22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 13 AĞUSTOS 1991 Toplumun GeHşmesi, Dîlînîn Gelişmesiyle Doğru Orantılıdır Gerçekler ortadayken ve kendisi de yeni türetilmiş sözcükleri sık sık kuÜandığı halde Sayın Kenan Evren, cumhurbaşkanlığı sırasında ve sonra Milliyet gazetesinde çıkan anılarında yeni sözcükleri, "baba- evlat anlaşmaz oldu" yargısıyla suçlamıştır. Asıl baba-evlat anlaşmazlığının Osmanlıca metinlerle yaratılmış ve sürdürülmüş olduğundan habersiz görünerek... ÖMER ASIM AKSOY tnsanları bugünkü durumuna yükselten, bundan sonra daha da yükseltecek olan etken- lerin başında dii vardır. Eskilerin insan tanı- mını "hayvan-ı natık" (konuşan hayvan) di- ye vurgulaması bu gerçeğe dayanır. Islam inanjşına göre Tanrı, Hazret-i Âdem'e eşyanın adlarını öğretmiştir. Ne var ki yaradüışta tek olan bu dil, zaman uzadık- ça ve "mekân" değiştikçe birbirinden ayn bi- çimler almış, bu biçimlerden her biri, ortak özelliklerle bir araya gelen insan toplulukla- nnın (ulusların) anlaşma aracı olmuştur. Islam inanışının dışındaki düşüncelere gö- re dil, ortak özelliklerle birbirine bağlı olan insan topluluklannın, kendilerine özgü anlaş- ma aracı olarak gelişmiştir. Hangi inanışa göre oluşmuş bulunursa bu- lunsun, bir ulusun bütün bireylerince payla- şılan bilgi, töre, inanç, davranış, gelenek ve nesneler, o ulusun kültürünü oluşturur ve hep- sinin kaynağı dildir; çünkü bütün bu değer- lere dilin aracıhğjyla ulaşılır. Demek ki dil, ulusal kültürü temsil eder; yani ulusun nıh ve yaşam özellikleri dilinde somutlaşır. Ulus, düi ile yaşar; dilini yitirirse ulusluğu kalmaz. Geçmişimizde iki dil Ulus varlığının aynlmaz bir parçası olan dil, Türk tarihinde ne gibi evreler geçirdi? Bu, geniş bilimsel bir inceleme konusudur. Biz bu yazıda çok eski çağlara uzanmayarak yakın- dan ilgilendiğimiz altı yüzyıllık dilimizden söz etmek istiyoruz. Osmanlı tmparatorluğu içinde, biri halk (konuşma) dili, öteki yazı dili olarak iki tür- lü dil kullanılmıştır. Halk dili sadece konuş- malarda öz varlığını koruyarak sürüp gider- ken devlet dili de olan yazı dili, Arap ve Fars dil öğeleriyle ne ölçüde yüklü olursa o ölçü- de değerli sayılmış, Türkçe dil öğeleri, yazı- nın bütünü içinde sığıntı gibi yüzde ona, be- se düşmüştür. Arapça ve Farsçanın yardımı olmadan güzel yazı yazüamayacağını Sümbül- zade Vehbi (1719-1809) şöyle belirtmiştir: Farisî vü Arabiden iki Şehbal istcr Ta ki pervaz-ı bülend eyleye anka-yı siihan. Kamus çevirisinde Arapça sözcüklere an- lam verirken yazı dilinde bulamadığı Türkçe karşılıklan halkın konuşmalarından alarak çe- virisine geçirmekle olağanüstü bir anlayış ve imrenilecek bir başarı göstermiş olan büyük sözlükçü Mütercim Asım (1755-1819) bile 1805-1810 arasında gerçekleştirdiği çevirisinin önsözünde konuşma dilini değil, o yapmaak, ağdalı "inşa" dilini yeğlemiştir. örnek ola- rak aşağıya aldığımız birkaç küçuk parça, halk diliyle yazı dilinin aynı kitapta nasıl yan yana yaşadığını gösteren ilginç bir saptama- dır: § Kamus çevirisinden: • El-kirs: Biraz âdemler bir yere gelip yurt ittihaz etükleri evlerin mecmuuna birden de- nir ki Türkmenler "oba" tabir ederler. • El-akabe: Dağlarda ve kayalarda olan hu- dai (kendHiğinden) oyma çukura denir ki on- da su irkilir. Bazı diyarlarda "kak" tabir olu- nur. • El-unkufe: Iplik hayhına denir. Pamuğu iğde bitirdikten sonra yeniden çektiği teldir. Taşra nisvanları (kadmları) lisanında "süyüm" tabir olunur. § Kamus çevirisinin önsözünden: • ... Penç sale karip vüluc-i şamdan büluc-i bama ve matla-i şafaktan nokta-ı felaka dek ifrag-ı mesai-i vesiü'l enha ederek reside-i derece-i hüsn-i intiha olmağla (BugünkU dille: Beş yıla yakın akşamdan sa- baha ve sabahtan akşama dek geniş bo- yutlu emekler harcayarak sona erişmiş ol- makla ) Uyanış Yazı dili ve halk dili aynlığına son verilme- si, yazı dilinin halk diline yaklaştırüması bi- linci, toplum yaşayışında aydınlanma döne- minin müjdecisi sayılabilecek "Tanzimat" ile uyannuş, ama geniş bir gelişme göstermemiş, büyük halk yığınının isterlerine gereği gibi ya- nıt vermemiştir. Halkın yüzyıllardan beri ko- ruduğu dilin gerçek yörüngesini bulan ve onun bu yörünge üzerinde hızla yol alması olanak- larını sağlayan -siyasaJ ve toplumsal başka alanlarda olduğu gibi- Atatürk ohnuştur. Ata- türk'ün bu konudaki eşsiz sezgisi, engelleri kaldirarak halkın eğüim ve özlemine geniş bir çevren (ufuk) açmıştır. Dildeki hızlı gelişme Bu olumlu ortamda Türk dih" yanm yüzyıl içinde gözler kamaştıncı bir gelişmeye kavuş- muştur. Bu gelişmeyi yakından izlersek ne gö- rürüz? a- Halk dilinde yaşayan ve yüzyülar boyun- ca yazı diline ahnmasına utamlriuş olan söz- cükler derlenerek 12 ciltlik bir "Derleme Sözlüğü" ortaya konulmuştur. Bu sözlükten yazı diline ve yasa metinlerine pek çok söz- cük girmiştir. İşte birkaç örnek: A- bartmak, alan, araç, aylak, bencil, çaba, denetlemek, doruk, güney, işkil, kavşak, kıvanç, knşku, ödiıl, sıvı, uyarmak, iirttn, yankı, yitinnek, yoğun b- Bu eski metinlerde kullanılmışken son- ralan yazı dili dışında bırakılarak yerlerine Arapça ve Farsça sözcükler ahnmış olan Türkçe sözcüklerin 8 ciltlik bir sözlüğü (Ta- rama Sözlüğü) yapılmıştır. Bu sözlükten de yazı dilimize pek çok sözcük girmiştir. örnek- ler verelim: Ağmak, antmak, aynksı, başkan, degin, esen, evren, giysi, görkemli, il, ivmek, kez, kmamak, konnk, nesne, niteiik, oran, so- nuç, tanık, yanıt, yargı c- Sözcük türetmeye çok elverişli olan dili- mizin şimdiye değin yararlanılmamış olan bu yeteneğinden bol bol yararlarularak on bin- lerce sözcük türetilip Arapça ve Farsçalarının yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bunlardan da ömekler verelim: Aday, ahntı, anı, anıt, anlam, arö, asama, ayncaûk, azımsamak, ba- gımsızlık, basiD, basınç, bildiri, bilimsel, bi- rey, birildm, birim, boyut, bölge, cağdaş, çe- kimser, çelişki, çogunluk, danışman, demeç, deney, denge, dergi, dilekçe, direnç, doğal, dönem, dnrum, düzey, egUim, egitim, eksi, eleştirl, emekli, eşit, evre, eylem, gelenek, ge- nel, gerekçe, görev, gösterge, gündem, güven- ce, içerik, ikilem, Uetişim, ilgi, ilginç, ilkel, işlem, iztenim, kanıt, kapsamak, kavram, ka- n, kesin, kırsal, konu, konut, kovuşturmak, kunıl, kunım, kutsal, küçümsenıek, nicelik, niteUk, oknl, olay, olumlu, onaylamak, or- tam, oy, odenek, ödev, ödün, ögretmen, önemli, önerge, örgüt, örnegin, özel, özet, öz- gü, özgün, özlem, sakınca, sanık, sarkaç, sa- yım, seçmen, somut, soru, sorumlu, sonın, sömürge, sözltik, süre, süreç, tanık, tanm, tepld, toplam, toplum, tören, tutanak, tutuk- lu, tür, uçak, ulaşun, nygaruk, uygulamak, uzanü, uzay, uzman, iiretim, üye, yakıt, ya- raük, yasal, yatay, yayın, yetenek, yetinmek, yetki, yönetmelik, yöntem, yüriirlük... ç- Kimi sözcükler birleştirilerek bileşik söz- cükler yapılmıştır. örnekleri: Akaryakıt, alt- yapı, alyuvar, anayasa, atardamar, başkent, bilgisayar, biUrkişi, çevriyan, dogalgaz, gen- sorn, gökdelen, gözalü, gözardı, hoşgörü, iç- gttdü, katsayi, kısırdöngü, olağanüstü, oldu- bitti, öngönnek, özgürlük, özsu, özreri, sağ- duyu, sıkıyönetim, tekel, uçaksavar, uyurge- zer, uzunçalar, varsayım, yüzyıl... d- Dilimizin kazandığı yeni sözcüklere, çe- şitli bilim ve teknik dallannda türetilmiş 20-30 bin terimi de eklemek gerekir. e- Ulusal bilincin baskı altında bulunduğu çağlardan kalma bir alışkanlıkla, Türkçeleri dururken Arapça ve Farsçalan kullanılan pek çok sözcük de yerlerini Türkçelerine bırak- maktadır. Artık herkes mabdum, kerime, pe- der, valide, birader, hane, evrel, diğer, mev- cuttur, nuüumunuz, mesai, muavin, yevmiye, içtima, müşkil, talep etmek, ifa etmek, mii- şahede etmek, zannetmek, istimal etmek, ar- zu etmek... gibi sözlerin ortak dilde bulunan Türkçelerini kullanma yolunu tutmuştur f- 1932'den önce yazı dilimizdeki Türkçe dil öğeleri yüzde 30-35, yabancı dil öğeleri yüz- de 65-70 iken bugün Türkçe oranı yüzde 90'a yükselmiş, yabancı dil oram yüzde 10'a düş- müştür. Etkisiz kalan direnişler a. 1932'den önce yazı dilinde bulunmayan Türkçe yeni sözcüklerin ortaya atılması, alış- kanlıklarım yenemeyen tutucu çevreler ve ki- şilerce tepki ile karşılanmış, yıllar süren tar- uşmalara konu olmuştur. 1945'te anayasa adıyla Türkçeleştirilen Teşkilat-ı Esasiye Ka- nunu bile 1952'de yeniden yürürlüğe konmuş- tur. Ancak toplumumuzun eğilim ve özlemi- ni yansıtan yeni Türkçe sözcükler öylesine sı- cak karşılanmış, sevüip tutunmuş, yazılmış- tır ki dokuz yıl sonra 1961 Anayasası'yla, 1945 Anayasası'nın diline dönülmüştür. Ortak kullanım diline gelince: On on beş yıl önce yeni türetilmiş sözcüklere karşı ko- yanlar bile şimdi yazılannda ve konuşmala- rında bunları bol bol kullanmaktadırlar. b- özleştirme akımının dilimizi fakirieştir- diğj de çok yinelenmiştir. Gerçek, bunun tam tersidir. Çünkü söylenmek istenen kavram Türkçe ile karşılanamıyorsa zaten yabancıla- rı kullamldığına göre dilde yoksuÛaşma söz konusu olamaz. Demek ki alışılmış yabancı sözcükleri bırakmak -yerlerine Türkçeleri ko- nulsa bile- dilde yoksullaşma sayıhyor. Yan- lışhk burada. Oysa Osmanlıcanın söz varhk- larıyla anlatılamayan nice kavramlar yeni tü- retilen Türkçe sözcüklerle anlatılabilir olmuş, yani dil zenginleşmiştir; hem de usal nitelikli olarak... "Altyapı"nm, "toplu sözkşme"nin, "işletmecilik"in... Osmanhcalan var mıydı? öte yandan "yakıt" türetildikten sonra "mahrukat"ı, "önemli" ortaya konduktan sonra "ehemiyetli"yi, "seçmen" bulunduk- tan sonra "müntehip"i yeğleyen kaldı mı? Artık zorlasanız da "müsavi"yi, "muvazene"yi, "mütekait"i, "hafriyat"ı, "ehli vukuf'u... yaşatamazsınız. Bunlann yerini çoktan "eşit, den- ge, emekli, kazı, bilirkişi"... almıştır. Toplumun dil bilinci, sürekli olarak kendi doğrultusunda yol almakta, "toplu konut"u, "toplum polisi"ni, "koruma polisi"ni, "Batıkent'i, "doğalgaz"ı, "or- tadirek"i, "çağ atlama"yı, "çadırkent"i... kendisi bulmaktadır. Nisan-mayıs 1991 aylannda TRT'nin ve ba- sının en çok kullandığı sözcüklerden "sıgın- macüar", on on beş yıl önce olsa "mülteciler" diye amhrdı. c- Bütün bu gerçekler ortadayken ve ken- disi de yeni türetilmiş sözcükleri sık sık kul- landığı halde Sayın Kenan Evren, cumhurbaş- kanlığı sırasında ve sonra Milliyet gazetesin- de çıkan amlarında yeni sözcükleri, "baba- evlat anlaşmaz oldu" yargısıyla suçlamıştır. Asıl baba-evlat anlaşmazlığının, Osmanlıca metinlerle yaratdmış ve sürdürülmüş olduğun- dan habersiz görünerek... Arapça ve Farsça eğitimi görmeden Osmanlıcayı sökmenin ola- naksız olduğunu, kendi dilimizin- kök ve ek- leriyle türetilen sözcükleri kamunun hemen kavradığını gözardı ederek... Birinci ve ikin- ci cumhurbaşkanlarımızın bu konulardaki özendirici sözlerini, elde edilen başarıları öv- düklerini bilmezlikten gelerek... Su yokuşa akıtılabilir mi? Dilimiz öz yatağını bulmuştur. Bu yolda ilerlemesine hiçbir güç engel olamayacaktır. Çünkü bu, toplumumuzun yüzyülar boyu öz- lemini çektiği, sonunda kavuştuğu kendi yo- ludur. HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD "Sahnemizin Değerleri: 1" İstanbul Belediyesı'nin bu şehre verdiği hizmetler arasın- da tiyatronun yeri önemlidir. İstanbul'un kültür yaşamına önemli katkıları olmuştur ve olmaktadır. Bu arada önceleri bir el programı olarak tasarlanmış, fakat kısa süre sonra ger- çek bir kültür dergisi niteliğine kavuşmuştur. İlk sayılarda Da- ırülbedayi adıyla yayımlanmış olan bu program dergi sonra- dan Türk Tiyatrosu adını almıştır. Geçenlerde Türk Tiyatro- su'nun kırk elli yıl önceki sayılarını, Behzat Butak'ın fotoğra- fını kapakta gördüm. Fotoğraf beni elli yıl gerilere götürdü. Behzat Butak, kitapsız, okulsuz ve sadece Tanrı vergisi ye- tenekleriyle doruğa ulaşmış olan Türk tiyatrosunun gerçek- te kuruculan bildiğim sanatçılan sahnede gözümün önün- de canlandı. Behzat Butak'ın ilk gördüğüm oyunu Kayseri Gülteri. Fran- sızca'dan Türkçe'ye çevrilip kişiler ve olaylar Türkçeleştiril- miştir. Ferah Tiyatrosu'nda "Sabık Darülbedayi" sanatçılan topluluğunca oynanmıştır. Behzat Butak, Kayserili Bogos'la başlayan sahne sanatçısı kişiliğini hızla geliştirmiş, Johann Strauss'un Yarasa Opereti'nin o çok sevimli ve içkiye düş- kün, hapisane gardiyanı Froş'u Viyana Devlet Opereti'nde oynamış olan Avusturyalı sanatçıyla atbaşı bir başarıyla can- landırmıştır. Behzat Butak'ın sanatçılığının dorukta rollerin- den biri de Çehov'un Vişne Bahçe'sinin yaşlı uşağıdır. Beh- zat, "usağın son sözlen olan 'Beni unuttular' derken, uzak- lardan gelen balta sesleri bir çağın kapandığını seslenir gi- bidir." Bir çok Mollier rolleri ve bu arada hastalık hastası, Behzat Butak'ın unutulmaz başarılanndan biridir. Şimdi bir hazır giy- sici olarak kullanılan tiyatro salonunda oynadığı hastalık has- tası rolü ne, oynanacağı akşam oyun başlamasından en azın- dan bir kaç saat erken gelirdi. Behzat bu alışkanlığını Kınar Hanımdan aldığını söyler, Kınar Hanım'dan korktuğum için değil, sanata saygımdan derdi. Behzat Butak'ın kapağa basılmış olan 1950 ocak sayılı Türk Tiyatrosu'nda Kayseri Gülleri'nin rol dağılımını okurken bir tunaf oldum. Adları okurken bir ölüler tiyatrosundaymışım gibi oldum. Bugün aramızdan ayrılmış sanatçılan saygıyla anı- yorum: Behzat Butak, Mehmet Karaca, Reşit Gürzap, Reşit Ba- ran, Kadri Ögelman, Yaşar Özsoy, Şaziye Moral, Melahat İçli, Gülistan Deniz, Refik Kemal Arduman, Kemal R. Tözem. Osmanlı imparatorluğu'nda ilk Türkçe oyunlar sunan top- luluktan ve oyuncularından söz etmemek büyük saygısızlık olur. Asot Madat "Sahnemizin Değerleri" kitabında şöyle der: "Gerçek tiyatro biçimini alan tiyatromuzun 85 yıllık yaşa- mında söhret kazanan yüzierin geçit resmini yapmak, çabuk bir bakışla onların sanat özelliklerini bir kaç söz yazarak gö- çenlerin hatıralarını şükranla anmak ve yaşayanlara taze kan aşılamak... İşte bu kitabın amacı." Otello Kâmil (Otello rolünde üstün başarısından ötürü) Yetenek güzel bir bitkidir, ihtimamsız kalınca, yararsız bir ot gibi olur. Bu gerçeği yinelemek gerekli mi? Kâmil'in sert mizaçlı, kaba karakter sahibi bir kişiliği var- dı. Onun temsil ettiğı kişilerde kendinden parçalar buluyor- du. Böyie sanıyordu, bu onun kültür yetersizliğindendi. Ben içinden çıkarım diyordu. Otello'yu da tastamam bu mantıkla oynadı. Ben içinden çıkarım diyordu. Hiç düşünmüyordu ki, Kamil'in Otello'su üzerinde böylesine durmamız, onun yap- mış olması, sonradan da gururla oynadığı o role kadar bü- tün tipleri hafif, yüzeysel ve ilkel bir anlayışla temsil ettiği- ni göstermektedir. Ahmet Fehim (1857-1930) Ahmet Fehim Efendi tiyatromuzda önemli bir yer almıştır. Edebi tiyatromuzu kuranlar arasında yerıni almıştır. KPDS ve DüşündürdüklerL. KPDS'yi sağlıklı bir dil yetisi ölçütü olarak tanımlamak olanak dışıdır. Sınavın yayımlanarak kamu eleştirisine açılması gerekmektedir. Bu yolla yapı ve kapsam geçerlikleri iyileştirilebilir. Doç. Dr. CEM ALPTEKİN Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancıy Diller Eğitimi Bölümû Yabana dil bilgisini nesnel ve sağlıklı bir biçimde ölçmek kolay iş değildir. Yabancı dili, anadili duzeyinde bilmek gerekir. Ya- bana dilin öğrenimini bilmek gerekir. Ya- bana dilin öğretimini bilmek gerekir. Ve yabana dilin ölçme ve değerlendirmesini bilmek gerekir. Gelişmiş ülkelerde bu ko- nuda uzmanlaşmış kurumlar vardır. örne- ğin Amerika'da ETS ve Ingiltere'de UC- LES gibi kurumlar Ingilizceyi yabana dil olarak sınama görevini üstlenmiş uzman kuruluşlardır. Bu kuruluşların TOEFL ya da CPE gibi sınavlan, geçerli ve güvenilir- lik açısından kendilerini kanıtlamış ölçüt- lerdir. Bizde ise bir süredir ÖSYM'nin yüküm- lendiği "Kamu Personeli Yabana Dil Bil- gisi Seviye Tespit Smavı" (KPDS) diye bir sınav, Ingilizce ve öbür dillerin yabana dil olarak sınanmasında ölçüt olarak kullanıl- makta ve kamu personelinin yabana dil bil- gilerini saptamayı amaç edinmiş görünmek- tedir. Sınav sonuçlanna göre kamu perso- nelinin (A), (B) veya (C) duzeyinde yaban- cı dil bilgisi taşıdığı varsayılmakta ve anı- lan düzeylerle orantılı yabana dil ödenek- leri (tazminatlan) kendilerine ödenmekte- dir. Ancak söz konusu sınavla ilgili yakınmalar da artan boyutlarda süregel- mektedir. KPDS gerçekten sağlıksız bir sı- nav mıdır? Kanımca konunun iki boyutta incelenmesi gerekir. Birincisi, sorunun in- sani yönüyle ilgilidir. Ikincisi ise konunun teknik yamm içermektedir. İnsani açıdan, yabancı dilde eğitim ya- pan üniversite, yüksekokul ya da benzeri kuruluşlarda öğretim görevlisi olarak çalı- şan ve önemli bir bölümü yurtdışmda eği- tim görmüş ya da yurtiçinde yabana dilde eğitim veren üniversitelerden mezun olmuş kamu personelinin KPDS'ye girme duru- munda bırakılması en hafif deyimiyle ayıp- tır. Ancak bu ayıbın ötesinde bir de bilim- sel çelişki yatmaktadır. Devlet önce bu in- sanlan yabana dilde eğitim yapan yükse- köğretim kurumlannda akademik personel olarak kullanmakta (başka bir deyişle ya- bancı dil düzeylerini öğretim yapacak dü- zeyde dahi yeterli bulmakta), ardından ise yabana dil düzeylerinin yeterliğini kendi oluşturduğu KPDS'ye bağlamaktadır. Bu arada, bu kişilerin çeşitli akademik derece- lere ulaşmak için girdikleri çeşitli yabana dil sınavı sonuçlan "zımnen" geçersiz sa- yılmaktadır. Örneğin doçentlik için ÖSYM'ce verilen yabancı dil sınavı sonu- cu, gene ÖSYM'ce verilen KPDS için bir bağışıklık oluşturamamaktadır. Hele uğraş alanı yabancı dil eğitimi, ya- bana dil ve edebiyatı ya da salt yabancı dil öğretimi olan üniversite çalışanlarının KPDS'ye maruz kalmaları, ayıp ve çelişki boyutlannı da asmakta ve kişinin mesJek- sel bilgi ve onurunu yadsımak anlamına gel- mektedir. İşte bu nedenle söz konusu alan- lardaki akademik personelin KPDS'ye iliş- kin haklı yakınmalanna -bir kısmı basm- da da görüldüğü uzere- sık sık tanık olun- maktadır. örneğin tngiltere ya da Ameri- ka'da Ingüizceyi öğrenmiş, bu ülkelerde li- sans, yüksek lisans ya da doktora yapmış, bir kısmı bu ülkelerin üniversitelerinde öğ- retim üyeliği yapmış ve uğraş alanlan In- gilizce, Ingiliz dili eğitimi, Ingiliz ya da Amerikan edebiyatı olan üniversite perso- nelinin tngilizce yeterliği için KPDS şart ko- şulmaktadır. Demek ki KPDS, insani bağ- lamda kendinden kaynaklanmayan bir ta- kım ciddi sorunlann simgesi olarak toplu- mumuzun belirli kesitlerini olumsuz etki- lemektedir. Konuya teknik yönden bakıldığında, KPDS'nin yol açtığı insani sorunlann öte- sinde kendi içinde de sorunlan olduğu göz- lemlenmektedir. Doğal olarak kesin bir tanı koymak bu aşamada olanaksızdır. Sınav ol- dukça yenidir, gerekli psikometrik değer- lendirmelerden geçip geçmediği bilinme- mektedir, öbür OSYM sınavlan gibi (her ne hikmetse) yayımlanmadığından ayrıntı- lı yorum yapılamamaktadır. Ancak geçmiş yıllarda sorulmuş bazı sorulan içeren kitap- çıktaki verilerin ölçüt (kıstas) aİımnası du- rumunda, KPDS'nin yapı geçerliliğinin kuşku verici olduğu söylenebilir. Şöyle ki, smav bir yandan çoktan seçmeli yöntemle dil yetisini ölçmeyi amaçlamakta, öte yan- dan da toplumsal ya da ekinsel bağlamı ço- ğunlukla belirsiz birtakım "durumsal" soru türleriyle iletişim yetisini ölçmeyi tasarla- maktadır. Başka bir deyişle, biçimsel doğ- ruluk ve anlamsal uygunluk ölçmeyi hedef- leyen soru türleri yanyana sunulmakta ve sonuçta sınav şizofrenik bir görünüm al- maktadır. Bir başka sorun, sınav kapsamın- daki çeviri becerisinden kaynaklanmakta- dır. Dil yetisinin ölçümünde çeviri beceri- sinin payı literatürde kuşkuyla karşılanan bir husustur. örneğin, Heaton (1988) ya- bancı dil bilgisinin saptanmasında çeviri kullammının dil yetisi ötesinde kıyaslama- lı biçembilim ve çeviri yöntemleri bilgisini de içerdiğinî vurgular (1). Kaldı ki KPDS'deki çeviri sorularının bir bölümun- de, soru kökünün yabancı dilde verilmesi ve seceneklerdeki birbirine anlamca çok ya- kın tümceler arasındaki nüanslann ayırde- dilmesinin istenmesi, doğru yamtı buhna- nın (biçembilim ve çeviri yöntemleri yani sıra) anadili bilgisinin sınanmasına dayan- dığuıı kanıtlar ki, bu da yapı geçerligi açı- sından son derecede sakıncalı bir durum- dur (2). Bu gibi yapı geçerliliğindeki olumsuzluk- lann kapsam geçerliğini de olumsuz yönde etkilediği göriılmektedir. özet olarak belirt- mek gerekirse, çeviri sorulan genelde dar kapsamlı sözcük tanışlığına dayandığından ayrıca ölçülmüş olan sözcük bilgisini giysi değiştinniş bir biçimde tekrar ölçmektedir. Bu da smavın ömeklemi açısından sözcük bilgisine gereksiz bir ağırlık kazandırmak- tadır. Aynca, okuma-algılama sorulan ve dayandıklan metinlerdeki genel çapraşık- hk, (muğlaklık) sınavda bazı durumlarda en az hatah seçeneğin "doğru yamt" ola- rak kabul edilmesine yol açmaktadır. Son olarak, az da olsa birtakım sonılarda, dü- zeltme okumalannın yeterli biçimde yapıl- mamış olmasından kaynaklanan doğru ya- nıt bulunamaması olgusu ortaya çıkmak- tadır. Kısaca sıralanan bu olumsuz etmen- ler ve yazının kısıtlı bağlamı içinde dile ge- tirilemeyen benzeri sakıncalı sorunlar, KPDS'nin kapsam geçerligi bakımından da tutarsızlığını sergilemektedir. Sonuç Görüldüğü gibi KPDS'yi sağlıklı bir dil yetisi ölçütü olarak tanımlamak olanak dı- şıdır. Sınavın yayımlanarak kamu eleştiri- sine açılması gerekmektedir. Bu yolla yapı ve kapsam geçerlikleri iyileştirilebilir. Ay- nca, sınavın ölçüt bağımlı geçerliliğinin de TOEFL, Michigan ve öbür dülerdeki stan- dart sınavlar ölçüt alınarak saptanmasın- da sayısız yararlar vardır. Idari açıdan ise, sınavın ÖSYM'nin hazırladığı öbür yabana dil bilgisi sınavlarıyla eşdeğerliliği oluştu- rulmalı ve kişiler yabancı dil bilgilerini ka- nıtlamak için aynı kuruluşça verilen birden fazla sınava girmeye zorlanmamalıdır. Aynı uygulama, yabana kökenli standart sınav- lar için de yapılmalı ve bu sınavlardan alı- nan geçer sonuçlar KPDS'den bağışıklık sağlamalıdır. Bütün bunlann ötesinde ko- nunun insani boyutu yeni bir KHK ile dü- zenlenmeli ve uğraş alanı yabancı dil eğiti- mi, yabancı dil ve edebiyatı ve yabancı dil öğretimi olan akademik personel, söz ko- nusu dilde KPDS'den koşulsuz olarak ba- ğışık (muaf) tutularak ödenekleri (A) dü- zeyinde verilmelidir. (1) J B Heaton. Writing English Language Tests Londra Longman 1986. (2) KPDS'nin bırçok yabancı dilde salt çeviri yönte- mıne göre venldıği göz önüne alınırsa, yapı geçerligi bakımından ne denli ciddi bir sorunla karşı karşr/a bu- lunduğumuz ortaya çıkar PENCERE GEÇMİŞLE GELECEK Sabahattin Kudret Aksal 2. bası 8.000 lira (KDV içinde) Çağdaf Yaymlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-htanbul Ödemeli gönderilmez. 1ASFİYE HALtNDEBATI KAUÇUK SAN. VE TİC A.Ş. TASFİYE MEMURLUGU'NDAN SATILIK MALLAR 1991/179 1- 6 adet çeşitli güçte hidrolik pres 2- Alarko su soğutma kulesi 3- Kızgın yağ kazanı 4- Hidrofor 5- Su tasfiye cihazı 6- Elta marka 100 kgMık elektronik baskül 7- 250 KVA trafo ve direk 8- Elektnk panosu (kontaktorlen ve kompaatdsyonları ile birlikte) 9- 4 ayaklı tekerlekli ceraskal 10- 4 adet 6 kgüık TSE belgeli yangın söndürücü 11- 2 ve 3 tonluk 2 adet su tankı 12- Trafo kaynak makinesi. Müracaat: Tasfiye Memuru Av. Murat Moralı Cumhuriyet Bulvarı No: 141/202 35210 Alsancak/İZMİR Tel: 633911 Fax: 219982 Dar KafaL Hırvat dişlerini gıcırdatıyordu... Sırpın gözleri kan çanağıydı... Slovenin kafası bozulmuştu... Kemikleri sızım sızım sızladığından, Mareşal T'rto, meza- rında bir sağa bir sola dönüyordu... Makedon, Arnavut, Sloven, Sırp, Hırvat; Yugoslavya'nın çi- visini çıkarmışlardı. ikinci Dünya Savaşı'nda Hitler'in on beş tümenini dağlarda durduran partizanlar, birbirlerinin gözü- nü oymak için elierinden geleni yapıyorlardı. Ermeni, Azeriyi kıtır krtır kesecekti; zaten Anadolu Türkûy- le kan davası vardı; az mı Türk diplomatı öldürmüstü!.. Azeri de Ermeniyi bir kaşık suda boğmayı düşünüyordu; yetmişti artık... özbek Türkü Mesket Türklerini düşman gö- rüp icabına bakmak istiyordu. Mesket Türkü bağınyordu: — İmdat!.. İranlı Iraklıyla kapışmıştı... Bir milyon insan ölmüştü... Hindistan'da Sih, Hinduyu gebertecekti; Pakistanlı Hintli- yi öldürecekti. Yunan, Türkü Ege'de boğmayı düşünüyordu; Kıbrıs Rumu Ada'nın kuzeyindekileri gözüne kestirmişti. Ya- hudi, Filistinli gencin kolunu televizyon kamerası önünde kı- rıyor, Lübnan'da Arap, gözünün yaşına bakmadan Arabın ica- bına bakıyordu. • Uzaydan bir uydu geçiyordu. Uydu fırdöndü gibi dünyanın çevresini turluyor, her bötge- de olan bitenleri filme alıyordu. CIA gözlemcisi görevini ya- pıyor, gezegendeki çatışmaların raporlarını Beyaz Saray'a ulastınyordu. Batı Avrupa durulmuş, oturmuş, tekelleşmiş, bü- tünleşmişti. İskandinav ülkelerinin keyifleri gıcırdı. Zengin- ler Kulübü'nde paylaşım kavgaları artık görüşmeler yoluyia çözülüyor; mazlumlar birbirine düşürülüyordu. • Anadolu'da yeni tezgâh nasıl kuruluyordu? Yazar kalemi eline almış yazıyordu: "Türk, Kürdü tarih bayunca ezdi... VB sömürdü..." Sonra noktayı koydu. Çünkü yazarın ufku noktada bitiyordu. "Tarih bcyunca" de- yişi ne anlama geliyordu? islamdan önce mi sonra mı? Sa- nayi kapitalizminden önce mi sonra mı? Ümmetin millete dö- nüşmesinden önce mi sonra mı? Tarihi dar milliyetçiliğin açısına sığdıran her kafa, Anado- lu'da Türk ile Kürt arasındaki düşmanlığın değirmenine su taşımaktan gayrı bir işe yaramayacaktır. Sınıfsal açıdan tarihe bakamazsan, ulusların oluşumunu ve çatışmalannı ekonomik kökenlerine bağlayamazsan, şo- venliğin kör güdüsünde Anadolu'ya kardeş kavgasının tohum- larını serperek emperyalizmın ekmeğine tereyağı sürersin. Dünya "geç milliyetçilik" akımlarında birbirine girmişken, aklımızı başımıza toplayabilecek miyiz? Gezegenimizde güney-kuzey çelişkisi derinleşirken, Anadolu halkını birbiri- ne kırdırmak için tuzak hazırlayanlann kumpasına düşecek miyiz? • Hırvat dişlerini gıcırdatıyor... Sırpın gözleri kan çanağı... Slovenin kafası bozuk... Gidip tek tek dinlediğin zaman hepsi kendine göre haklı- dır, gerekçeleri tarihe dayanır... Peki, Mesket Türkü?.. Elbette haklı... Mazlumların birbirlerinin boğazlarına sarılmaları yalnız uluslararası boyutta değil ki!.. Güneydoğu'da kan davalan bi- ter mi bitmez mi? Ancak feodal ilişkiler aşıldığı zaman aile ya da aşiret arasında kan davası noktalanacaktır. Dar milliyetçiliğin ilkel şovenliğinden kurtulmak için de önce aydınların kısırdöngüden çıkmalan gerekiyor; ama bir yazar, Anadolu'da yasayanlan birbirine düşmanlaştırmak için top-. rağa tohum serpiyorsa... — Aydın mı sayılmalı?.. ':. . . •••"*• Yok canım, öyle bir kimse, aydınlığından değil, ihsanlığın- dan da istifa etmiş sayılır. Değerli varhğımız, sevgili babamız TMO emekli memurlanndan MEHMET ERLER 12 Ağustos 1991 Pazartesi vefat etmiştir. Tüm dostlann ve sevenlerinin başı sağolsun. EŞt: ŞADtYE ERLER ÇOCITCLARI: HÜSEYfiV-TAHStN- MÜKREMtN-AZMİ-HAMÎT-FATtH Cenazesi 13 Ağustos 91 Saü günü Ankara Haa Bayram Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra Karşıyaka Mezarlığı'nda defnedilecektir. MEMOEMRAH SEBER (13.8.1990. -) Aynlaü bir yü mı oldu? Seni özlüyoruz. ANNESt VE ABLASI Dr. ERKIN OZMEN ve şimdi biz gözyaji dökmttyorsak ardından seni unuttuğumuzdan değil, yaşatmak istediğın sodayı umutlan ve kavgayı gözva^larımızla ıslalmamak ve seni gözyaşlanmızda lükeunemek ıçindir. (ölümünün 1. yüında saygıyla anıyoruz.) Dr. Htt<teyin Demir. Dr. Fıkrel Ta», Dr. Şükriye Voral ISapmaz). Dr. Ayfemu- Taş (Çelik), Dr. Akın Vnral, Dr. Salih Çolak, Dr. Tunnçüı Aluak, Dr. Ahmet Hilal, Dr. Hfiseyin Mt^t. Dr. Marnf Şanlı, Dr. Sait Yurdn»ev. Dr. Selçnk Arca. ANIYORUZ Sakine TOLU'muzu trafik cinayetinde yitirdik. O, yüksek devrimci ideallerimiz için çalışan bir sıra neferiydi. Ideallerimizde yaşatacağız. EMEGIN BAYRAGI SATILIK RENAULT 1990 model Renault Brodvvay 10 bin kilometrede, kapalı garaj bakımlı 40 milyon. Tel: 527 51 55 - 522 89 90 (Mesai saatlerinde)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle