10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 24 ŞUBAT 1991 Ilırsın Bu Kertesi HIFZI VELDET VELİDEDEOGLU Sayın Cumhurbaşkanı dış çevrelere şu yol- da bir mesaj vermiş: "Türkleştirme tarihsel görevini yaptı, Kemalizm miyadını doldurdu. Bölgesel kültürlerin daha geniş bir sosyo- kültürel etklnlik içinde olmasına imkân vere- biliriz." Başta Uğur Mumcu ve Ali Sirmen olmak ûzere tanınmış yazarlar bu mesajı türlü yön- lerden inceleyip eleştirdi. Ben bir başka açı- dan ele almak istiyorum. Bu mesaj Kürtçe ko- nuşma yasağı hakkındaki 12 Eylül dönemi ya- sasının kaldınlması dolayısıyla verilmiş ola- cak. Buna gerekçe olarak Sayın özal "Kema- Hzm miyadını doldurdu" demiş. Biliyorsunuz, "miat" bir şeyin kullanma ya da uygulanma- sı için konulmuş olan sürenin bitme noktası demektir. Kemalizmin süresi bittiyse şimdiki dönem Evrenizm ya da onun uzantısı olan ve anayasayı hiçe sayan özalizm dönemi midir? Sayın Türgut özal, Kemalist devrim sürecinin artık sona erdiğini mi vurgulamak istiyor? Sanmam, çünkü bu devrimin ülkemizde çok güçlü olarak yaşadığım Sayın özal'ın herkes- ten iyi bilmesi gerekir. Atatürk'ü defterden sil- mek onun haddi değildir. Hırsın ve büyüklen- menin bu kertesi, bilinmelidir ki insanın altı- nı üstüne getirir. O halde niçin böyle konuş- muş. Herhalde, yukanda belirttiğim gibi Kürt- çe konuşma yasağımn kaldınlmasına yalnız- ca bir gerekçe olarak bu görüşü ileri sürmüş- tür. Eğer öyleyse bu da yanlış. Kendisi Kemalizmin ne demek olduğunu, böyle dar anlamlarda kullarulamayacağını bilmeliydi. Gerçi Kemalizm, 1789 Fransız ve 1917 Mark- sist devrimleri gibi sosyal ve ekonomik bakım- dan evrensellik niteliği taşımıyor. Ama birçok aydının gözden kaçırdığı bir nokta var. O da Kemalizmin, laiklik açısından, tslam dünvası için evrensel nitelik taşıdığıdır. Çünkü lslam dünyası, ancak laiklik ilkesini kabul ettikten sonra ümmetçilikten milliyetçiliğe ve 1789 Fransız Devrimi'nin getirdiği demokrasi ve öz- gürlük aşamasma geçebilir. Çok eski yazıla- nmdan beri hep yinelerim: Tek harfinin da- hası noktasımn bile değişmez olarak kabul edildiği şeriat hukukunun kaldınlıp yerine za- manın gereksinimlerine göre değişen akıla hu- kukun yürürlüğe konması bir din reformudur ve aydınlanma çağına geçiştir. Bunu kimse yadsıyamaz. Kemalizmin bu yönünü bilme- yenler ya da yadsıyanlar ona bir miat koyabi- lirler. Bu, düpedüz yanılgı ve kişisel bir görüş- tûr. Ne yazık ki bu sakat görüş, laik Türki- ye'nin Cumhurbaşkam'nın ağzından çıkmış- tır. Bu söz, Kürtçe konuşma yasağımn kaldınl- masına bir gerekçe olarak da gösterilemez. Çünkü gerekçe açık seçik ortadadır, o da In- san Haklan Evrensel Bildirgesi'nin ilkeleridir. Sürekli okurlarım anımsarlar ki biz Kürt so- rununu hep bu açıdan ele almışızdır. Çünkü Bagımsızlık Savaşı'nın bütün Anadolu halkın- ca gösterilen çabayla kazanıldığına tanık ol- muştuk. Bu nedenle bölücülüğe hep karşı çık- tık. 12 Eylül döneminde Kürtçe konuşma ya- sağımn konulması sakat bir işti, bunun Kema- lizm ile hiçbir ilgisi yoktu. O halde Sayın özal'a, "Bu işe Kemalizmi hangi amaçla kanşünyorsun" diye sorasım geliyor. * • • özal, bütün devlet ve parti işlerine, özel sek- tör ve kamu sektörü kesimlerinin işleyiş ve gi- dişine, aynntılara vanncaya dek karışmak is- tiyor. Üniversitelere de öyle. TV ekramnda gö- rünmek için tıpkı eski Cumhurbaşkanı gibi, meydan konuşmaları yapıyor, temel atma ya da açılış törenlerine katılıp ilk harcı koyuyor, kurdele kesiyor. Böylece, bana göre kendisi- ni daha da .^ ~wor. Türk halkı ağırbaşlılığı sever. özal ise anayasayı, ondaki tarafsızlık il- kesini hiçe saydığı gibi, devlet ciddiyetini de hiçe sayıyor. Onun için bir tek amaç var; o da ne yapıp edip anayasayla bile oynayarak bir dönem daha cumhurbaşkanı olmak. Bu müm- kün olmazsa ANAP'ı iktidarda tutmak. Şu satırlann kaleme alındığı günlerde yo- ğun olarak Sayın Semra Özal'ın ANAP Istan- bul İl Başkanhğı için küçük politikacılar gibi kulis hatta baskı yapıyor. Dahası, bunu iste- meyen bakanlan, gazeteciler ve -TV ekrahı aracıhğıyla- kamuoyu karşısında eleştiriyor. Doğrusunu isterseniz o bakanları ben de eleş- tiriyor ve kendilerine şöyle demek istiyorum: Savın özal. anavasa sınırlan dısına cıktıfiı ve sanki başbakanmış gibi davrandığı, her işe karıştığı zaman onun karşısına çıkmadımz da şimdi eşinin il başkanhğı gibi parti içi ve ikincil bir sorunda ona muhalefet ediyorsunuz. Ne- den? Nedenini söyleyeyim: Sizler de devlet iş- lerinde ilke adamı değilsiniz de ondan. Büyük politika degil, küçük politika yapıyorsunuz da ondan.. Bayan Özal'ın il başkanı seçilmesine karşı olduğum sanılmasın. İnancım şu ki bu işi Ba- yan Özal'ın kendisi tek başına daha iyi başa- rır ve sorun hiçbir baskı olmaksızın demok- ratik yollardan çözüme bağlanır. Oysa Cumhurbaşkam'nın, kendi eşinin se- çilmesi için ağırlığını koyması, parti içi de- mokrasiyi kökünden zedeler. Cumhurbaşka- m'nın görevi hem parti içi hem partiler arası demokratik ilişkileri dengeli ve yansız biçim- de yüriitmektir. Özal ise "Ben yansız olamam, ANAP'hyım" diyor da başka bir şey demiyor; ayrıntılarla uğraşıyor. Başta enflasyon olmak üzere ülkemizin bü- yük dertleri var. Dolar her gün 17-18 lira yük- seliyor. 21 Aralık 1986'da, yani yaklaşık dört yıl iki ay önce "40 kuruş 45 bin kuruş" baş- lıklı bir yazım çıktı bu sütunlarda. 1929'da 40 kuruşa, 21 Aralık 1986'da ise 45 bin kuruşa satm alınan bir Isviçre Frangı şimdi 250 bin kuruşa satın ahnıyor. Paramızın kaç kat de- ğer yitirdiğini artık siz hesaplayın. Bu ne demektir? Dar ve değişmez gelirli kitlelerin perişan ol- ması demektir. Oysa Isviçre Frangı'nın o ül- kede ve dünyada 1929'dan beri yitirdiği değer sadece yüzde on-on ikidir. Özal bu sorunla niçin uğraşmıyor? İşten çıkarmalar günden güne çoğahyor, iş- sizler ordusu büyüyor. Bu bir gerçek. Bunun anlamı, büyük bir kitlenin aç ve yok- sul kalmasıdır. Terör tırmanıyor, Atatürkçü aydınları emek- li subay ve güvenlik görevlilerini öldürenler, bankaları ve işyerlerini soyan örgütler bir türlü bulunamıyor. Bunun anlamı ise vatandaşın devlete olan güveninin sarsılmasıdır. Ciddi bir devlet başkarunın bu ve bunlar gi- bi büyük çaplı ülke sorunlarını birer birer ele alıp hükümetle sürekli temas kurarak onları yo- ğun bir incelemeye tabi tutması gerekirken kü- çük parti işleriyle, akraba ve hanedan ilişki- leriyle, otel ve işyeri açmalarla uğraşması şu önemli dönemde gerçekten üzücüdür. Hırsın ve aldırışsızlığın bu kertesine daya- namadığımız için yazdık bu satırları. Duzeltme: 1- 10 şubatta çıkan "Tunaya ve Özel Unıversiteler" ba$ukh yazımın uçuncu suıununun 31. satırındakı "Bir rah- metli, Tarık Zafer'e" sözcuklerı "Ben, rahmetli Tarık Zafer'e" olacaktır. 2- Yıne o yaada Tank Zafer Tlınaya'nın 1960 yılında do- çem olduğu yanlmış. Oysa lstanbul'dan Ankara'ya çagırtlan yedi kışilık Biliın Kurulu'nda tek doçent lsmet Gintlı idi. Tu- naya yenı profesor olmuşıu Bu yanılgımı duzeltırim. 3- Yine o yazıda "Fetva" diye anılan bıldırinın, Rektör Sıd- dık Sami Onar'ın Ankara Palas'ta kalmış oldugu odada Prof. Ragıp Sarıca'ya dıkte ettırildiğini yazmıştım. Oysa rahmrtlı Onar bunu eski harflerle kendisi yazmış ve 28 Mayıs 1960 gü- nu Prof. Ragıp Sanca'nın kaldıgı odaya gıderek ona vermiş, Prof. Sanca ise bu bildin üzerınde ban önerılerini, rahmetb Sıddık Samı'nın onayı ıle ve kendı elyazısıyla musveddeye ge- çirmiş. Eski harflerle yazılı bu musvedde, Prof. Tank Zafer Tunaya'mn arşivinde ımiş. Tunaya bunu, olumünden bir ay ka- dar önce Sanca'ya telefonla bıldirmiş. Bu bılgıleri değerli bi- lim adamı, vefalı dost Prof. Ragıp Sarıca ile yapmış oldugum bir lelefon konuşmasında yenı ögrendım. Tunaya ıçın yayım- lamış oldugum yazıda bir yanlışlık kalmasını ıstemediğimden buraya geçırıyor ve Prof Sanca'ya teşekkürlenmı sunuyorum. H.w. PENCERE EVET/HAYIR OKTffAKBAL Yücel Yaşıyor..."Yenı bir bakan vaziieye başlayınca geceli gündüzlü top- lantılar yapılır. Bu, değişmez bir âdettir. Bakan sorar: 'Şu ka- rarı neye bu şekilde aldınız.' Vaziyeti, bakanın haklarındaki düşüncelerini henüz bilmeyen erkân cevap verir: 'O zaman- ki bakan böyte emretmişti, onun için böyle yapmıştık.' Bu söz- le kanun ve meslek vicdanı sorumluluğundan kurtulunacak sanki mevkiler ve makamlar. Bu türlü mazeretlerin arkasına sığınanlaria bir bakanlığın varlığını sağlamaya imkân olma- dığı meydandadır." Hasan Âli Yücel, 1952 yılında gazetemizde çıkan bir yazı- sında böyle diyordu: "Bakanlık demek bakan demektir." Her yeni bakanla Milli Eğitim Ba- kanlığı anlam ve biçim değişti- rir. Ta yıllardan bu yana böyle... Yücel gibi bu ülkede on yıl Milli Eğitim Bakanlığı görevinde bu- lunmuş bir kişinin bu saptama- sı sanınm bugün de aynı btcim- de sürüyor... Tam otuz yıl oldu. 26 Şubat 196Vde Hasan Âli Yücel'i yitir- miştik. Yaşı dahaaltmış üçtü... Yazılarıyla, konuşmalarıyla, ki- taplanyla, siyasai alandaki et- kinliğiyle daha uzun süre hal- kına, ülkesine yarar sağlayabi- lecek bir aydının olgunluk ça- ğtnda yitirilmesi üzücüdür. Ne var ki ölüm gerçek bir de- ğeri yok edemiyor. Bıraktığı ya- prtlar, önerileri, ürünleri otuz yıkjır daha üstün bir anlam ka- zanıyor, geniş yığınlarca gere- ği gibi değerlendiriliyor. Hasan Ali Yücel deyince ilk akla ge- lenler, en başta köy enstitüle- rinin kurulması, Türk Ansiklo- pedisi'nin ve Dünya Edebiya- tindan Klasikter dizisinin ya- yımlanması, eğitim ve öğretim alanında yeni atıbmlann başla- tılmasıdır. ölümünden beş yıl sonra bir toplantıda ismet inönü onun için şu sözleri soylemişti: "Büyük yapıcılar ve siyaset adamlannda bulunan bir mezi- yet onda fazlasıyla vardı. Ha- san Âli Yücel memleketin çok kıymetli bir evladıdır. Büyük hizmetler etmiştir. Bu hissıya- tımı hatırasma karşı saygı duy- gulanyla anıyorurn." Yücel, on yıl kadar İnönü1 nün en yakın iş arkadaşı oldu. Köy Enstitüleri, (dasikler yayı- nı ve öteki basarılı atılımlarda inönü'nün de payı büyükiü. İnönü, Yücel ve Tonguç. Bu üç ad 1940'larda hep yan yana anılırdı. Ama çok partili dönem adı verilen, hepsi aynı kalıptan çıkma birkaç partinin kişisel hesaplarla birbiriyle uğraşma- ya basJadtğı 1946 yılından son- ra bütün ilerici atılımlar durdu- ruMu, geriye dönüş sürecine geçikJİ. CHP'nin muhalefet partileriyte yanşmak uğruna katıkjığı bu gerileme sürecinde ilk kıyılan Hasan Âli Yücel ol- du. Kültür alanındaki basarılı işlerden vazgeçildi, atılımlar önlendi, bütün bunlar solculuk sayıldı. Kenan Öner-Yücel da- vasında tek başına bırakılan ki- şjydi Hasan Âli Yücel... Ne par- tisi, ne de İnönü destekledi onul Bütün güzel, yararlı işler önlendi. hatta zararlı sayıldı. Hasan Ali Yücel bütün çabası- nın bir anda yadsındığını gör- menin acısını tattı. Onu azıcık mutlu kılan 27 Mayıs olayı ol- mustur. 27 Mayts'ın Atatürk devrimine bir dönüş olacağını umdu. Bir yıl sonra bu dünya- dan ayrılırken sanınm boylesi- ne bir umut vardı içinde... Unutulmaz bir anım vardır benim de. 1950'de çıkan 'Ga- ripier Sokağı' adlı romanımı kendisine göndermiştim. O yıl- larda yalnızca 'Cumhuriyet'te 'Eski bir öğretmen' başlığıyta eğitim konulannda düşüncele- rini yazan bir emekli öğretmen- (Arkast 17. Sayfada) İLANDIR YAYLADAĞI KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Sayı: 1990/13 Birleştirilen davada davacı: Ali Kaçmaz; Mehmet Hanifi oğlu, 1933 D. lu, Yayladağı Kunuluş mahallesinden. Birleştirilen davada davalı: Circos Alaşahan Sellüm ojlu, ikamet- gflhı meçhul. Dava: Kadastro tespitine itiraz. Yukanda adı yazılı davalının bulunamayıp adresi de tespit edile- mediğinden dava dilekçesinin kendisine tebliğ edilemediği, bu nedenle dava dilekçesinin ilanen tebliğine karar verilmiş olduğ\ından, karar gereğince davalının mahkememizde 8.3.1991 günü saat 10.35'te yapı- lacak olan duruşmaya bizzat katılması veya kendisıni bir vekille tem- sil ettirmesi, aksi halde davanın gıyabmda devam edip karara bağla- nacağı ilanen duyurulur. 8.2.1991 Basm: 19909 Eski Bafra Halkevi Başkanı Ağabeyimiz ŞEREF ÇAKMAK'ı (1939 - 16.2.1991) Trafik anarşisinde yitirdik. Anısını yaşatacağız. Bafra'dan devrimci arkadaşları adına MECİT DEMİR Denge! 1990 umut yılıydı. 21'inci yüzyıla 10 kala, 'Paris Sözteşmesı'Vle bağıtlanan s/- lahsızlanma ve barış süreci, yalnız 'Zenginler Kulübü'nüe se- vinç yaratmakla kalmamış, yoksul 'Üçüncü Dünya'da gele- cege iyimser bakışları güçlendirmişti. Kimüeri de: — Güzel, diyorlardı, kuzey yarımkürBsinin zenginleri anlaş- tılar; Batı-Doğu çelişkisi yumuşadı; kapitalizm-sosyalizm ça- tışması ertelendi; ama, güney-kuzey arasındaki derin uçuru- mun yarattığı sorun nasıl çözülecek? Demeye kalmadı, Paris Sözieşmesi'n'ın mürekkebi kuruma- dan kuzey-güney çelişkisi Ortadoğu'yu kanlı bir savaşa sü- rükledi. 1991'de umutlar karardı. • Son kırk yılda Ortadoğu'da patlayan savaşlarla sınırdaş sa- yılırız: Arap-İsrail savaşları, Lübnan savaşı, İran-lrak savaşı, Körfez savaşı. Bölge hiçbir zaman durulmadı; durulacaga benzemiyor; ama her kötülüğün kaynağını Saddam'a bağla- yan 'Amerikan medyast' Türkiye'de görüş çarpıklığı yaratıyor. Saddam, Üçüncü Dünya'öa benzeri çok görülen bir diktatör- dür; ülkesine acı ve yıkımdan başka bir şey veremedi; an- cak bugün yaşanan savaşı, 'kahraman kovboy Bush ve kötü adam Saddam' ikileminde Holivut westernine çevirmek, az gelişmişliğin göstergesidir. Ne yazık ki bu ilkelliğin göstergeleri yazılı ve görsel yayın- larımızda pek çok... Saddam, -bir sava göre- tuzağa düşürülmüş; Amerika'nın bölgeye yerleşmesine olanak sağlamıştır. Scvyetler'in Orta- doğu'dan silinmesinden sonra oluşan boşlukta gezegenimi- zin tek süper gücü istediği gibi at oynatmaktadır. Peki, tek süper güc'ün bölgede egemenleşmesinin anla- mı Türkiye açısından nedir? • Çankaya'nın başlangıçtan beri yönettiği Körfez politikası kaba ve açıktır: Amerika kanlı bir savaşla Irak'ı ezerek bölge- ye ofurunca 'yeni düzen'i kuracaktır. Türkiye, 'güvenilir hizmetkâr1 olarak Vaşington'un Ortadoğu politikasına tümüy- le bağlanmalıdır; sonuçta kurulacak olan masaya oturacak, paylaşımda kendine düşeni alacakür. Daha çarpıcı deyişle 'bir koyup yirmi alacaktır.' Köşk mantığının gerekçesi nedir: Gü- venlik Konseyi karartarı çerçevesinde dengede durmak ola- naksızdır. 50 milyar dolar dış borçla bağımlıyız. ANAP iktidan içeride tükenmiştir. Ancak ABD'nin Ortadoğu'da kuracağı yeni düzende Türkiye'ye, Özal'a 'ihtiyacı' olabilir. "Bu fırsat elli yıl- da bir ele geçmez." Bush'a 'iyi hizmet' verebilirsek karşılığını alabiliriz. ANAP'ın siyasai kurtuluşu Ortadoğu savaşındadır. Ahlak ve onur açısından bu gerekçeyi değerlendirmek ayrı bir iştir. Salt devletlerarası ilişkiler bakımından konuya yak- laştığımız zaman da derin soru işaretleri karşısındayız. Türkiye Cumhuriyeti 1923'te kuruldu. Bu köşede sık sık yazdığımız gibi kuruluşumuzda 1789 ve 1917'nin etkileri var. Atatürk devrimi 1789'dan kaynaklanmıştır; 1917 ile eşzamanlı ve dayanışmalıdır. Yeni Türkiye başlangıçta iki dünya arasında bir dengeye oturmuştu; 'soğuk savaş' sürecinde bu denge- den uzaklaştık ve bağımlılaştık. Peki, Doğu-Batı arasındaki 'soğuk savaş' aşıldığına göre 'yeni dünya' nasıl kurulacak? (Arkosı 17. Sayfada) 'iT-tir't n:-el»ıni«v ''s ri-r. ı' {Ç£>.17* ın ' V~JÖ£- .HİA.» ' ıcb •V.iM Atlj > ARÇELİK FULLAUTOMATIC •tl Jf Arçelik Teknolojisi, FullAutomatic Çamaşır Makinelerinde nesilbaşlatıyor: 2600'ler... yeni bir Yıkama programlarındaki akılcılıkla... Yüksektemizleme güçleriyle... Arçelik teknolojisinin bir ö'rneği daha.., FullAutomatic 2600'ler... Arçelik Yetkili Satıcılarında 2600'leri muttaka gö'rün benzerleriyle karşılaştırm ve Koç
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle