Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 12NÎSAN19
Gelip Gidiyor muyıız?
MELİH CEVDET ANDAY
Bize hani öldükten sonra ahrete gideceğimiz
söylenir ya, doğrusu ahiret'tir (Arapça), deraek
bu dünyaya dönüş yoktur, bir gittin mi tümden
gidiyorsun. Oysa kimi mistikler (lat. mysticus;
yun. mystikos, gizie ilgili anlamına) bu dunyaya
boyuna gelip gittiğimize inanırlar. Bir anımsa-
yan olmadığına göre değişerek getiyoruz anlaşı-
lan. Mistikleri bir yana bırakırsak, ilk kez karşı-
laştığımız bir görünüyü tanıdık bulma diye bir
oJay da vardır ki, sarurım biitün insanların ba-
şından geçmişîir. Düşündürücu, dahası korku-
tucu bir şeydir bu, çoğu ozan değinmiştir. Ben
de bu konuda bir iki şiir yazdım.
Nerden açüdı bu konu? Gazetemizde Kurba-
gaüdere'yi temizleme çalışmalannın yeniden baş-
latıldığına ilişkin haberi okuyunca düşüncelere
daJdım ve kirni anılanm canlandı da ondan. Ka-
dıköylüyüm, ilk ve orta okulu taş mektepler'de
okudum. O zamanlann Kurbağalıdere'si, iki ya-
nında yalılar bulunan ve yazları sandal safalan
yapılan gür bir dere idi. Sonra nedense suyu azal-
dı bu derenin, yerini çamur deryası, balçık aldı.
Insanlar gibi dereler de mi yaşlanıyor yoksa!
Bu derenin yanındaki park da çocukluk anı-
larım arasındadır. Ben o parkın kurulduğu gun-
Ieri bilirim; evle okui arasındaki yo/um uzerinde
idi.
Bilmem bugün de çıkıyor mu, Euroclub adlı
derginin 1987 yaz sayısına bu parkla ilgili bir anı-
mı yazrnıştım. Okurumun bağışlamasını dileye-
rek o yazımı buraya aktaracağım:
"Rüyalar ve çocukluk anılan edebiyatçılann
çok düşkün oldukları konulardır; ama Freud-
un gelmiş olmasına karşın, rüyaJanmızın da, ço-
cukluk anılarımızjn da uzantılanru ve etküerini
gereğince bilmediğimizi söyleyebiliriz. Bülün so-
run, bunlann bilinçaltımızdaki yerleri ve işlev-
leri konusunda odaklarur; hangisinin ne zaman,
nerede davranışlanmızın biçimlenmesinde ya da
duygu dünyamjnn yeniden yapılanmasında et-
ken olacağı önceden kestirilemez. Elbet kişiden
kişiye değişir bu, rüyalan ve çocukluk anılarını
yaşayan kişiler olduğu gibi, bunlara hem belle-
ğinde, hem anlığjnda çokça yer vermeyen kişiler
de vardır; edebiyatçılar bunlardan ilk kümede-
kilere sanırım daha çok yaklaşırlar. Ama bir ede-
biyat yapıtında rüyalann ve anılann oynadığı rol,
diyebilirim ki, bunlara düşkün olup olmama ile
açıklanabilecek kadar basit değildir.
Anılar da rüyalar kadar bilinmezdirler diye-
ceğim. öyle anılarım oldu ki, onlar için sadece
anma, ansıma diyebüirim, biİinmedik bir anıyı
ansıma. Şaşılacak bir şey! Bütün anılann böyle
olduğunu söylemek ıstemiyorum, ama en önem-
lilerinin bu türden olduğunu ileri süreceğim. Ne
zaman, nerede geçtiğini bilmediğimiz bir daki-
kanın, bir anın, uzun, belki de çok uzun bir sü-
re sonra, bir anda yeniden yasanması. Önceki,
gerçekten var mıydı, kesin bir şey söylenemez;
yeryüzüne iki kez gelinmiş gibi bir duygu yara-
tır insanda bu durum. Bütün ayrıntı öğeleriyle
yeniden yasanan bir an. Bir şiirimde bu duru-
mu şöyle anlatmıştım:
'Çok eskiden yaşadım bu anı ben'
Dersiniz şaskınlık içinde,
İlk girdigiz bir ev, bir merdiven,
Birden güneş vuran pencere,
Ve tam sırasında tiren düdüğü...
tşle böyle gelmişti siz dünyada
Oeğilken bir gün öğle üstu
Bu renkJerle bu sesler biraraya.
Yasamak anımsamak mıdır yoksa?
Sanmam biz de bir sestik belki
Birileri için yıllar önceki
Şaşırtıcı karşılaşmada.
Burada düşle anının açıklanamaz bir bireşkn
içindeki birligini görüyor gibiyiz; öyle ki, ikisi bir-
birine dönuşüyor ve bize bir yasantı sağhyor. Bu-
nu daha iyi belirtmek için bir çocukluk anınu ya
da düşümu anlatmak istiyorum.
Çocukluğum Kadıkoy'de geçti, ükokulu ve or-
ta okulu orada okuyup bitirdim. Mühurdar'da
oturuyorduk ve ben Yoğurtçu'daki taş mektep-
lere gidiyordum. Mühurdar'dan Yoğurtçu'daki
parka iner, o vakit tahta olan köpruyu geçer ve
Fenerbahçe Stadı yanındaki okuluma varırdım.
Dönüşüm de ayn; yoldan olurdu.
Bir gün hiç unutmuyorum, ikindi vakti oku-
lumdan dönüşümde yalnızdım, parka girdim, bir
şey beni tuttu orada. Dereye ve gökyüzüne bak-
tım. Gökyuzunün ve derenin rengi hiç görmedi-
ğim gibiydi, beni şaşırtmıstı. Kızıla çaian bir
renkti bu ve daha garibi, ağaçların ustünde o gü-
ne değin hiç görmediğim bir aydınlık vardı. Dün-
ya baska bir dünya idi sanki, ben başka bir dün-
yada yaşıyordum. Bir tansıkla karşı karşıya bu-
lunduğum duygusuna kapılmıştım. Yürüyemi-
yordum, sadece bakıyordum, ruhum hayranlık-
Ia dolmuştu ve mutlu idim. Bu anın ne kadar sür-
düğünu bilmiyorum. Ama çok sürmemiştir sa-
nırım, yağmurdan sonraki guneş gibi, gökle yer-
yüzünun birleşmesi gibi, bir rüya ile bir anının
yanyana gelmesi gibi, sann gibi, vahiy gibi bir
şeydi bu. Hiç unutmamışımdır.
Bu olay geçtiğinde on üç yaşmdaydım. Ne ol-
duğunu iyi anlamadığım için kimseye sözunü et-
memiştim.
Böylece yıllar geçti. Ailece Ankara'ya göç et-
tik, orada liseyi okudum, şiirler yazmağa başla-
dım. 195I'den 1961'e kadar üzerinde uğraştığım
uzun şiirim 'Kollan Bağlı Odysseus'u yazarken,
bir gün, yukarda anlattığım, parktaki olay gözü-
mun önüne geliverdi birden. Şiirin yazmakta ol-
duğum bölümü, çocukluktan ç'kış dönemini içe-
riyordu. Şoyle bir kıta eklemekten kendimi ala-
madım:
Unutamam o güz ikindisini
Her yanda alı al bir mufluJuk
Terli bir at gibi gülümseyiverdi
Düşle gerçek arası dörtnala
Bir koşudan sanki çoğala çoğala
Gelip yitivermişti çarcabuk
Beyaz kulelerle bayraklar ortasında.
Düşler olsun, anılar olsun ya da anı üe duş ka-
rışığı bu tur olaylar bir ozanın, genellikle bir sa-
natçının çalışmasında ne zaman, nasıl kendini
gösteriverir, bilinmez. Belki bizim 'esin' dediği-
miz budur, dışardan, yukardan değil de, kendi-
mizden, içimizden seslenir, gorunür bize. Pey-
gamberlere gelen vahiy de öyle midir dersiniz?
Anlığın algılama doğasında ani bir değişiklik!
Buna doğanın bir gizini eklemekte de yarar var
sanınm. Doğa bir gun bize her zamankinden baş-
ka türlu görunebilir ve bizim aklımızı allak bul-
lak eder. Neden olmasın! Yoksa şiir ve genel ola-
rak sanat bizde başka bir doğa izlenimini nasıl
uyandırabilirdi! Rüyalanmıza, düşlerimize boş
verip geçmeyelim, onlar da bu bildiğimiz doğa-
nın karmaşıklığı içinde oluşmuyor mu?"
ARADABIR
HÜSNÜA.GÖKSEL
Yağdanlık Cumhuriyeti!
Terörle Mücadele Yasa Taslağı' cumhurbaşkanına haka-
ret edenlerin 'terör suçlusu' olarak Devlet Güvenlik Mahke-
melerinde yargılanmalannı öngörüyormuş. Milli Güvenlik Ku-
rulu Genel Sekreteri Orgeneral Nezihi Çakar'ın hazırladığı
bu taslak yasalaşırsa, bu suçu işleyenlere dörtbuçuk yıl ha-
pis cezası yanında 2-5 milyon lira ağır para cezası da verile-
cekmiş.
Allafı Allah! Ben de cumhurbaşkanına hakaret etmeyive-
ririm, nolmuş yani? Evren'in sırtımıza yapıştırdığı Vatan haini'
yaftası üzerine, bu yaşımdan sonra, bir de 'terörist' damga-
sı yurdurmaya hiç niyetim yok.
İkinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde bir fıkra anlatılır-
dı. Roosevelt ölünce, yardımcısı Truman ABD cumhurbaş-
kanı olmuştu. Stalin de Sovyetler Birliği diktatörü idi o za-
manlar. Sovyet orduları doğudan, müttefik kuvvetler batıdan
ilerleyerek mağrur nazi ordulannı yok etmiş, Almanya'nın or-
tasında buluşmuşlardı. Amerikalı Coni ile Rus eri Ivan kan-
tinde ortak utkuları için kadeh kaldırıyorlarmış. Dostluk iler-
leyınce Ivan sormuş: "Coni, şu sizin demokrasi dediğiniz şey
nedir? Bana bir anlatıversene."
"Bak İvan" demiş Coni, "Demokrasi öyle kolay kolay an-
latılamaz, yaşanır o. Ama ben sana bir örnekle fikir verme-
ğe çalışayım. Örneğin herhangi bir nedenle kafam bozulun-
ca ben Truman'a söverim."
"Allah Allah!" demiş İvan, "nolmuş yani?.. Kafam bozu-
lunca ben de Truman'a sövüyorum!"
İvan gibi ben de gerek duyarsam Başkan Bush'a sataşı-
rım. Zaten kızıp duruyorum o adama. Duyduğuma göre kar-
şısındakini saf - yani temiz - bulursa türlü vaatlerle kandırıp,
arkasından da alay ediyormuş. Sevmem ben böyfe adamla-
rı.
Bu suçlarla ilgili yargılamaların Devlet Güvenlik Mahkeme-
lerinde görülmesine de pek aklım yatmadı. Cumhurbaşka-
nına ağız bozmak ya da bozmamak oiayı ile devletin güven-
liğıni pek bağdaştıramadım. Eğer devletin 'güvenliği' rakıya
zam geldi diye meyhanede ağzını bozan akşamcının, ekra-
nın gedikli görüntüsüne gözü ilişince hedef şaşırması ile sar-
sılacaksa, vah o devletin 'güvenliği'ne!.,
Bu arada, bilmiyorum, ağız bozuilan kişinin adının başı-
na, pariamento nezaketine uyarak 'Sayın' sıfatının getirilmesi
'hafifleticı neden' sayılır mı? Bence yasa buna da açıklık ge-
tirmelidir.
Sayın deyince usuma geldi: Bir sayın milletvekilı, parlamen-
tonun Çankaya'da oturan Sayın kişinin emrine girmiş oldu-
ğunu neden göstererek 'milletvekilliğimden utanıyorum" de-
miş. Geç kalmış bence. Bir şeyi geç anlamak hiç anlama-
maktan iyidır elbet. Ama, ben hanidir utanıp duruyorum. Yüz-
de 20 oyla Çankaya'ya çıkıldığı zaman da utanmıştım. "Alı-
şırlar, alışırlar" küçümsemesine alışıldığı zaman da utanmış-
tım. "Milletvekilı olmak için o kadar masraf ettiler. Bu masrafı
çıkarmadan bir yere gidemezler" dediği zaman da utanmış-
tım. Ulusun yüzde 80'inin olurunu almış olan sayın muhale-
fet, bu ağır küçültülmeyi sineye çektiği ve pariamento yetki-
leri tek adama devredilirken çekilebilme erdemini göstere-
mediğı zaman da utanmıştım. "Yazlık, kışlık kooperatiflere gir-
diler, borçlarını ödemeden milletvekilliğinden ayrılamazlar"
dendiği zaman da utanmıştım. Milletvekili ödenek ve yolluk-
larının arttırılması gündeme gelince 'milli birlik ve beraber-
lik ruhu' içinde, sayın iktidar ile sayın muhalefet sarmaşdo-
laş olduğu zaman da utanmıştım. Devletlerarası saygı kural-
ları uyannca Anıtkabrı ziyaret etmesi gereken bir İran devlet
adamının, bu kuralı çiğneme aldırmazlığını, sayın devletlile-
rimız içlerıne sindirdiği zaman da utanmıştım. Türkiye Cum-
huriyeti'nin dış politikasının, cumhuriyetin Başbakanı ve cum-
huriyetin dısişleri bakanından habersiz yürütüldüğü zaman
da utanmıştım. ABD Başkan ve Dısişleri Bakanı ile yapılan
toplantı sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Dısişleri Bakanı'nın,
odacı gibi, kapının dış/ndaki sandalyede oturduğunu duydu-
ğum zaman da utanmıştım. Hükümete Körfez savaşına gir-
me yetkisi vermeyen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, azarı
yiyince, bir hafta sonra yetkiyı verdıği zaman da utanmış-
tım. Aile sorunlannm televizyona döküldüğü ve bu aile içi so-
runlar yüzünden 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin kosko-
ca 'Milli Savunma Bakanı', üç gün önce kendisine destek olan
"Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı' tarafından azledildiği za-
man da utanmıştım. Aile adının borsa oyunlarına, özel tele-
vizyon ve uçak şirketleri dedikodularına karıştığı zaman da
utanmıştım. Türkiye Cumhuriyeti bakanlarının istifa dilekçe-
lerinin Çankaya'nın cebinde bulunduğu laflan çıktığı zaman
da utanmıştım. 'Kanun hükmünde karamameler1
ile Türki-
ye Büyük Millet Meclisi'nin yasama erki el değiştirdiği zaman
da utanmıştım. "Saddam iyi ki Türkiye'ye saldırmadı, iki gün-
de işimizi bitirirdi" dendiği zaman da utanmıştım. Çankaya1
daki sayın kişi, "Amerikan uçakları İncirlik'ten talim uçuşu
için havalanmışlardı, bizden habersiz gidip Irak'ı
bombalamışlar" dediği zaman da utanmıştım. Türk evlatla-
rının kanı ve canı, bir koy üç al, bir koy yirmi al hesapları ile
kumar masasına sürülmek istendiği zaman da utanmıştım.
ABD Başkanı'ndan "Seçim masraflarını karşılamak için" bir
milyar dolar istendiği zaman da utanmıştım. Gazetelerde, 'Sa-
yın mılletvekılleri'nin, iki büklüm olup, iki elleri içinealdıklan
eli öperken çekilen fotoğraflarını gördüğüm zaman da utan-
mıştım.
Bu utançlar içinde, pusulasız sürüklenip giden geminin
sancak direğine bakınca, Başkan Bush'a neler söyleyebile-
ceklerimı içimden geçiriyor ve İstiklal Marşımız'ın dizelerini
mınldanıyorum:
"Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl"
Doksanıncı Yaşuıda mkmet
DEMIRTAŞ CEYHUN
Nâzım Hikmet, önümüzdeki yıl,
1992'de, 90 ya^ına basıyor.
Mart ayının başında, biz de Islanbul'dan
bir grup arkadaş, 90. doğum günü tören-
lerinin Ûkelerini görüşmek üzere Sovyet Ya-
zarlar Birliği'nin çagnbsı olarak Moskova'-
ya gittik.
Moskova'ya son olarak 1987'de, Gorba-
çov'un ünlü "glasnost" ve "perestroyka"
Ukelerini yeni açıkladığı günlerde gitmiştim.
Etemek topu topu 4 yıl olmuş. Ama, ola-
naksız, 4 yıl gibi bunca kısa bir süre içinde
bir toplum böylesine korkunç bir değişime
uğramış olsun, kolay kolay inamlamaz. Ha-
ni, gözlerimle gönnemiş olsam... Nerde o,
pınl pınJ temiz, belki biraz asık surath, ama
alabildiğine düzenü Moskova? Sokakiar
çerden, çöpten, sigara izmaritinden, tük-
rükten, pislikten, bir de uzun kuymklardan
ve "özel girişimci" (!) aylak delikanlılar-
dan geçilmiyor bugün...
Ülke, tam anlamıyla arapsaçına dönmüş.
örneğin, halen bütün fabriİcaJar, bütün
kolhozlar çalışıyor, mal üretiyor, ama or-
tada hiçbir mal yok. Rus votkası bile Rusa
karneyle... Üstelik, adam başına ayda an-
cak bir litre verilen o votkayı alabürnek için
de yanınızda litrelik bir boş votka şişesi gö-
türmek zorundasınız. Çok şey karneye bağ-
lanmış. Karneye bağlanmamış olanlar da
mağaialarda değil, mağazaJarın girişlerin-
de kurulmuş serbest pazariarda, mağazayı
yöneten mafyanın uzantısı oldukları söyle-
rülen özel girişimci aylak delikanlılarca sa-
tılıyor. Etoğal olarak, satış fiyatınm birkaç
katına...
Galiba bu özel girişimcilerin giremedik-
leri yer de yok ülkede. öyle ki, Moskova
Belediyesi'nin hemen önündeki ünlü bir lo-
kantada onurumuza yemek verilen özel bir
salona bile, tam karşılıklı konuşmalar ya-
pıürken bu girişimciJerden iki delikanlı pat-
tadak dalıverdi ve bizlere havyar, votka sat-
maya kalkıştı, kimse yerinden bile kıpırda-
madı. Sanki gizli bir dokunuimaziıkları da
var bu özel girişimcilerin (!) Bir ayncalık-
ları ya da bir koruyucuları var...
İlginçtir, bu kısa süre içinde, Moskova-
da, mağazalann girişlerindeki, UnlU Arbat
sokağındaki aylak özel girişimciler de bin-
lerce türememis sadece Aylak politikaaiar-
dan da geçilmiyor sokakiar. Nerdeyse gün
yirmi dört saat, ya bir ünlü bulvarda ya bir
alanda ya da ünlü bir binanın önünde mut-
laka ya bir yurüyüş ya bir protesto gösteri-
si ya da bir toplantı var. (Hatta çoğu kez
bunlardan birkaçı birden...) kimi, ver yan-
sın Marks'a, Engels'e, Lenin'e, Stalin'e ve
Komünist Partisi'ne giydiriyor, ağzına ge-
leni söylüyor; kimi de bu özel girişimci ko-
operatirlere, maf.va'lara takmış, verip veriş-
tiriyor. Kimi Gorbaçov'a sö\oiyor ağzını dol-
dura doldura, kimi Yeltsin'e.. Her kafadan
bir ses çıkıyor, ama kimsenin de kimseyi
dinJediği yok. Üstelik, Yeltsinci niçin Yelt-
sinci ya da Gorbaçovcu niçin hâlâ Gorba-
çov'u tutuyor, kendilerinin bile bildikleri
kuşkulu...
Hele hele... Nice ünlü yazar, çizer, düşü-
nür, sanatçı da bu kör fırtınanın gazabına
uğrayıp, savrulup gitmemiş ki... Gerçekten,
kolay kolay inanılacak gibi değil... örneğin,
koca Gorki'ler, Şolohoriar, Ehrenburg'lar,
Mayakovski'Ier, daha daha niceleri, kimi
salt Komünist Partisi'nin de üyesi olduğu
için, kimileri ise bir zamanlar bu Komünist
Partisi'nce alkışlandığı, onurlandınldığı,
ödUllendirildiği için bir çırpıda lukaka edil-
mişler, sanki yazardan bile sayılmıyorlar
şimdi.
Kısacası, Sovyetler BirliğTnde bugün ne
yapılıyorsa, sözüm ona her şey özgürlük ve
demokrasi için!... Herkesin ağzında bir öz-
gürlük ve demokrasi lafıdır gidiyot.. Kara-
borsacılara, özgürlük ve demokrasi uğruna
kimse dokunamıyor! Aylak gençler, Arbat
sokağında özgurluk ve demokrasi adına sa-
bahtan akşama titreşip duruyorlar. Sokak-
iar özgürlük ve demokrasi adına çerden
çöpten geçilmiyor...
Bunca gürültü patırtı, bunca özveri, bun-
ca sıkmtı, gösteri yürüyüşü, protesto top-
lantıları, miting, sanki gerçekten de bir ka-
lıtın (mirasın) paylaşılması kavgası mıydı
ne?
Gezi sırasında tamştığımız bir bilim ada-
mı da bu kuşkulara dikkati çekiyordu.
"Sovyetler Birligi'ndeki hiçbir cumhuriyette
benüz daha sınıfsal nitelildi bir parti
kurulmamıştır" diyordu. "KuraJaniar da >a
bir etnik gruba dayalı, uluscu partidir ya da
belirli bir hizip partisi. tlke filan açıkladık-
ları yok. Bütün bu partilerin amaçlan da
oedir, bilijor musunuz? Bir aJavere dalave-
reyle si>nsal erki ele geçirmek ve bir siyasal
kararla oidubittiye getirip üretirn araçlan-
run mülkiyetine el koymak! Fabrikalan, tar-
lalan bölüşmek. Çünku. Komünist Partisi-
nin bugün hiçbir yetki ve yetkesi kalmadı-
gı için, üretim araçlan sanki sahjpsizmiş sa-
nılıyor. Oysa, halkımız da artık bu gerçe-
ğin farkına yavaş )avas vannaya başladı.
Malını yağma ettirmez."
Parti'nin bugünkü duruma düşmesi ko-
nusunda da "Kurallar belki görece denge-
ler sağlıyorlar, ama o görece dengeleri sag-
larken de asıi ögelerin içindeki enerjileri yok
ediyorlar" diyordu. Bu sayın bilim adamı-
na göre, katı kurallar partiyi de iç enerji-
sinden yalıtmış, dondurmuştu. Gorbaçov
döneminde partiyi yeniden iç enerjisine ka-
vuşturacak yenileştirmeler yerine; partinin
toptan yönetim dışı bırakılması da böyle bir
karmaşanın ve yetke boşluğunun doğması-
na yol açmıştı.
Gerçekten de göründüğü kadanyla tam
bir kalıt (miras) kavgasıydı Sovyetler Birli-
Ji'ndeki kargasa, kavga... Tıpkı bizdeki gi-
bi, "Devletin malı deniz, yeraeyen domuz"
ilkesinin peşinden herkes birbirinin gözü-
nü oyuyordu. Ne geçmişe saygdan vardı, ne
de bir değer yargısı dinliyorlardı artık. KüJ-
tür mültür de hak getireydi!...
Öyle ki, Nâzım Hikmet de bu ugranılan-
dan kurtulamamıştı sanki.
Sovyet Yazarlar Birliği, önümüzdeki yıl
kutlanacak 90. doğum günü törenlerini dfi-
zenlemesi için, eşi Vera lulyakova'nın baş-
kanlığında bir kurul da oluşturmustu söz-
de... Yine de Nâzım Hikmet hakkında ko-
nuşan her yetkili kişi, sanki özellikle vur-
guluyordu onun özlem şiirlerini, ask şiir-
lerini...
Eşi Tulyakova da önümüzdeki yü düzen-
lenecek törenlerde Nâzun'ın özelliİde huma-
nist yanının ön plana çıkanlmasını istiyor-
du. Sık sık, "Nâzım Hikmet, 20. yözyılın
en önemli humanist sairierinden biridir"
diyordu.
Şaşırmamak, hüzünJenmemek elde mi?
Galiba, Nâzım'ın Sovyetler Birliği'nde ka-
labilmesi için, onun komünistliğinin unu-
tulması gerekiyordu. "Desenize, dedim ken-
di kendime, şimdi bize kala kala ya Nâzım-
ın zaten komünisl olmadığım tanıtlamak
kalıyor ya da komünist olduğu için şimdi
de onu gizlice Türkiye'ye kaçırmak!.."
SABİT FiYAT GARANTİLİ
RÇELiK
FIRSATI
MULTIPL SKLEREZ (MS) DERNEĞİ
(MS) Özeilıkle gençlerde görulen ve sınir kılıflartnı
gelip gecıci etkıleyen bir hastahklır.
P.K. 134 S/RKECt İ44İ2 ISTASBLL destek ve yardımlanmz içi"
If Bnk. Şirkeci Şb. Hsp. ,Vo: İ0440 • 503 S22
Arçetik fırsatından
bir buzdolabı alabilmek için...
Vakit geçirmeden bir Arçelik Yetkili Satıcısına
gideceksiniz ve kaliteli Arçelik Buzdolaplarından istediğiniz
modeli seçeceksiniz. Hepsi bu kadar... Unutmayın: Arçelik'in
gerçek ve yaygın Servis Teşkilatı satıştan yıllar sonra bile
hizmetinizdedir.
30 JAtLASlI
im TAKASIİ
35, ı lirHAMU
4011 Tlf KAHU
an ı nK urtu
yjs r IKI KAHU
i7i T Itl lAtill
Ü5 r JÇ (AHİJ
co* uroutı TÂKSlrunı
ı.itamn
HtMtNTBÜM
Hf&ur t 4 utstT
mpnun
lusormkı
uncriA
nntuctf
uoooc
1X000
ueooo
40COCC
ixax
420 000
500000
520 000
IDRM
12X000
1250 000
l 700000
2000X0
2250X0
2)00 000
2500000
2600000
n
11
II
14
11
u
17
// UCINCK
HAiıiAM • njtmuz rtsuM
KS1HAT , 9 TtKStt
KHoa
IMMUri
T4imU£M
Z 125 000
-'30 000
<BSX0
Z2I5 0OC
~235XK
-220JOC
2Ö5 0OC
2*sm
TAMİtt
maı
lAtKH4
TMmHJUM
I25OOO
noooo
moco
2ı50O0
235 000
220X0
2İ5 00C
27İ0O0
KTU0
IİT4İ
1 250 000
IJOOÜOO
1150000
2 ,50000
235OOK
2200000
2i500OC
27KOOO
M/ri/K OMMt KOU TUĞI
m.açmu
nMMUZAövâos nsUM
HSlMAT , 13 T/UUtr
; ;
11
13
14
IJ
u
17
II
fttnur
UMAT*
1AMHMM
r
-ıjecco
-140X0
- usooc
1)5 000
175 000
ı«a»
115000
-150000
""* mu
rm&j
S417GJ4
mur
x x o • 300000
« 000 < 37S MC
} 35 0OC 1 900 000
155000 2200000
;/j ooc 1450000
m m 2 275 0O0
Itl 000 2750 000
2X000 1150X0
Bu tablo, 11 Mart 1991 tarihinde
başlayan, "Arçelik Fırsotı"
kampanyasının, Buzdolaplarıyla
ilgili bolumudur.
PENCERE
Atatürk Suçlu!..
Sağa sola bakıyorum, gazete, kitap, dergi okuyorum; A)
türk'e saldırı, taşlama, yergi, eleştıriden geçilmiyor; anlıy
rum ki Atatürk büyük suç işlemiş...
Niçin?
•
Çünkü dünya görüşünde, evrene bak/ş felsefesinde, id<
olojik içeriğinde'Aydınlanma'ytyeğlemiş Atatürk, 'Akılinam
tan, bilim dinden bağımsızdır' demiş. A benim canım Musfc
fa Kemal'im, uygariığın ışığına neden yüzünü dönersin? iran'
bak, Suudi Arabistan'a bak!.. Bırakaydın, bağnazlığın dipsi
kuyusunun bostan dolabında dönenseydik. En büyük SUÇL
nu 'Gerçek yol gösterici bilimdir' diyerek işledin.
Atatürk suçlu...
'Vatanın bağrına düşman dayamışsa hançerinP Gazi Paşi
görmezlikten geleydi; İngıliz Muhibbi' olaydı, 'Amerikan man
dacılığı'na sarılaydı; 'Ya istiklal ya ölüm' deyıp ortalığa atıla
rak pişmiş aşa neden soğuk su kattı?
Atatürk suçlu...
Osmanlı, Sevr Antlaşması'nı kuzu kuzu imzalamışken biz-
lere Konya Ovası yetmez miydi? Denizi zaten sevmeyiz, dağ-
ların gerisine çekilip bozkırda otururduk. Eloğlu vatanın mi-
narelerine çan takar, bizim cami yapt/rma dernekleri de Hay-
mana bölgesinde çalışmalarını yoğunlaştırırdı. Nemize ge-
rek istiklal Savaşı? Nemize gerek Izmir, Aydın, Edirne, Ça-
nakkale, İstanbul? Nemize gerek Lozan, a Mustafa Kemal
Paşa?
Atatürk suçlu...
Sevgili Mustafa Kemal. kadın hakiarı senin neyine? Bak,
şimdilerde genç kızımız başına türban dolarken sana da ve-
rip veriştiriyor. Yurttaşlık Yasası çıkardın, erkek karısını iki söz-
cükle boşayamıyor; ama kadın kara çarşafa girip sana bed-
dua ediyor. Hukuk devrimini neden yaptın Kemal'im?
Atatürk suçlu...
Çünkü cumhuriyeti ilan etti. Haydi padişah efendimize kıy-
dı, hilafete neden dokundu? Laik devletten daha büyük gü-
nah olur mu şu dar-ı dünyada Gazı Kemal'im?..
Atatürk suçlu...
Osmanlı'nın cengâverliğinden bizi soyutladı; 1923'ten bu-
güne 'yurtta barış, dünyada barış' diye yaşamak erkekliğimizi
öldürmedı mi? Biz korkak mıyız a Gazi Paşa? Savaşçılıktan
nasıl vazgeçeriz? Senin en büyük suçun barışçılık değil mi?
Atatürk suçlu...
1923'te cumhuriyet devletı kurulmuş, 'özel sermaye' yok-
muş, 'özel teşebbüs'ün gücü 'sıfırmtş' diye niçin devlet eliyle
banka ve fabrika kurarsın a Gazi Paşa? Oturup bekleseydin,
'bana ne' deseydin, endüstri atılımını başlatmasaydın. Şim-
di bak neler oluyor: Devletin kurduğu bankaları ve fabrikala-
n soğüşleyerek palazlanan ne kadar işadamı varsa devletçi-
liğe sövüyor; 21'inci yüzyıla 9 kala, yaşadığımız ekonomik bu-
nalımın kaynağını yarım yüzyıl öncesınde arıyor.
Atatürk suçlu...
Çünkü 1923'te kurulan cumhuriyete 1925'te başkaldıran
Şeyh Saife el sürmeyecekti; hilafetçi Said-i Nursi'yl başken-
te buyur edip devletin başına oturtacaktı. On bir yıl süren sa-
vaşlardan sonra temelini attığı devleti, ingiliz işbirlikçisi şeyh-
lere, aşiret reislerine, seyyitlere lokma lokma sunarak, par-
ça parça edecekti. A benim Mustafa Kemal Paşam, ayaklan-
malara karşı neden beyaz teslim bayrağını çekmedin de üst-
lerine yürüdün?
Atatürk suçlu...
Öyle bir cumhuriyet kurmuş ki, bir türlü yıkılmıyor, 21'inci
yüzyıla yakiaşıyoruz:, devleti Arnerika'ya teslim edemedik, par-
çalayamadık; bu yüzden Gazi'ye çok kızıyoruz, cumhuriye-
tin harcını sağlam karmış diye öfkeleniyoruz.
Atatürk suçlu...
Yetmiş yıl önce bağımsız bir cumhuriyet kurmuş, bize bı-
rakmış; yarım yüzyıldan beri laik cumhuriyeti çağdaş demok-
rasiye yaktşır birdûzeye getıremedik: bu yüzden öfkelendik-
çe yarım yüzyıl öncesine dönerek Atatürk'e veriştiriyoruz.
Atatürk suçlu...
Çünkü canım Mustafa Kemal, bizim adam olacağımızı san-
dı, biz cüdam olduk; başımızı dik tutacağımıza, Ortadoğu
1
da 'süperyabancı devlefm taşeronluğuna soyunduk; ıçimiz-
deki aşağılık duygusunu Atatürk'ü eleştirerek gidermeye ça-
balıyoruz.
•
Atatürk suçlu...
Ve kuşkusuz biz Cumhuriyetçiler de suçluyuz; oylesine suç-
luyuz ki, yüz bin satışlı gazetemiz, zamane iktidarını da ikti-
dar basınını da kendisine endeksledı.
TEŞEKKÜR
Aile büyüğümüz
HÜSEYİN AVNİ DORSATın
hastalığı sırasında kendisine gerekli ilgi ve bakımı
gösteren başta başhekim
Dr. OSMAN ÜÇER
ve
Dr. HALİL DEGER,
tüm Teşvikiye Sağlık Yurdu doktor ve personeline, aynca
kendisine büyük ihtimamla bakan NfHAL DANER ve de
GÜLSEN KEPOĞLU hemşirelere, a>nca merhumun
cenazesine katılan, çiçek gonderen ve>"a vakıflara bağışta
bulunan, telefon, telgrafla veya ziyarete gelerek acımızı
paylaşan ve kendilerine ayn ayrı teşekkür edemediğimiz
tüm dost, arkadaş ve yakmlanmıza teşekkür etmeyi bir
borç biliriz.
DORSAK SEVAND VE KAR4IVa AtLELERİ
TEŞEKKÜR
Sevgili babam
TAHÎR ZİNCÎRKIRAN'ın
cenaze torenine katılan, çelenk gonderen, hayır Jcunıralarma
bağışta bulunan ve başta
Cumhurbaşkanımız Sayın
TURGUT ÖZAL
olmak uzere, teJefon, telgraf ve mektupla acılarımızı
paylaşan devlet büyuklerimize, bakanlanmıza, silahlı
kuvvetlerimizin değerli komutanlanna, siyasal partilenmizin
lider ve temsılcılenne, vılayet, emniyet, trafik ve belediye
yoneticilerine, buvukelçilikler ve konsolosiuklara, TRT,
gazeteler \e tum basm kurumlarına bizı yalnız bırakmayan
değerJı dost, akraba, arkadaş ve yakmlanmıza saygı ile
teşekkür ederim.
NECATİ ZİNCİRKIRAN
BOORUM YAT Lİ, 'ANİNDA
KİRALIK DÜKK(
.AR
TEL: 34692 98 / 79 41