16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/10 PAZAR KONUĞU 18 AĞUSTOS 1991 FRANSIZ LIBERATION GAZETESININKURUCUSU VE YAYINMUDURUSERGE JULY Gazete,tambağımsızolmalıFransa'nın Le Monde ve Le Figaro'dan sonraki en önemli üçüncü gazetesi "Liberation". Sevenleri, "Libe" diye çağırıyorlar bu gazeteyi. Kurtuluş demek Türkçesi. Dinamik bir gazete Liberation. Kurucuları arasında Jean Paul Sartre var. Serge July, bu gazeteyi bir darbe sonucu ele geçirdi ve kadife eldivenli demir bir bilekle yönetiyor. Sonuca bakarak başarılı olmadığını söylemek mümkün değil. Fransa'nın en büyük gazetecilerinden biri olarak tarihe geçen bu "tarihçi" gazeteciyle Paris muhabirimiz Mine Saulnier konuştu. SOYLESI MINE SAULNIER I Saym July, basın tüm dünyada zor bir dönemden geçiyor. Sizce bir günlük gazetenin tirajıyla kalıte kimliği arasında ters orantılı bir bağlantı var mı? örneğin iyi gazetelerin az sat- tığı öne sürülüyor. Böyle bir genelleme hem doğru, hem yanlış olur. Eğer "günlük gazete" adı altında pazara sunulan tüm ürünleri aynı kefeye koyacak olur- sak, dediğiniz doğru. Yani spor ya da salt ma- gazin gazeteleri "referans" organlarından fazla satabilir. Ama bence bunlan birbirine karıştır- mamak gerek. Kendi alanımızdan, yani "gazete" olgusuna az çok uygun haber organ- lannı ele alacak olursak, böyle bir ters orantı- dan Fransa için söz etmek mümkün değil. Bugün Fransa'da üç "referans" gazetesi var: 'Le Monde', 'Le Figaro' ve 'Liberation.' En cid- di yayımcılık anlayışını benimsemiş Le Mon- de, en fazla satışı yapıyor. Her üç gazetenin de satışlan fena değil ve üçü de güvenilir haber kaynağıdır. Sorunlarımiz her zaman satıştan ileri gelmiyor... Ve bugün kimi düşük kaiiteli gündelik yayın organlannın, ciddi büyüklerden daha geniş çaplı ekonomik sıkıntıları var. ••••So/ı yıllarda kimi zaman ekonomik sı- kıntılar, kimi zaman uluslararası rekabete özel- likle 1993 Avrupası 'ndan sonra dayanabilmek ya da salt "genişleme" kaygısı, basını yaban- cı sermayeye doğru açıyor. Basın içinde yavaş yavaş yayılan yabancı sermayeye ilişkin görüş- leriniz nelerdir? Yabancı sermayeye karşı özel bir tavrım yok. Kendi özgun koşulları içinde incelenmesi ge- rek her yeni sermaye girişinin. Liberation, bir patron gazetesi değil. Büyük bir bölümü ga- zete ile ilişkisi olmuş ya da olan kişilere ait bir hissedarhk kuruluşu. Şimdilik bizim için böy- le bir dış ortaklık söz konusu değil. Ama genelinde konuşacak olursak, bence bir gazetenin en önemli niteliği bağımsız olması- dır. Bir yayın kurumunu dışardan bir sermaye kuruluşu, kendi yan iş ve amaçlanna dönük kullanmak için alıyorsa, bu ancak kötü olabi- lir. Orada sermayenin ulusal ya da yabancı ol- duğu fark etmez. Kurumun bağımsızhğıdır sa- tın alınan. Beri yanda, batmakta olan bir gazeteyi dı- şardan biri gelir alır belki de dört dörtlük bir yayın yapar çıkarır. Bunun tersi de olabilir. De- diğim gibi her olay, kendi özgünlüğü içinde de- ğerlendirilmeli. Ben şahsen, Liberation'un şimdiki gibi kal- ması ve tam bağımsız olması için kullanıyorum enerjimi. İ ^ H H İ Bir yönetici olarak, gazete çalışanla- nnın herhangi siyasal bir parti ya da harekete fîili katıhmını nasıl karşılıyorsunuz? Liberation çalışanları olarak hepimiz özgür insanlanz. tste> r en istediği parti ya da siyasal harekete katılabilir. Ancak ne gazeteci kimli- ğini bu harekete yansıtmaya, ne de bu hareke- te katıhmına gazeteyi alet etmeye hakkı oldu- ğu düşünülemez. Insanın gazeteciliğini ceket çı- kartır gibi portmantoda bırakması da çok güç olduğuna göre... Tarafsızlık gereği angajman- lara girmemekte yarar vardır. W^B^Örneğin borsa uzmanı gazetecinin borsada oynaması nasıl karşılanır? Liberation'da hiç böyle şey olmadı. Bazı ku- rumlarda olabiliyor. Etik açıdan olmamasın- da yarar var. Böyle bir durum, bazı önlemleri gerektirebilir. Dediğim gibi, her şeyden önce bir etik sorunudur. ^KKI^ Liberation için Körfez krizi ve sava- şının basına savurduğu darbeyi en kolay atla- tan gazete deniyor. Nasıl atlattınız bu krizi ve ilenye dönük projeleriniz var mı? En kolay biz mi atlatıyoruz bilmiyonım ama, Liberation da kötü etkilendi Körfez'den. Rek- lamlarda "%12 ile 15 arası bir kayba uğradık. Bu yüzdelerin göreceli hafifliği bizim çok faz- la reklama bağlı olmamızdan ileri geliyor. İlan gelirimizin büyuk dilimi, küçük ilanlardır. Bunlar krizden fazla etkilenmedi. îlk bocala- mayı, biliyorsunuz hızla fiyat arttırarak (50 santim yaklaşık 380 TL) kapatmaya çalıştık. (Liberation'un satış fiyatı 5.5 F = 4.200 TL) tmmmm Satışlannız nasıl arttı peki? İlk günler %50, %30 artış oldu. Sonra ya- vaş yavaş %20'ye oturdu tiraj artışı. Şimdi nor- male döndük. Geleceğe ilişkin projelerimize gelince, epey- ce yüklüyüz. Her şeyden önce, bu yaz sonuna doğru bir hafta sonu ekleri dizisi lanse ediyoruz. Yan ya- yınlara, özel sayılara ağırlık veriyoruz. Fakat hafta sonu eki düzenli olacak. Ve amacımız dü- zenli eklerin sayısını yavaş yavaş hafta içine doğru yayarak sayılarını çoğaltmak. Bu yöntemi gazetenin promosyon modeli olarak benimsedik. Aynı kapsamda, uzun sü- redir Europe 1 Radyosu ile ortak çalışmalar yapmaktayız. İki kurumun logosu altında çe- PAZAR KONUĞU AMİyUWSM£ CC KACnONS MJX P9OPOS OU PREMER MHMSTRE LE CHARTER CRESSON DANSLESTURBULENCES MATIGNON LAISSE m mm CHEZ BULL GORBATCHEV PORTE L UNIOH * G 7 S E R G E J U L Y Serge July, 27 Aralık 1942'de Paris'te doğdu. 1973 şubatında, Jean-Paul Sartre, Jean Claude Vernier ve Philippe Gavi ile birlikte Liberation gazetesini kurdu. Şubat 1981'den mayıs 1981"e değin yayımım kesen Liberation'un, tek yöneticisi olarak kaldı. 13 Mayıs 1981'de "Liberation"u yenıden çıkardı. 1987 yılına değın, gazeteyi Antoine Griset ile birlikte yönettikten sonra, aynı yılın ocak ayında Liberation'u yayımlayan SNPC kurumunun hem yazı isleri, hem de genel yayın müdurluğünu üstlendi. Bizim gazetede. önem derecesine göre her olay manşete çıkabilir. Bir futbol maçı bütün ön sayfayı aJabilir. Artışları bu değişkenliğe borçluyuz. Fakat böyle inişli çıkışlı satışlan "yönetmek" çok da kolay değil. Gazeteyi ara- da bir aJan okuyucuyu "sürekli" hale getirmek için çaba gerekiyor. Bu yönden önemli mesa- feler kaydettik, daha da ileri gitmeyi umuyo- ruz. WKKKtUlzninizle biraz da dünyadan söz ede- tim. Sizce, uluslararası alandaki son gelişme- lerin ışığında, Ortadoğu'da ve dünyada "yeni bir düzen"den söz etmek olası mı? Tarihi, oluşmadan anlatmak mümkün değil. Ancak bazı gözlemlerde bulunabilirim. Bun- lardan birincisi; bence Ortadoğu iki önemli bozgun yaşadı. İlk bozgun, Arap emperyaliz- mininkidir. Son örneği, Saddam Hüse>in. Ikin- ci bozgun, İslam devrimininki. Irak iç savaşın- da, son örneği yaşandı. Kerbela'nın yerle bir edilmesi kimseyi ayağa kaldırmadı. İran bile fazla bir tepki göstermedi. Bu iki olgu önem- li. Ikinci gözlemim; son on, on beş yıldır tüm ülkeler, tüm kıtalar, kültür farklarına rağmen demokrasi devriminden etkilendiler. Asya'mn değişik kültürüne bile bulaştı demokrasi saJ- gmı. Ortadoğu'nun bunun dışında kalacağına ihtimal vermiyorum. Kalması için bir neden yok. ^^•M/VA:/ bütün bu çerçeve içinde Türkiye- yi nereye yerleştiriyorsunuz? tslam, insan hak- ları ve laiklik arasında dengeler kurmaya çalı- şan Türkiye'yi siz nasıl tanıyorsunuz? Ortado- ğu 'daki yeri nedir sizce? Önce itiraf etmeliyim ki, Türkiye'ye hiç git- medim. Bildiklerim teorik düzeyde yani. Bu- nu ne olur ne olmaz diye düşebileceğim yanıl- gılar konusunda başından belirtiyorum. Yakındoğu'da iki laik devlet vardı: Türkiye ve Irak. Savaştan öncesine kadar Irak'ta Islamiyet'e atıfta bulunmak, savaşla birlikte başladı. Arap ve İslam dünyasındaki kamuoyunu harekete geçi'.Tnek için referans olarak kullamlmaya başlandı. Şimdi tek laik ülke Türkiye kaldı. Sanırım bölgede değişen dengeler Türkiye'yi bölge içinde yeniden önemli bir konuma oturttu. Bu krizden önce Türkiye, Ortadoğu'dan dışlanmış gibi duruyordu. Av- rupa'ya da dahil edilmiyordu. Oysa şimdi ye- Serge July Liberation'un da Körfez savaşından olumsuz etkilendigini, reklam gelirierinin "Io 15 civannda düşmesine rağmen, esas olarak küçük ilanlar aldıklan için kayıplarının daba da büyümediğini söylüyor. (Fotoğraf: tBRAHtM ÖCRETMEN) şitli konularda ve uzmanlarla, düzenli aralık- larla canb yayın tartışmalan düzenliyoruz. Çok ilgi topladı bu tartışmalar. "Basın Kuiübü" işte bu. Fakat ileri dönük son çalışmamız, gazete ekleri üstüne. ^^K^MSatış tavanı olarak hangi sayıya ulaş- mayı düşünüyorsunuz? Liberation olarak, stratejimizde önemli bir faktör rol oynuyor. Liberation'un as özelliği, "haberlere bagımlı" bir yapısı olması. Büyük olaylar; Körfez savaşı, Bayan Thatcher'ın isti- fası ya da bir borsa, hatta önemli bir spor ola- yı, Liberation'un satışını müthiş arttırabiliyor. Sık sık, bir günde tirajı ikiye katladığımız olu- yor. Örneğin Serge Gainsbourg'un ölümünden sonra yayımladığımız "vasiyet" sayısında oldu- ğu gibi. Bazen tam yüzde yüz artış kaydedilmese bi- le, %30, %50 artışlarla sık sık karşılaşan bir gazete Liberation. Bununla, satışı elastik bir çizelge içerisinde gelişiyor demek istiyorum. Demek ki, diye düşünüyoruz bu çizelgeye ba- karak, Liberation'un her zaman kullanılmayan 100.000 okuyuculuk bir potansiyeli var. Kurum olarak ana strateji, işte bu artı yüz bini "sadık okur" haline getirebilmek. Tavanı da bu sayı- dan yola çıkarak öngörmeye çalışıyoruz. niden Avrupa'nm kanadı, kapısı olarak tanm- dı. Ortadoğu ülkeleri için de çok dikkat edil- mesi gereken "merci" haline geldi. Bir kez da- ha... \Peki önce bölge, genelde de dünyada kendini göstermeye başlayan Amehkan hege- monyası için ne düşünüyorsunuz? Örneğin ay- nı soruyu Le Monde yöneticL: Bay Lesourne'a sordum. O, bu hegemonyanın sanıldığı gibi uzun erimli ve etkili olmadığını, ilerde bunun daha iyi anlaşılacağmı öne sürdü. Ben de böyle bir hegemonya kurabileceğini sanmıyorum ABD'nin. Bu Körfez krizi ve sa- vaşı, bence olağanüstü bir rastlantı zinciriyle vücut buldu. Bilinen formüllerin dışında, ati- pik bir yapı içinde gelişti. Koşulları istisnaiy- di. Savaş olabilsin diye, Suudi Arabistan gibi bir Arap ülkesine ABD'den, Avrupa'daki Ame- rikan kuvvetlerinden, 20 küsur ülkeden 700 bin kişi toplandı, Yakındoğu'da "özel" bir krizin patlaması gerekti. İslamiyet'in görece bir da- yamşma çökuntüsüne girmesi, tran'm daha ön- ceki bir savaştan zayıflamış olması gibi bir çok faktör bir araya geldi. Bu koşulların yarın tek- rarlanabilmesi çok zor. Bu savaşın özel koşul- ları vardı ve sonuçlan Amerikan hegemonyası falan doğuramaz. Bir kez, ABD bence zayıflama sürecine gir- miş bir ülke. Bu zayıflık elbette SSCB'nin uğ- radığı çöküntü türünde bir zayıflık değil. Ray- mond Aaron, "imparatoriuk" tanımını kulla- nır ABD için. Bugün görece bir imparatorluk- tan söz edebüiriz, çünkü ABD bu savaşın mas- rafını her şeyden önce, yalnız başına kaldır- maktan acizdi. Savaş sırasında Amerikan Kongresi silahlanma bütçesini daraltmayı sür- dürüyordu. Amerikalılar, bölgeyi mümkün olduğunca çabuk terk edecekler. Kalmaya ve yeni askeri müdahalelere hiç niyetleri yok. îşte böyle bir tezim var benim. Değişik bir tez, fakat gazete- de de bu tezi savundum: "Pax Americana" di- ye bir şey yok, barış bile yok. Varsa da, Ame- rikan değil. Tek olağanüstü kayıt, Kürtlere de- ğin, "Pax Americana"dan söz edilemeyeceği- nin en iyi örneği, Kürtler dolayısıyla olup bi- tenler. Sanılanın aksine, ABD, Kürtlere ilişkin "meşru" bir ayncalıktan özenle kaçındı. Bu- günkü Kürt koruma bölgeleri Avrupa'nın zor- lamasıyla gerçekleştirildi. •^^•A'ün/er için korumalı bölgeler hakkm- da ne düşünüyorsunuz? Sizce iyi bir çözüm ol- du mu bu? tlerde bu bölgelerden yola çıkarak Kürtlere özerklik verilebilir mi? Bu savaşın garip bir sonucu da, Kürt boyu- tu oldu. Savaş öncesi bir baş ağnsı vardı: Fi- listin. Şimdi iki baş ağrısı, iki Filistin var. Üs- telik Saddam Hüseyin de yerli yerinde duru- yor. "Que la vie est compliquee!" (Hayat ne kadar karışık!)) Korumalı böigelere gelince... Batı vicdanı açısından dayamlmaz bir durum vardı ortada. Bir savaş yapıldı. O savaşın sonunda devletler hukukunun, insanhk hukukundan daha önem- li olduğu anlaşıldı. Türkiye ve tran elbette iki milyon kişiyi kabul edemezlerdi. Beri yandan Irak'ın bütünlüğünü korumak gerekti. Alela- cele bu çözüm bulundu. Bir soykırımı önlemek için. Ama bu bölgeler bir kez yaratıldıktan son- ra sonuçlan nereye dayanır, şimdilik öngörmek güç. \Son bir sorum var size Saym Serge July. Biz sizi bundan 20 yü önce tanıdık. O za- man başarılı bir devrimciydiniz. Şimdi başa- rılı bir yönetici ve gazeteci. 68 ruhundan ne kal- dı geriye? Toplumda ve sizde ne izler bıraktı 68? (Konuğumuz bu soruya epeyce düşünUp gü- lümsüyor): En önce, "Liberation" kaldı demek geçiyor içimdem. Bu da az şey değil.. Bildiğiniz gibi, 68'hdir bizim gazete. Sanırım 68, Fransız toplumunun çehresini de- ğiştiren bir dönüm noktasıdır. 68 öncesi Fransız toplumu, epeyce ilkel birikimleri olan bir toplum- du. Taşralıydı... Çok sanayileşmiş, ama taşralı kalmıştı. Bu iki nitelik arasında bir kısa devre (elektrikteki gibi) oldu. Tutucuydu toplum. Ge- niş genelinde tutucuydu. Kitaplar edep sansürü- ne tabi tutulur, filmler budanırdı. 68 gençliği inanılmaz cesarette bir şok yaparak, taşra kafa- sını sanayi toplumuna uygun "entelektüel" dü- zeye doğru bir değişime soktu. İşte budur 68'ın kalıtı: Entelektüel devrim. Toplumu çağdaşlaş- tırdı, yeniledi 68 hareketi. .. J nizde? §68 günlerine ait bir özlem var mı içi- Hayır. Hiçbir nostalji içinde değilim. Zama- nımla birlikte yaşıyorum. Geçmişten geleceğe, dolu dolu. HABERLERIN DEVAMI Seçim Zirvesi. (Baştarafı 1. Sayfada) de bu konuda iyimser olmadıklarını belli et- tiler. Sayın Yılmaz, "Uzlaşma umudu yok gö- züküyor. Özellikle Sayın inönü, seçim siste- minde çok köklü değişiklikler istiyor. Bunlan yapmaya kalksak, erken seçim, erken olmak- tan çıkar. Pazartesi günü bir deneme daha yapacağız. Olmazsa, cumagünüMeclis'iola- ğanüstü toplayıp yürüyeceğiz" dedi. Sayın İnönü de seçim sistemine ilişkin "uzlaşma umudu olmadığını" belirtirken, "İk- tidar, uzlaşma aramaktan çok, kendi görüşü- nü dikte ettirmek havasında" dedi. Sayın Demirel ise seçim zirvesinden ne çıktığına ilişkin sorumuza, "Vuzuh çıktı, ay- dınlık çıktı ortaya. Uzlaşma umudu yok, öyle gözüküyor. Muhalefeti kendi çizgilerine ge- tirmek istiyorlar. Bunlar, düşünce değil, ken- dilerine ortak anyorlar" karşılığını verdi. Ortaya çıkan durumu söyle özetleyebiliriz: Türkiye, erken seçime gidiyor; ama ANAP'- ın dikte ettiği kurallarla... Nedir bu kurallar? Örnek: 1983 genel seçimlerinde ANAP, oyların yüzde 45'iyle Meclis'teki sandalye- lerin yüzde 53'üne sahip olmuştu. Bundan sonra oyunun düştüğünü gören ANAP, se- çim sistemiyte 11 kez oynamıştı. Sayın Ozal, kendi deyişiyte sistemi öylesine dizayn etti ki 1987'de ANAP'ın oyu yüzde 36'ya indi, fa- kat sandalye sayısı yüzde 65'e yükseldi. Batı demokrasilerinde örneğine rastlaya- mazsınız bu durumun. İstikrar adına savu- nulan bu örnek, ülkemizde geçerli seçim sis- teminin adaletten ne denli yoksun olduğu- nu göstermeye yeterlidir. Aynı sistem, dünkü toplantıda Sayın Yıl- maz tarafından da istikrar adına savunula- bilmiştir. Katılamıyoruz. Türkiye'nin adaletli ve demokratik bir se- çim sistemine gereksinimi vardır. Bunun gi- bi, siyasal katılım ve örgütlenme özgürlüğü- nü sınırlayan tüm engellerden arınmış bir ye- ni anayasanın yapılması da zorunludur. Bunların tümü, anlaşılan, seçim sonrası- na, günlük deyişle bir başka bahara kalıyor. Bu sefeıiik, iktidarla muhalefetin erken se- çim üzerinde uzlaşabilmiş olmalarıyla yetin- mek durumundayız. Bu da bir iyimserlik nedeni sayılamaz mı? 72.5 millete Türkçe dersi Altın Portakal'a 19 aday KOY ENSTÎTÜSÜ YILLARI Talip Apaydın 8.000 lira(KDVıçinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cod. 39-41 Cağaloğlu-tstanbul PERDE ARAUĞENDAN NadirNadi 4. bası 20.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-tstanbul CUMHURBAŞKANI GAZİM.KEMAL PAŞA'NEV SONBAHAR GEZİLERİ Nuri Onat (yayına hazırlayan) 8.000 lıra (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-tstanbul (Baştarafı 1. Sayfada) "Hangi kadın daha güzel?" "Uzugn ol-an kaadın dahhaaa güzelî" Ve ders sürüyor. "Elbise güzel olmadı.' "Hangi elbise guzel olmadı?" "Dik-tiğ-im eilbisey güzel olma- dı." Birisi soruyor: "Dikmek ne demek?" Ve bunun üzerine Öz- den Hanım tahtaya acele bir pantolon resmi, bunun üzerine de kesik çizgiler ve bir dikiş iğ- nesi çiziyor. Elini de iğne yö- nunde dikiyormuş gibi hareket ettiriyor. Sıruftaki kıpırtı, söz- cüğun anlamrnın henıen anlaşıl- dığını gösteriyor. "Kitap çok eski." "Hangi kitap çok eski?" "Aldığım kitap çok eski." Ankara Üni%r ersitesi'ne bağh Turkçe Öğretim Merkezi'nin (TÖMER) 1987'de açılan İstan- bul şubesindeyiz. Burada farklı dönemlerde kurs goren yaklaşık 200 kursi- yer var. Uzun yıllar yurtdışında yaşadıklanndan anadüleri za\ıf kalmış Türk çocukları, yaban- cı gazeteciler, diplomatlar, özel okullarda çalışan yabancı oğret- menler, Türklerle evlenen ya- bancılar ve Türk kültürü ile özellikle ilgilenerek onu ilk el- den anlanıa çabasında olan Ba- tıhlar... Buyuk bölumu Avrupa ulke- lerinden gelen kursiyerlerin ço- ğunluğunu Alman, Amerikalı ve Ingilizler oluşturuyor. Genç Müdur Yardımcısı Özden Özer, kursiyerlerin uyrukları ile ülke- lerarası ilişkilerin çarpıa bir pa- ralellik gösterdiğini söylüyor: "Daha iki-üç >ıl öncesine ka- dar hiçbir Japon Türkçe ögren- meyi düşünmedi. Son yıilarda Japonlann ülkemizJe artan iş ilişkileri sonucunda çok sayıda Japon, Türkçe öğrenmek üzere bize gelmeye başladı. Aynı şe- kilde Rumen ve Rus kursiyerle- rimiz var. Bunun yanında Pa- kistan, Çin, Avustralya. Bir- manya ve Kenya gibi ülkelerden bile başvurular olabiliyor." Anne Beck daha uzun yıllar Türkiye'de kalmayı planlayan bir Amerikalı. 2.5 yıldır Türki- ye'de yaşayan Anne, Özel Bo- ğaziçi Lisesi'nde, Amerikan Li- san ve Sanat Kursu'nda ve özel öğrencilere İngilizce oğretmen- liği yapmış. Yaşar Kemal'in "Ince Memed"ini, Nâzım Hik- met'in şiirlerini ve çeşitli Türk yazarlarının kısa hikâyelerini İngilizce çevirilerinden okudu- ğunu belirten Anne, şimdi Türkçe oğrenerek bunların ori- jinalleri ile Turk edebiyatının di- ğer yapıtlarını anlayabilmek is- tiyor. Anne bu isteğinin nedeni- ni acıklarken "Batı, sadece Ba- tı kültürü Ue Ugileniyor. Batı ül- kelerinde dünya (arihi okursa- nız sadece Batı tarihini ögrenir- siniz. Oysa Türk kültürü de ol- dukça ilginç. Bu yüzden uzun yıllar Türkiye'de kalıp Türkolo- ji öğrenmek istiyorum" diyor. (Baştarafı 1. Sayfada) yona girmiş 34 filmi iletilecek ve pazarlanması sağlanacak. Festival Yürütme Kurulu ve Belediye Başkanı Hasan Suba- şı önceki gün Dedeman Oteli'n- de düzenlediği basın toplantısın- da Altın Portakal Film Festiva- li'nde >anşacak 19filmiaçıkla- dı. Ön jüri olmaksızın müraca- at eden tüm filmlerin yarışma- ya katıldığmı söyleyen Subaşı, ödüllerin toplamının 250 milyon lira olduğunu bildirdi. Festivale katılacak filmler ve yönetmenleri şöyle: Ateş Üstünde Yürümek (Ya- vuz Özkan), Bir Kadın Düşma- nı (Huseyin Karakaş), Devlerin Ölümü (Irfan Tözüm), Eskki ve OğuUan (Şahin Gök), Gizli Yüz (Ömer Kavur), Gün Ortasında Karanlık (Memduh Ün), Hasan Boğuldu (Orhan Aksoy), tki Yabancı (Haüt Refiğ), Kiraz Çi- çek Açıyor (Yaşar Serinel), Kol- tuk Belası (Kartal Tibet), Mad- de 438 (Ümit Efekan), Raziye (Yusuf Kurçenli), Sayın Başkan (Ünal Küpeli),Soğuktu ve Yağ- mur Çiseliyordu (Engin Avcı), Tatar Ramazan (Melih Gülgen), Uzlaşma (Oğuzhan Tercan), Yalnız E>egilsiniz (Mesut Uça- kan), Seni Seviyorum Rıza (Işıl Özgentürk), Uzun Ince Bir Yol- dayım (Tunç Başaran). 11 kişilik büyuk jüri ise henuz belirlenmedi. Başkan Subaşı. jurinin önümüzdeki hafta için- de belirleneceğini söylerken "En toplam 100 milyon lira nakit ve İyi Film"e toplam 175 milyon 60 kutu 122 metrelik negatif nakit para ve 60 kutu 122 met- fîim , üçüncü En İyi Film'e ise relik negatif, 20 kutu 610 metre- 75m i i y o n n a kit ve 60 kutu 122 lik pozitif fılm ödül yerileceği- metrelik negatif film ödül veri- ni açıkladı. İkinci En İyi Film'e lecek. EVET/HAYIR 0K1MAKBAL (Baştarafı 2. Sayfada) sıl öldürüldüğü, niçin öldürüldüğü açık seçik biliniyor. Tari- hin arşivine girmiştir onun insanlığı yücelten, faşizmi alçal- tan öldürümü." İnançları uğruna can vermekten çekinmeyenlerin başın- da Sokrates gelir. Gerçeği arayan, olayları akJın süzgecin- den geçirmeden benimsemeyen bir bilge... Suçu, devletin, tannları yerine, yeni kutsal yaratıklar ortaya atmak ve bu yol- la gençleri baştan çıkanp doğru yoldan ayırmaktı. Oysa Sok- rates "en doğru davranış kötülüklere karşı dirertmektir, dayatmaktır" diyordu. Ölümden korkmadan dövüştüğünü be- lirtirken "Tann beni, kendimi ve başkalarını inceleyeyim diye filozoflukla göreviendirdi, ölüm korkusuyla işimi bırakır na- sıl kaçanm" diyordu. Kimi yakıldı, kiminin derisi yüzüldü, kimi asıldı, kimi kur- şunla vuruldu, kimi dövülerek, kimi bıçaklanarak yeryüzün- den kaldırıldı. Suçları, gerçek bir 'insan' olmalarıydı. Basma- kalıp düşüncelerden, körü körüne belletilmiş inançlardan, egemen çevrelerin baskısından yılgınlığa düşmüş yığınlara 'işte gerçek budur' diyenleri bekleyen bir sonuçtur bu. Bru- no'lar, isa'lar, Baba İshak'lar ve Erdost'lar... "Her resmi görüş, belli bir süreçte eskir, karanlığın temsil- cisi durumuna düşer. Ama gerçeği yakalayan bilimin savu- nucuları ürettikleri bilgileri eskise de yollan ve yordamları ile aydınlığı temsil ederler." Vecıhı Timuroğlu'nun "İnançları Uğruna Öldürülenler" (Yurt Yayını) 'salt bilimin onurunu herşeyin üstünde tutanla- rın, bilime inananların' öykülerini anlatıyor bize...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle