Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 26 KASIM 1991
LEVENT KOKER
Paris Şartı'na Uygun
Demokrasi...
Türkiye, 1991 genel seçimlerine iki kümede toplanabile-
cek sorunların ağırlığı altında girdi. İlk kümede ekonominin
'yeniden yapılanması', enflasyon hızının düşürülmesi, eko-
nomik gelişmenin sürdürülmesi ve adil gelir dağılımının sağ-
lanması sorunları öncelikliydi. İkinci kümede ise başta 1982
Anayasası olmak üzere bütün hukuk sisteminin 'demokra-
tikleştirilmesi', toplumun siyasal karar alma süreçlerine ör-
gütlü ve özgür katılımını engelleyici antidemokratik hüküm-
lerin temizienmesı, çoğulculuğu engelleyen kıtle iletışim arac-
ları üzerindeki devlet tekelinin kaldırılması (veya TRT'nin tam
anlamıyla 'özerkleştirilmesi'), YÖK'ün kaldırılması veya üni-
versrte özerkltğini bozmayacak ölçüde yeniden düzenlenme-
si, adil bir seçim kanununun yapılması, seçme ve seçilme
yaşının indirilmesi gibi 'siyasal' sorunlar yer alıyordu.
Seçim gününe doğ-
ru yakiaştıkça bu ıki
sorun kümesinden
ekonomı öne çıkar-
ken •demokrasi-iie ii-
Insanı insan yapan temel
öze
Ujğjn
'siyasal katllim'
olduğunun unutulduğu,
giii soruniarm geriye ceplerin ve midelerin
i t i i e b i d
p
doldurulması probleminin
düşünce, örgütlenme ve
katılım özgürlüklerinin
geliştirilmesi problemine
ağır bastığı bir seçim
öncesi dönem yaşadık.
itilmeye başlandığı
görüldü. Partiler, RP
ve SP hariç 'serbest'
veya 'sosyal' sıfatları-
nı eklemedeki farklılık
dışında 'piyasa eko-
nomisi' üzerinde an-
laşmış göründüler.
Sorun 'piyasa ekono-
misi'ni hangi partinin daha iyi uygulayacağı noktasında dü-
ğümlenir oldu. Serbest ya da sosyal piyasa ekonomisinin hiç-
bir anlaşılış mantığına sığmayan vaatler, vaatlerin bol kese-
den atıldığı yolundaki eleştiriler birbirini izlerken 'demokra-
tikleşme sorunu'muz unutulmaya başladı.
Oysa ekonomide 'piyasa' ile sıyasette 'demokrasi' arasın-
da bağ, ancak hem ekonomik hem de siyasal karar alma sü-
reçlerine örgütlü toplum kesimlerinin aktif ve özgür katılımın-
da olabilecek bir şeydi. Yaşamak için emek güçlerini satmak
zorunda olanların coğunluğu oluşturduğu bir düzende 'ser-
bestlik', ekonomik bakımdan en az ayrıcalıklı olan toplum ke-
simlerinin örgütlü ve sınırlandırılmamış bir pazarlık gücüne
sahip olmalarıyla mümkündür ve bu da doğrudan doğruya
siyasetin 'demokratik' niteliğine bağlıdır.
'Merkez sağ'daki iki partinin -DYP ve ANAP'ın- 'liberalizm'
anlayışları, her ikisinin de 'milliyetçi ve muhafazakâr dene-
tim'i gerekli görmelerinden ötürü bu bağlantıyı kuramazdı.
Buna karşılık 'sosyal demokrat' partilerin bunu vurgulama-
ları gerekirdi. Seçim öncesi dönemde ekonomi-demokrasi
bağlantısını en tutartı ve vurgulu biçimde kurmaya özen gös-
teren parti, SHP değil DSP oldu. (Hayalcilıkle suçlanmak veya
'kooperatif sözcüğünün Türkiye'deki yaygın olumsuz çağrı-
şımlarından kaynaklanan eleştırilere hedef olmak pahasına.)
Ayrıca Türkiye'nin kurulu ekonomik düzeni, parçası oldu-
ğu dünya kapitalist sisteminin gerekleriyle veya dayatma-
lanyla sınırlandırılmış bir çerçeve içinde işlemektedir. Buna
karşılık siyasal sıstemimizi demokratikleşt;
r
mek bakımından
çok daha özgürce davranabılecek bir konumda bulunmak-
tayız. Dolayısıyla ekonomide özellikle enflasyon hızının dü-
şürülmesi ve gelir dağılımının hakça bir düzene kavuşturul-
masına yönelik olarak 'beni izlemeye devam edin' türü vaat-
leri öne çıkarmanın yerine Türkiye'yi Batı ölçülerinde demok-
ratik bir toplum halıne getirme-
yi sağlayan somut öneriler vur-
gulanmalıydı.
Çünkü ekonominin işleyişin-
de yapılması düşünülen işler,
ancak demokratik bir siyasal
mekanizmanın var olması ha-
linde 'adil' (yani toplumun en
az ayrıcalıklı olan kesimlerine
en fazla yarar sağlayacakyön-
de) sonuçlar doğurabilır. Ozet-
le ınsanların 'doğal' isteklerinin
öne çıkanldığı, insanı insan ya-
pan temel özelliğin 'siyasal
katılım' olduğunun unutuldu-
ğu, ceplerin ve midelerin dol-
durulması probleminin düşün-
ce, örgütlenme ve katılım öz-
gürlüklerinin geliştirilmesi
problemine ağır bastığı bir se-
çim öncesi dönem yaşadık.
1991 genel seçimi, hıçbır
partiye tek başına iktidar olma
olanağını vermedi. Sonuç tek
bir partinin hükümet kurabil-
mesi olarak (ve yanlış olarak)
anlaşılan 'istikrar' uğruna ada-
letli bir seçim sisteminden vaz-
geçmek meşruluk temelini tü-
müyle yitirdi. Artık yüzde 10'luk
Türkiye barajı işlemiyor.
Bu demokrasi açısından
olumlu bir sonuctur. Nedenine
gelince: Merkezi iktidarın he-
men tüm güçleri kendinde top-
ladığı, devlet dışı özerk toplum-
sal örgütlenmelerin cılız oldu-
ğu Türkiye gibi bir toplumda si-
yaset (ve dolayısıyla seçim), bu
güçlü merkezi iktidan ele geçir-
mek için oynanan bir 'ya hep
ya hiç' oyununa dönüşmekte,
iktidan tek partinin -hem de
adaletsiz bir seçim sistemi
yoluyla- eline geçirmesi halin-
de de bir yandan iktidar 'uz-
laşma' gereğini duymaksızın
bildiğini okuma yolunu yeğle-
mekte, diğer yandan da 'iktida-
rın meşruluğu'na ilişkin bir
'bunalım' sürüp gitmektedir.
1991 seçimleri adaletsiz seçim
sistemine rağmen bu ya hep
ya hiç' oyununun tekrarına izin
vermemiştir.
Yapılması gereken, 'demok-
rasi'den yana olduklarını ilan
etmiş bulunan bütün partilerin
ve örgütlü örgütsüz toplum ke-
simlerinin katılımıyla Türkiye
1
nin siyasal, hukuksal ve ku-
rumsal çerçevesinın yeniden
düzenlenmesidir; tabii demok-
rasinin meşruluk zeminini oluş-
turan temel hak ve özgürlükle-
re herkesin eşit olarak sahip ol-
ması ilkesini zedelemeyecek
biçimde. 20 Ekim seçimlerinin
ortaya koyduğu tablo ve bu tab-
lonun ürünü olan yeni 'koalis-
yon', 1980'lerde istikrarı de-
mokrasiyi budamanın gerekçe-
si haline getiren Türkiye'nin
Paris Şartı'nın öngördüğü 'de-
mokrasi'yi eksiksiz bir biçimde
ve 'koalisyonia gerçeklestirebi-
lecek bir gelişkinlik düzeyine
ulaştığını kanıtlama olanağına
sahiptir. Bu olanağın en iyi bi-
çimde kullanılacağını umuyo-
rum.
