komkyon kunıyor. Hülyaiı bakıslı Kevin Costner Robin Hood'la, domuz balush Arny'yi geride bıraktı.
GÖZÜNÜZ BU AY DA PERDEDEN
ÖNCE ANTRAKT'TA OLACAK
BİR YILIN ARDINDAN. 1991'de Dünyada ve Türkiye'de Sinema Gündemi. Sinema yazarlan yıhn
en iyi fılmlerini seçti... Sıkı durun sıkı; ZAZ geliyor: "HOT SHOTS". JIM ABRAHAMS, PAT PROFT
ve VALERIA GOLINO. GÖKHAN AKÇURA mn kaleminden... "KARŞINIZDA CJLALI İBO".
Kısa film festivali RETINA '91'den HİLMİ ETİKAN yazdı... SUNGU ÇAPAN'ın kaleminden megastar
KEVİN COSTNER... Eski bir hesabı. "REVENGE". GENE WILDER, RICHARD PRYOR
ikilisinden: "SEN BAŞKASISIN". Çocuk filmlerinin unutulabilir yönetmeni
JOHN HUGHES ve onun miniklere sömestr armağanı: "KÜÇÜK DALAVERECİ".
DANNY DE VITO, GREGORY PECK, PENELOPE ANN MILLER aynı fılmde buluştu:
"BAŞKALARININ PARASI"... Bir yönetmen hikayesi: NORMAN JEWISON. Sıkı bir taşlama ustası
MEL BROOKS ve değişik bir filmi: " KOKUŞMUŞ HAYAT". Fütürist şiddet:
"HARLEY DAVIDSON ve MARLBORO MAN'... Bizim serseri MICKEY yine kızgın...
Bu kez farklı bir çizgi-roman uyarlaması: "ADDAMS AİLESİ". Geç kalmış bir yıldız:
ANJELICA HUSTON. Birçizer: CHARLES ADDAMS... Kadın taarruzu sürüyor...
"V.I.WARSHAWSKI"... Ve KATHLEEN TURNER... Ölümsüz geri dönüyor:
"HIGHLANDER II". Aslann as'ı CHRISTOPHER LAMBERT...
Sinema yazarlığınm 25. yılmda ATİLLA DORSAY... "ATEŞ ÜSTÜNDE YÜRÜMEK" ve
YAVUZ ÖZKAN... Parapsikoloji severlere: ALTINCI HİS... Söylemesi zor, izlemesi kolay:
EVDE BEŞ BAŞINA... EKRANDA CİNSEL EĞİTİM...
SADECE 4 OTOBÜS BİLETİ FİYATINA SİNEMA DÜNYASINA
YOLCULUK... 4. SAYISI BAYİLERDE, SİNEMALARDA .
AtincCdan
Kadın âlemde
erkek bulaşıktaSerres kentinin Monoklissia köyünde her yıl
olduğu gibi geçen çarşamba günü de
'kadınların hâkimiyet günü' kutlandı.
STELYO BERBERAKİS ta o gün Tcocalannın mutfakta
pişirdikleri yemekleri ve meze-
İeri büyük bir masaya serdiler.
Kınnızı şaraplan açtılar ve dans
ettiler. Erkekler ise, kucaklann-
daki bebekler, başlanndaki
esarplarla balkon ve pencereler-
den dışandaki "fliemi" seyredi-
yordu.
Çok eski yıllara dayanan bu
geleneği "demode" sayan genç
kocalardan Uçü dışarı çıkma
'cifTetini" gösterdilerse de
bundan çok çabuk pişman oldu-
lar. Başta eserleri olmak üzere
köy kadınlannın hUcumuna uğ-
rayan Uç cesur erkek, çok kısa
bir süre içinde yere yatuildı, giy-
sileri çıkanldı ve çınlçıplak bir
vaziyette üzerlerine su sıkıldık-
ATİNA — Kuzey Yunanis-
tan'ın Serres kentinde her yıl
ocak ayımn ilk haftasmda "Ka-
dınlann Hâldmiyeti Gunü" kut-
lanır.
Ancak bu kadınlann günü,
tüm dünyada kutlanan "Kadın-
lar Gönü"ne benzemiyor. Kök-
leri Antik Yunan'a dayalı bu ge-
leneksel günde muhtar dahil, er-
keklerin dışan çıkması yasak.
Kadınlar ise gün boyunca gö-
nülleri dilediği gibi eğleniyor.
Serres kentinin Monoklissia kö-
yünde her yıl olduğu gibi geçen
çarşamba günü de "Kadınlann
Hftkimiyeti Gunü" kutlandı.
Sabah saat 07.00'de başlayan
"gün" ertesi sabahın şafak vak- tan sonra evlerine kadar diz üs-
tine kadar süren kadın eğlence- tunde ytırütulduler. Uç "kazak"
leriyle sona erdi. Erkekler gele- erkek böylece kadınlardan "ge-
neklere uygun bir biçimde kadın
giysileri içinde, kadınlann gün-
lük işleriyle uğraştılar. Yani
mutfaga girdiler, yemek pisirdi-
ler, ütü yaptılar, çocuklann al-
tını değiştirdiler, toz aldılar, halı
çırptılar vs. Kadınlar ise saba-
hın erken saatlerinde folk giy-
sileri içinde yollara döküldüler
ve erkeklerin "agır işlcrin" dı-
şında kalan "günlük işleriyle"
uğraştılar. Yani kahvelerı dol-
durdular, pişti türünden kâğıt,
tavla, satranç gibi oyunlar oy-
nadılar. Sokaklarda "erkek
gibi" sigara içtiler. Köyün muh-
tarlık görevini 53 yaşındaki Sul-
tana Bitzidou ustlendi. Köyün
asıl muhtarı Yeorgios Alepakis
ise "gün" başlamadan bir saat
önce muhtarlığa giderek akşa-
ma kadar dışan çıkmadı.
Kadınlar Monoklissia'nın
Meydanı'nda toplanınca bir gün
önce evde hazırladıklan ve hat-
leneksel" bir ders almış oldu ve
"tövbe" ederek gelecek yıl kut-
lanacak olan "günde" içeride
kalacaklarına dair söz verdiler.
Gece vakti "kadınlar bâkimi-
yeti" için resmi davet verüdi. Bu
davete resmi kişiler katıldı. An-
cak köy kadınlannın eşleri yine
evlerde kapah kaldı.
Yunanistan'daki kadın-erkek
ilişküeri gerçekten tam anlamıy-
la bir Doğu-Batı sentezini oluş-
turuyor. Bu bağlamda erkekler
arasında eşlerine ne denli saygılı
olanlar varsa bir kadar da
"saygısız" davrananlar var. Bu
konuda yapılan istatistikler her
beş evli kadından birinin koca-
sından "dayak" yediğini göster-
di. Bu istatistikler üzerine yapı-
lan esprilerin arasında en çok
sevileni ise "demek ki her beş
kadından dördnnöı cezasız
kaMıgı" oldu.
Paris'ten
Kitaplar, plaklar
Le Pen ve Fatih'Potemkin Zırhlısı'nın şarkıcısı Jean Ferrat,
son plağında "Mao yakalı gömleklerini /
James Bond çantalar uğruna sattı / bugünkü
genç dingolar" diyor.
RAGIP DURAN
PARİS — Namık Kemal,
vakti zamanında Paris'te iken
Karl Mars'ın oturduğu evin bir
sokak aşağısında ikâmet etmiş
de, merak ve zahmet edip kom-
şusuyla tamşmamış. Rötar kötü
bir şey. O şimdi Paris'te Türk
mahallesinde oturuyor. Duvar-
larda 80 öncesi afîşler. EUeri na-
sırlı proletarya, orak-çekiç filan
falan.
"Potemkin Zırhlısı" ve "Ma
Möme"un şarkıası Jean Ferrat,
son plağında insanlann hayva-
nat bahçesi ya da ormanın dışın-
da da yaşayabileceklerini bağı-
nyor. "Mao yakalı gömlekleri-
ni / James Bond çantalar uğnı-
m» sattı / bugünkü gene
dingolar" diyor bir başka şarkı-
sında. Ve hemen de ekliyor;
"Moruk dingolann olması için
/ geoçlerin yetişmesi gerek" di-
ye. Cintoş, 68'lı Renaud ise son
plağında son CD'si deniliyor ar-
tık, Belfastlı ve Filistinli çocuk-
lann attığı taşlan göklere çıka-
nyor.
Leo Ferre, bu kez akıma ka-
pıhp Rimbaud'nun şiirlerini 80
yaşımn çığhklanyla dijitalleştir-
miş.
Kulaklar sentetik müziğin ya-
ni sıra, Turkçenin o çok ak'h,
uk'lu sesleriyle de doldu. Türk-
lerin ve Fransızlann, Türkiye ve
gazetecilikle ilgili olanlan varsa
yoksa "Cumhuriyef'i tartışıyor-
lar. 'Yani Ceride-i Cumhuriyet ve
Cumhuriyet-i Asie Centrale. Iki-
sinin arasında bir bağ var mı
acaba?
Khaplara gelince, FNAC'lann
ve diğer büyük kitapçılann
Türkiye ve Ortadoğu reyonlarm-
da tıpkı tstanbul'da olduğu gi-
bi Kürt patlaması var. Bir de Fa-
tih Sultan Mefamet ve eski Istan-
bulla ilgili bir-iki roman çıkmış
vitrinlere.
Geçen yüzyıldan kalma Char-
tier Lokantası'nda, beyaz bou-
din'le beyaz şarap arasında, 70
yaşındaki derin Fransa'nın tem-
silcisi masa komşusu Mösyö, ta-
mdığı garsonlarm çalışüğı resto-
ranlarda yemek yemenin kolay-
hklannı anlatarak girdi sohbe-
te.
Televizyonu lanetleyip radyo-
yu övdü haber medyası olarak.
Gazetelere de attı çamurunu.
"Le Monde, üeride kitap olarak
derlenmek üzere çıkan bir gaze-
te"miymiş. "Liberation, hippy
kılıklı bir yeni yetmenin baber-
dMk bezeyantan"ymış. "Figaro,
adına ragmen möziksiz bir yaa"
ona göre. Masa komşum, eski-
den dem vurdu hep. Başımı sal-
ladım. "Demokratikleşme" söz-
cüğünü "yaygınlaşma" anlamı-
na kullaruyordu. Gülümseyerek
dinledim hep. Taa ki... "Duydn-
nuz degil mi, ne o Haititiler mi
ne? Onlan smırdısı etmeye ka-
rar vermisler nihayet" dedi. Yü-
zümun ifadesı gerginleşmiş olsa
gerek ki, kendini doğrulama ih-
tiyacı hissetti. "Bu kadan da
çok artık... Fransıdar iş bula-
mazken Haititilere ne gerek? Le
Pen haklı asboda" dedi ki, kah-
ve sipariş etmiş olmama rağ-
men, hesabı istedim Cezayirli
garsondan.
PyongYang'dan
Türkler neden
çekik gözlü değil?
MEHMET ARDA
PYONGYANG — Kuzey
Kore'nin başkenti Pyongyang,
çok eski bir şehir. Ancak Kore
savaşı sırasına yoğun olarak
bombalanmış, sağlam kalan
yerlerini de Kuzey Koreliler
kendileri yıkmış ve sonra şehri
tümüyle yeniden inşa etmişler.
Daha doğrusu, inşa etmekteler.
Pyongyang'ın bin yüı aşkm ta-
rihinden ayakta kalan, sadece
eski şehrin onanlmış dört ka-
pısı ile surlann bir bolümü. Bir
de Batı kapısının yanında
Uzakdoğu üîkelerine has bir
'pavyon' bulunmakta.
Şehrin geniş caddeleri ve mo-
dern yapılan arasında eski Ko-
re yaşantısıyla ilgili herhangi bir
izlenim edinmek imkânsız. An-
cak asırlık ağaçlann gölgesin-
de ağır ağır akan nehrin kıyısı-
na bir balkon gibi oturtulmuş
söz konusu 'pavyona' gelince
durum değişir. Rengârenk bo-
yalı, oymalı sütunlarla girift bir
tahta isçih'ğini yansıtan çatıdan
olusan bu etrafı açık, ahşap ya-
pıda eski Koreli soylulann fel-
sefe, sanat ve her türlü zevk-ü
safa ile nasıl akit geçirdikleri
kolayca düslenebilir.
Pyongyang, büyük önder
Kim Sung'un ve Kuzey Kore
halkının kahramanhğını simge-
leyen bir dev amtlar şehri. Bu
anıtlarda Japonlara ve Ameri-
kahlara karşı kazarulan başan-
lar anlatıhr. Birleşmiş Milletler
kuvvetleriyle Kore savaşına ka-
tılmış olan diğer ülkelerden söz
edilmez. Birçok Kuzey Koreli,
Türkiye'nin neresi olduğunu
anlamakta güçlük çekiyor. Her
bulabildiğini okuyarak kendini
yetiştirmeye çalısan çok zekı bir
üniversite öğrencisi ise karşısın-
daki Türkun niye bir Orta As-
yah gibi çekik gözlü olmadığı-
na şaşıp kalıyor.