Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 11 ŞUBAT 1991
Körfez Savaşınııı
Hukuksal Durınııu
Meclis'in soyut bir kararıyla Bakanlar Kurulu'na "izin" verilemez.
107, 108 ve 126 sayılı kararlarla yapılan iş, yetki devrinden ibarettir.
Kesinlikle anayasaya aykındır.
Av. TURGUT KAZAN îsianbul Barosu Başkanı
Hepimiz, savaşı CNN ekranına göre algı-
lamaya başladık. Uçaklar kalkıyor, bomba-
lar düşüyor ve hep kare içindeki hedefleri vu-
ruyor. Komando elbisesi giymiş bir subay,
elindeki kocaman sopasıyla "olanlan" açık-
hyor. Adeta oyun oynar gibi savaş izliyoruz.
Bırakınız Hiroşima'yı, Vieüuun'ı büe unuttuk.
Ancak haberlerin Tel Aviv bölümü gelince,
sıradan füzelerin tahribatını görüyoruz. Bir
de gagasına vanncaya kadar petrole bulan-
raış, zift içinde yüzmeye çalışan, tırmandık-
ça pençeleri kayan, uçamayan, kocaman ku-
şu biliyoruz.
lyi, ama ilerleyen oklann ve yaıup sönen
ışıklann altında kanıyla-canıyla insan var. tn-
sanın yapıp yarattıklan var. Ve Bağdat gibi
güzeller güzeli bir "dünya" var. Böylesine ge-
lişmiş bir iletişim tekniği, kamerayı yarup sö-
nen ışıklann altına çeviremez mi?
Bütün becerilerini teşhir ettiklerine göre
Irak'ta olanlan niçin göstermiyorlar?
Üstelik, Güvenlik Konseyi karan "Kuveyt'-
in korUnlmasını" öngöriiyordu. Bu amaçla
başlatılacak kara harekâtmda daha az ABD'li
ölsün diye, binlerce çıkış (sorti) yapıp tonlar-
la bomba atarak daha çok Iraklı öldürmenin
açıklanan amaçla ve insanlıkla ilgisi var mı-
dır? Eğer Kuveyt'i kurtarmak istiyorlarsa dur-
mayıp kurtarsınlar ve savaşı Güvenlik Kon-
seyi kararıyla sınırlı kılsınlar.
Savaşın hukıtku
Evet, bu söylediklerimizle savaşın hukuk-
sal yönünü ele almak istiyoruz. BM Genel
Sekreteri Perez de Cuellar, Italya'nın Pano-
rama dergisine yaptığı açıklamada, Körfez
savaşının "yasal" olduğunu söylemiş. Bizde
de sürekli "vecibeye" uymaktan söz edenler,
zunmen bu "yasallığı" vurgulanuş oluyorlar.
Acaba söylenen bu sözler doğnı mudur? Ger-
çekten 678 sayüı Güvenlik Konseyi karan bağ-
layıcı bir "karar" mıdır ki üye ülkeler için
"vecibe" doğurmuş olsun. önce bu yasallık
konusunu ele alalım ve ardından 678 sayılı ka-
rara dayanarak yola çıkıp "harita değişikligı"
tartışması yapanlann ahlaki durumunu açık-
lığaİcavuşturalım. Sonra da 126 sayıb TBMM
kararını değerlendirmeye çalışahm.
Herajîu itiraf edelim ki dile getireceğimiz
göruşler, îstanbul Barosu'nun 26.1.1991 gü-
nü gerçekleştirdiği "Ortadoğu, Savaş,
Türkiye" konulu bilimsel toplantıda Prof.
Dr. Erdoğan Teziç, Prof. Dr. Edip Çelik,
Prof. Dr. Aydın Aybay ve Büyükelçi Mah-
mut Dikerdem tarafından açıklanan doğrulan
(büyük ölçüde) toparlayıp yinelemekten iba-
rettir. îstanbul Barosu Yönetim Kurulu'nca
da benimsenen bu gerçekleri, kaleme alıp ka-
muoyuna aktarmayı görev saydık.
Vecibe var mı?
önce, BM Güvenlik Konseyi'nin 678 sayı-
lı karanndan başlayalım. BM Sözleşmesi, Gü-
venlik Konseyi'ne belli bazı yaptınmlar tanı-
rruştır. örneğin "ambargo" bu anlamda ya-
sal bir yaptınmdır. Ve 25. maddeye göre, üye
ülkeler bu karara uymak zorundadır. Ama
sözleşme Güvenlik Konseyi'ne "kuvvet kul-
lanma" yolunda bir yaptırım uygulama ve
"karar" alma yetkisi vermiyor. Bu nedenle
konseyin kuvvet kullanmaya ilişkin "kararla-
n " yalnızca" "tavsiye" niteliğindedir. Yani,
böyle bir karar, üye ülkelere "vecibe" getir-
mez. Her üye, kendi durumunu, kendi seçi-
mine göre belirler. Bu bakımdan BM karan-
na uyma "vecibesinden" söz etmek gerceğe
aykındır.
BM içinde Güvenlik Konseyi çok önemli-
dir. Ve banşı korumakla görevlidir. Elbet, bu
organ tarafından ahnan tavsiye karan, kuv-
vet kullananlara bir "meşruiyet" sağlar. Ama
bu "meşruiyet" her eylemi kapsamayacağı gi-
bi GK'nin bütün yollan tüketmeden savaşa
davetiye çıkarmış olduğu gerçeğini değiştir-
mez.
Harita değiştirilemez
Unutmayahm ki GK karan "Kuveyt'in ül-
ke bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını
korumak" için aunmıştır. Bugün kuvvet kul-
lanabilmenin "hukuksal" dayanağı budur.
Amaç, eski statüyü yeniden kurmaktır. Ya-
ni, harita değiştirmeyi, Irak'ı bölüşmeyi ve
aradan bir "pay" almayı düşünmek,
"meşruiyeti" bitirir. Böyle bir niyet ve giri-
şim, önce BM'yi, sonra ülkemizi küçük dü-
şürür.
Aym şekilde, "Irak'ı Kuveyt'ten çıkarma"
harekâtının yalnız bu amaçla sınırb kalması
gerekir. Oysa 16 Ocak 1991 gününden beri,
Kuveyt'teki işgal olduğu gibi duruyor ve sü-
rekli olarak Irak'ın sivil enerji kaynaklanyla
sivü yerleşim yerleri vuruluyor. Henüz CNN
ekranlan aşağıdaki dehjeti göstermiyor, ama
bilelim ki insanlığa açtığımız bu derin yara-
lar, hepimizin vicdanına çakıhp kalacaktır.
Daha şimdiden akıl almaz çevre sorunlan
doğmuştur. Bize göre bir haksız işgali ve il-
hakı ambargo uygulayarak kaldırmak için 4-5
ay daha beklemek yerine insanlığı dayarulmaz
acılara boğmakla Güvenlik Konseyi yanlış
yapmıştır. Doğrusu, Filistin sorununu çözme-
yen, İsraü işgali ile Granada ve Panama iş-
gallerini seyreden konseyin Kuveyt konusun-
da gösterdiği aceleciliği anlayabilmek çok zor-
dur.
Ülkemizin durumu
Bizim durumumuza gelince, 107 ve 108 sa-
yılı kararlarda olduğu gibi, 126 sayılı kararla
da Meclis'e ait "münhasır" bir yetki hükü-
mete devredilmiştir. Oysa anayasamn 92.
maddesine göre, savaş ilaruna karar verme
yetkisi, Meclis'e ait bir yasama yetkisidir. Sa-
vaş ilaruna karar vermek, bir ülkeye asker
göndermek veya başka bir ülkeden asker ka-
bul etmek yalnız Meclis'in işidir. Meclis han-
gj ülkeye, kara, deniz, hava kuvvetlerinden ne
miktar gönderecekse ve hangi ülkeden ne ka-
dar yabancı asker kabul edecekse, kendisi be-
lirleyecektir. Hükümet ancak böyle bir kara-
rı uygulamakla görevli olabilir. Yoksa Mec-
lis'in soyut bir kararıyla Bakanlar Kurulu'na
"izin" verilemez. 107, 108 ve 126 sayıh ka-
rarlarla yapılan iş, yetki devrinden ibarettir.
Kesinlikle anayasaya aykındır.
107 ve 108 sayılı kararlar hakkında açılan
davanın, Anayasa Mahkemesi'nce denetlen-
meyip reddedümesi, bu kararlann anayasa-
ya uygun olduğunu göstermez. Nitekim Ana-
yasa Mahkememiz 22.2.1987 gün ve 77/14 sa-
yıh karannda bir Meclis karanru denetleye-
rek iptal etmiştir. Denetim yetkisi belirlenir-
ken biçim değil öz önemlidir. Ancak yasayla
yapılabüecek bir düzenleme kararla yapüıyor-
sa, yargj denetiminin işlemesi gerekir. Kaldı
ki kararlann inceleme dışı kalması, anayasa-
ya uygunluğu anlamına gelmez. Açıkça yetki
devredilmiştir. Bu devir anayasaya aykındır.
Üstelik, böyle bir Meclis karan, başka si-
lahlı kuvvetlerin, bir başka ülkeye karşı, bi-
zim topraklanmızı kullanmalanna olanak
veravez.
Biz, silahlann konuştuğu yerde hukukun
zorlanacağım biliyoruz, ama yeni düzen re-
çetelerinin yazıldıgı bu dönemde, önceükle so-
runu banşçı yollarla çözemeyen ve adeta bel-
li petrol çıkarlan için dünyayı savaşa sürük-
leyen Güvenlik Konseyi'nin yeniden örgütlen-
mesi gerektiğini söylüyoruz ve doğmdan kuv-
vet kullanımına katümayan, ama yaşadığımız
faciaya destek sağlayan GK daimi üyelerinin
ivedi bir ateşkes için çaba harcamalannı bek-
liyoruz. Aynca ateşkesle birlikte AGİK ben-
zeri bir konferansın Ortadoğu'da gerçekleş-
tirihnesini yararlı görüyoruz.
Sonuç olarak halkırruzın savaşa karşı oldu-
ğunu tekrarlıyor, Körfez batağına bulaşmak
istemediğimizi vurguluyoruz. Yasaklanan
grevleri ve Meclis komisyonundaki yetki ta-
sansını görüyoruz. Bu nedenle savaşla birlikte
geleceği söylenen demokrasi masahna gülü-
yoruz. Biz sadece banş istiyoruz. Banş için-
de, demokrasiyi nasıl kuracağımızı büiyoruz.
EVET/HAyiR
OKTAYAKBAL
tyr Parti
'Iki Başlı' Olur mu?..Ne kadar güçlü, ne kadar büyük bir partidir şu Sosyalde-
mokrat Halkçı Parti? Her partinin genel merkezi bir tanedir.
Oysa SHP'nin genel merkezi iki! Son olağanüstü kurultay-
da seçimle işbaşına gelen parti meclisi, MYK, genel sekre-
ter ve genel başkan bir yanda, eski genel sekreter ve yar-
dımcıları ile onlara bağlı milletvekilleri başka bir yanda!.. İki
başlı bir yönetim!
Hiç olur mu? Bir parti iki merkezden yönetilir mi? Kurul-
taylarda gruptann ayrı karargâhları görülmüştür. Ama bu ge-
çici bir durumdur. Seçimler yapılır, secilenler göreve gelir, iş
biter. Bir dahaki kurultaya kadar secilenler partinin yöneti-
mlni üsflenirler. Ama sürekli bir genel merkez gibi çatışan
'ikinci bir parti karargâhı' olmaz, otemaz. Bunu yapmak kendi
partisine karşı çalışmaktır, daha açıkçası parti suçu işlemektir.
Gazetelerde sürekli haberler çıkıyor: SHP'li 36 milletveki-
li eski genel sekreterin yanında yer almış. Her biri bu ikinci
merkeze ayda birer milyon veriyormuş. SHP'nin ikinci mer-
kezi haziran kurultayında yeniden iktidar olabilmek için bü-
tün Türkiye'de çalışmalan hızlandırmış. Mecliste de genel
başkanın büyük bir iyi niyetle aynlıkların ortadan kalkması
düşüncesiyle oluşturduğu gölge kabinedeki ikinci merkez-
ciler partinin hiçbir çalışmasına katılmıyormuş! Seyirci kalı-
yorlarmtş parti çalışmalarına, hatta yer yer bu çalışmalan da
engelliyoriarmış.
Böyle parti, böyle parti çalışması olmaz! İki başlı bir yöne-
tim, hiçbir yerde, hiçbir zaman başarılı olamamıştır. Belli bir
disipline bağlıdır, bağlı olmalıdır bir partinin yönetimi, çalış-
ması... Bir yanda seçimle yönetime gelmiş insanlar SHP'nin
önümüzdeki seçimlerde üstün çıkması için halkın kendileri-
ne güven duyması için uğraş verecekler, ama SHP'nin eski
yöneticileri ellerinden kaçırdıkları iktidan yeniden kazanmak
için sürekli kendi partilerini baltalayıcı gizli açık eyiemlere kal-
kısacaklar!
20 şubatta SHP'nin delege seçimleri başlayacak. Ardın-
dan ilçe ve il kongreleri yapılacak, sonunda haziran kurulta-
yına delege olarak gidecek partililer belirienecek. Birinct mer-
kez ile ikinci merkez, bir kez daha kapışacaklar. Ne olacak?
Diyelim ki şimdiki yönetim ağır bastı -ki ağır basacak gibi
görüyor- eski genel sekreter ve takımı yine ayn bir merkez-
de sürekli kendi partilerine ters düşen çalışmalarmı sürdü-
recekler mi? Ne zaman bitecek bu anlamsız çekişme? Hal-
kımız SHP'nin iç kavgalarından bıkıp usanma noktasına ge^
mek üzere. Oysa SHP'nin bir programı var, o program çer-
çevesinde çalışmak, üretmek, halk yaranna işler yapmak, so-
nunda da iktidara geiip halkı özal takımından kurtarmak en
başta gelen bir görev değil mi?
CHP döneminde de bu tür hizip hastalıklan yaşanmıştı.
Ortanın solu tutumu partide önemli bir bölünmeye yol açmıştı.
Ecevit'in görüşlerine karşı çıkan Feyzioğlu ve arkadaşları-
nın muhalefeti CHP'den kopmalanna yol açtı. O kadar ki Fey-
zioğlu 40 milletvekilini de yanına alarak Güven Partisi'ni kur-
du. Bir süre sonra Kemal Satır'la birlikte bir başka grup mil-
letvekili de CHP'den koptu. Onlar da Feyzioğlu takımıyla bir-
leşti, bu kez Cumhuriyetçi Güven Partisi ortaya çıktı. Feyzi-
oğlu, Satır, CHP'nin yıllardır bilinen, sayılan liderleriydi. Ama
CHP'den ayrılıp yeni bir partiyle kamuoyuna çıkmaları ken-
dileri için hiç de yararlı olmadı. Feyzioglu'nun Güven Parti-
si'nin daha sonraki genel seçimlerde tükenip g'rttiğini biliyo-
ruz.
Şimdi eski genel sekreter ve onun yönetimindeki arkadaş-
ları ile parti grubundaki otuz altı milletvekili SHP'de egemen-
Itği sağlayamayacaklarını anlarlarsa Güven Partisi gibi yeni
bir partide bir araya gelmeyi mi düşünmekteler? Böyle bir-
niyetleri varsa en güzel örnek Feyzioğlu ve başına gelenler-
dir. Benim böylelerine öğüdüm, ikinci genel merkezcilikten
vazgeçip parti programına bağlı olarak SHP'nin çalışmala-
rına katılmaları. Eski genel sekreterin siyasal hırsına araç ol-
mamaları... Türk halkının SHP'ye, SHP'nin sosyal demok-
rasi ilkelerini yaşama geçirme uğraşına ve halkın saygı duy-
duğu Erdal inönü'ye ters düşmekten vazgeçmeteri, ikinci ge-
nel merkez adı verilen ayrıiıkçılık 'yuva'smı bir an önce ka-
patmaları!..
Gerisini kendileri bilir.
Kılına Dokimamazlar!
Milletvekilleri parti içinde, elleri, göbeği hizasında "şefe
ubudiyet" zinciri ile bağlı, süik bir "evet efendimci (yes
men'ci)" olabilirler. Bu da yine partisinin bir gtinahıdır; parti
seçmeninin, partiyi hizaya getiremeyişinin zayıflığındandır.
Ama o, yine de parlamenter olarak dokunulmazdır.
Prof. BAHRİ SAVCI
Şaşırmış bu ANAP'hlar: Milletvekilliği-
ni, kendi yaptıkları türden, "özünde
bağımlı" bir işlev sayıyorlar. Hükümetin (ve
onun polisinin) "Yap" dedigini yapacak,
"Dur" dediği zaman duracak bir otomat-
lık işlevi!,.
Gecenlerde, 20 kadar SHP'li milletvekili
TRT'nin sözde yönetimsel başını ziyaret
edip yayıncıkktan bizzat en sorumlu olan
bu zata, TRTnin "yanlı ve çok ekaik yayın"
sisteminden yakınacaklannış.
Bu arada söylendigine göre protestocu ta-
vırlarının biçemine (üslubuna) öfke de ka-
rışmış. Bunu, ANAP'lılar hemen dillerine
dolaıruşlar: Bu yüksek yöneticiden, rande-
vu almadan, makamına, hot be hot girmiş-
lermiş, tartışma çıkarmışlarmış.
Ve Başbakan ile bu konuda en yetkisiz zat
olan özal (ve kimi basm) bu durumu kma-
mışlar. Ve de eklemişler. Milletvekillerinin
bu gibi hareketlerinde, bundan böyle polis
"zecirli önlem" uygulayacakmış!..
Milletvekillerinin, görüşlerini -oylannı-
protestolarmı bildirirn tavırlanna; öfkenin
haşin biçemi - smirliliğin baz rengi - bir iç
fırtmanın, düşünceyi gradosundan düşüren
ölçütsüzlüğü yansımamalıdır. Onların her
davranışlan; sağduyunun, kanıt mantığmın,
uyumlu ve uygar yumuşaklığı içinde belir-
melidir. Bu doğnı. Ne var ki Başbakan'la
özal'ın usuna, daha önce şunu sokalım: Bü-
tün anayasalarca ve bizim 82'de bile parla-
mento üyesi, ulus adma 'karar' vericidir;
ulus adma yurütmenin 'denetçisi'dir; ulus
adına gjdişatın 'izleyicisi'din yönetim eylem-
lerirdn, yasa hukuk - demokrasi - genel ya-
rar açısından 'eleştirmeni'dir. Bu iş, işlevin
amacma uygun olarak yerine getirilebilme-
sinde de yönetimin, onun ajanlan olan po-
lisin, tüm 'müdahale'lerinin 'dışına' kon-
tnuştur; hatta suçlulukta büe özel bir
'korunma' altına aunmıştır. Yani özetle, ağır
cezah bir suçüstülük (cürm-ü meşhud-ü ci-
nai) hali ile 14. madde kapsanu dışında, ad-
liye ve polisçe doğrudan - doğruya, hot be
hot, niteliği ve gereğj yukanda anlatılan ko-
runması, dokunulmazlığı, özgilrlüğü, bozu-
lup tutulamaz, sorguya çekilemez, tutukla-
namaz, yargılanamaz.
Bütün bunlara, anayasacıhk ve siyasa ya-
zınında (edebiyatında), işlevini görmeden
'ahkonulamazlık-önlenemezlik' denir. Işte
onların, böyle bir 'ayrıcalık'lan vardır: Bu,
'işlevlerinin' amaeına uygun olarak yerine
getiriknesi zorunluluğundan gelen bir ge-
rekli ayncalıktır.
'külhani' olabilirler. Söz saldırgaru bir edep-
siz olabilirler. Arttırma - eksiltme salonla-
n kurdu, bir ückâğıtçı olabilirler. (Onların
böyle "olumsuz bir kişi" olmalan, partisi-
nin ve seçmeninin, iyi bir süzgeclik yapma-
malanndan gelir.) Ne var ki onlar, yine de
parlamenter olarak dokunulmazdırlar.
Bu kez onlara, bir partili olarak bakahm:
Beli silahlı-dili günahlı - kamu makamlan
için belah bir şirret olabilirler. Buna karşın,
milletvekilleri parti içinde, elleri, göbeği hi-
zasmda "şefe ubudiyet" zinciri ile bağlı, süik
bir "evet efendimci (yes men'ci)" olabilir-
ler. Bu da yine partisinin bir günahıdır; par-
ti seçmeninin, partiyi hizaya getiremeyişi-
nin zayıfhğındandır. Ama o, yine de parla-
menter olarak dokunulmazdır.
Bu kez de onlara, parlamento icinden ba-
kalım: Parlamentoda, bir solda sıfır, bir
'haşiv' olabilirler. Kafası, bir algı bulamğı
içindedir. Bütün psikolojisi ile "salla başı-
nı, al maaşını" ürküntüsü, dûrtüsü içinde,
gözünü, "Boss'lannın" (siyasal patronlan-
nın) işaretlerine çevirmistir. Yani bir opor-
tünizmin süik kişüikli bir simgesi olabilir.
Böyle oluşu da ülkenin, genel kültür-siyasal
seçkin formasyonu vermedeki zayıflığından
gelir. Ama o, kulpunu bulup bir kez parla-
menter olduktan sonra artık dokunulmaz-
d^.
"Temsili hükümet kuramı"
Kötünün de kötüsü olsalar
bile...
Aslında milletvekilleri, hiçbir densizlik-
te bulunamazlar. O yüksek "ulus
temsilciliği" işlevi ve görevi buna engeldir;
bunu buyunır. Biz yine de bir varsayımı üre-
telim: Onlar, kişi, parti, parlamenter olarak
kötünün de kötüsü olsalar bile otoriteler ve
ajanlan, "nizam-ı âlem" savını Ueri sürerek
onlara dokunamazlar. Alaturka bir
Bu dokunulmazlık, bu ayncalık, "tem-
sili hükümet demokrasisi"nin bir gereğidir.
Temsili hükümet nedir?
'Temsilci'nin (yani milletvekilinin), ulu-
sun ta kendisi olmasıdır; siyasal açıdan ulus
ile parlamenterin 'tıpkılaşması'dır; parla-
menterin, egemenligîn temel (asli) sahibi
ulusun kendisi kadar 'özgür' ve
'alıkonulmaz' olmasıdır; temsilcinin, ulu-
sun, bugün istediklerinin 'deyimcisi' olma-
sıdır, keza, yann isteyeceklerinin de "yannki
koşullara göre belirticisi" olmasıdır.
Burada şunu belirtmek gerekir: "özel hu-
kuk temsili"nde, vekil, müvekküinden (ve-
kili olduğu kişiden, ulustan) sınırlı bir ve-
kâlet almıştır, müvekkilince de her zaman
bağlamr ve azledilebilir. Ne ki "kamu hu-
kuku vekâletinde" (temsili vekâlette), vekil
(yani parlamenter) müvekkilinden (yani
ulustan) bir kez, vekâletini aldıktan sonra
(size garip gelecek ama) kopar; ondan, ne
resmi talimat alır ne de onun tarafvndan res-
men azledilebüir. Parlamenter artık vekili-
ne, seçilmeden önce yaptığı 'vait'lerle de
bağlı değildir. Yani ulusun kendisi, yann çı-
kacak sorunlarda, nasıl ve ne kadar 'serbest'
olacak idi ise onun vekili de bu sorunlarda
öyle ve o kadar 'özgür' olur. Bu, müvekki-
line bile bağlı olmayan, ona yaptığı vaitler-
de bile bağlı olmayan bir "salt özgürlük"-
tür. O yüzden, verdiği sözü tutmadı diye
yaptığı beğenilmedi diye yeni seçimden ön-
ce "resmen azil" edilemez; yani işlevini ye-
rine getirmekten alıkonulamaz.
Onu, "parlamenterlik işlevinden" müvek-
kili olan ulus bile alıkoyamazken; bir ka-
mu otoritesi ve ajanı (polis) '"cürm-ü
meşhud-ü cinai" durumu dışında, onu, "bir
an için" bile işlevinden alıkoyamaz; onun
özgürlüğünü bozarak sorgulayamaz, tutuk-
iayamaz. Yargıç bile onu yargılayıp bu salt
özgürlüğünü kaldırıp, tevkif edemez. Yani
söylediğimiz durum dışında, kimse, millet-
vekilini, parlamenterlik görevini yapmak-
tan bir an bile alıkoyamaz.
Korkunç bir serbestlik
Ortaya çıkan bu tablodan ürkmeden, bir
kez daha durumu, kafannzda somutlayahm:
Seçim bölgesinden ahnan "mazbata" ile
kazanılan "temsili vekâlet" ile parlamenter,
bağımsu - sınırsız - talimatsız - azilsiz bir
'statü' içine ginniştiı..musuna, vaptığı va-
itlerle de bağlı değildir. Ulusun kendisinin
'bugün'ü ile 'yann'ım bağlamaması özgür-
lüğü gibi; onunla temsüci olarak
'tıpkılaşmış' olan parlamenteT de ulusuna,
bugün yaptığı vaitlerle yanrunı bağlamaz.
O, parlamenter vekâletini; işlerin gidişine,
durumun özeüiğine, vicdarurun esinine, usu-
nun mantığına göre kullamr. Seciürken
ulustan, kendisine "emri (buyurucu)
vekâlet" verümemiştir. O yüzden, seçüirken
yaptığı vaitler bile kendisine buyurucu bir
sözleşme değerinde değildir. Ona uymada,
hukuksal - beyinsel - hatta \icdansal bir zo-
runluluğu yoktur.
Tuhaf gözüküyor ama bir kamu hukuku
ilkesidir: "Temsili vekâlet"in parlamenteri,
bağırruı bir vekil değildir. O, kafasmda ese-
ni - gönlündeki filizleneni - tutkusunda bi-
çimleneni - sınırlamadan belirten ve davra-
nışını da ancak buna göre ayarlayan bir ser-
best kişidir. Bir kez seçilip mazbatasuu al-
dıktan sonra ulusundan bile hukukça ayn-
lır. Ama ulusla tıpkılaşmış olduğu için de
artık, ulusun kendisi kadar serbestür. Bu
âdeta, korkunç bir serbestliktir. (*)
Ayncalığın nedeni
Evet, bütün bu korkunç serbestlik neden-
dir? Anayasa ve demokrasi içTeliği dışında,
başka bir sırnr ile bağlı kalmadan, yani ulus
kadar serbest ve özgür olarak ulusunki ka-
dar güçlü bir istenç (irade) ile ulusu temsil
işlevini sağlamak için...
Bundan da şu sonuç çıkar: Parlamenter,
ağır cezah bir suçluluk ile 14. maddede ya-
zılı durumlarda, ancak yargıçça ve doğal
yargı yöntemleri ile bir müdahâleye uğratı-
labilir. Bunun dışındaki müdahaleler, o par-
lamenter aracılığı ile ulusal istencin belir-
mesi işini bozar.
Eğer bir polisiye önlemle bİT tek parla-
menter, söz gelimi on dakika bile alıkonsa
idi Fransa'da "cumhuriyet ilanı (1875 Ana-
yasası)" gerçekleşemezdi.
Haydi, dokun bakayım parlamentere!..
(•) Bunun ilci çetçevesi vardır: Vicdansal ve paıtisel...
Vicdansal çerçeve, burada toplumsal vtrilerle olu^ur ki
etltüilik derecesi de bu verûeria topiam zenginlijine
bağlıdır.
Panisel çerçeve; bu serbestli|in, indi ve keyifsel bir
boşluğa düşmesınin panzehiri olurken kecdisi, parla-
menter isteocini toksinleyen olmaktadır. Siyasal arcna-
da, parlamenter, özgtir bir demokrasi öjesi olmaktan
çikmıştır; partisinin tutsağı olmuştur. Hde bu şaşırmış
ANAP'çılar örneğinde olduğu üzere çağdaş demokra-
sinin poliuko-kuttürel değerlerinden yoksunlar da par-
lamenter, o müthiş serbestüğini, kendi eli ile parti^ tes-
tim eder. Bu, ayn bir konudur. Bizdm, burada bebnmek
istediğimiz, "parlamenter ayncahk"ın kuramsal ve hu-
kuksal şemasuu - ıçerığinj gostermeklir.
TEN
T.C.
BAL1KFSİR1. ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ
tLAN
Sayı: 1990/653 Esas 1991/31 Karar
Davacı Sadık Reyhan vekili Avukat Necdet Bayhan tarafından da-
valı Nüfus Müdürlilğtt aleyhine açılan isim tashihi davasuun yapılan
durujinası sonunda:
Sıvas ili Divriği ilçesi Ağaçhgül köyü cilt: 026/01, sayfa: 036, kü-
tük: 014'te nüfusa kayıtlı davacının nüfus kütügunde Sadık olarak
yanlı adının Hasan Sadık olarak tashihine karar verüdiji ilan olu-
nur. 23.1.1991
Basın: 45511
PROSTAT
HASTALIKLARINDA AMELÎYAT ŞART DEĞİL!
Türkiye'ye vücut dışından laşkırma tedavtsini 8k olarak getiren
kuruluşumuzun yeni hizmeti
ABD üretimi teçhizat ile
rectal ve uretral
MİCRO DALGA PROSTAT TEDAVİSİ
Türkiye'de Bk defa uygulanıyor.
AYRICA
• Ameiivatsız Böbrek ve Saf'a Kesesi T
aşlan
Tedavisi • Tüm Beden Bilgısavarlı lomogıafi
• Röntgen • Ultrasonografi • BHgisayartı
EKG • Lotxjcatuar • Crıeck-Up
Bıosan-lzmir
Polat Caddesı No: 97 Veşıiyun-İZMİR
(D Haslanesı Yani) Teı 32 1348-32 84 61
Sağlık Merkezi
BuyuKdere Cad 15/A Şışlı-İSTANBUL
Tel: 132 94 69-140 65 27-134 54 55
BALGIN
ERTÎN
1967-1991
tstanbul
Üniversitesi'nden
tüm dostlan
adına
AKANSEL
İNGEL
OKURLARA.
OKAYGÖmNSfrl
Belirsizlik
S avaşın dördüncü haftası dolarken hiçbir temel
sorunun yanıtı alınabilmiş değil.
Irak'ın kayıpları nedir? Dolayısıyla ne kadar direnme
gücü kalmıştır?
ABD ve müttefıkleri hedeflerine ne ölçüde
ulaşmışlardır?
Dolayısıyla kaçınılmaz kara savaşı ne zaman
başlayabilir?
Ve en çok sorulan soru: Savaş daha ne kadar
sürecek?
Claude Julien, Le Monde Diplomatiçue şubat 1991
sayısındaki yazısına şu yargı ile giriyor:
"Bir savaş her zaman uzmanlann öngördüğünden
daha uzun ve daha kan dökücü olur... Sonuçlan da
bütün karmaşıklığı içinde, analistlerin, stratejlerin,
fütürologlann işbilirl'ıği ve düş güçlerini aşar..."
Claude Julien'in ikinci cümlesi de bölgede savaş
sonrası düzene ilişkin senaryolar için söylenmiş gibi.
Şu anda senaryolann çoğunluğu, Irak'ta Saddam
Hüseyin'in yenilip iktidardan gitmesiyle oluşacak
düzene ilişkin. Oysa gerçek satranç, savaşın "teknik"
sonuçlan alındıktan sonra başlayacak; yeni düzende
rol oynayacak tüm unsurlarm ağırltklannı da bu
"teknik" sonuçlar beiirleyecek. Dört haftanın ucunda
vanlan belirsizlik, haber ve görüntü yokluğu, yorum
bolluğu içinde geçen dört hafta Fransız düşünür Jean
Baudrillard'â dev bir reklam kampanyasını
düşündürtüyor: Ortada bir ürün yok, ama sürekli
övülen bir marka var, etkisi büyük, çünkü tümüyle
spekülasyona dayanıyor... Baudrillard, bu reklam
kampanyasının şimdiden sonuç verdiğini savunuyor:
"Saddam Hüseyin yenilse de yenilmese de unutulmaz
bir karizmatik kimlik edinmiştir -Amerikan silah gücü,
yenilse de yenilmese de- bu vuruşma boyunca eşitsiz
bir teknolojik kimlik edinecektir."
Savaşın ekranlan doldurma tarzı da giderek daha fazla
sorgulanır oldu. Durumdan habersiz muhabirlerin
telefonla anlartıklarının sonunda izleyicileri bıktırdığı ve
sonuçta "gazeteci imajı"nın biraz daha yıpranmasına
yol açtığı ABD'de yapılan araştırmalarda ortaya çıkıyor.
ömeğin savaşın başladığını CNN'de tüm dünyaya
duyurarak ün kazanan John Holliman'ın yaptığı
gazetecilik nedir sorusu en sert biçimde soruluyor:
Otelin penceresinden bakarak "Bombardıman başladı"
dıştnda hiçbir haber ve bilgi unsuru taşımayan kısıtlı
gözlemleri telefonla aktarmak gazetecilikse aym işi
telefonla bulunacak Bağdafta oturan herhangi bir kişi
de aym biçimde yapamaz mıydı? Bu soru belki
abartılmış bulunabilir, ama haber yokluğundan
bıkkınlığın artık öfke aşamasına geldiğini gösteren bir
örnek değil mi?
•
799O'/n son birkaç ayında gazetelerin 7V ve basındaki
reklam harcamalerı aylık 7 mityar düzeyinde gidiyordu.
Ocak 199Tde gazetelerin TRTnin 3 kanalı ve basında
yaptıkları reklam harcamaları 5 milyan biraz aştı. Ocak
9/mda gazetelerin günlük ortalama satışlan araltk
ayına göre 500 bin dolayında azaldı (dökümü geçen
hafta yayımlamıştık). Bileşim Piyasa Araşttrma
Merkezi'nin verilerine göre gazetelerin TRTnin 3 TV
kanalı ve basında yaptıkları reklam harcamalarının
dökümü (Start'de yapılan reklamlar burada yer
almamakfadır) söyledir:
r
" . '
Ocak 91 reklam Ocak 91-Aratık 90
harcamasıgünlük net sattş farkı
Sabah 1.170.725.000 TL. — 96.159
Hürriyet 959.665.000 TL.
Milliyet 737.250.000 TL.
Meydan 634.300.000 TL.
Türkiye 557.100.000 TL.
Bugün 312.725.000 TL.
Fotospor 300.600.000 TL.
Güneş 202.980.000 TL.
Günaydın 106500.000 TL.
Yeni Asır 62.350.000 TL.
Zaman 32.850.000 TL.
134.062
— 1&829
— 384.485
— 37.725
— 44.216
— &230
— 19.780
1.923
Degerii dostum YALÇIN BAYER'in saygıdeğer
babalan
RIFAT
BAYER'invefatıru büyük bir üzüntü ile öğrendik.
Aile fertlerine sabır ve başsağhğı dileriz.
GÜLENER AİLESİ
VEFAT
Eşim, annemiz
A. NEZİHE DORUK
Hanımefendi'yi kaybettik.
Aziz naaşı, 11.2.1991 Pazartesi günü Teşvikiye Camii'nde
kıhnacak öğle namazını müteakiben Yeniköy
Kabristanlığı'nda toprağa verilecektir.
AEah rahmet eyleye.
EŞİ: FAHRETTtN DORUK
ÇOCUKLARI: FtLİZ-TUNÇ-ASUMAN DORUK
İNGtLİZCEYt
8 ayda konuşun.
Sizi AmerikaU dosüanmızla tamştıralım.
Tel: 349 59 38
Askeri kimliğimi kaybetıim.
Hilkümsüzdür.
LEVENT ŞAHtN
tLAN
GAZtOSMANPAŞA 2. SULH CEZA
HÂKİMLİĞİ'NDEN
Esas No: 1990/181
Karar No: 1990/934
Sanık: trfan Özay-Gaziosmanpaşa Merkez Mah. Çukurçeşme Cad.
No: 74'te Köşem Gıda Pazan işleticisi.
Suç: Gıda maddeleri tüzügüne muhalefet.
Suç.tarihi: 24.1.1990
Karar larihi: 13.12.1990
Sanığın suç tarihinde, son kuUanma tarihini 3 ay geçmiş, ayçiçeg
yağı ve mis çikolataia pudingi marketinde sauşa arz etmek suretiyU
gıda maddeleri tüzüğünc aykmhkta bulunduğu anlaşüdığından;
Eylemine uyan TCK'mn 2891 S.K. değişik 398.3506 S.K.'nuı
19.3560 sayüı kanunun 3591 sayüı kanunla degjşik 2/1.647 sayılı ka
nunun 3506 sayılı kanunla defcisik 4 ve TCK'nın 72. TCK'tun 289
S.K.402. maddeleri geıeğince netice olarak, 490.000 TL. ağır p«r
cezası, 3 ay süre ile tneslek ve sanatının ve ticaretinin tatiline ve
gün süre ile işyerinin kapatılmasma kaıaı verildiginden, işbu cezi
nın ilaruna karaı verilmişür. 15.1.1991
Basın: 19489