Yeni Koalîsyon ve Kanun
Gücünde Kararnameler
Türkiye'de bugün, yeni iktidar döneminin başlangıcında, önemle
vurgulanan "demokratikleşme" girişimleri umut ve sevinç kaynağımızdır.
Geçmiş dönemde "fişi çekilmiş" bir parlamentoda, parmak kaldınp
indiren kalabalıkları "babasının malı" gibi yönlendiren siyasal
buyrukçuluğun Türkiye'nin parlamenter demokrasisine zararı büyük
olmuştur.
Prof. Dr. AHMET N. YÜCEKÖK A. Ü. Siyasal Bilgiler Fak.
20 Ekım 1991 genel seçımler sonrası ortaya çı-
kan DYP-SHP koalisvon hükûmetinin günde-
mini oluşturan en önemli konulardan bıri,
"demokratıkleşme" olarak tanımlanan bir siya-
sal yeniden yapılanma sürecidir.
"Demokradkleşme" kuşkusuz. 12 Eylül'ün
'•yasakçı'" mantığmın son kahntılannı da siyasal
yaşamımızdan silmeye yönelik bir gınşimdır 12
Eylül mantığı aslında çok basit ve nettır: "Anarşi
özgûrlükierden doğmuştur; özgürlükleri yok edin,
anarşi de yok olur." Okullar olmasa ••maanfîn"
daha kolay yürutüleceğinı sanan (!) despotik-
beleşçi bır mantıktır bu. Bu nedenle de o döne-
min meşhur "Tencereyi Pisletenler" soyut suçla-
ması ıle toplumun tüm katmanlanna yönelik
kolektıf bir ceza uygulanmış, 12 Eylül'ün sapta-
dığı "seçkınler" dışında tüm Türk halkı uzunca
bir süre her türlü demokratik hak veözgürlükler-
den yoksun bırakılmıştır.
Siyasal katılım. örgütlenme, düşünme, payla-
şım için pazarlık özgürlükleri kısıtlanmış Türk
insanının. eli kolu bağlı bu suskun hali. ülkenın
demokrasi olmadan daha kolay yönetıleceğıne
ınanan çevrelenne yeni ilhamlar vermıştir. 12
Eylül koşullannda hayat bulmuş ve o koşullar
ıçındekı "ıcraatın" daha "ış bitınci"' olacağına
ınanmış bır sivıl iktidar, halkın suskunluğundan
kaynaklanan bır "'depolitizasyon" ortamında,
yargıyı denetim altına almaya çalışmış, ceza yağ-
dırarak, ekonomik baskılar uygulayarak ya da
düpedüz devlet tekelcıliğinı kullanarak kendin-
den bağımsız olarak gelişebilecek her türlü
olgu>u denetim altında tutmak ıstemıştir Bu
çerçeve ıçınde yaptığı en onemlı "ıcraat" ıse par-
lamentonun fişinin çekılmesi olmuştur.
Parlamentolar. yoğun ış bölümü, ıhtısaslaşma,
ekonomik ve sosyal çıkar farklılaşmalanna bö-
lünmüş toplumlann etkilı ve sağlıklı siyasal
ürünüdürler. Halkın farklılaşmış çıkar ve görüş-
lennın temsilcisı olan ve bu nedenle demokratik
rejımin vazgeçılmez unsurlan olarak nıtelendiri-
len siyasal partilenn oluşturduğu bir zeminde
halk adına yasama ve siyasal denetim görevlerini
yaparlar. Parlamentolann gerçek demokratik
rejimlerde ışlevleri önemli olduğu kadarzahmetli
ve zaman alıcıdır. Yalnızca genel kurul çalışma-
lannda değil. her bıri kendi alanında ihtısaslaş-
mış çeşıtlı komisyonlardaki titiz çalışmalarla
ulusun temsilcılen, özveri, sabır. bilgi isteyen,
"yürütme erkini" denetleme ve yetkilendırme
görevlerini yenne getınrler.
Ama bazı "'yürütme" organlan sabırsızdırlar.
Kendi çok bilmiş "icraatlan" için parlamentoyu
bir ayak bağı olarak görürler. Hele önlerinde beş
orgeneralden oluşmuş bir yasama meclisinin ba-
şına buyruk örneği varsa, ülkeyı parlamentosuz
yönetme arzusu büsbütün iştahlannı kabartır.
Parlamentodan kanun kuvvetinde kararname
yetkisini alarak, parlamentoyu yasama işlevle-
nnde devre dışı bırakırlar. Hatta bazen parla-
mentonun devre dışı kalması bile "gerçek"
iktidar sahıplennın "ış bitirici" acüllüğünü tat-
min etmez. Bakanlanna boş kâğıtlara ımza attı-
rarak kendi kabınelennin de ayak bağı (!)
olmasını önlerler.
Ne yazıktır ki TBMM'de, demokratik rejim
anlayışı ile taban tabana zıt böyle bir yetki devri
olayı yaşanmıştır. Sayıca çok büyük bir üstün-
lükle iktidan elde tutan ANAP'ın parlamento
grubu. garip bir teslımiyet içinde yasama yetkile-
nnı bakanlar kuruluna ve cumhurbaşkanma
devretmışlerdır. Böyle yaparken de parlamento-
dan yalnızca muhalefetı değil, kendilerini de
dışlamışlardır. Parlamentonun kurumsal etkinlı-
ğı ile ulus adına kullandığı siyasal irade ile ve asıl
önemlisı taşıdığı siyasal sorumluluk ile kesin ola-
rak bağdaşmayan bu yetki devrinin, ülkemizdeki
yeni siyasal iktidar dönemınde sağlıklı demokra-
tik bır çözüme kavuşturulması, yeni koalisyon
yönetımınin ılk "demokratikleşme" adımlann-
dan bin olmalıdır.
Katılımcı demokrasi, uluslararası anlaşmalar-
la tarif edilmiş insan haklan, demokratik hak ve
özgürlükler, şefTaf karakollar, gözaltına alınma-
da avukat bulundurma hakkı, bütün bunlar
kuşkusuz "demokratıkleşmenin" olmazsa ol-
maz haklandır. Ama demokrasmin sımgesi
parlamentodur. Etkinlik alanı da orasıdır Çün-
kü asıl siyaset parlamentoda yapılır ve sıyasetsız
bir parlamenter demokrasinın "demokrasf' ol-
duğuna ınanabilmek için ınsanın bol afyondan
sonra gördüğünü vahmettiği bir Hasan-Sabbah
cennetinin müridi olması gerekir
Ülkemizde, TBMM'yı yeniden meşru, halka
dayalı siyasetin odağı halıne getirme gırişimleri-
ni yaşayıp göreceğiz. Ama gecmişte. bir başka
ülkenin parlamentosunun böyle bir yetki devn
ile ilgilı olarak başına gelenler, ulus adına parla-
mentoya emanet edılen yasama hakkının sorum-
suzca yürütmeye devredılmesinin nelere mal
olabileceğının a a bir ömeğidir. Bu örnek olay
Almanya'nın Weimar Cumhuriyeti dönemidır.
Gerçı Weımar Cumhunyetı'nın yıkıhşı ve ıktı-
dan Nazılenn ele geçirişi yalnızca Alman parla-
mentosunun sorumsuz davranışından ve
teslimiyetçiliğınden kaynaklanmıyordu. Enflas-
yon, işsizlık, pahalılık ve terör toplumu felç
etmiş; parlamenter tıkanıklıktan kaynaklanan
becen ve meşruıyet erozyonu bir otorite boşluğu
yaratmıştı. Işte bu parlamentonun siyasal meş-
nııyetinin zayıflayıp. otorite boşluğunun ortaya
çıkinası, Alman Anayasasının cumhurbaşkanına
48. maddeyle verdıği yetkilerle büsbütün hız ka-
zanmaktaydı. Türkiye gıbı otonter bir devlet
geleneğı olan Almanya'da bu yetkiler, cumhur-
başkanına, anayasal olarak devlet gücü korun-
sun ve siyasi partılerle parlamento karşısında
"yürütmenin" dengesi kurulsun diye verilmiştı.
Işte anayasanın bu ganp ikilemı Almanya'da
demokrasinin çöküş sürecinin önemli bir unsum
oldu. Çünkü parlamento tabanlı hükümetler.
PARİS'TEN SELÇUK DEMÎREL
kolay yolu parlamenter denetımle sağlanan siya-
sal sorumluluktan kaçmada ve yönetimi cum-
hurbaşkanının "iradesine"' bırakmada buldular.
Bu durum, demokratik parlamentanzmın can
düşmanı olan Nazılenn, rejim karşıtı savlanna
güç kazandırdı. Sorumluluklannı giderek daha
fazla cumhurbaşkanına karşı duyan hükümetler
ve bakanlar nedeniyle iktidar kaynağı parlamen-
to olmaktan çıktı. Iktidar sınırsız. denetimsız ve
pek tabii ki sorumsuz olarak yürütmenin eline
geçmiş oldu Parlamento krizı anayasal bir krize
dönüştü Bu knz süresince hükümetler parla-
mento desteğı arama zorunda kalmadan, yani
parlamento tarafından "ibra"' edilme, desteklen-
me ya da denetlenme külfetine katlanmadan
siyasal sistemi. partiler üstü ve parlamento dışı
bir "otorite" alanına çektıler. Böyle bir anti-
demokratik düzeni siyasal çıkarlan açısından
olağanüstü kullanışlı bulan bazı radikal açık re-
jim düşmanlan ise cumhurbaşkanbğımn güçle-
nen konumunu süreli bir diktatörlüğe dönüştür-
mekıstıyorlardı.
Sıstemın totaliter baskıya giderek açılan bu
kapısından Naziler kolaylıkla geçtiler. Parla-
mentoyu yalnızca siyasal olarak ezip yok eünedı-
ler. Hırslannı alamamış olmalılar ki bır de
yakarak, flzıkı olarak ortadan kaldırdılar. tşin
acı tarafı, demokratik kurumlar birer birer yıkı-
lıp Alman parlamenter düzeni Nazı "hoolıganla-
nn" pençelerinde paramparça edilirken Alman
toplumu tüm bu olup bitenlere karşı direnecek
hıçbir moral güce. hıçbir inanca ve sadakate sa-
hip değıldı. Çünkü becerisını, etkinliğini ve tüm
moral değerlenni siyasal bezırgânlann elinde yi-
tırmış olan Alman parlamentosunun, Alman
halkı nezdinde artık hıçbır meşruiyet payandası
kalmamıştı. Bir başka deyişle Alman parlamen-
tosu. 1930-1932 yıllan arasındaki çürüme süreci
sonucunda. toplumda demokratik rejim yanlısı
inanç ve bağlılıklan yıkarak, Nazi ıktidanndan
çok daha önce kendi ıpını kendısi çekmişti
1930 1931 1932
Parlamentonun geçırdıgi
yasalar 98 34 5
C umhurbaşkanl ığı
kararnameleri 5 44 66
Kaynak: M.R.Lepsıus. The Breakdown of De-
mocratic Regimes, Ed. J.Lınz. London. 1978, s.
73.
Türkıye'de bugün, yeni iktidar döneminin baş-
langıcında, önemle vurgulanan "demokratikleş-
me" girişimleri umut ve sevinç kaynağımızdır.
Geçmiş dönemde "fişi çekilmiş" bır parlamento-
da, parmak kaldınp indiren kalabalıkları "baba-
sının malı" gıbı yönlendıren siyasal buyrukçulu-
ğun Türkiye'nin parlamenter demokrasısine
zaran büyük olmuştur. Şırket gıbı değil. çağdaş
değerlere sahip bır halk gıbı yönetilmek istiyor-
sak. demokratik geleneklenmizi güçlendirmeli-
yız.
Unutmayalım ki Hitler, "Reichkanzlerie"
SA'lannın darbesi sonucu yerleşmedi Halkın
oyu ıle sandıktan çıkarak iktidar oldu. Mussolini
de Roma'dakı 'Quinnal'ı faşıst taburlann hücu-
mu ıle ele geçirmedı. Kral'm çıkardığı davet
üzenne. Roma'ya, yataklı vagonunda mışıl mışıl
uyuv arak gitti Bu da bize göstenr kı rejimlerin
çöküşünün resmi, kronolojık tarihlen sanıldığı
kadar önemli değildir. Çünkü addıvet ve sorum-
lulukla sahip çıkılmayan demokratik rejimler,
sosyolojik olarak çok daha önce olürler.
Doç. Dr. LEVENT KOKER
Gazi Üniversıtesi Oğretım Üyesıdir
Ortadoğu'nun
İki Yeni İş Merkezi
Şimdi Çok Yakın:
Amman ve
Beyrut.
O kadar yakın ki... Türk Hava
Yolları'yla sadece birkaç saat süren
konforlu bir yolcuiuk ve Ortadoğu...
18 Kasım'dan itibaren her pazartesi
ve perşembe Amman'a. 15 Aralık'tan
itibaren her perşembe ve pazar Beyrut'a...
Bu iki önemli iş merkezine uçarken
dilerseniz özel .Business Class hizmeti-
mizden de yararlanabilirsiniz. Ayrıca
kalkış ve varış saatlerimizin uygunluğu,
zamanınızı en iyi şekilde değerlendir-
menize yardımcı oiacaktır. Tabii bu
arada, isterseniz Amman ve Beyrut'tan
dünyanın çeşitli kentlerine en uygun
bağlantıları da sağlayabiliriz.
Sizi Ortadoğu'nun iki önemli
merkezine Türk Hava YcHIarı konforuyla
ulaştırmaktan mutluyuz.
İstanbul-Amman*
Amman-İstanbul
İstanbul-Amman
Amman-İstanbul*
İstanbul-Beyrut
Beyrut-İstanbul
İstanbul-Beyrut
Beyrut-İstanbul
Gün
Pazartesi
Pazartesi
Perşembe
Perşembe
Perşembe
Perşembe
Pazar
Pazar
Kalkış
11.00
16.15
18.00
21.35
19.00
21.45
1 1.00
13.30
Varış
15.15
19.00
20.35
02.00
20.45
23.45
12.45
15.30
* Şam bağlantılı.
Aynntılı bılgi için Türk Hava Yollan
Acente ve Burolarına başvurabılirsiniz.
TURK HAVA YOLLARI
ATILLA DORSAY
"Sosyalist Deprem" ve
SavaşçıYıllardır uluslararası şenliklerde karşılaşırdık onlarla..
Üstleri-başlan biraz dökülür, ceplerinde harcayacak paralan
bulunmaz, bu yüzden festıval yöneticilerı, onlara "özel mua-
mele'de bulunurlardı: Orneğin biz "Batı ülkeleri "nden
gelenlere otelın dışında bir avantaj sağlanmazken, onların
ceplerıne bıraz "yemek parası" konurdu Onlar, sosyalist
ülkelerın sanatçıları, sinemacılan ve gazetecıleri idiler Kal-
kınmalarını tamamlayamamış, ulusal paralarını uluslararası
"konvertibilite"ye uyduramamış, dövız kasaları hep tamtakır
ülkelerin vatandaşı olmanın beliı bır ezıklığini taşırlardı.
Bu durumu sessizce yaşar. ama pek eleştıremezlerdı. Eleş-
tıri, elbette "glasnost'la bırlıkte başladı Istanbul şenliğıne
gelen ve artık hayatta olmayan unlu Ermenı kökenlı usta
Sergey Paradjanov'un öfkesını anımsıyorum "Cebıme istedi-
ğim zaman yemek, yıyecek ve şunu-bunu satın alabılecek
para koymadan beni buraya yollayan hükümete ben nasıl
saygı duyarım?" dıye söylenıp duruyordu.
Ama bu sanatçıların bir tesellileri vardı. Oışarıda yoksuldu-
lar, ama ülkelerınde kraldılar. Yönetmen ıselerfılmlerı, yazar
iseler kitapları, dünyada hiç bır ülkede olamayacak kadar
büyük bir alıcı kıtlesine ulaşıyordu Bunun için elbette küçük
bir koşul vardı: Ûrneğın Paradjanov gibi "ınatçı muhalif"
değil, Bondarçuk gıbı "resmi sinemacı' olmak gerekıyordu.
Dostoyevski gibi "ezeli" veya Soljenıtsın gibi "modern
karşı-devrımci" değil,
Artık daha özgürler
kuşkusuz, artık sansürle
boğuşmak, mesajlarına
çeşitli kılıflar giydirmek,
resmi görüş çevresinde
uygun adım atmak zorunda
değiller. Zaten "resmi
görüş "filan da yok artık..
devrim ruhunu hep
taşıyan Maksim Gorki
olmak çok daha gü-
venceliydi. işte o
zaman, sanatın her
alanındaki görülme-
miş devlet desteğiyle,
"sübvansiyonlar" sa-
yesinde, dünyanın en
ucuz kitapları yüzbın-
lerce basılıyor, ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^
dünyanın en ucuz sı- ~~^^~™"1
"^^™^™^^™1
'1
^"^~
nemalarının önünde görülmemış kuyruklar oluşuyordu.
Elbette her yazdığınızı bastıramıyordunuz. Ama eğer bastı
rabılirsenız, okur sayınız tepelerde dolaşıyordu. Her istedığı-
niz konuyu da fılm yapamıyordunuz Ama, eğer yapabilirse-
niz, sermaye veya bütçe kaygılarınız yoktu. Istediğiniz
bütçeyı elde edebilir, Kızıl Ordu'nun binlerce askerıni beda-
vaya kullanabılır, devletın tüm ımkânlarını elinizin altnda
bulabilirdiniz. Yeter ki biraz muhalif veya az-biraz bozguncu
olmayın!.
Şimdi şenliklerde yine rastlıyoruz onlara. Kılık-kıyafetleri
yıne parlak değil, yıne ceplerinde para yok. Üstelik şimdi
ülkelerinde de "kral" değiller. Sanattan her türlü devlet süb-
vansiyonu çoktan kalkmış... Şimdi artık hepsı ister kitaplarını
bastırmak için, ıster filmlerini yapmak için sermaye bulmaya
zorunlular.. Tüm dunyada olduğu gibi... Artık daha özgürler
kuşkusuz; artık sansürle boğuşmak, mesajlarına çeşitli kılıf-
lar giydirmek, resmi görüş çevresinde uygun adım atmak
zorunda değiller. Zaten "resmi görüş" filan da yok artık.. Ama
hangi parayla, nereden bulunacak sermayeyle kotaracaklar
yapıtlarını? Birden kendilerini acımasız kapıtalızmin önünde
bulan, bır zamanların devlet desteğinin rahatlığına sığınmış
bu sanatçılara üzülmeli mi, sevinmeli mi?
Evet, sosyalist dünyadakı deprem, sanatçıları gerçekten
de fena yakaladı. Değişim, hepsini fırtına gibi önüne kattı.
Bu yeni dünyadakı sayısız sanatçının sözlerini nasıl söyleye-
bilecekleri, kitlelere ne vertp ne veremeyecekleri, bence
yanıtı merakla beklenmeye değer son derece önemli ve ıl-
ginç bir soru oluşturuyor..
ANMA
Yaşamın sert rüzgânnda
bırakıp gittin bizi.
Sensiz artık daha da yalnızız,
yapayalnız canım annem
MUZAFFER
EDEOĞLU
ölümünün 1. yılında rahmetle anıyoruz.
Nur içinde yat. AİLESÎ