26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 12 OCAK 1992 DUŞIŞLERI BÜITENİ NAZLI ERAY Gece Karakolu... Ankara'da hava kirliliğinin en yoğun olduğu günlerden bi- ri... Zaman geceye yakın; dışarıda sisten ve hava kirliliğin- den göz gözü görmüyor. Kızılay'a ınmem gerek. Arabama atlayıp gazladım. On camda yağlı bir is oluşmuş. İçıme hafıf bır boğuntu geldi, bir yandan da radyoda bir şeyler arıyorum. Araba birden sarsıldı. Zarzor frene bastım. Başımı ilkin aynaya, sonra cama vurdum. Ne olduğumu anlayamıyorum bir türlü. 'Arkadan vurdular ablaT diye bağırdı birisi. Kapıyı açıp dı- şarıya çıkabildim. Başım zonkluyor, baktım kan yok. Arkada bir kamyonet. Şoför indi. Benım arabanın arkası, stop ışıkla- rı gitmiş. 'Niçin ani fren yaptınız?' 'Sen bana çarptıktan sonra fren yaptımV 'Hayır. Ani fren yaptınız önümde.' 'Fren yapmasam araba fırlardı. Arkadan vurdun, hâlâ ko- nuşuyorsun be kardeşim!' Trafik polisi gelmişti. 'Şikâyetçi misiniz?' 'Şikâyetçiyim. Arabada büyük hasar varf 'Tamam öyleyse. Yürüyün karakola.' Polis arabasına binip 27 Mayıs Karakolu'na gittik. Polis, 'Şurada oturup bekleyin. İfade vereceksiniz' dedi. Yarı karanlık, korıdorumsu bir yerdeki tahta sıranın üstü- ne oturduk. Canım sıkkın, bir stgara çıkartıp yaktım. Ölü bir ampülün aydınlattığı, gri yeşil boyalı çevreye, fersiz duvarlara bakıyo- rum. Karşımda oturan degışik gıyımli, baştan aşağı siyahlar için- de; hafıf kırlaşmış saçlı, solgun mavı gözlü bır adam dıkkatı- mi çekti. Sanki bir yabancı bu. Pek Türke benzemiyor. Onu gözüm bir yerden ısırıyor ya, tam çıkartamıyorum bir türlü. İnce uzun, kemikli elleri; degışik, uzunca bir burnu var. Giy- silerı de sanki bır başka türlu. Saçları kabarık, gerıye taran- mış; müzisyen başı gibi... Soylu bir havası var adamın; ne arıyor acaba burada? Ben tam bunları düşünürken adam bana nazik bir ses iie 'Ateşiniziricaedebilir miyim?' dıye sordu. 'Buyurun' dedim. Çakmağımı uzattım ona. Sigarasınt ya- kıp, derin bir nefes çekti. Tuhaf şey, hiç yabancı gelmiyor ba- na. Dayanamayıp sordum: 'Trafikten mi geldiniz buraya beyefendi?.. Dışarısı berbat. Göz gözü görmüyor.' 'Hayır efendim' dedi o, sakin bir ses ile. 'Otobüste sarkıntı- lık suçundan buradayım.' Elimde olmadan güldüm. Sarkıntılık yapacak bir adama benzemiyor. İlgisi yok. Ben anlarım. Olsa olsa şaka yapıyor olmalı. 'Aman beyefendi, çok şakacısmız.' Uzunca olan üst dudağını dişlerine yayarak güldü. "Gerçeği söylüyorum size. Bu akşam, Kırkkonaklar otobü- sünde genç bir kadını rahatsız ettiğim için buradayım' dedi. O an gözüm, koridorun ötekı ucunda oturmakta olan; da- ha önce farkına varmadığım akça pakça genç bir kadına git- ti. Besbelli bir temizlikçi kızdı bu. Yana kaymış baş örtüsünü düzeltti; ona baktığımı görünce yüksek sesle söylendi: 'Terbiyesiz herif. Bo- Birden koridorun ucundan komiserin sesi güriedi. 'Hey sen!' Marquis de Sade*ı gösteriyordu. 'Bırak zıryalamayı da buraya gel. tfaden alınacak. Kart zampara senif yundan posundan utan. Ak saçından utan... Zampara! De- dem yaşında!' Karşımda oturan adama döndüm: 'Ben sizi mutlaka bir yerden tanıyorum bayım' dedim. 'Adım Sade,' dedi o. Ekledı. Marçuis de Sade' - ^ — ~ " ~ ~ — " " " " — ~ ~ ~ " ~ Btrden beynimde bir şimşek çaktı. Evet. Gerçekten oydu! Aklımı yitirecek hallerdeydim 1 27 Mayıs Karakolu'nun loş ko- ridorunda, Ankara'nın bu sıslı gecesınde karşımda Marquis de Sade oturuyordu! Heyecandan yerimde duramaz olmuştum. 'Sayın Marquis, çalıştığım gazete için size bir iki soru sora- bilir miyim?' 'Hay hay" dedi. Bacak bacak üstüne attı, saçlarını düzelt- ti. Kendini hazırladı. '1992 Türkıyesi'nde, Ankara'da ne anyorsunuz? Ortam size yabancı değil mi?' 'Hayır, ortam bana yabancı gelmiyor pek. Gördüğünüz gibi gene karakoldayım; daha önce hapishaneye de gfrdim.' 'Türkıye'de mı gırdinız?' 'Evet. İstanbul'da, Sağmalcriar'da yattım bir sûre...' 'İnanamıyorum efendim. Suçunuz neydi?' 'Kadın dövmek...' 'Bunun için içeriye giriliyor mu?' Gene güldü. 'Ben girdim işte!' dedi. 'Anladım. Kırbaçla mı efendim?' 'Evet' 'Pek'ıyi Sayın Marquis, yaşamınızın büyük bir kısmını geçir- diğiniz Bastille Hapishanesi ile Turkiye'deki hapishane kosul- ları arasında nasıl bir kıyaslama yapabılırsınız?' 'Kıyaslama yapamam... Koşullarbiraz değişik. Ben Bastil- le'de hücredeydim biliyorsunuz. Hastalandım, malum... Sağ- malcılar'da koğuşta yattım. Arkadaşlanm vardı. Ne yazık kiEs- kişehır Cezaevi'nı görmek kısmet olmadı. "5 yıldızlıymış" di- yorlar...' 'Pek'ıyi hapishane koşulları... Ziyaretçi günleri?..' 'Koşullar malumunuz... Volta filan, idareettik. Koğuşağası arkadaşımdı, eksik olmasın. Hamamdan mantar kaptım. Ama bunlara alışkınım...' 'Sayın Sade, Turkiye'deki kitap yakma olaylan ve Sansûr Ku- nılu hakkındaki düşüncelerinizı öğrenebılır miyim?' 'Efendim, yasamım boyunca tüm kitaplarım yasaklandı ve yakıldı, hepsinden mahkûm oldum. Buradaki olaylan izliyo- rum. Yenilikler var tabii, bir de Sinema Sansür Kurulu varmış... Film de yakılmış galiba... Ama "düzeldi" diyoharf 'Film de yakıldı efendim. İnşallah, artık dûzeliyor yavaş ya- vaş!' 'Evet. Bu biryenilik, yani film yakılması. Benim kitaplar bili- yorsunuz bazı ülkelerde hâlâ yasak.' 'Evet Sayın Sade. Burada da yasak galiba.' 'Neyse efendim, ne diyorduk?' Birden koridorun ucundan komiserin sesi güriedi. 'Hey sen!' Marquis de Sade'ı gösteriyordu. 'Bırak zırvalamayı da buraya gel. İfaden alınacak. Kart zam- para senir Marquis de Sade yerinden kalktı. Beni eğilerek, saygi ile selamladı. Tam bir soylu. Koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Fırladım ye- rimden, peşinden koştum. 'Son bir soru Sayın Marquis... En sevdiğiniz eseriniz?' Bir an düşündü. Kuşkusuz "Justine"' dedi. Komiser bağırdı. "feter ulan! Kadını otobüste pandiklerken iyrydi değil mi? Kes şu "bey" havalannı!' Marquis koridorun ucunda kaybolmak üzereydi. Dayana- mayıp seslendim ardından: 'Sizi nerede bulabilirim?' 'Gül Palas Oteli'nde kalıyorum. Sıhhiye'de' dedi. "Görüşeceğız...' ... Sevgili okurlarım, ilerideki yazılarımda, Marquis de Sa- de'ı Gül Palas Oteli'nde bulup, yaptığım söyleşıyi sütunum- da yayımlayacağım: Adam işkencenm Allahını bılır. Dolu do- lu yaşamış. Dile koiay. Yazık, fazla konuşamadık... Londrcfdan Şans bu kez Kevin'â güldüŞimdiye kadar yapılan en pahalı film diye tanıtılan Arny'nin "Terminator-2"si gişe rekorunu Kevin Costner'm "Hırsızlar Prensi Robin Hood"una kaptırdı. EDtP EMİL ÖYMEN LONDRA — "Termmator-2" niminin süpcr turbo iyi niyetli cinayct robotu Arnold Schwar- zenegger'fe tngilizier aniden çok acıdı. Bir yıhn dökümünü hâlâ bitiremeyen basın, sıra bol pazu- lu Aray'nin başanlanna gelince duraladı. Ilk "Terminator" fil- mindeki tüm konuşması sadece 133 kelimeden ibaretmiş. Bu dev ve gözyaşartıa çabasına karşüık 6 milyon dolar gibi mütevaa bir ücret alnuş. Kelime başına 45 bin 112 dolar 78 cent ediyormuş. Ikinci Terminator Füminden ise 15 milyon gibi daha adil bir üc- ret almış. Buraya kadar iyi de heyhat kader!.. Arny, bu kez dev bir sözlükten farklı değilmiş, megerse ve sözcük dağarağı tam 474 kilemeye çıkmamış rru? Ya kelime başına eline geçen para? Sadece 31 bin 645 dolar 57 cent- ten ibaret kalmış. İşte bu adalet- sizlik ve ücret haksızlığına lngi- lizler çok içerledL Hele, şimdi- ye kadarki en pahalı fılm, bilim kurgu yapay teknik sahneleri en cafcaflı film diye tanıtılan "Tenninator-2" gişe gelirini de kalkıp da Kevin Costner'ın "Hırsular Prensi Robin Hood"- una kaptırmadı mı? tkifilmde Ingiltere'de birer ay ara ile oy- natılmaya başlanmıştı. Hulyalı bakışh Costner'mki 20 milyon sterline yakın hasılat yaparak re- kor kırdı. Domuz bakışh Amy'- ninki bir milyon sterlin daha az- da kaldı. "Kuzubuın Sessiztigi" ise ücüncü sırayı ısrarla ve sebat- la konıyor. Az buz değil, 17 mil- yon sterlin hasılat dile kolay. Şans Costner'a gülüyor. "Kartlarla Dans"ın daha önce "Uzun olar, millet sıkıhr" diye kesilen 50 dakikalık bölümü de şimdi yeniden alelacele eklendi, film uzatıldı, kimse sıkılmadan dansı 50 dakika daha uzun iz- leyecek. Körfez savaşı, ekono- mik durgunluk, hatta 1930 tipi bir ekonomik bunalım yaşanır- ken, sinemalar doldu taştı. 1990*a bakışla evde pineklemek yerine, kalkıp sinemaya gidenle- rin oranı yttzde 20 artmış. Ingi- üzler bir de Amerikan fıhıı şir- ketlerinin piyasayı haraca kes- mesinden üzgün. Hükümet, devletin sinemayı desteklemesi için bir komkyon kunıyor. Hülyaiı bakıslı Kevin Costner Robin Hood'la, domuz balush Arny'yi geride bıraktı. GÖZÜNÜZ BU AY DA PERDEDEN ÖNCE ANTRAKT'TA OLACAK BİR YILIN ARDINDAN. 1991'de Dünyada ve Türkiye'de Sinema Gündemi. Sinema yazarlan yıhn en iyi fılmlerini seçti... Sıkı durun sıkı; ZAZ geliyor: "HOT SHOTS". JIM ABRAHAMS, PAT PROFT ve VALERIA GOLINO. GÖKHAN AKÇURA mn kaleminden... "KARŞINIZDA CJLALI İBO". Kısa film festivali RETINA '91'den HİLMİ ETİKAN yazdı... SUNGU ÇAPAN'ın kaleminden megastar KEVİN COSTNER... Eski bir hesabı. "REVENGE". GENE WILDER, RICHARD PRYOR ikilisinden: "SEN BAŞKASISIN". Çocuk filmlerinin unutulabilir yönetmeni JOHN HUGHES ve onun miniklere sömestr armağanı: "KÜÇÜK DALAVERECİ". DANNY DE VITO, GREGORY PECK, PENELOPE ANN MILLER aynı fılmde buluştu: "BAŞKALARININ PARASI"... Bir yönetmen hikayesi: NORMAN JEWISON. Sıkı bir taşlama ustası MEL BROOKS ve değişik bir filmi: " KOKUŞMUŞ HAYAT". Fütürist şiddet: "HARLEY DAVIDSON ve MARLBORO MAN'... Bizim serseri MICKEY yine kızgın... Bu kez farklı bir çizgi-roman uyarlaması: "ADDAMS AİLESİ". Geç kalmış bir yıldız: ANJELICA HUSTON. Birçizer: CHARLES ADDAMS... Kadın taarruzu sürüyor... "V.I.WARSHAWSKI"... Ve KATHLEEN TURNER... Ölümsüz geri dönüyor: "HIGHLANDER II". Aslann as'ı CHRISTOPHER LAMBERT... Sinema yazarlığınm 25. yılmda ATİLLA DORSAY... "ATEŞ ÜSTÜNDE YÜRÜMEK" ve YAVUZ ÖZKAN... Parapsikoloji severlere: ALTINCI HİS... Söylemesi zor, izlemesi kolay: EVDE BEŞ BAŞINA... EKRANDA CİNSEL EĞİTİM... SADECE 4 OTOBÜS BİLETİ FİYATINA SİNEMA DÜNYASINA YOLCULUK... 4. SAYISI BAYİLERDE, SİNEMALARDA . AtincCdan Kadın âlemde erkek bulaşıktaSerres kentinin Monoklissia köyünde her yıl olduğu gibi geçen çarşamba günü de 'kadınların hâkimiyet günü' kutlandı. STELYO BERBERAKİS ta o gün Tcocalannın mutfakta pişirdikleri yemekleri ve meze- İeri büyük bir masaya serdiler. Kınnızı şaraplan açtılar ve dans ettiler. Erkekler ise, kucaklann- daki bebekler, başlanndaki esarplarla balkon ve pencereler- den dışandaki "fliemi" seyredi- yordu. Çok eski yıllara dayanan bu geleneği "demode" sayan genç kocalardan Uçü dışarı çıkma 'cifTetini" gösterdilerse de bundan çok çabuk pişman oldu- lar. Başta eserleri olmak üzere köy kadınlannın hUcumuna uğ- rayan Uç cesur erkek, çok kısa bir süre içinde yere yatuildı, giy- sileri çıkanldı ve çınlçıplak bir vaziyette üzerlerine su sıkıldık- ATİNA — Kuzey Yunanis- tan'ın Serres kentinde her yıl ocak ayımn ilk haftasmda "Ka- dınlann Hâldmiyeti Gunü" kut- lanır. Ancak bu kadınlann günü, tüm dünyada kutlanan "Kadın- lar Gönü"ne benzemiyor. Kök- leri Antik Yunan'a dayalı bu ge- leneksel günde muhtar dahil, er- keklerin dışan çıkması yasak. Kadınlar ise gün boyunca gö- nülleri dilediği gibi eğleniyor. Serres kentinin Monoklissia kö- yünde her yıl olduğu gibi geçen çarşamba günü de "Kadınlann Hftkimiyeti Gunü" kutlandı. Sabah saat 07.00'de başlayan "gün" ertesi sabahın şafak vak- tan sonra evlerine kadar diz üs- tine kadar süren kadın eğlence- tunde ytırütulduler. Uç "kazak" leriyle sona erdi. Erkekler gele- erkek böylece kadınlardan "ge- neklere uygun bir biçimde kadın giysileri içinde, kadınlann gün- lük işleriyle uğraştılar. Yani mutfaga girdiler, yemek pisirdi- ler, ütü yaptılar, çocuklann al- tını değiştirdiler, toz aldılar, halı çırptılar vs. Kadınlar ise saba- hın erken saatlerinde folk giy- sileri içinde yollara döküldüler ve erkeklerin "agır işlcrin" dı- şında kalan "günlük işleriyle" uğraştılar. Yani kahvelerı dol- durdular, pişti türünden kâğıt, tavla, satranç gibi oyunlar oy- nadılar. Sokaklarda "erkek gibi" sigara içtiler. Köyün muh- tarlık görevini 53 yaşındaki Sul- tana Bitzidou ustlendi. Köyün asıl muhtarı Yeorgios Alepakis ise "gün" başlamadan bir saat önce muhtarlığa giderek akşa- ma kadar dışan çıkmadı. Kadınlar Monoklissia'nın Meydanı'nda toplanınca bir gün önce evde hazırladıklan ve hat- leneksel" bir ders almış oldu ve "tövbe" ederek gelecek yıl kut- lanacak olan "günde" içeride kalacaklarına dair söz verdiler. Gece vakti "kadınlar bâkimi- yeti" için resmi davet verüdi. Bu davete resmi kişiler katıldı. An- cak köy kadınlannın eşleri yine evlerde kapah kaldı. Yunanistan'daki kadın-erkek ilişküeri gerçekten tam anlamıy- la bir Doğu-Batı sentezini oluş- turuyor. Bu bağlamda erkekler arasında eşlerine ne denli saygılı olanlar varsa bir kadar da "saygısız" davrananlar var. Bu konuda yapılan istatistikler her beş evli kadından birinin koca- sından "dayak" yediğini göster- di. Bu istatistikler üzerine yapı- lan esprilerin arasında en çok sevileni ise "demek ki her beş kadından dördnnöı cezasız kaMıgı" oldu. Paris'ten Kitaplar, plaklar Le Pen ve Fatih'Potemkin Zırhlısı'nın şarkıcısı Jean Ferrat, son plağında "Mao yakalı gömleklerini / James Bond çantalar uğruna sattı / bugünkü genç dingolar" diyor. RAGIP DURAN PARİS — Namık Kemal, vakti zamanında Paris'te iken Karl Mars'ın oturduğu evin bir sokak aşağısında ikâmet etmiş de, merak ve zahmet edip kom- şusuyla tamşmamış. Rötar kötü bir şey. O şimdi Paris'te Türk mahallesinde oturuyor. Duvar- larda 80 öncesi afîşler. EUeri na- sırlı proletarya, orak-çekiç filan falan. "Potemkin Zırhlısı" ve "Ma Möme"un şarkıası Jean Ferrat, son plağında insanlann hayva- nat bahçesi ya da ormanın dışın- da da yaşayabileceklerini bağı- nyor. "Mao yakalı gömlekleri- ni / James Bond çantalar uğnı- m» sattı / bugünkü gene dingolar" diyor bir başka şarkı- sında. Ve hemen de ekliyor; "Moruk dingolann olması için / geoçlerin yetişmesi gerek" di- ye. Cintoş, 68'lı Renaud ise son plağında son CD'si deniliyor ar- tık, Belfastlı ve Filistinli çocuk- lann attığı taşlan göklere çıka- nyor. Leo Ferre, bu kez akıma ka- pıhp Rimbaud'nun şiirlerini 80 yaşımn çığhklanyla dijitalleştir- miş. Kulaklar sentetik müziğin ya- ni sıra, Turkçenin o çok ak'h, uk'lu sesleriyle de doldu. Türk- lerin ve Fransızlann, Türkiye ve gazetecilikle ilgili olanlan varsa yoksa "Cumhuriyef'i tartışıyor- lar. 'Yani Ceride-i Cumhuriyet ve Cumhuriyet-i Asie Centrale. Iki- sinin arasında bir bağ var mı acaba? Khaplara gelince, FNAC'lann ve diğer büyük kitapçılann Türkiye ve Ortadoğu reyonlarm- da tıpkı tstanbul'da olduğu gi- bi Kürt patlaması var. Bir de Fa- tih Sultan Mefamet ve eski Istan- bulla ilgili bir-iki roman çıkmış vitrinlere. Geçen yüzyıldan kalma Char- tier Lokantası'nda, beyaz bou- din'le beyaz şarap arasında, 70 yaşındaki derin Fransa'nın tem- silcisi masa komşusu Mösyö, ta- mdığı garsonlarm çalışüğı resto- ranlarda yemek yemenin kolay- hklannı anlatarak girdi sohbe- te. Televizyonu lanetleyip radyo- yu övdü haber medyası olarak. Gazetelere de attı çamurunu. "Le Monde, üeride kitap olarak derlenmek üzere çıkan bir gaze- te"miymiş. "Liberation, hippy kılıklı bir yeni yetmenin baber- dMk bezeyantan"ymış. "Figaro, adına ragmen möziksiz bir yaa" ona göre. Masa komşum, eski- den dem vurdu hep. Başımı sal- ladım. "Demokratikleşme" söz- cüğünü "yaygınlaşma" anlamı- na kullaruyordu. Gülümseyerek dinledim hep. Taa ki... "Duydn- nuz degil mi, ne o Haititiler mi ne? Onlan smırdısı etmeye ka- rar vermisler nihayet" dedi. Yü- zümun ifadesı gerginleşmiş olsa gerek ki, kendini doğrulama ih- tiyacı hissetti. "Bu kadan da çok artık... Fransıdar iş bula- mazken Haititilere ne gerek? Le Pen haklı asboda" dedi ki, kah- ve sipariş etmiş olmama rağ- men, hesabı istedim Cezayirli garsondan. PyongYang'dan Türkler neden çekik gözlü değil? MEHMET ARDA PYONGYANG — Kuzey Kore'nin başkenti Pyongyang, çok eski bir şehir. Ancak Kore savaşı sırasına yoğun olarak bombalanmış, sağlam kalan yerlerini de Kuzey Koreliler kendileri yıkmış ve sonra şehri tümüyle yeniden inşa etmişler. Daha doğrusu, inşa etmekteler. Pyongyang'ın bin yüı aşkm ta- rihinden ayakta kalan, sadece eski şehrin onanlmış dört ka- pısı ile surlann bir bolümü. Bir de Batı kapısının yanında Uzakdoğu üîkelerine has bir 'pavyon' bulunmakta. Şehrin geniş caddeleri ve mo- dern yapılan arasında eski Ko- re yaşantısıyla ilgili herhangi bir izlenim edinmek imkânsız. An- cak asırlık ağaçlann gölgesin- de ağır ağır akan nehrin kıyısı- na bir balkon gibi oturtulmuş söz konusu 'pavyona' gelince durum değişir. Rengârenk bo- yalı, oymalı sütunlarla girift bir tahta isçih'ğini yansıtan çatıdan olusan bu etrafı açık, ahşap ya- pıda eski Koreli soylulann fel- sefe, sanat ve her türlü zevk-ü safa ile nasıl akit geçirdikleri kolayca düslenebilir. Pyongyang, büyük önder Kim Sung'un ve Kuzey Kore halkının kahramanhğını simge- leyen bir dev amtlar şehri. Bu anıtlarda Japonlara ve Ameri- kahlara karşı kazarulan başan- lar anlatıhr. Birleşmiş Milletler kuvvetleriyle Kore savaşına ka- tılmış olan diğer ülkelerden söz edilmez. Birçok Kuzey Koreli, Türkiye'nin neresi olduğunu anlamakta güçlük çekiyor. Her bulabildiğini okuyarak kendini yetiştirmeye çalısan çok zekı bir üniversite öğrencisi ise karşısın- daki Türkun niye bir Orta As- yah gibi çekik gözlü olmadığı- na şaşıp kalıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle