Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZDLARI 20 EKİM 1991
Wbshingtoriclan
^nlışlıklar
komedyasıBir Türk gazetecinin Beyaz Saray sözcüsüne
sorduğu 'yanlış sorular', 'yanlış yanıtlar'
doğurunca birdenbire ortalık karıştı ve iki ülke
ilişkilerinde tatsız anların eşiğinden dönüldü.
UFUK GÜLDEMİR
WASHINGTON — Gazete-
cilerin zaman zaman iyi ifade
edilememiş sorularının, nasıl
yanlış yanıtlar doğurarak ülke-
ler arası ilişkileri etkileyebilece-
ğiıyn ilginç bir örneği yaşandı.
Olay geçen çarşamba günü
Washington'daki Yabana Basın
Merkezi'nde, Beyaz Saray'ın dış
konularından sonımlu sözcü
yardıması Roman Papadiuk'un
olağan haftalık brifingi sırasın-
da meydana geldı.
Bir Türk gazeteci, brifîngde
sözcüye, PKK'nin adını hiç te-
laffuz etmeden ve terorizm ile
iç içe olduğunu hatırlatmadan,
"Türkiye'ııin Irak'ta, KürUere
karşı >-aptığı askeri harekât ko-
nusunda bir diyeceği olup ol-
madıgını sordu. Papadiuk da
bu soruya, "Biz bu konuda bep
banşçı çöıümlerden yana ol-
duk. Her iki tarafa da bu işi ba-
nşcı yoldan çözmesi içio çagrı-
da bulunuyoruz" karşdığını
verdl Bu yanıt ABD'nin PKK
siyasetinin değişüği, PKK ile
masaya oturulması çağrısında
bulunduğu anlamına geliyordu.
Oysa Amcrikan yönetiminin bu
konudaki tutumunu izleyenler
bunun en azından şimdilik söz
konusu olmadığını biliyordu.
Aynı gazetecinin ikinci soru-
su da Amerika'run Kürt politi-
kalarımn değiştiği izlenimini
uyandıracak bir yanıt getirdi.
Gazeteci, yine nuansını verme-
den "ÖzaJ, Türkiye'nin sınırlan
içinde bir federasyondan söz
ediyor" dedi. Papadiuk, son
günlerde sürekli, Doğu Avru-
pa'da meydana geien olaylara
ılişkin sorulara muhatap oluyor
ve bunâ hep belli bir kalıp için-
de kalarak yanıt veriyordu.
Sözcü aynı kabbı bu soruya ya-
nıtında da kullanınca, Türkiye
1
ye Yugoslavya'daki duruma ben-
zer bir çözüm önermiş duruma
düştü.
Ancak asıl yanhşlıklar, iç po-
litika ile ilgili sorularda oldu.
Gazeteci, "Mr. Özal announced
that after the election he is not
ready to give powr to majoritv
leader, what do you ting on
Turkish democracy?" (özal, se-
çimlerden sonra, çoğunluğu
alan parti liderine gücü devret-
meyeceğini açıkladı. Türk de-
mokrasisi üzerine düşünceleri-
niz nedir) somsunu yöneltti.
Papadiuk bu soruya, "Ben
Türk demokrasisi ve siyasi sis-
temi konosunda uzman degi-
lim" diye başlayınca, salon-
da bir kahkaka koptu. Ardın-
dan, "Ama Turk halkına sevgi
ye saygı besleyen birisi olarak
söylemek isterim ki, Amerika
tiim dünyada demokrasi, ana-
yasai süreç ve seçimle gelip gi-
den hükiimetler modelini des-
teklemektedir. Ancak halklar
kendilerini seçimde nasıl ifade
eder, bu kendilerinin bilecegi
bir konudur" dedi. Bu yanıtı
üzerine gazeteci "Özal'a deste-
ğiniz mi agır basıyor, demokra-
si mi" diye usteleyince, Papadi-
uk "Demokrasilerde daima
halk kazanır" karşılığını verdi.
Papadiuk, ertesi günü tele-
fonla aranıp, sözlerinin yarata-
bileceği yanlış anlamalar dikka-
tine getirildiğinde, âdeta pani-
ğe kapıldı. Bu arada bazı Türk
makamları da basın toplantısı-
nın metnini görmüş ve Papadi-
uk'un gerçekten böyle konuşup
konuşmadığını araştırmaya
başlamıştı. Sonunda Papadi-
uk'un ofisi, telefonla gazeteci-
leri arayarak sözlerini düzeltti
ve yapılan yanlışbk için özür di-
ledi. Böylece iki ülke ilişkilerin-
de tatsız anların eşiğinden dö-
nüldü.
Fmnkfurt
9
tan
New Itbrk'tan
Herkeş kendi
gölgesine âşıkSınırsız özgürlüklerin beşigi böyle bir ülkede
herkes kendi gölgesine âşık. Gölgesiyle
konuşana deli diyorlar. Gölgesini iyi yaşatmak
için hayatını mahveden akıllı oluyor.
MEHMET MESTÇİ
NEW YORK — Çıkış kapı-
ları açılınca dilim tutuldu, tek-
rar içeri kaçıp geldiğim uçağın
tuvaletine saklanmak geçti
içimden. Öyle tanıdıklarını
karşılamaya gelmiş birkaç in-
san değil, binlerce insan. Sev-
gilisi gözünde tüten bir avuç
delikanlı değil, yüzlerce yağız
delikanlı. Zencisi, beyazı, san-
sı, yeşili. Heyecanlannı djzgin-
leyememekten 'oluyan' eşi ben-
zeri görülmemiş bir insan yığı-
nı. Çıkış salonunu bayram ye-
rine, hatta 'kansız arenaya' dö-
nüştürmüş bir dünya kültürü,
yeni bir kültür: 'Yeni dün-
ya.'Havaya salınan birbirinden
güzel balonlar, kimbilir kimin
için patlatılan köpükleri etrafa
dağüan şampanya, narin şişe-
lerinde 'müşterf bekleyen be-
yaz şaraplar, patlamış mısır
tezgâhları. Tüm bunlar sizin
için ve tüm bu yeni dünyalı or-
dusu sadece 'sizi' karşılamaya
gelmiş gibi. Gerçekte kimsenin
kimseyi karşıladığı yok. Tüm
bunlar oyun. Sınırsız özgürlük-
lerin beşiği böyle bir ülkede
herkes kendi gölgesine âşık.
Gölgesiyle konuşana deli diyor-
lar. Gölgesini iyi yaşatmak için
hayatını mahveden akıllı olu-
yor, gölgesini ayaklanrun altı-
na alıp üzerinden geçen ise
anormal. J.F.Kennedy Havaa-
lanı'ndaki gölgelerin en çarpı-
cı tarafı ise salondaki uğultu-
dan derin hazlar koparmaya
çahşmak ve 'dış dünyadan' ge-
len her bir insanı 'saaki' tered-
dütsüz kabul etmek.
Dostum Alexander beni kar-
şılamaya geldiğinde güzel bir
sürprizi de yanında getirdi:
Arabasını. Bu araba gerçek bir
sanat eseri ve pervasız yaşama-
nın tatlı bir ödülü gibi geldi ba-
na. Arabanın üzeri yüzlerce
renge boyanmıştı. Arka koltuk
olmadığından girl-friend'i ya-
tar gibi uzanıp ayaklannı cam-
dan çıkardı. Arabanın içini
kaplayan düzinelerce çıkartma
yetmiyormuş gibi yerlere yapış-
mış Coca Cola kutulan, Mc
Donalds poşetleri, çikolata pa-
ketleri, birkaç fanila, bir iki ço-
rap, ikisi birden kınk kelebek
camlardan dolan hava ve çök-
müş tavandan üzerimize gelen
kaplama otomobilin fıyatını üç
yüz dolara düşürdüğünden
Alexander hayatından ve ara-
basından çok memnundu.
Manhattan'da beni otele bırak-
tıklarında uzaklaşan arabayı
keyifle seyrettim
Zürftiten
Bir garip seçim
YALÇIN TRANA
ZÜRİH — Birçok ülkede ol-
duğu gibi İsviçre'de de ekim
ayında seçimler yapüıyor. Her
yerde olduğu gibi sözler verili-
yor, ilanlar asıbyor; röportaj ve
seçim haberlerinin bini bir pa-
ra.
Gazetesinin dış haberler say-
fasını düzenli olarak okuyan bir
Avrupalı için îsviçre deyince ak-
la sadece çikolata, saat, kara pa-
ra, vs gelmiyor. Avrupa'nın bu
küçük dev ülkesi, seçimlere ka-
tılım oranının en düşük olduğu
ülkelerden biri; Isviçreliler tarih-
leri boyunca yüzde kırklann
üzerine çıkmış bir katıhm yaşa-
mış değiller.
Bunun en büyük sebeplerin-
den birisi hiç şüphesiz, üç ay
içinde elli bin imza toplayanm
referandum ilan edebildiği bu
ortamda, duyulan bıkkınlık his-
si olsa gerek. Evet; Îsviçre me-
deni kanununda belirtildiği üze-
re, parlamento dışından herhan-
gi bir vatandaş da yeterli imza-
yı toplayarak o şehir, kanton ve-
ya tüm ülkeyi referanduma ça-
ğırabiliyor. Zaten önemli karar-
lann çoğu da haJka sunulmak
zorunda; parlamentonun, köşe
belirleyici kanunlan yasa gere-
ği halka onaylatması gerekiyor.
Her yıl gerçekleşen bu en az
yarım düzine referanduma bir
de düzenli olarak birkaç yılda
bir yapılan kasaba, şehir, kan-
tonal ve federa] seçimleri de ek-
lersek Isviçrelilerin pazar hobi-
lerini gerçekleştirecek pek vakti
kalmıyor. Bu durumda Îsviçre
1
nin son iki seçimde katıhm ora-
mmn yüzde otuz civannda kal-
ması, dışandan bakan bizler için
çok normal.
Tabii bu olay ülke içindeki
birçok kişi ve kurumu rahatsız
etmiyor değil. örneğin geçen
dönem Maliye Bakanlığı yapmış
olan Sosyalist Parti üyesi Herrn
Stich, referandum katılımının
yüzde elliyi geçmediği durum-
İarda parlamentonun tek yetki-
li kılmmasını öngören bir fikir
üretmiş.
Kitapseverler cennetinde gezintiOn tane kocaman binada, her biri birer uçak
hangan genişliğindeki 4-5 kata yayılan
İ Frankfurt Kitap Fuarı, dünyamızın kültür
zenginliği ve çeşitliliğinin, uluslann
yaratıcılığının çarpıcı bir yansıması.
ŞAHİN ALPAY
Fuarda sergüenen kitaplar olaganüstü çcşitiilikte oldufu gibi, sergilenişi de degişik.
FRANKFURT — Frankfurt
1
ta her yıl düzenlenen uluslara-
rası kitap fuarına, 'kitapsever
cenneti' demek herhalde yanlış
olmaz. Cumhuriyet Kitap Kulü-
bü'nün davetlisi olarak bu yıl
ben de bu büyük olayı yaşamak
olanağını buldum. Fuann çok
geniş bir alana yayıldığını duy-
muştum. Ama doğnısu, insanı
şaşırtacak kadar büyük. On ko-
ca binada, her biri bir uçak han-
gan kadar geniş 4-5 kata yayı-
lan serginin boyutları gerçekten
devasa. Fuar içinde ulasım bina-
lar arasında otobüsler, katlar ve
koridorlar arasında yürüyen
merdivenlerle sağlanıyor. Bu yıl
10-13 ekim tarihleri arasında,
kırk üçüncüsü düzenlenen fua-
ra, 91 ülkeden 84OO*ü aşkın ya-
ymevi ve diğer kuruluş katılmış.
Fuann açık olduğu dört gün
Skeleton Coast'tan
Dünyanın bitimindeki doğa harikasıUçsuz bucaksız ıssız tuz kraterleri, nehirler, bu nehir
kenarlarında günde 200 litre su içen filler, zıplaya zıplaya
dolaşan bambi geyikler ve kıyıda pinekleyen fok
kolonileriyle, İskelet Sahili gerçek bir doğa harikası.
NİLGÜN CERRAHOĞLU
SKELETON COAST (Namibya) —
Lanra Pieroni çölü seviyor. Nijer, Gobi,
Rahajistan, Sahara ve Cezayir çöllerini
gezmiş teker teker. "Hiçbiri" diyor,
"Böyle Skeleton Coast (İskelet Sahili)
çöüeri gibi büyülemedi beni. Sahra'da
200-300 küometrede gönilen doğa degi-
şikliklerinin tumünü, 100 kilometre için-
de göniyorsunuz burada."
Laura ile üstü açık bir jipin üzerinde
sarsıla sarsıla gidiyoruz. Sabah ayazı ve
sert ruzgâr; kalın montların ve atkıların
içine gömülen yüzümüzü yahyor. Çabu-
cak duşen ve yükselen ısı farklarına ah-
şık olan rehberimiz Andre Schoeman,
direksiyonda ıslık çalarak yerdeki lastik
izlerini takip etmeye çalışıyor. önce yo-
lunu kaybetmemek için iz sürmeye özen
gösterdiğini düşünüyorum Andre"nin.
"Hajir" diyor, çevreyi, tüm kayalan, bit-
kileri ve hayvanlan ile tanıyan Andre;
"Maksadım, yerde çifter çifter lastik izi
bırakmamak. Çölde bu izlerin kaybol-
ması 50, hatta 100 yıl alabiliyor."
Andre ve babası Loew Schoeman
'dünyanın bittiği yer' olarak tanımlana-
bilecek Skeleton Coast'a getirdikleri tu-
ristleri hep aynı jipin aynı izlerini süre
süre gezdiriyorlar. Çölun okyanusa ka-
nştığı bu sahilleri '60'larda keşfeden ve
oğlu Andre*ye de sevdiren Alman asıllı
Loew Schoeman, Angola sınınndan baş-
layıp, güneydeki Luderitz kentine dek
uzanan 600 kilometre uzunluğunda, 50
kilometre genişliğindeki bu sahil şeridi-
ni kendi evinin bahçesiymiş gibi koru-
yor.
Uçsuz bucaksız ıssız tuz kraterleri, ne-
hirler, bu nehir kenarlarında günde 200
litre su içen filler, çöllerin bozkıra dö-
nüştüğü düzlüklerde bir Walt Disney fıl-
minden çıkmış gibi zıplaya zıplaya koş-
turan bambi geyikler ve nihayet Güney
Kutbu'ndan gelen Bengala akıntısınm yı-
kadığı kıyı şeridinde pinekleyen fok ko-
lonileri ile Skeleton Coast, gerçek bir do-
ğa harikası. Buraya 'İskelet Sahili' adı-
nın verilmesine yol açan olgu, gene bu
olağandışı doğa. Bengala akıntısının ge-
tirdiği kutup ayazıyla, çöl sıcağımn çar-
pışması, kıyı şerıdinin sık sık kesif sis al-
tında kalmasına yol açıyor. Portekiilile-
rin keşiflere çıktığı 15. yüzyıldan bu ya-
na bu kıyılarda batan gemilerin hesabı
bilinmiyor. Orada burada kalan gemi is-
keletleri, sahile kilometreler boyunca
uzanan hazin bir mezarhk görünümü ve-
riyor.
Tüm sahile adım veren bu iskeletlere
doğnı yol aldıkça, ruzgâr hızını arttın-
yor ve kulaklanmızı kamcılamaya baş-
lıyor. Saatler boyu yol almarruza rağmen
beyaz, siyah hiçbir insan İ2ine rastlamı-
yoruz. Kurşuni bir göğün altında, gözün
alabildiğine uzanan bir kilometre geniş-
liğindeki plajda yalnızca karabataklar,
martüar uçuşuyor ve foklar yaşıyor. Ara-
da bir kuma saplanıp kalrruş bir gemi di-
reğine, güverte tahtalanna, denizci fene-
rine, fıçı gibi iri balina iskeletlerine, fok
kafataslarına ve insan kemiklerine rast-
lıyoruz. Baba-oğlu Schoemanlar bu is-
kelet parçalanna hiç dokunmuyorlar ve
bizim antik Roma-Yunan kalıntıları gi-
bi turistlere özenle gösteriyorlar. Bu ger-
çeküstü mezarhğın sükûnetini yalnız iri
dalgalann sesi bozuyor. Şiddetle karaya
vuran dalgalar, Namibya sahülerini dün-
yanın en zengin babkçıhk denizleri ya-
pan plankton köpüklerini de birlikte sa-
vuruyor. Krem renginde banyo köpük-
leri gibi kaynaya kaynaya sahile vuran
planktonlar, kıyıda yele kapılarak küçuk
parçacıklara aynlıyorlar ve yıllar önce bu
kıyılara gelmeye cesaret eaen çılgın de-
nizcilerin maceraperest ruhları gibi ge-
mi ve kemik iskeletleri üzerinde yumu-
şak yumuşak uçuşuyorlar.
Budapeşte'den
Eski zaman Çingeneleri artık yokTüm işgüzar devletlerin
yaptığı gibi, Macar
yönetimi de
Çingeneleri kentin dış
mahallelerindeki sosyal
konutlara yerleştirmiş.
ŞANSIN DURAK
BUDAPEŞTE — "Gerçek
bir Macar Çingenesi tanımak is-
tiyorum!" dedim Gado'ya.
Elindeki kadehi masaya koyup
güldu. "Bir Macar soylusuyla
tanıstırabilirim seni", dedi,
"ama gerçek bir Çingene için
söz veremem."
Macaristan'daki altı yüz bin
Çingenenin çoğu, kültürleriyk
çelişik çarpık bir kentleşmenin
kurbanı olmuşlar. Ancak yüzde
ikisinde Çingene ırkının gele-
neksel göçebe tadı var, ama
koskoca Macar ovasında izleri-
ni bulmak öyle güç ki... Düşle-
rimdeki sere serpe Çingene ara-
balan böylece dürüldükten sdn-
ra, Balaton gölüne uzanma fikn
de cazibesini yitirdi. Tüm işgü-
zar devletlerin yaptığı gibi, diz-
lerinin dibinde otursunlar diye
kentin dış mahallelerindeki sos-
yal konutlara yerleştirilmişler;
onun için artık at arabalan yok!
Devlet eliyle uygun (!) iş olanak-
ları sağlanmış. Milletlerin asi
olmayan tüm vatandaşları gibi,
yapabilecekleri en iyi şey, ikin-
ci sınıf bir işte birinci sınıf ol-
maktır.
Yaşamlannda sürprize yeı
Talentnm, mistik hayalfcrinde baldsşauıyuı modern bir költar mcrkezi.
yok, her şey öylesüıe tekdüze ve
belli ki, Çingeneler artık fal
bakmıyor... Ve gündelik yaşam
savaşıyla yorgun değişimin ge-
tirdiği ağır vergi yüküyle öyle-
sine bükülmüş ki belleri, Çinge-
neler artık dans etmiyor. Buda-
peşte'de karşımıza çıkan Iumpen
Çingeneler, suni kentleşmeylc
yaratılan yapay bir kültürün esi-
ri olmuşlardı.
Tüllerin ardındaki çigan kül-
türü Macaristan'da hem görü-
nür hem de saklı bir iz bırakmış,
bulmaksa pek kolay değil. Ma-
carlar, Çingenelerden konuşma-
yı pek sevmiyor. Çigan ismini
ilk duyuyormuşçasına bakmala-
n, iki sevgüinin birbirini tanımı-
yormuş gibi davranmalan kadar
yapay. Söz dönüp dolaşıp çiga-
na geldiğinde, onca gürbüz ço-
cuğunun arasında ilginin kara
kuru evlatlığa yönehnesine pek
şaşıran bir anne tavnyla bakı-
yorlar yüzünüze... Komşu Kus-
turica'nın estirdiği neo-çigan
futınasından bihaberler besbel-
li...
Gado kederlendiğimi görün-
ce, "Gel seni Visegrad'a
götiıreyim" dedi. "Gulaş içip
çigan dinleriz." Ve çigan başla-
dı, söyleyeceği çok şey varmış
gibi susmamacasına. Teker te-
ker döktüler içlerini; vibrafona,
kontrbasa ve kemana... Hepsi
sırayla dertleşti.
Bir zamanlar Macar ovasın-
da; kıllı benli ninenin dilindeki
söylencelerı, paprika kokan
gömleklerini, yamalı yorganla-
rını ve at cambazlannı anlattı-
lar. Avucundan kana kana su
içiren içli bir âşık gibi, kemanın-
dan bülbül sesi dinleten sevgili
Bradijeri... Nece anlatsam seni,
yoksa Çingenece mi? Sonunda
onun da bulbülü kemanının te-
linden uçup gitti. Gado iki da-
kikahğına Macarhğuıı unuttu ve
gururlu başını eğerek, şapkası-
na para toplayan Çingeneye
bülbülün adresini sordu. Eline
sıkıştınlan kâğıtta: Talentum,
Rottenbiller caddesi on altı nu-
mara yazılıydı.
Talentum, mistik hayallerim-
le bağdaşmayan modern bir
kültür merkeziydi ya da Bradi-
jeri'nin kemanına konan bülbü-
lün altın kafesi. Her yıl yüzler-
cesinin başvurup ancak 100
Çingene çocuğun abnıp yetişti-
rildiği ve müzdk bölümüne Ma-
carlann alınmadığı bir okul. Sa-
nat direktörü safkan Macar
Zoltan Vereb'in de itiraf ettiği
gibi, "Hiçbir Macar, bir Çinge-
nenin duyaritlıgına sahip ola-
maz!"
içinde bu standlann hepsini ge-
zip gönnek, tabii ki kimsenin
hara değil. Ben de ancak bildi-
ğim dillerde yayınlann bulundu-
ğu katlarda, ancak şöylesine bir
dolaşabildim.
Frankfurt Kitap Fuan, her
şeyden çok dünyamızın kültür
zenginliği ve çeşitliliğinin, ulus-
lann yaratıcıhğının çarpıcı bir-
yansıması. Sanat, edebiyat, sos-
yal bilimler, doğa bilimleri ve
mühendislik bilimlerinden tu-
tun, akla hayale gelebilecek bü-
tün hobiler, bütün meraklara
ilişkin kitaplar, ansiklopediler,
elkitapları, albümler, afışler,
takvimler, haritalar ve tüm öte-
ki basılı malzemelerin sergilen-
diği, özünde bir bilgi fuan ol-
ması nedeniyle belki tüm fuar-
lann anası' olarak niteleyebile-
ceğimiz bir fuar.
Fuarda kitaplar sergilenmek-
le kalmıyor. Dünyarun tüm kı-
talarını, tüm ülkelerini temsil
eden yayınalar, telif hakkı
ajanslan ve kitabevleri burada
buluşup, yoğun bir ahşveriş ya-
pıyorlar. Oğrendiğime göre,
dünya kitap ticaretinin yüzde
80'i gibi şaşutıa ölçüde büyük
bir bölümü burada gerçekleşi-
yor; büyük çaph kitap satışlan
burada bağlanıyor; Telif hakla-
rı sözleşmelerinin büyük bölü-
mü burada imzalanıyor. Frank-
furt Kitap Fuan, kuşku yok ki,
dünyamızda giderek büyüyen
kültür alışverişinin en önemli
odaklanndan biri.
Ama, açık kaldığı dört gün
boyunca fuan ziyaret eden, bu
yıl 250.000 dolayındaki insanın
çok büyük bölümünün kitap ve
telif hakkı ahşverişiyle bir ilgisi
yok. Yalnızca sergilenen kitap-
lan ve öteki basıh malzemeleri
görüp incelemek keyfini tadı-
yorlar.
Fuarda sergilenen kitaplar
olaganüstü çeşitlilikte olduğu gi-
bi, bunlann sergilenişi, standla-
nn düzenlenmesi de büyük de-
ğişkenlik arz ediyor. Zengin ttl-
keler ve büyük yayınevleri şan-
lanna yakışır genişlikte bir alan-
da, özenle tasarlanmış bölüm-
lerde temsil ediliyor. Bağımsız-
lığını kazanan Baltık cumhuri-
yetleri ile kazanmaya çalışan
Slovenya ve Hırvatistan cumhu-
riyetleri gibi fuara ilk kez bu yıl
katılan ülkelerin ise daha müte-
vazı bölümleri vardı.
Bizim Cumhuriyet Kitap Ku-
lübü'nün standı, fuann en gör-
kemli bölümlerinden biri değil-
di. Belki pek az yabancının ilgi-
sini çekti. E>oğYusu, kulübun
temsil ettiği 33 Türk yayınevi-
nin, dünyanın ilgisini çekebile-
cek fazla bir yayını yoktu. Dün-
yada artık nesli tükenmekte
olan, UçüncU harnur kâğıda ba-
sılmış kitaplanmızm fazla bir se-
yirlik yam da bulunmuyordu.
Ama Almanya'mn birçok ken-
tinden, Danimarka, Belçika,
Hollanda, Avusturya ve öteki
çevre ülkelerden gelen çok sayı-
da yurttaşımız hem Türkiye'den
gelen yeni kitaplan inceledi hem
de orada bulunan bizlerle soh-
bet etti. Onlann büyük çoğun-
luğu artık Almanyalı. Ama
Türkiye'ye kolay kolay dinmeye-
cek bir ilgileri var.
Gezerken, üzerinde düşündü-
ğüm şeylerden biri de şu oldu:
Biz Türkiye"de kitap deyince ak-
lımıza çoğunlukla roman, öyku,
şiir gibi edebi eserler geliyor. Ya-
kınlarda buna inceleme - araş-
tuma türü dediğimiz kiuplar
da belki bir ölçüde eklendi.
Ama gördüğüm kadanyla dün-
ya kitap deyince çoğunlukla çe-
şitli merakîara, hobilere ve be-
cerilere ilişkin kitaplan anlıyor.
Frankfurt Kitap Fuan'nda ser-
gilenen kitaplann ezici çoğunlu-
ğu bizde sayılan çok sınırlı olan
bu nitelikte kitaplardı. Bu bağ-
lamda en çok Ugimi çeken kitap-
lardan biri de bir Hollanda ya-
yınevinin sonografi yardımıyla
seks tekniğini geliştirme rehbe-
ri oldu.
Parishen
'Işıklar kenti'nin geçmişindeki erkeklerParis'in hayatına giren sayısız erkeğin en önemlisi, kentin bugünkü
yüzünün yaratıcısı, gelmiş geçmiş en büyük valisi ve belediye başkanı
Baron Haussmann'dır. 1 metre 95 santimlik boyuyla, gerçekten
'büyük' adamdı Haussmann.
MİNE G. SAULNIER
PARİS — Tarihte pek çok kişi. Paris'i bir ka-
dın gibi düşlemiş. Kimi kez Sokak Kızı îrma ol-
muş Paris, kimi kez eli -maşalı değil- bayraklı,
başında kızıl Frioya beresi ve cumhuriyetçi ko-
kartıyla. Fransız 'devrimci' güzeli Marianne.. So-
kak Kıa îrma imgesinin daracık ama edepli giy-
silere bürünmüşken, cumhuriyet simgesi Mari-
anne yontulannın bir memesi dışanda dolaşması,
elbette raslantı değil. Namuslu güzelliklerin, kü-
çük giysilere sanlması doğaldır.
Baron Haussman'ın Parisi'ni, 1860'h yıllann
gazete karikatürleri, yere yıkılmış dişi bir şanti-
ye olarak gösteriyorlar. Paris, dev bir kadın; ka-
nnca minikliğinde işçiler an gibi çalışıyorlar, çev-
resinde bir sürü merdiven, kaldınm taşı, kum der-
yası, eteklerinin altında bir tamirat, bir tamirat;
orasını kazıyorlar, burasını döşüyorlar; kısacası
Paris kentinin altmdan girip üstünden çıkıyor ka-
rikatürlerdeki inşaatlar.
'Işıklar kenti' Paris hanımın tarihi, yaşamına
giren en önemli erkek ölçüt alınarak iki döneme
aynlır: Haussmann öncesi ve Haussmann son-
rası Paris. Bugün sevdiğimiz geniş bulvarlann,
yeşil parkların, görkemli konakların yapuncısı,
Paris'in gelmiş geçmiş en büyük valisi ve beledi-
ye başkanı, anlı şanh Baron Haussman'ı.
Georges Eugene Haussmann, sözün tam an-
lamıyla büyük bir adamdı. Boyu tam 1 metre 95
santim, dev bir Alsace'li. Zamanın ortalama in-
san ölçülerinin 1 metre 50lerde seyrettiği düşü-
nülecek olursa, herkesin tepesinden bakan bu
adamın Paris'e uygun bir vali olduğu su götür-
mez. Alsace bölgesinin özelliği dolayısıyla Alman
mantığı ve Fransız estetiğinin başarılı bir kanşı-
mı olan Haussmann, ailece Napolyoncu, yani
imparatorluk yandaşıydı. Tüccarlığı seçse, mut-
laka çok zengin olurdu, ama o devlet memurlu-
ğunu seçmişti. Henüz yirmi yaşında kaymakam,
daha sonra birçok Güney Fransa ilinde valilik
yaptı. Elini değdirdiği her yöre çehre değiştiriyor,
hastaneler, okullar, parklar bahçeler, mantar gibi
bitiyordu görev yaptığı kentlerde.
Üçüncü Napolyon, banşçı bir insan olduğu
için tarihe zafer naralanyla yazılmadı. Ama çok
zeki ve ileri görüşlü bir yöneticiydi. Eğer Paris
bugün 2000 yılına en hazır başkent altyapısına
sahip ise, bunu Üçüncü Napolyon'a borçludur.
Büyük birinciye gönderme yapılarak Fransızlar
tarafından 'Küçük Napolyon' diye anılan Üçüncü
Napolyon, Ingiltere'deki surgün yıllannda boş
durmamış, kafasındaki yeni Paris'in planlarım
çizmişti. Ûlkesine donüp imparator seçilince Ha-
ussmann'ı gözüne kestirdi. Bir süre taşra kentle-
rinde dolaştırdı onu. Ve 1853 yılında Paris'i Ha-
ussmann'a teslim etti, ama eline kendi çizdiği
planlan vermişti. Yani bugün Haussmann'ın di-
ye bilinen yeni Paris'in miman, aslında impara-
tonın kendisiydi. Fakat Haussmann, taşeron ola-
rak, sırtına yüklenen sorumluluğun altında kal-
madı. Korkunç enerjisi ve zekâsı ile değil o gü-
nun teknik olanaklan, günümüz koşullarma göre
bile rekor sayılacak kısa bir zaman sürecinde, Pa-
ris'in yansını yıkıp yeniden yaptı. Kenti saran iğ-
renç ortaçağ kokulan, iki yılda ortadan kalkmış-
tı. Paris'in şimdiki kanalizasyon sistemi ve temiz
su stoklaması. Haussman'ın marifetidir. Seine
Nehri'ne atık sulan filtreden geçirmeden boca et-
meyi yasaklayan yine odur.
1853-1870 yıllan arasmda, Paris 21. yüzyıla ha-
zırlanır aslında. Bugün Etoile Meydam'na açı-
lan geniş bulvarlar, hep bu valinin yapımıdır.
özellikle Voltaire ve Richard-Lenoir buîvarlan,
zamanın sıkça görülen halk ayaklanmalannı bas-
tırmak üzere, top arabaJarının rahat girebilmesi
için özel boyutlarda ve kışla ile 'kesünne' bir gü-
zeTgâh düşünülerek gerçekleştirilmiştir.
Baron Georges Haussmann 1891 yılında, çok
sevdiği Paris'te öldü ve hiç de ününe layık olma-
yan üçüncü sınıf bir törenle gömüldu. "Nankör
meslektir devlet memurluğu" demişti son söyle-
vinde. Ama ölümünün yüzüncü yıldönümünde
Paris belediyesi, bu büyük mimannı saygıyla anı-
yor ve dev bir sergi, bir konferanslar dizisi ile ta-
nıtıyor. Onun yaptıklannın önemini yüzyıl son-
ra anlayan Parislıler, söz konusu etkinliklere akın
akın katılarak bağışlatmaya çahşıyorlar dedele-
rinin nankörluklerini. Bugün Fransız başkentinde
Haussmann'ın adını taşıyan koca bir bulvar ve
yeni dikilen bir büstü var. Ama en önemlisi, Pa-
ris'in ciğerleri Haussmann'ın yeşil parklannda so-
luk alıyor; kanı, onun açtığı yollardan akıyor.