22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 75 AĞUSTOS 1991 Partî Kongrelerinde Dinleyiciler Sorunıı Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılacak değişiklikler arasında dinleyiciler sorununu da çözüme kavuşturmak, yalnız parti kongrelerinin düzen içinde yapılması bakımından değil, genel planda demokratik rejimin sağlıkü biçimde işlemesi bakımından da yararh olacaktır. Prof. Dr. HtKMET SAMİTÜRK Iktidar ve ana muhalefet partilerinin yak- laşık bir buçuk ay arayla yapılan büyük kong- relerinde temelde aynı sorundan kaynaklanan iki ayrı görünüm sergilendi. 15-16 Haziran 1991 günleri toplanan ANAP büyük kongre- sinin gündeminde genel başkanlık seçimi de bulunan ilk gününde, daha önce adayların temsilcileri arasında varılan bir anlaşma uya- nnca salona dinleyici ahnmadı. 27-28 Temmuz ' 1991 günleri toplanan SHP kurultayında ise "dinleyiciler arasında genel başkan adaylarına ' göre kümeleşmeler olduğu, yer yer çatışan kar- şıt grupların adaylardan birini ya da öbürü- . nü destekleyen pankartlar taşıdıklan ya da slo- ganlar attıklan, bu arada yandaşlannı salo- na sokmak ve sayısal üstünlük kazanmak is- teyen gruplarca sahte giriş kartları bastmldı- ğı, basında ayrıntılı haberlerle duyuruldu. Siyasal partiler ve kongreleri Boylece siyasal yaşamımızın, ANAP büyük kongresinde ancak salona dinleyici almamak suretiyle önlenebilen eski bir hastahğı, SHP kurultayında bir kez daha ortaya çıktı. Bu, si- yasal parti kongrelerinde üyelerin dinleyiciler tarafından ya da dinleyiciler aracılığıyla etki- lenmesi çabasıdır. Siyasal partiler, ülke yönetimine ilişkin or- tak görüşİCT etrafında örgütlenmiş yurttaşla- nn oluşturdukları kişi birlikleridir. Siyasi Par- . tiler Kanunu (SPK), siyasal partileri, "Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve ma- halli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve prog- ramlarında belirlenen görüşleri doğrultusun- da çaiışmalan ve açık propagandalan ile mil- li iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağ- daş medeniyet seviyesine ulaşması amaanı gü- den ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzelkişiliğe sahip kuruluşlar" olarak tarumlamaktadır (m.3). Kongreler, tabandan yukanya doğru ilçe, il ve genel merkez kademelerinde siyasal parti- lerin iradelerini oluşturan ve her kademedeki öbur organlan ya da üyelerini seçen karar or- ganlandır. Kongre üyeleri, tabanda parti üye- leri ve sonra bir üst kademedeki kongre için sırasıyla ilçe ve il kongrelerince seçilmiş dele- geler ile belirli sıfatlara sahip tabii üyelerdir (SPK m. 14, 19, 20). En üst kademe olarak genel merkezde par- ti örgütünün tümünü temsil eden en yüksek karar orgaru ise bazı partilerce kurultay ola- rak adlandınlan büyük kongredir. Yetkileri arasında parti genel başkanını seçmek, dola- yısıyla onun kişiliğinde -son ANAP büyük kongresi ile SHP kurultayında görüldüğü gi- bi, ilgili partinin siyasal tablodaki konumu- na göre- basbakanı ya da başbakan adayını belirlemek, partinin program ve tüzüğünde de- ğişiklik yapmak, "toplumu ve devleti ilgilen- diren konalaria kamu faaliyetleri ve parti politikası" hakkında kararlar almak, partinin kapanmasına ya da başka bir parti ile birleş- mesine karar vermek de vardır (SPK m.14/1, V, X). Dinleyiciler sonınu Parti kongrelerinin sağlıkh bir biçimde ya- pılabilmesi, üyelerin gündemde yer alan ko- nulan parti içi demokrasi ilkelerine uygun ola- rak tartışabilmelerine ve oylarını bu tartışma- lar sonucunda oluşacak görüşleri doğrultu- sunda serbestçe kullanabilmelerine bağhdır. Üyelerin iradeleri üzerinde dışardan baskı kur- maya yönelik her türlü tertip ve girişim, de- mokratik düzeneğin (mekanizmanın) işleyişi- ni zedeler. özellikle kongrelerde alınacak ka- rarlann ve yapılacak seçimlerin dinleyiciler ta- rafından ya da dinleyicüer aracılığıyla etkilen- meye çalışılması, yalnız üyelere saygısızlık an- lamma gelen kaba bir davranış değil; temel- de parti içi demokrasiye inançsızlığı açığa vuran bir tutumdur. Üstelik bu tür tertip ve girişimler, yalnız ilgili partinin kamuoyunda- ki görünümünü gölgelemekle kalmaz; genel olarak demokratik rejimin saygınhğını yitir- mesine yol açar. Bu nedenlerle kongrelerde üyelerin iradele- rini dinleyici baskısı altına almaya yönelik ça- balann önlenmesi, hem bütün siyasal parti- lerin, hem genel planda demokratik rejimin yararınadır. Fakat bunun yolu, kongreleri din- leyicilere kapamak değildir. Hastalık ne kadar üzücü ise, böyle bir önlem de çözge (çare) ol- maktan o kadar uzaktır. Çünkü demokratik rejimlerde siyasal partiler, çalışmalannı hal- kın gözü önünde açık olarak yürüten kuruluş- lardır. Kongrelerde dinleyicilerin de bulunma- sı, açıklık ilkesinin gereğidir. öyleyse dinleyi- ciler sorunu nasıl çözülebilir? Çöziim yolu ve öneri Aslında sorunun çözümü çok basittir. Bu, parti kongrelerinde dinleyicilerin gerçekten dinleyici olarak kalmalannı, bunun ötesine gi- den davranışlardan kaçınmalarını; kısacası, - tıpkı parlamentolarda olduğu gibi- görüşme- leri sessizce izlemelerini sağlamaktır. Dinleyi- ciler, kongrelerin akışına söz ya da alkışla ya da başka yollardan müdahale etmek, adaylar- dan birini ya da öbürunu destekleyici goste- riler yapmak hakkına sahip değillerdir. Kong- relerde gündemde bulunan konular üzerinde demokratik usuller çerçevesinde düşünceleri- ni açıklamak, bu arada adaylara olan sevgi ve yakınlıklarını belli etmek, bir bakıma taban- dan yukanya doğru örgütün eğilimlerini de ta- şıyarak karar verecek ve seçim yapacak olan üyelerin hakkıdır. Bu çok doğal olduğu, belki de başka türlü olabileceği düşünülmediği için, konu Siyasi Partiler Kanunu'nda ele alınmamıştır. Ancak şimdiye kadarki uygulama, bu noktada bir boşluk olduğunu göstermektedir. Boşluk, Si- yasi Partiler Kanunu'nun kongrelerle ilgili hü- kümlerine Millet Mecüsi Içtüzüğü'nün "din- leyicüer" yan başlıklı 145. maddesi örnek alın- mak suretiyle eklenecek şöyle bir düzenleme ile doldurulabilir: "Parti kongrelerinde dinleyiciler, toplantı- nın devamı süresince kendilerine ayrılan yer- lerde sükûnet içinde oturmak zorundadırlar. Dinleyiciler, görüşmeler sırasında kabul ya da ret yönünde söz, alkış ya da başka herhangı bir hareketle kendi düşüncelerini ortaya ko- yamazlar, adaylann leh ya da aleyhinde gds- teri yapamazlar. Bu yasaklara uymayanlar, o yerde duzeni korumakla görevli olanlar tarafından hemen dışarı çıkarılırlar!' Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılacak deği- şiklikler arasında dinleyiciler sorununu da çö- züme kavuşturmak, yalnız pani kongrelerinin düzen içinde yapılması bakımından değil, ge- nel planda demokratik rejimin sağlıkh biçim- de işlemesi bakımından da yararh olacaktır. PENCERE EVET/HAYIR OKTAY AKBAI. Kılıç'la Söyleşi Gecen gün Attemur Kılıç telefonla aradı. Bir yazıma üzül- müş. Hani o, 1 960 ekiminde Vatan gazetesinde çıkan yazı- ma... Okuduysanız, bileceksiniz. Otuz yıl önce Yassıada'ya gönderilecek DP'lilerle yakınlarının yer aldığı ad listesinde Faruk Nafiz Çamlıbel'in, Burhan Belge'nin, Attemur Kılıç'ın adlannı gördüğümde bende uyanan üzüntülü duyguları dile getirdiğim yazı... Altemur Kıhç'la "Vatan" gazetesinde yıllarca birllkte çalış tık. Düşüncelerimiz, tutumlanmız aynı değildi. Ama aramız- da saygılı bir yakınlık vardı. Kılıç, iyi yetişmiş bir aile çocuğu idi. Gazeteciligi seviyordu. Dış poiitika konularında yazılar ya- zıyordu. Hiç unutmam, iran Şahı devrildiği zaman "Şah mat oldu" diye yazmıştı. Şahın bir daha işbaşına gelemeyeceği- ni soylemişti, ama iki gün sonra Şah Tahran'a dönmez mi! Bir de yazılannda Osmanlıca sozcüklere yer vermekten hoş- lanıyordu. Dalgınlığı ise bütün Babıâli'de ünlüydü. Dolmuştan, "basın" deyip inişi vb. Gazeteciligi seviyordu dedim. Ama daha çok bürokratik gö- 'revterden hoşlanıyordu. 1960'ta Menderes ıktidannın Basın Yayın Genel Müdürü olması gibi... 27 Mayıs olayına kadar sürdürdü bu genel müdürlüğü... Radyoların DP militanı gibi çalışması, Vatan Cephesi listelerinin radyolarda sabah ak- şam ilan edilmesi hep Kılıç'ın genel müdürlüğü dönemine rastlar. 3 Nisan 1960'ta Nadir Nadi, "Eski Bir Gazetecinin Yeni Fıkirleri" adlı başyazısında, Kılıç'ın Gazetecilik Enstitüsü'nde verdiği bir konferansta "Türk gazeteciliğinin teknik yönden on beş yirmi yıl içinde hayli ilerlediğini ama objektif otmak bakımından gelişmediğini" söylemesini eleştirmişti. Nadir Nadi, "Basın hürnyetınin o ateşli taraflısı, o uyanık kolej me- zunu genç adam gitmiş, yerine sanki elli yıl önceki meşruti- yet basınını idareye memur bir kalem efendisi gelmiştir" diyordu. O günlerde Kılıç bir "objektiflik" tutturmuştu! Muhabir ob- jektif olacak; yazar, yazı işleri müdürü objektif olacak; taraf tutmayacak! Yani Basın Yayın Genel Müdürü'nün istediği bi- çimde OP ikiidannı destekleyecek, kesinlikle iktidan eleştir- meyecek... Nadir Nadi bu gorûşlere karşı şoyle yazmıştı: "Basın Yayın Genel Müdürü'nün bu ve buna benzer soz- lerini bıraz tuhaf bulduğumuzu saklayarhayacağız. Bitaraf ol- mak, taraf tutmak yahut tarafsız görünüp taraflı olmak ne de- mektir? Modern gazetecılikte bir fikri savunmak veya iktida. rın tutumunu tenkit etmek yasak mıdır? Bir veya birçok ga- zetenın savunduğu fikır, muhalefetin fikrine uygun düşüyor- sa, o gazete veya gazeteler mutlaka muhalefetin gizli ortak- lan mı sayılacaktır? Eğer o fikirleri halk çoğunluğu da payia- şıyorsa, işin içine derhal menfaat hesaplannı karıştırmak doğru mudur?" Altemur Kılıç, Menderes'in deyişi ile "iktidarın kılıç"ı oldu- ğu, Menderes iktidanna körükörüne bağlı görev yaptığı gün- leri unuttu mu? Telefonda bana üzüntülerini bildirirken otuz yıl önceki olayları azıcık anımsatmak istedim, ama başara- madım. TV'deki açıkoturumda da herkes gördü, Kılıç hâlâ Menderes rejiminin savunmasını yapmaktan çekinmemek- tedir. Oysa benim 1960 yılında yazdıgım yazı, değerli bir ga- zeteci olarak tanıdığım bir insanın genel müdür olarak parti- zanlık yapmasının, sonra da Yassıada Mahkemeleri'ne düş- mesınin, birkaç ay tuiuklu kalmasjnın bende yarattığı üzün- tüyü belirtiyordu. Nadir Nadi o yazısını şöyle sürdürmüş: "Gazetelerimizin objektif olması konusunda bu kadar titiz davranan Basın Yayın Genel Müdürü acaba idaresinden so- rumlu bulunduğu devlet radyomuzun gazetesine ne buyu- rur? Bütün vatandaşlann ödediği vergilerte geçinen, parti pro- pagandasından şiddetle sakınması gereken bir tek gazete varsa, o da elbette radyo gazetesidir. Ne yazık ki bu gazete artık devletin elinden çıkmış, doğrudan doğruya DP'nin ma- lı haline getirilmiştir. Buradan yapılan yayınların modern ga- zetecilikle uzak yakın bir ilgisi bulunmak şöyle dursun, bu yayınlar demokratik hürriyetlere bir tecavüzdür." Altemur Kılıç 27 Mayısta tutuklanıp bir süre Yassıada'da konuk edildi ise genel müdür olarak partizanca davranışın- dan dolayKJır Üstelik Yassıada Mahkemesi onu akladı. Ga- zeteciligi, demokratik yöntemlere bağlı gazeteciligi bir yana Itip Menderes diktasının borazanı olmasının üzüntüsünü yaz- mışsam otuz yıl sonra buna kızmak neden? Paşabahçe Şişe Cam işçilerinin onurlu direnişini selamlıyoruz. • HEP Genel Başkanı Sn. Fehml IŞIKLAR • HEP Milletvekıllen ve istanbul örgütü bugün (perşembe) saat 18.00'de işçilerı ziyaret edecektır. • HEP milletvekili Artf SAĞ ve değerli sanatçılar; Ferhat TUNÇ ve İhsan GÜVERCİN dırenışteki ışçiler ve ailelerine fabrika bahçesinde bugun saat 20.00'de bir moral konserı verecektir. Emekten yana olan herkesi bu haklı ve onurlu direnişJe dayanışmaya çağırıyoruz. HEP / HALKIN EMEK PARTİSİ üzlaşma mıf Tartışma mı? Sozcüklere gerçek anlamJannı vermeliyiz. Kavramların doğru tanımlarını yapmalıyız. Özellikle TV gibi eğitim ve öğretim yanı çok etkili olan yayın organlannda buna büyük özen göstermeliyiz. Yoksa yaratılan kavram kargaşası hem Türkçenin, hem Türkiye'nin çok zararına olur. NURER UĞURLU Mehmet Ali Birand, TV'deki 'Demir Kı- rat Belgeseli'ni 'demokrasi bir udaşma rejimidir' diyerek başladı ve öyle bitirdi. Türkçe Soziük (Türk Dil Kurumu Yayın- lan, 1988 Ankara)'e baktım. Demokrasi için sunlan yazıyordu: "Demokrasi is Fr. de- mocratie. Yun. (demos halk, kratos iktidar, erk) Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratik:' Bu tanımı pek yeterli bulamadım. Ansik- lopedileri karıştırmaya başladım. Ana Bri- Unnica Genei Kültür Ansiklopedisi (1987 İstanbul) demokrasi için şunları söylüyor- du: "demokrasi (Yunanca demos: "halk" ve kratos: "iktidar") sözcük anlaınıyla halk ik- tidarı. Çağdaş kullanımda tcrimin birkaç farkü anlamı vardır: 1) GenelBkle doğrudan demokrasi olarak büinen ve siyasal karar al- ma hakkının, çoğunluk yönetimi usulleri çerçevesinde hareket eden bütün yurttaşlar topluluğu tarafından doğrudan kullanıldı- ğı hükümet biçimi; 2) Temsüi demokrasi olarak bilinen ve yurttaşların aynı hakkı ki- şisel olarak değil, seçtikleri, yurttaşlara karşı sorumlu temsilciler aracılığıyla kullandık- ları hükümet biçimi; 3) Genellikle bir tür temsili demokrasi olan ve liberal ya da ana- yasal demokrasi olarak bilinen bütün yurt- taşların ifade ve dinsel inanç özgürlüğü gi- bi bazı bireysel ve toplu haklannı güvence altına almak üzere çoğunluk iktidarırun be- lirli anayasal kısıtlamalar çerçevesi içinde uygulandığı hükümet biçimi; 4) Toplumsal ve ekonomik farkhlıklan, özellikle de özel mülkiyetin eşitsiz dağıhmından doğan fark- lılıklan en aza indirmeye yönelen bir siya- sal ya da toplumsal sistem" Bu tanımların hiçbiri, Mehmet Ali Bi- rand'ın söylediklerine uymuyordu. Aynca 'uzlaşma' ne demekti? Sözlük 'uzlaşma' için de şunlan yazıyordu: "Aralanndaki düşunce ve çıkar aynüğmı, karşıhkü ödünlerle kal- dırarak uyuşmak." Denebilir ki demokrasi 'udaşma' değil 'tarttşma' (düşUnce, inanç, ekonomik alan- da) rejimidir. Burada (demokrasiden amaç) çoğunluğun kararına azınlığın uyması söz konusu ise, bu 'nzlaşma' değil, 'kural'dır. O kadar ki, kimi demokratik uygulamalar- da çoğunluğun kararına karşı azınhk diren- mesini sürdürür. Az, çoğa katümaz. Düşün- ce ve görüşlerinde sonuna kadar direnir. Ahnan çoğunluk kararına karşı 'muhalefet şerhi' de koydurur. Böylece bir "uzlaşma' olmadan da demokratik kural işlemiş olur. Sozcüklere gerçek anlamlannı vermeliyiz. Kavramlann doğru tanımlarını yapmahyız. özellikle TV gibi eğitim ve öğretim yanı çok etkili olan yayın organlannda buna büyük özen göstermeliyiz. Yoksa yaratılan kavram kargaşası hem Türkçenin, hem Türkiye'nin çok zararına olur. Mehmet Ali Birand'ın bu tarihsel belge- seldeki öteki sözcük, terim, deyim ve soy- leyiş hatalarını aynca beUrtmek istemiyo- rum. Çünkü bu hatalar o kadar çok ki!.. Belgesel yapıhrken bir de Türkçe bilene da- nışılmabydı. Sahi!.. Plevne Türküsü ya da Gazi Os- man Paşa Marsı ne zaman şarkı oldu? Bir türlü anlayamadım! 'Aklın Mahkemesi'... Server Tanilli'nin 'İslam Çağımıza Ybntt Verebilir mi?' adlı kitabı (Say Yayınları) için yazmak istiyordum ki ikinci baskısı yapıldı. Tanilli yazmakla kalmaz... Okutur... Okuyan, hem bilimsel içeriğin özsuyunu tadar hem Türk dilinin güzelliğini duyumsar. Kitabın başında diyor ki Tanilli. "Sözlehmiz, yaşadıkları de- virden kalkıp geçmışe bakacaklan yerde, geçmışten hareket edıp çağlanna bakanlara; akılla bilime sırt çevirenlere; tarihle toplumu, giderek yaşamı zorlayanlaradır." • Server Tanilli'nin kitabı güncelliğin sorununu tarihsel kap- samı içinde alıyor. Güncel sorun ne? Batıda İslam köktenciliği'ya da 'islam temelciliği' diye ad- landınlan güncel dinsel akımlar, Ortadoğu'da siyasal topoğ- rafyayı oluşturan bir güç kazandılar. Humeyni iran'ı ya da Su- ud Arabistanı bir noktada ortaktır: Dünya görüşü, devlet dü- zeni, hukuk yapısı ve bireyin yaşamını en özel ayrıntılanna kadar saptayan biçimde dinsel kurallan uygulayan siyasal ik- tidarlara sahiptirler. Nereden geliyor bu iktidann gücü? Sözde, Allah'tan... Eğer kişinin sorduğu her sorunun yanıtı şeriatta zaten ya- zılıysa ve 'cevap' binlerce yıl önce verilmiş ve noktalanmış- sa, kişi nasıl 'birey1 olacak? Üyeleri özgür birey olamayan bir toplumda demokrasi nasıl geçerli olabilecek? Demokrasiyi yeğleyen Türkiye'de de şeriatçılığın güçlenmesı, Tanilli'nin ki- tabını güncelleştiriyor • Ya tarih? Tarihsel bilincin kılavuzluğu, her türlü güncel soruya yanıt vermek için gereklidir. Batı tarihinde, insanın insanlaşma yo- lunda hangi aşamalardan geçerek özgür birey kımligine sa- hip olduğunu öğrenmeden, günümüzün güncel sorunlarını aydınlatmak olanaksjzdır. Dinin istediği 'kul'; demokrasinin istediği 'özgürbirey." İnanç vicdanda kalacak; akıl, öne çıka- cak ve her sorunu tartışacak kadar özgürleşecek ki demok- rasi gerçekleşsin. iktidann kaynağı, Tanrı değil, halk olacak; siyasal erk, yukarıdan değil, aşağıdan gelecek; us'un biley- taşında hukukun üstünlüğü pekişecek... Batı'da demokrasi var. Peki, bir milyar nüfusa sahip İslam dünyasında, hangi ül- kede demokrasi olduğunu soyleyebilirsin? Bugün en demokratik islam toplumu diye Türkıye parmakla gösteriliyorsa, Atatürk cumhuriyetinde laiklik devriminin yü- züsuyu hürmetinedir. Laikliği toplumsal yaşamında temellen- dirememiş bir ülkede, demokrasiyi ara ki bulasınl.. Server Tanilli diyor ki: "Laiklikte devlet; dinin ne düşmanı ne de dostudur. Kurum olarak dinin dışında, uzağındadır. Laiklik, bütün bir aydınlan- ma tarihimizin mirasına dayanır. Cumhuriyeti kuranların onu- rudur. Öyle de, ne kalmıştır bu ilkeden bugün? Neresindeyiz laikliğin?" • Server Tanilli, dinin vicdandaki yerini saygıyla koruyarak konuyu aklın terazisine vuruyor. 'Aydınlanma' aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaş- masıdır. Bu süreç bir toplumda gerçekleşmeden demokra- siye kavuşulamaz; değil mi!.. Tanilli yazıyor: "Yüz elli yılı aşkın bir süredir, bir Aydınlanma yaşıyoruz; Batı Aydınianması'ndan hayli gecikerek gelip girdiğimiz bir süreç bu. Aydınlanma, yani, doğa. toplum ve insan üstüne ne var- sa,'Aklınmahkemesi'nin önüne çıkarılması, akla ve bilime uy- gun olanın aklanması, olmayanın mahkûm edilmesi." Peki, ya hoşgörü? Yunus Emre'nın dediği gibi: - • . ı-.ı "Sen sana ne sanırsan ayrığa da onu san, Dört kitabın manası budur, eğer var ise." A R E L İ K FUUAUrOMATIC 1600 VIUOO'M Y A Z $ O N U U RP R i Z i BODRUM GÜVERCİNÜK KOYU Denlze afır, 3 yıldızlı otelde Yanm Pansiyon 6 GECE-7 GÜN konaklama. lüks Mercedes otobûsle ulaşınn, 1 gûn GULET tekne ileMAyİYOLCULUK, 1 GÜN otobûsle çevre gezisi, dahil. 480.000 TL UMÜNUK JFVUAUrOMATiC 1600 FUllAUTOMATIC 2600 — _——ı I.StÇtHtK FtŞfNM+StUCSlt PIŞİHA1 Vt TAKSİT TOPLAM flYAT 393.000 3.5SB.0O0 541000 3.246 000 II. StÇIHtK PtŞlHAT+tOtAiCStT MfiNAT VI TAKSİT TOPIAM fİYAT 3/0.000 4.070000 337 000 3.707 000 İşte size bir Arçelik FullAutomatic 1600 ve 2600 sahibi olmak için kaçırılmayacak bir imkân daha! Şimdi Arçelik FullAutomatic 1600 ve '26001er tüm Arçelik Yetkili Satıcılarında taksitle... Ve hemen teslim. Ödeme için 2 seçeneğiniz var! İkisi de kesenize uygun, harika taksitlerle! BUGÜN GELİN. BUGÜN YARARLANIN. Unutmayın! Arçelik % gerçek ve yaygın servis teşkilatı satıştan yılfar sonra bile hizmetinizdedir. İLAN T.C. SORGUN KADASTRO MAHKEMESİ 1988/203 Esas Davacı Sorgun Uçesi Karako- caoğlu kışlası köyunden Halil lbrahım Karakoca tarafından davahlar aym köyden Veli kızı Suna Karakoca ve 8 arkadaşı aleyhine açılan aynı köyden köy içi mevkiinde 1214 parsel nolu taşınmaz hakkında tespite itiraz davasının yapılan açık yargıla- ması sırasında verilen ara kara- n uyarınca: Davalılar Veli kızı Suna Ka- rakoca, Satılmış çocuklan Mus- tafa, Esat, Niyazi, İhsan Karakoca'lar ile Nazıgül Doğan, Döne özdemir ve Hacer AkgüT- ler adına tebligat yapılamadığı ve adresleri de kolluk kuvvetle- rince dahi teraın edileraedigin- den, adı geçenlenn duruşma günü olan 19/9/1991 gunü saat 9.00'da Sorgun Kadastro Mah- kemesi'nde yapılacak olan yar- gılamada hazır bulunarak yapılan tespite ve davacının iti- razlarına karşı gereklı beyanda bulunmalan, duruşmaya gelme- dikleri ve beyanda bulunmadık- ları takdirde yargılamanın yokluklarında yapılacağı ve ka- rar verileceği 3402 sayılı yasanın 29. maddesi uyannca ilanen ih- tar olunur. Basın: 48834 AuPair Acentası . Ingıllere - a-sa Ispaiya o lalya HoUrca • KanaCa Amerilu Eıkebıe g-seb r, 9 1-1M 53 42-161 43 67 Ehliyetimi, Nüfus cuzdanımı ve isyeri kımliğimi kaybettim. Geçersızdır. SlYAZt ATAMAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle