14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 12NÎSAN19 Gelip Gidiyor muyıız? MELİH CEVDET ANDAY Bize hani öldükten sonra ahrete gideceğimiz söylenir ya, doğrusu ahiret'tir (Arapça), deraek bu dünyaya dönüş yoktur, bir gittin mi tümden gidiyorsun. Oysa kimi mistikler (lat. mysticus; yun. mystikos, gizie ilgili anlamına) bu dunyaya boyuna gelip gittiğimize inanırlar. Bir anımsa- yan olmadığına göre değişerek getiyoruz anlaşı- lan. Mistikleri bir yana bırakırsak, ilk kez karşı- laştığımız bir görünüyü tanıdık bulma diye bir oJay da vardır ki, sarurım biitün insanların ba- şından geçmişîir. Düşündürücu, dahası korku- tucu bir şeydir bu, çoğu ozan değinmiştir. Ben de bu konuda bir iki şiir yazdım. Nerden açüdı bu konu? Gazetemizde Kurba- gaüdere'yi temizleme çalışmalannın yeniden baş- latıldığına ilişkin haberi okuyunca düşüncelere daJdım ve kirni anılanm canlandı da ondan. Ka- dıköylüyüm, ilk ve orta okulu taş mektepler'de okudum. O zamanlann Kurbağalıdere'si, iki ya- nında yalılar bulunan ve yazları sandal safalan yapılan gür bir dere idi. Sonra nedense suyu azal- dı bu derenin, yerini çamur deryası, balçık aldı. Insanlar gibi dereler de mi yaşlanıyor yoksa! Bu derenin yanındaki park da çocukluk anı- larım arasındadır. Ben o parkın kurulduğu gun- Ieri bilirim; evle okui arasındaki yo/um uzerinde idi. Bilmem bugün de çıkıyor mu, Euroclub adlı derginin 1987 yaz sayısına bu parkla ilgili bir anı- mı yazrnıştım. Okurumun bağışlamasını dileye- rek o yazımı buraya aktaracağım: "Rüyalar ve çocukluk anılan edebiyatçılann çok düşkün oldukları konulardır; ama Freud- un gelmiş olmasına karşın, rüyaJanmızın da, ço- cukluk anılarımızjn da uzantılanru ve etküerini gereğince bilmediğimizi söyleyebiliriz. Bülün so- run, bunlann bilinçaltımızdaki yerleri ve işlev- leri konusunda odaklarur; hangisinin ne zaman, nerede davranışlanmızın biçimlenmesinde ya da duygu dünyamjnn yeniden yapılanmasında et- ken olacağı önceden kestirilemez. Elbet kişiden kişiye değişir bu, rüyalan ve çocukluk anılarını yaşayan kişiler olduğu gibi, bunlara hem belle- ğinde, hem anlığjnda çokça yer vermeyen kişiler de vardır; edebiyatçılar bunlardan ilk kümede- kilere sanırım daha çok yaklaşırlar. Ama bir ede- biyat yapıtında rüyalann ve anılann oynadığı rol, diyebilirim ki, bunlara düşkün olup olmama ile açıklanabilecek kadar basit değildir. Anılar da rüyalar kadar bilinmezdirler diye- ceğim. öyle anılarım oldu ki, onlar için sadece anma, ansıma diyebüirim, biİinmedik bir anıyı ansıma. Şaşılacak bir şey! Bütün anılann böyle olduğunu söylemek ıstemiyorum, ama en önem- lilerinin bu türden olduğunu ileri süreceğim. Ne zaman, nerede geçtiğini bilmediğimiz bir daki- kanın, bir anın, uzun, belki de çok uzun bir sü- re sonra, bir anda yeniden yasanması. Önceki, gerçekten var mıydı, kesin bir şey söylenemez; yeryüzüne iki kez gelinmiş gibi bir duygu yara- tır insanda bu durum. Bütün ayrıntı öğeleriyle yeniden yasanan bir an. Bir şiirimde bu duru- mu şöyle anlatmıştım: 'Çok eskiden yaşadım bu anı ben' Dersiniz şaskınlık içinde, İlk girdigiz bir ev, bir merdiven, Birden güneş vuran pencere, Ve tam sırasında tiren düdüğü... tşle böyle gelmişti siz dünyada Oeğilken bir gün öğle üstu Bu renkJerle bu sesler biraraya. Yasamak anımsamak mıdır yoksa? Sanmam biz de bir sestik belki Birileri için yıllar önceki Şaşırtıcı karşılaşmada. Burada düşle anının açıklanamaz bir bireşkn içindeki birligini görüyor gibiyiz; öyle ki, ikisi bir- birine dönuşüyor ve bize bir yasantı sağhyor. Bu- nu daha iyi belirtmek için bir çocukluk anınu ya da düşümu anlatmak istiyorum. Çocukluğum Kadıkoy'de geçti, ükokulu ve or- ta okulu orada okuyup bitirdim. Mühurdar'da oturuyorduk ve ben Yoğurtçu'daki taş mektep- lere gidiyordum. Mühurdar'dan Yoğurtçu'daki parka iner, o vakit tahta olan köpruyu geçer ve Fenerbahçe Stadı yanındaki okuluma varırdım. Dönüşüm de ayn; yoldan olurdu. Bir gün hiç unutmuyorum, ikindi vakti oku- lumdan dönüşümde yalnızdım, parka girdim, bir şey beni tuttu orada. Dereye ve gökyüzüne bak- tım. Gökyuzunün ve derenin rengi hiç görmedi- ğim gibiydi, beni şaşırtmıstı. Kızıla çaian bir renkti bu ve daha garibi, ağaçların ustünde o gü- ne değin hiç görmediğim bir aydınlık vardı. Dün- ya baska bir dünya idi sanki, ben başka bir dün- yada yaşıyordum. Bir tansıkla karşı karşıya bu- lunduğum duygusuna kapılmıştım. Yürüyemi- yordum, sadece bakıyordum, ruhum hayranlık- Ia dolmuştu ve mutlu idim. Bu anın ne kadar sür- düğünu bilmiyorum. Ama çok sürmemiştir sa- nırım, yağmurdan sonraki guneş gibi, gökle yer- yüzünun birleşmesi gibi, bir rüya ile bir anının yanyana gelmesi gibi, sann gibi, vahiy gibi bir şeydi bu. Hiç unutmamışımdır. Bu olay geçtiğinde on üç yaşmdaydım. Ne ol- duğunu iyi anlamadığım için kimseye sözunü et- memiştim. Böylece yıllar geçti. Ailece Ankara'ya göç et- tik, orada liseyi okudum, şiirler yazmağa başla- dım. 195I'den 1961'e kadar üzerinde uğraştığım uzun şiirim 'Kollan Bağlı Odysseus'u yazarken, bir gün, yukarda anlattığım, parktaki olay gözü- mun önüne geliverdi birden. Şiirin yazmakta ol- duğum bölümü, çocukluktan ç'kış dönemini içe- riyordu. Şoyle bir kıta eklemekten kendimi ala- madım: Unutamam o güz ikindisini Her yanda alı al bir mufluJuk Terli bir at gibi gülümseyiverdi Düşle gerçek arası dörtnala Bir koşudan sanki çoğala çoğala Gelip yitivermişti çarcabuk Beyaz kulelerle bayraklar ortasında. Düşler olsun, anılar olsun ya da anı üe duş ka- rışığı bu tur olaylar bir ozanın, genellikle bir sa- natçının çalışmasında ne zaman, nasıl kendini gösteriverir, bilinmez. Belki bizim 'esin' dediği- miz budur, dışardan, yukardan değil de, kendi- mizden, içimizden seslenir, gorunür bize. Pey- gamberlere gelen vahiy de öyle midir dersiniz? Anlığın algılama doğasında ani bir değişiklik! Buna doğanın bir gizini eklemekte de yarar var sanınm. Doğa bir gun bize her zamankinden baş- ka türlu görunebilir ve bizim aklımızı allak bul- lak eder. Neden olmasın! Yoksa şiir ve genel ola- rak sanat bizde başka bir doğa izlenimini nasıl uyandırabilirdi! Rüyalanmıza, düşlerimize boş verip geçmeyelim, onlar da bu bildiğimiz doğa- nın karmaşıklığı içinde oluşmuyor mu?" ARADABIR HÜSNÜA.GÖKSEL Yağdanlık Cumhuriyeti! Terörle Mücadele Yasa Taslağı' cumhurbaşkanına haka- ret edenlerin 'terör suçlusu' olarak Devlet Güvenlik Mahke- melerinde yargılanmalannı öngörüyormuş. Milli Güvenlik Ku- rulu Genel Sekreteri Orgeneral Nezihi Çakar'ın hazırladığı bu taslak yasalaşırsa, bu suçu işleyenlere dörtbuçuk yıl ha- pis cezası yanında 2-5 milyon lira ağır para cezası da verile- cekmiş. Allafı Allah! Ben de cumhurbaşkanına hakaret etmeyive- ririm, nolmuş yani? Evren'in sırtımıza yapıştırdığı Vatan haini' yaftası üzerine, bu yaşımdan sonra, bir de 'terörist' damga- sı yurdurmaya hiç niyetim yok. İkinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde bir fıkra anlatılır- dı. Roosevelt ölünce, yardımcısı Truman ABD cumhurbaş- kanı olmuştu. Stalin de Sovyetler Birliği diktatörü idi o za- manlar. Sovyet orduları doğudan, müttefik kuvvetler batıdan ilerleyerek mağrur nazi ordulannı yok etmiş, Almanya'nın or- tasında buluşmuşlardı. Amerikalı Coni ile Rus eri Ivan kan- tinde ortak utkuları için kadeh kaldırıyorlarmış. Dostluk iler- leyınce Ivan sormuş: "Coni, şu sizin demokrasi dediğiniz şey nedir? Bana bir anlatıversene." "Bak İvan" demiş Coni, "Demokrasi öyle kolay kolay an- latılamaz, yaşanır o. Ama ben sana bir örnekle fikir verme- ğe çalışayım. Örneğin herhangi bir nedenle kafam bozulun- ca ben Truman'a söverim." "Allah Allah!" demiş İvan, "nolmuş yani?.. Kafam bozu- lunca ben de Truman'a sövüyorum!" İvan gibi ben de gerek duyarsam Başkan Bush'a sataşı- rım. Zaten kızıp duruyorum o adama. Duyduğuma göre kar- şısındakini saf - yani temiz - bulursa türlü vaatlerle kandırıp, arkasından da alay ediyormuş. Sevmem ben böyfe adamla- rı. Bu suçlarla ilgili yargılamaların Devlet Güvenlik Mahkeme- lerinde görülmesine de pek aklım yatmadı. Cumhurbaşka- nına ağız bozmak ya da bozmamak oiayı ile devletin güven- liğıni pek bağdaştıramadım. Eğer devletin 'güvenliği' rakıya zam geldi diye meyhanede ağzını bozan akşamcının, ekra- nın gedikli görüntüsüne gözü ilişince hedef şaşırması ile sar- sılacaksa, vah o devletin 'güvenliği'ne!., Bu arada, bilmiyorum, ağız bozuilan kişinin adının başı- na, pariamento nezaketine uyarak 'Sayın' sıfatının getirilmesi 'hafifleticı neden' sayılır mı? Bence yasa buna da açıklık ge- tirmelidir. Sayın deyince usuma geldi: Bir sayın milletvekilı, parlamen- tonun Çankaya'da oturan Sayın kişinin emrine girmiş oldu- ğunu neden göstererek 'milletvekilliğimden utanıyorum" de- miş. Geç kalmış bence. Bir şeyi geç anlamak hiç anlama- maktan iyidır elbet. Ama, ben hanidir utanıp duruyorum. Yüz- de 20 oyla Çankaya'ya çıkıldığı zaman da utanmıştım. "Alı- şırlar, alışırlar" küçümsemesine alışıldığı zaman da utanmış- tım. "Milletvekilı olmak için o kadar masraf ettiler. Bu masrafı çıkarmadan bir yere gidemezler" dediği zaman da utanmış- tım. Ulusun yüzde 80'inin olurunu almış olan sayın muhale- fet, bu ağır küçültülmeyi sineye çektiği ve pariamento yetki- leri tek adama devredilirken çekilebilme erdemini göstere- mediğı zaman da utanmıştım. "Yazlık, kışlık kooperatiflere gir- diler, borçlarını ödemeden milletvekilliğinden ayrılamazlar" dendiği zaman da utanmıştım. Milletvekili ödenek ve yolluk- larının arttırılması gündeme gelince 'milli birlik ve beraber- lik ruhu' içinde, sayın iktidar ile sayın muhalefet sarmaşdo- laş olduğu zaman da utanmıştım. Devletlerarası saygı kural- ları uyannca Anıtkabrı ziyaret etmesi gereken bir İran devlet adamının, bu kuralı çiğneme aldırmazlığını, sayın devletlile- rimız içlerıne sindirdiği zaman da utanmıştım. Türkiye Cum- huriyeti'nin dış politikasının, cumhuriyetin Başbakanı ve cum- huriyetin dısişleri bakanından habersiz yürütüldüğü zaman da utanmıştım. ABD Başkan ve Dısişleri Bakanı ile yapılan toplantı sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Dısişleri Bakanı'nın, odacı gibi, kapının dış/ndaki sandalyede oturduğunu duydu- ğum zaman da utanmıştım. Hükümete Körfez savaşına gir- me yetkisi vermeyen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, azarı yiyince, bir hafta sonra yetkiyı verdıği zaman da utanmış- tım. Aile sorunlannm televizyona döküldüğü ve bu aile içi so- runlar yüzünden 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin kosko- ca 'Milli Savunma Bakanı', üç gün önce kendisine destek olan "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı' tarafından azledildiği za- man da utanmıştım. Aile adının borsa oyunlarına, özel tele- vizyon ve uçak şirketleri dedikodularına karıştığı zaman da utanmıştım. Türkiye Cumhuriyeti bakanlarının istifa dilekçe- lerinin Çankaya'nın cebinde bulunduğu laflan çıktığı zaman da utanmıştım. 'Kanun hükmünde karamameler1 ile Türki- ye Büyük Millet Meclisi'nin yasama erki el değiştirdiği zaman da utanmıştım. "Saddam iyi ki Türkiye'ye saldırmadı, iki gün- de işimizi bitirirdi" dendiği zaman da utanmıştım. Çankaya1 daki sayın kişi, "Amerikan uçakları İncirlik'ten talim uçuşu için havalanmışlardı, bizden habersiz gidip Irak'ı bombalamışlar" dediği zaman da utanmıştım. Türk evlatla- rının kanı ve canı, bir koy üç al, bir koy yirmi al hesapları ile kumar masasına sürülmek istendiği zaman da utanmıştım. ABD Başkanı'ndan "Seçim masraflarını karşılamak için" bir milyar dolar istendiği zaman da utanmıştım. Gazetelerde, 'Sa- yın mılletvekılleri'nin, iki büklüm olup, iki elleri içinealdıklan eli öperken çekilen fotoğraflarını gördüğüm zaman da utan- mıştım. Bu utançlar içinde, pusulasız sürüklenip giden geminin sancak direğine bakınca, Başkan Bush'a neler söyleyebile- ceklerimı içimden geçiriyor ve İstiklal Marşımız'ın dizelerini mınldanıyorum: "Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl" Doksanıncı Yaşuıda mkmet DEMIRTAŞ CEYHUN Nâzım Hikmet, önümüzdeki yıl, 1992'de, 90 ya^ına basıyor. Mart ayının başında, biz de Islanbul'dan bir grup arkadaş, 90. doğum günü tören- lerinin Ûkelerini görüşmek üzere Sovyet Ya- zarlar Birliği'nin çagnbsı olarak Moskova'- ya gittik. Moskova'ya son olarak 1987'de, Gorba- çov'un ünlü "glasnost" ve "perestroyka" Ukelerini yeni açıkladığı günlerde gitmiştim. Etemek topu topu 4 yıl olmuş. Ama, ola- naksız, 4 yıl gibi bunca kısa bir süre içinde bir toplum böylesine korkunç bir değişime uğramış olsun, kolay kolay inamlamaz. Ha- ni, gözlerimle gönnemiş olsam... Nerde o, pınl pınJ temiz, belki biraz asık surath, ama alabildiğine düzenü Moskova? Sokakiar çerden, çöpten, sigara izmaritinden, tük- rükten, pislikten, bir de uzun kuymklardan ve "özel girişimci" (!) aylak delikanlılar- dan geçilmiyor bugün... Ülke, tam anlamıyla arapsaçına dönmüş. örneğin, halen bütün fabriİcaJar, bütün kolhozlar çalışıyor, mal üretiyor, ama or- tada hiçbir mal yok. Rus votkası bile Rusa karneyle... Üstelik, adam başına ayda an- cak bir litre verilen o votkayı alabürnek için de yanınızda litrelik bir boş votka şişesi gö- türmek zorundasınız. Çok şey karneye bağ- lanmış. Karneye bağlanmamış olanlar da mağaialarda değil, mağazaJarın girişlerin- de kurulmuş serbest pazariarda, mağazayı yöneten mafyanın uzantısı oldukları söyle- rülen özel girişimci aylak delikanlılarca sa- tılıyor. Etoğal olarak, satış fiyatınm birkaç katına... Galiba bu özel girişimcilerin giremedik- leri yer de yok ülkede. öyle ki, Moskova Belediyesi'nin hemen önündeki ünlü bir lo- kantada onurumuza yemek verilen özel bir salona bile, tam karşılıklı konuşmalar ya- pıürken bu girişimciJerden iki delikanlı pat- tadak dalıverdi ve bizlere havyar, votka sat- maya kalkıştı, kimse yerinden bile kıpırda- madı. Sanki gizli bir dokunuimaziıkları da var bu özel girişimcilerin (!) Bir ayncalık- ları ya da bir koruyucuları var... İlginçtir, bu kısa süre içinde, Moskova- da, mağazalann girişlerindeki, UnlU Arbat sokağındaki aylak özel girişimciler de bin- lerce türememis sadece Aylak politikaaiar- dan da geçilmiyor sokakiar. Nerdeyse gün yirmi dört saat, ya bir ünlü bulvarda ya bir alanda ya da ünlü bir binanın önünde mut- laka ya bir yurüyüş ya bir protesto gösteri- si ya da bir toplantı var. (Hatta çoğu kez bunlardan birkaçı birden...) kimi, ver yan- sın Marks'a, Engels'e, Lenin'e, Stalin'e ve Komünist Partisi'ne giydiriyor, ağzına ge- leni söylüyor; kimi de bu özel girişimci ko- operatirlere, maf.va'lara takmış, verip veriş- tiriyor. Kimi Gorbaçov'a sö\oiyor ağzını dol- dura doldura, kimi Yeltsin'e.. Her kafadan bir ses çıkıyor, ama kimsenin de kimseyi dinJediği yok. Üstelik, Yeltsinci niçin Yelt- sinci ya da Gorbaçovcu niçin hâlâ Gorba- çov'u tutuyor, kendilerinin bile bildikleri kuşkulu... Hele hele... Nice ünlü yazar, çizer, düşü- nür, sanatçı da bu kör fırtınanın gazabına uğrayıp, savrulup gitmemiş ki... Gerçekten, kolay kolay inanılacak gibi değil... örneğin, koca Gorki'ler, Şolohoriar, Ehrenburg'lar, Mayakovski'Ier, daha daha niceleri, kimi salt Komünist Partisi'nin de üyesi olduğu için, kimileri ise bir zamanlar bu Komünist Partisi'nce alkışlandığı, onurlandınldığı, ödUllendirildiği için bir çırpıda lukaka edil- mişler, sanki yazardan bile sayılmıyorlar şimdi. Kısacası, Sovyetler BirliğTnde bugün ne yapılıyorsa, sözüm ona her şey özgürlük ve demokrasi için!... Herkesin ağzında bir öz- gürlük ve demokrasi lafıdır gidiyot.. Kara- borsacılara, özgürlük ve demokrasi uğruna kimse dokunamıyor! Aylak gençler, Arbat sokağında özgurluk ve demokrasi adına sa- bahtan akşama titreşip duruyorlar. Sokak- iar özgürlük ve demokrasi adına çerden çöpten geçilmiyor... Bunca gürültü patırtı, bunca özveri, bun- ca sıkmtı, gösteri yürüyüşü, protesto top- lantıları, miting, sanki gerçekten de bir ka- lıtın (mirasın) paylaşılması kavgası mıydı ne? Gezi sırasında tamştığımız bir bilim ada- mı da bu kuşkulara dikkati çekiyordu. "Sovyetler Birligi'ndeki hiçbir cumhuriyette benüz daha sınıfsal nitelildi bir parti kurulmamıştır" diyordu. "KuraJaniar da >a bir etnik gruba dayalı, uluscu partidir ya da belirli bir hizip partisi. tlke filan açıkladık- ları yok. Bütün bu partilerin amaçlan da oedir, bilijor musunuz? Bir aJavere dalave- reyle si>nsal erki ele geçirmek ve bir siyasal kararla oidubittiye getirip üretirn araçlan- run mülkiyetine el koymak! Fabrikalan, tar- lalan bölüşmek. Çünku. Komünist Partisi- nin bugün hiçbir yetki ve yetkesi kalmadı- gı için, üretim araçlan sanki sahjpsizmiş sa- nılıyor. Oysa, halkımız da artık bu gerçe- ğin farkına yavaş )avas vannaya başladı. Malını yağma ettirmez." Parti'nin bugünkü duruma düşmesi ko- nusunda da "Kurallar belki görece denge- ler sağlıyorlar, ama o görece dengeleri sag- larken de asıi ögelerin içindeki enerjileri yok ediyorlar" diyordu. Bu sayın bilim adamı- na göre, katı kurallar partiyi de iç enerji- sinden yalıtmış, dondurmuştu. Gorbaçov döneminde partiyi yeniden iç enerjisine ka- vuşturacak yenileştirmeler yerine; partinin toptan yönetim dışı bırakılması da böyle bir karmaşanın ve yetke boşluğunun doğması- na yol açmıştı. Gerçekten de göründüğü kadanyla tam bir kalıt (miras) kavgasıydı Sovyetler Birli- Ji'ndeki kargasa, kavga... Tıpkı bizdeki gi- bi, "Devletin malı deniz, yeraeyen domuz" ilkesinin peşinden herkes birbirinin gözü- nü oyuyordu. Ne geçmişe saygdan vardı, ne de bir değer yargısı dinliyorlardı artık. KüJ- tür mültür de hak getireydi!... Öyle ki, Nâzım Hikmet de bu ugranılan- dan kurtulamamıştı sanki. Sovyet Yazarlar Birliği, önümüzdeki yıl kutlanacak 90. doğum günü törenlerini dfi- zenlemesi için, eşi Vera lulyakova'nın baş- kanlığında bir kurul da oluşturmustu söz- de... Yine de Nâzım Hikmet hakkında ko- nuşan her yetkili kişi, sanki özellikle vur- guluyordu onun özlem şiirlerini, ask şiir- lerini... Eşi Tulyakova da önümüzdeki yü düzen- lenecek törenlerde Nâzun'ın özelliİde huma- nist yanının ön plana çıkanlmasını istiyor- du. Sık sık, "Nâzım Hikmet, 20. yözyılın en önemli humanist sairierinden biridir" diyordu. Şaşırmamak, hüzünJenmemek elde mi? Galiba, Nâzım'ın Sovyetler Birliği'nde ka- labilmesi için, onun komünistliğinin unu- tulması gerekiyordu. "Desenize, dedim ken- di kendime, şimdi bize kala kala ya Nâzım- ın zaten komünisl olmadığım tanıtlamak kalıyor ya da komünist olduğu için şimdi de onu gizlice Türkiye'ye kaçırmak!.." SABİT FiYAT GARANTİLİ RÇELiK FIRSATI MULTIPL SKLEREZ (MS) DERNEĞİ (MS) Özeilıkle gençlerde görulen ve sınir kılıflartnı gelip gecıci etkıleyen bir hastahklır. P.K. 134 S/RKECt İ44İ2 ISTASBLL destek ve yardımlanmz içi" If Bnk. Şirkeci Şb. Hsp. ,Vo: İ0440 • 503 S22 Arçetik fırsatından bir buzdolabı alabilmek için... Vakit geçirmeden bir Arçelik Yetkili Satıcısına gideceksiniz ve kaliteli Arçelik Buzdolaplarından istediğiniz modeli seçeceksiniz. Hepsi bu kadar... Unutmayın: Arçelik'in gerçek ve yaygın Servis Teşkilatı satıştan yıllar sonra bile hizmetinizdedir. 30 JAtLASlI im TAKASIİ 35, ı lirHAMU 4011 Tlf KAHU an ı nK urtu yjs r IKI KAHU i7i T Itl lAtill Ü5 r JÇ (AHİJ co* uroutı TÂKSlrunı ı.itamn HtMtNTBÜM Hf&ur t 4 utstT mpnun lusormkı uncriA nntuctf uoooc 1X000 ueooo 40COCC ixax 420 000 500000 520 000 IDRM 12X000 1250 000 l 700000 2000X0 2250X0 2)00 000 2500000 2600000 n 11 II 14 11 u 17 // UCINCK HAiıiAM • njtmuz rtsuM KS1HAT , 9 TtKStt KHoa IMMUri T4imU£M Z 125 000 -'30 000 <BSX0 Z2I5 0OC ~235XK -220JOC 2Ö5 0OC 2*sm TAMİtt maı lAtKH4 TMmHJUM I25OOO noooo moco 2ı50O0 235 000 220X0 2İ5 00C 27İ0O0 KTU0 IİT4İ 1 250 000 IJOOÜOO 1150000 2 ,50000 235OOK 2200000 2i500OC 27KOOO M/ri/K OMMt KOU TUĞI m.açmu nMMUZAövâos nsUM HSlMAT , 13 T/UUtr ; ; 11 13 14 IJ u 17 II fttnur UMAT* 1AMHMM r -ıjecco -140X0 - usooc 1)5 000 175 000 ı«a» 115000 -150000 ""* mu rm&j S417GJ4 mur x x o • 300000 « 000 < 37S MC } 35 0OC 1 900 000 155000 2200000 ;/j ooc 1450000 m m 2 275 0O0 Itl 000 2750 000 2X000 1150X0 Bu tablo, 11 Mart 1991 tarihinde başlayan, "Arçelik Fırsotı" kampanyasının, Buzdolaplarıyla ilgili bolumudur. PENCERE Atatürk Suçlu!.. Sağa sola bakıyorum, gazete, kitap, dergi okuyorum; A) türk'e saldırı, taşlama, yergi, eleştıriden geçilmiyor; anlıy rum ki Atatürk büyük suç işlemiş... Niçin? • Çünkü dünya görüşünde, evrene bak/ş felsefesinde, id< olojik içeriğinde'Aydınlanma'ytyeğlemiş Atatürk, 'Akılinam tan, bilim dinden bağımsızdır' demiş. A benim canım Musfc fa Kemal'im, uygariığın ışığına neden yüzünü dönersin? iran' bak, Suudi Arabistan'a bak!.. Bırakaydın, bağnazlığın dipsi kuyusunun bostan dolabında dönenseydik. En büyük SUÇL nu 'Gerçek yol gösterici bilimdir' diyerek işledin. Atatürk suçlu... 'Vatanın bağrına düşman dayamışsa hançerinP Gazi Paşi görmezlikten geleydi; İngıliz Muhibbi' olaydı, 'Amerikan man dacılığı'na sarılaydı; 'Ya istiklal ya ölüm' deyıp ortalığa atıla rak pişmiş aşa neden soğuk su kattı? Atatürk suçlu... Osmanlı, Sevr Antlaşması'nı kuzu kuzu imzalamışken biz- lere Konya Ovası yetmez miydi? Denizi zaten sevmeyiz, dağ- ların gerisine çekilip bozkırda otururduk. Eloğlu vatanın mi- narelerine çan takar, bizim cami yapt/rma dernekleri de Hay- mana bölgesinde çalışmalarını yoğunlaştırırdı. Nemize ge- rek istiklal Savaşı? Nemize gerek Izmir, Aydın, Edirne, Ça- nakkale, İstanbul? Nemize gerek Lozan, a Mustafa Kemal Paşa? Atatürk suçlu... Sevgili Mustafa Kemal. kadın hakiarı senin neyine? Bak, şimdilerde genç kızımız başına türban dolarken sana da ve- rip veriştiriyor. Yurttaşlık Yasası çıkardın, erkek karısını iki söz- cükle boşayamıyor; ama kadın kara çarşafa girip sana bed- dua ediyor. Hukuk devrimini neden yaptın Kemal'im? Atatürk suçlu... Çünkü cumhuriyeti ilan etti. Haydi padişah efendimize kıy- dı, hilafete neden dokundu? Laik devletten daha büyük gü- nah olur mu şu dar-ı dünyada Gazı Kemal'im?.. Atatürk suçlu... Osmanlı'nın cengâverliğinden bizi soyutladı; 1923'ten bu- güne 'yurtta barış, dünyada barış' diye yaşamak erkekliğimizi öldürmedı mi? Biz korkak mıyız a Gazi Paşa? Savaşçılıktan nasıl vazgeçeriz? Senin en büyük suçun barışçılık değil mi? Atatürk suçlu... 1923'te cumhuriyet devletı kurulmuş, 'özel sermaye' yok- muş, 'özel teşebbüs'ün gücü 'sıfırmtş' diye niçin devlet eliyle banka ve fabrika kurarsın a Gazi Paşa? Oturup bekleseydin, 'bana ne' deseydin, endüstri atılımını başlatmasaydın. Şim- di bak neler oluyor: Devletin kurduğu bankaları ve fabrikala- n soğüşleyerek palazlanan ne kadar işadamı varsa devletçi- liğe sövüyor; 21'inci yüzyıla 9 kala, yaşadığımız ekonomik bu- nalımın kaynağını yarım yüzyıl öncesınde arıyor. Atatürk suçlu... Çünkü 1923'te kurulan cumhuriyete 1925'te başkaldıran Şeyh Saife el sürmeyecekti; hilafetçi Said-i Nursi'yl başken- te buyur edip devletin başına oturtacaktı. On bir yıl süren sa- vaşlardan sonra temelini attığı devleti, ingiliz işbirlikçisi şeyh- lere, aşiret reislerine, seyyitlere lokma lokma sunarak, par- ça parça edecekti. A benim Mustafa Kemal Paşam, ayaklan- malara karşı neden beyaz teslim bayrağını çekmedin de üst- lerine yürüdün? Atatürk suçlu... Öyle bir cumhuriyet kurmuş ki, bir türlü yıkılmıyor, 21'inci yüzyıla yakiaşıyoruz:, devleti Arnerika'ya teslim edemedik, par- çalayamadık; bu yüzden Gazi'ye çok kızıyoruz, cumhuriye- tin harcını sağlam karmış diye öfkeleniyoruz. Atatürk suçlu... Yetmiş yıl önce bağımsız bir cumhuriyet kurmuş, bize bı- rakmış; yarım yüzyıldan beri laik cumhuriyeti çağdaş demok- rasiye yaktşır birdûzeye getıremedik: bu yüzden öfkelendik- çe yarım yüzyıl öncesine dönerek Atatürk'e veriştiriyoruz. Atatürk suçlu... Çünkü canım Mustafa Kemal, bizim adam olacağımızı san- dı, biz cüdam olduk; başımızı dik tutacağımıza, Ortadoğu 1 da 'süperyabancı devlefm taşeronluğuna soyunduk; ıçimiz- deki aşağılık duygusunu Atatürk'ü eleştirerek gidermeye ça- balıyoruz. • Atatürk suçlu... Ve kuşkusuz biz Cumhuriyetçiler de suçluyuz; oylesine suç- luyuz ki, yüz bin satışlı gazetemiz, zamane iktidarını da ikti- dar basınını da kendisine endeksledı. TEŞEKKÜR Aile büyüğümüz HÜSEYİN AVNİ DORSATın hastalığı sırasında kendisine gerekli ilgi ve bakımı gösteren başta başhekim Dr. OSMAN ÜÇER ve Dr. HALİL DEGER, tüm Teşvikiye Sağlık Yurdu doktor ve personeline, aynca kendisine büyük ihtimamla bakan NfHAL DANER ve de GÜLSEN KEPOĞLU hemşirelere, a>nca merhumun cenazesine katılan, çiçek gonderen ve>"a vakıflara bağışta bulunan, telefon, telgrafla veya ziyarete gelerek acımızı paylaşan ve kendilerine ayn ayrı teşekkür edemediğimiz tüm dost, arkadaş ve yakmlanmıza teşekkür etmeyi bir borç biliriz. DORSAK SEVAND VE KAR4IVa AtLELERİ TEŞEKKÜR Sevgili babam TAHÎR ZİNCÎRKIRAN'ın cenaze torenine katılan, çelenk gonderen, hayır Jcunıralarma bağışta bulunan ve başta Cumhurbaşkanımız Sayın TURGUT ÖZAL olmak uzere, teJefon, telgraf ve mektupla acılarımızı paylaşan devlet büyuklerimize, bakanlanmıza, silahlı kuvvetlerimizin değerli komutanlanna, siyasal partilenmizin lider ve temsılcılenne, vılayet, emniyet, trafik ve belediye yoneticilerine, buvukelçilikler ve konsolosiuklara, TRT, gazeteler \e tum basm kurumlarına bizı yalnız bırakmayan değerJı dost, akraba, arkadaş ve yakmlanmıza saygı ile teşekkür ederim. NECATİ ZİNCİRKIRAN BOORUM YAT Lİ, 'ANİNDA KİRALIK DÜKK( .AR TEL: 34692 98 / 79 41
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle