26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 11 OCAK 1991 Okurlarla MELİH CEVDET ANDAY Izmir'den yazan okurumuz Nejat Bağlar, bir soru soruyor, diyor ki: "Eylül'ün Fransızcası "Septembre", Ingilizce- si de öyle. Bu sözcüğün Lâtince "yedi"den gel- diğini sanıyorum. öyle ise "yedinci ay" anlamı- na. Oysa Eylül yedinci değil, dokuzuncu aydır. Avrupalılar neden yedinci ay demişler. Açıklar mısınız?" Açıklıyayım: Roma yılı martta başlardı. Marttan sayarsa- nız eylül yedinci ay olur. • htanbul'da, Kadıköy'de oturan sayın Idris Ağacan da bir soru sormuş. Şöyle diyor: "Ben tanınmış bir kimseyim. Bu münasebetle bana yübaşlannda, bayramlarda resmî, gayri res- mî kuruluşlardan tebrik kartlan gelir. Bunlar matbu kartlardır. Ben bunlara cevap vennek mecburiyeıinde miyim? Gazetenizde bana bu hu- susta bir kaç saür yazarsanız belki başkaları da faydalanır. Yeni yılınız kutlu olsun!' Teşekkür ederim, sizin de. Konuya gelirsek... O tür kutlama kartlannı ya- rııtlayıp yanıtlamamakta özgürsünüz. Fakat siz tanınmış bir kişi olduğunuz için, belki sizden il- le bir yanıt beklerler. Sizin için söylemiyorum ama, bu tür kartlann yanıtları genellikle çöp se- petine atılır. • Istanbul'dan yazan bir okurumuz da, TKP'nin yeni durumuna ilişkin düşüncelerini uzun uzun dillendirmiş. Mektubunun bir yerinde diyor ki: "4 Ocak 1991 tarihli gazetemizin ikinci sayfa- sında cıkan 'Değişme Sozkonusu Değil' başlıklı yazınızı beğenerek okudum. Ben eski bir solcu- yum, bundan ötürü de çekmediğim cefa kalma- mıştır. Yanlış anlamayın, pişman değilim. Ama TKP'nin bugünkü liderleri gibi düşünemiyorum. Yukarda bunu uzun uzun anlatüm. Mektubumu bitirirken ekleyeyim ki, Haydar Kutlu, tarihe TKP'yi kapatan adam olarak geçecektir. Siz sa- yın Anday, yazıruzda bir noktayı belirtmeden geçmişsiniz; Nihat Sargın, tarihe hem TKP'yi, hem de Türkiye lşçi Partisi'ni yok eden adam ola- rak geçecektir. Gelişim şöyle oldu; Nihat Sargın, Behice Boran'la birlikte, Türkiye tşçi Partisi'ni kapatıp TKP Ue birleşti ve ortaya yeni bir ad, TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) adı çıktı. Şimdi bu parti de ortadan kalkarsa Nihat Sargın bir iki yıl içinde iki partiyi yok etmiş ola- caktır. Bari birinden birini bıraksalardı... "Hoşça kabn... Mutlu yıllar:' Sayın okurumuzun özel düşüncelerine yer ver- dim. Bir yorumda bulunmak bana düşmez. • Bir bayan okurum da, öldükten sonra dirile- ceğime inanıp inanmadığımı soruyor bana; ya- şını da yazmış: 21. Yirmi bir yaşmdaki bir kızın ölümle ne alıp veremediği olur! Oldukça garip bir gözlemim vardır. Yaşhlar hiç düşunmezler ölümü, gençlere bırakmışlardır san- ki bu işi. Dirilmek ise, ölüm düşüncesinin ayrıl- maz bir parçası olarak görünüyor. ölmeğe, yok olmağa alışamıyoruz bir türlü de ondan. Kur'- an, "Mutlaka dirileceksiniz" diyor. Bu olasılığı sakh tutanlar, yakılmağa razı olmuyorlar. Ne olur ne olmaz, yok mu ya! Amerikalı romancı Henry Miller dirileceğine inanırdı. lngiliz romancısı Conan Doyle da öy- le. Fakat ulu bir din adamı olan Şeyh Bedred- din, "Bütün organlanmızın birleşmesi Ue yeni- den dirilme diye bir şey yoktur" diyor. Dirilmek, dünyadaküeri rahatsız etmekj.en baş- ka bir işe yaramaz. Ölüler, saygın yerlerinde kal- malıdırlar. Adamın eşi ölmüş, gözyaşları içinde kansının cenazesini izliyor. Evin bahçesinden çıkılırken, taşıyanlar tabutu demir parmaklığa çarptırmış- lar... derken ölü dirilmiş. Bu kez sevinç gözyaş- lan döken koca onu kucaklayıp eve almış. Ka- dıncağız daha epey yaşarruş, ama biı gün gene ölüvermiş, adam gene gözyaşları içinde, karısını uğurluyor. Cenaze bahçe kapısına yaklaştığmda, yaslı koca, "Aman parmaklığa dikkat!" diye ba- ğırmış. Hayyam'ın bir dörtlüğu geldi aklıma. Bilmem yeri mi? Yaşamanın sırlarını bilseydin ölumün sırlarını da çözerdin; Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: Yarın, akılsız, neyi bileceksin? (Çev: Sabahattin Eyuboğlu) • Malatya'dan yazan lise öğrencisi okurumuz Turgut Olgu, "Sıfır sözcüğü necedir, ne zaman ortaya atılmıştır? Eksi, artı, eşit işaretleri ne za- man bulunmuştur?" diye soruyor. Bilebildiğim ve bulabildiğim kadarı ile yarut- lıyayım. Arap bilgini Harezmi, Matematik kita- bında şöyle diyor: "Çıkanna işleminde hiçbir şey kalmadığında, küçük bir yuvarlak yaz ki, böy- lece yer boş kalmamış olurî' Küçük yuvarlağa Araplar "sıfır" diyorlardı ("Boş" anlamında. Sözcük Lâtince'ye "zephirum" diye çevrildi; daha sonra Italyanca "zero" olarak kaldı. Matematik Ortaçağ Avrupa'sında yavaş, geliş- mişti. 17. yüzyıl başlannda çarpma işlemi olduk- ça güç düşünülüyordu. Bölme işlemini ise sade- ce usta matematikçiler deniyordu. Bize şimdi çok bildik gelen artı (+) ve eksi (-) imleri geniş ölçü- de kullanılmalannın çok başlangıcındaydı ve eşit ( = ) irni ancak 1540 yılında Recorde adında bir lngiliz matematikçi tarafından önerilmişti. • Istanbul'dan yazan okurumuz Nezahat Bal'a; Sorduğunuz şiirin tümü ve doğrusu şu: Gedik Ahmet Paşa'ya GAZEL Bâd hükmün sürüp enfâs-ı Mesîhâ'ya kadar Bâdban açtı zafer sâhil-i â'dâya kadar Çıktı Otranto'ya pür-velvele Ahmet Pâşâ Tuğlar varsa gerektir Kınlelmâ'ya kadar Ra'd-ı tekbîr kopup gitmelidir bank-i ezan Dâr-ı küffârda meşhur kenîsâya kadar. Gark-ı nûr olmalı imân-ı Muhammed'le firenk Bu sefer Rim-papa'dan Hazret-i Isâ'ya kadar Olsun ilham edenin ruhuna bir tuhfe Kemal Şehper açsun bu gazel Cennet-i Âlâ'ya kadar ARADABIR HALUKCERGER Türkiye Nereye?.. Türkiye, şayet Bush karar verirse, savaşa giriyor. Evet Tür- kiye hızla felakete koşuyor; büyük çoğunluğunun karşı çık- masına karşın! Çünkü ABD savaş süresini kısaltmak ve ka- yıplarını azaltmak için her şeyden daha çok Türkiye'ye ve onun askeri katkılarına gereksinim duymaktadır. Merhalde Türkiye'nin savaşa itileceği yönündeki tahminin en güçlü ge- rekçesi de budur, yani Amerikan kararının bu yönde tecelli etme olasılığının çok yüksek oluşudur. Türkiye'nin savaşa bu- laştirılması ise çok kolaydır. Şayet bu ana kadar zaten olma- mışsa ve Çevik Güç de yetmiyorsa, incirlik kullanıldığında ülke otomatikman savaşın taraflarından biri olacaktır. Evet Amerika isterse Türkiye bu savaşa katılacaktır. Ame- rikan üsleriyle, NATO'suyia, içine düşürüldüğü kredi/borç/yar- dım tuzağıyla, kendisini boğan enflasyon/devalüasyon sar- malıyla ve tabiı boynu bükük diplomasi geleneğiyte Türkiye baştan yapısal olarak mahkûmdur sözünü ettiğimiz olasılı- ğa. Aynca unutmamak gerekir ki en basit toplumsal gerek- sinimleri dahi kendi başına karşılamaktan ve değerler hege- monyasını sürdürmekten aciz bir sistem sürekli bunalım üret- mek, içerde demokrasiyi kısrtlamak ve kendi halkına kıyıcı olmak, dışarda da uluslararası sermayeye sığınmak zorun- dadır. llk gereksinimi için demokrasiyi kısrtlamak ve halkı bas- kı altında tutmak için iç düşman, dışarıya sığınmak ve yar- dım alabilmek için de dış düşman, yani sürekli bunalımla bir- likte sürekli militarizm üretmek zorundadır. Ve işte Özal ayrı- ca bunu da yapıyor; şistemin mantığının kendisine dayattığı bir rolü de oynuyor jç savaşla başlayan politik yaşamının, şistemin doğası gereği, bu kez de dış savaşla ancak sürebi- leceğini görüyor. cGerçekten de Özal'ın savaştan başka umarı kalmamıştır. Politik geteceğıni ve uluslararası konumunu savaşa bağla- yarak barışı zaten çoktan yitirmiştir Özal ve savaş kumarını oynamaktan başka çıkış yolu kalmamıştır. Tarihte eşine az rastlanır bir durumla karşı karşıyadır Türkiye. Bir ülkenin dev- let başkanı ülkesini savaşa bulaştırmak için elindeki her ça- reye başvurmakta, ülkesini daha savaş çıkmadan çatışma- nın tarafı yapmak için her türlü olup bittiyi denemekte, ken- disine savaş kararı alma bahanesi versin diye düşman bel- lediği ülkeyi sakjtrıya kışkırtacak eyiemlere dahi girişebilmek- tedir. Özal, bir koyup üç alacağını söylüyor. Koyacağı belli: Ana- dolu insanının kanı, canı. Ya alacakları? Bir tanesi, kredi - borç-yardım, biraz mark biraz dolar. İkincisi, haklar: İşçinin grev hakkı, basının haber hakkı, yazarın yazma hakkı, Do- ğu'daki insanın insanca yaşam hakkı, insan hakkı, hak ara- ma hakkı. Özal'ın savaş yoluyla almayı, alıp kaçmayı umdu- ğu üçüncü şey ise şeçim, seçim sandığı. Peki ya Türkiye?.. İnsanının canını, kanını, geleceğini Özal uğruna çölde kumar masasına yatıracak Türkiye? Türkiye da- ha şimdiden üç koyup üç yüz yitirmiştir. Amerikan zaferiyle bitecek bir savaş sonrasındaysa daha da fazlasını kaybede- cektir. Yani bunalım nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Türk dış polrtikası 21. yüzyılda ipotek altına alınmıştır bile. Şayet sa- vaş çtkmazsa Saddamlı bir Irakla Özallı Türkiye arasında bir soguk barış, daha doğrusu bir soğuk savaş dönemi başla- yacaktır. Bu, Türkiye'yi her bakımdan zorlayacaktır. İster is- temez girilecek bir silahlanma yarışı, kesilen ya da azalan ticari ilişkiler, boru hattının ikircikli statüsü vs. ekonomiyi zo- ra sokacaktır. Irak gibi Arap dünyasımn çok önemli bir ülke- siyle otan hasmane ilişkiler dış ilişkiterin her alan ve boyut- taki yapısını olumsuz yönde etkileyecektir. Sürekli bir "düşman" komşunun varlığı içerdeki militarist eğilimleri kö- rükleyecek, yine "milli birlik ve beraberlik" türküleri söyle- necek, yine iç disiplın gündeme gelecek, yine "dtş odakla- nn terorü" teranesi ortaya çıkacak, sonuçta böyle durumlar- da hep olduğu gibi yine şu sınırlı, çarpık, aldatıcı demokrasi ana hedef ve kurban olacak, egemenler onu iyice yok etme- nin bir bahanesini daha otuşturmuş olacaklardır. Tabii Tür- kiye yine dış "dostlar"a sarılacak, yeni bağımlılık zincirleri bu kez Irak'la düşmanlık uğruna ülkenin boynuna sanlacaktır. Peki ya savaş olur ve üstelik bir de ABD kazanırsa? Evet o zaman ABD Irak'ta Saddamsız bir düzen kuracaktır. Bu re- jim tabii Türkiye değil, Amerikan yanlısı olacaktır. Yeni rejim, alnında taşıyacağı' Amerikancılık" ölçüsünde de ülkede bir taban arayışı içinde olacaktır. Her yönetim gibi o da bir iç meş- ruiyete gereksinim duyacak, Irak'ın ve halkının "meşru" hak ve talepleriyle sıkıntılarının giderilmesinin takipçisi olacak- tır. Bir ölçüde "milli"lik niteliğini elde edebilmesi ve iktidar- da kalabilmesi için kuşkusuz bu zorunludur ve zaten Ameri- kalılar da yeni yönetimi bu yönde cesaretlendirecektir. Böy- le rejimler için "millilik", "meşruiyet", "toplumsal taban" ve "iç otorite" için öncelikle bir dış düşman gereklidir. Ne diyorsunuz, böylesi bir rejime dış düşman olarak Tür- kiye'den daha iyisi bulunabilir mi? Arap olmayan ve tarihsel nedenlerle pek sevilmeyen bir komşu. Eskiden sabıkası var: İsrail'e büyükelçi gönderen ilk Müslüman ülke. İşbirlikçi Fay- sal ve Nuri Suid yönetiminin baş destekçisi. Batı'nın soğuk savaş jandarması. Şimdi de ABD ile birleşip Irak'a saldırmtş, insanını öldürmüş, halkın asıl kızgınlığı da doğal olarak en yakınında olan ona yönelmiş. Uşaklar için tam efelenecek komşu: Ganimet bekçisi. Peki ya Amerika diyeceksiniz. Fe- na mı, o da her iki "dosV'una silah satar ve savaşmalarınt engeller! Bu durumda biz ne yapmalıyız? Türkiye barışı yitirdi, sa- vaşta da, sonuç ne olursa olsun, kaybedeceği kesin. Bu du- rumda, barışı kurtarmak ve barışta kazanmak için Türkiye 1 nin tek umarı, savaştan başka umarı kalmamış Özal'dan çok geç kalmadan kurtulmaktır. Bu konuda ne yapmak gereki- yorsa hemen yapılmalı, yoksa yarın gerçekten çok geç ola- caktır. Ve o zaman da unutmayın ki sorumluhjkhflDtmizin- dir. . 4 S T Tcl: 369^60 20 Eğitimde Gerçekler... Son yıllarda eğitim sistemimiz temelinden bozulmuş; laiklik, eşitlik, sosyal adalet ilkelerinden tümden ayrılmıştır. TURAN ALTUNTAŞ Emekli Öğretmen Eğitim, özgür düşünceli, yeni durumla- ra uyum sağlayan bireyler yetiştirmektir. Toplumların yeniden yapılanması, demok- ratik yoldan kalkınması, çağdaş ve laik egi- timle sağlanır. Çağımızın insanı sanayi top- lumundan, enformasyon (bilgi) toplumuna geçerken teknolojik eğitimin tüm gerekle- rinden yararlanmaktadır. Tersi durumda, geri kalmışlıktan kurtulmanın olanağı yoktur. Kalkmmamızı engelleyen eğitimin dış ve iç olumsuz etmenlerini kısa yoldan ortadan kaldırmalı, eğitimin yüzünü dış dünyaya döndünneliyiz. Laik eğitimden aynlmadan, bölgeler ve cinsler arasındaki farklılıklan ortadan kaldırmalı, eleyici eğitim sistemi- ne son vererek eğitim çağında bulunan tüm çocuklanmızı Ugi ve yeteneklerine göre eğit- meliyiz. Herkese eğitimde fırsat eşitliği sağ- lanırken eğitimde sosyal adalete özen gös- termeliyiz. Ulusal kalkınmamızın temeli eğitimse, eğitimin de temeli öğretmendir. Ekonomik sıkıntı çeken öğretmenin konut durumu da dahil durumu iyileştirihnelidir. öğretmen- lik pedagojik formasyona bağlanmalı, öğ- renmeyi öğretebilen insanlar öğretmen ol- malıdır. Son yıllarda eğitim sistemimiz temelinden bozulmuş; laiklik, eşitlik, sosyal adalet il- kelerinden tümden aynlmıştır. Aynlıkçı, a- nıfsal. ideolojik egilim, eğjtimimize egemen olmuş. Kamuoyu gerektiği biçimde oluşma- dığından, eğitimden politik çıkar sağlanma- ya çalışılmıştır. Ülkemizin bilim yuvalan olan üniyersitelerimiz, siyasal arenaya çev- rilerek YÖK eliyle özerkliğinin tümünü yi- tirmek üzeredir. Üniversite sınavlan bir iz- dihama dönüşturülmüş; gençleri sokağa sal- mış, kaynak kaybma neden olarak ülke kal- kınmasını engellemiştir. Sanayicilerin, işçi sendikalannın ve mes- lek örgütlerinin eğitim kurumlanyla işbir- liği sağlanamamış, eğitim-diploma-işbulma bağlantısı olmadığmdan diplomalı işsizler ordusu çoğalmıştır. Devlet baba "babalığı" bırakarak üvey ana rolüne soyunmuştur. Ta- til köyu kuranlara, Amerikan bayrağı gibi çok yıldızlı otel, motel yaptıranlara, devlet hazinesinden krediler akıtırken üniversite- nin dört yıllık turizm ve otelcilik yükseko- kulu mezunu gençlerine dönüp bakılmamış- tır. Kredi verilirken yüksekokul diplomasi zorunlu tutulmalıydı. Halkın parasmdan, halkın çocuklan da yararlanmalıydı. öğretmenleri örgütsüz, eğitimi iki başh, okullaşma oranı düşük, sınıflan kabank, sı- navları eleyici, kaynaği az, kaybı çok, üni- versitesi türbanlı, eğitim teknolojisinden yoksun, belge-iş bulma birliği kopuk, çağ- daş eğitim sistemine sırtım çevirmiş bir eği- tim sistemiyle, değil "çağ atlamak", çağdaş uygarlık düzeyine bile yetişemeyiz. Bozuk eğitim bir üstyapı kurumudur. Altyapı dediğimiz ekonomiyi bozar. Bozuk ekonomi tüm değerleri, demokrasiyi, özgür- lüğü, insan haklannı tahrip eder. Bu durum, toplumsal kalkınmamızı engellediği gibi toplumumuzu çağın gerisine iter. Uygar ve çağdaş bir toplum olmanın yolu, çağdaş eği- timden geçer. Eğitimde bu olumsuz gidişe "Dur!" di- yecek, bilinçli kamuoyudur. Kamuoyunu aydınlatma, öğretmen ve öğretmen olmayan meslek kuruluşlarının, işçi sendikalannın görevidir. "Muallimler, yeni nesil sizin ese- riniz olacaktır!" demiş M.Kemal; yalnız, ye- ni kuşakların ülkemizin güvencesi olduğu- nu da unutmayalım... T R A B Z O N • D İ Y A R B A K I R • M A L A T Y A G A Z İ A N T E P > V » H HER6UN UCUYORUZ. Size en iyi hizmeti sunabilmek amacıyla, iç hat seferlerimizi 1991 yılı başından itibaren daha da sıklaştırdık; rahat, çabuk ve kolay uçabilmeniz için... Yeni yılda, Trabzon ve Diyarbakır illerimiz İstanbul'a direkt bağlandı. Bu arada İstanbul-Ankara-Trabzon ve İstanbul-Ankara-Diyarbakır seferlerimiz her gün devam ederken, koltuk sayısı da artınldı. Kış tarifemizde İstanbul-Ankara-Van ve İstanbul-Ankara-Malatya se- ferlerimiz her gün yapılıyor. Gaziantep'e ise 5'i Ankara'dan, 2'si İstanbul'dan olmak üzere haftada 7 gün uçuyoruz. Şimdi İstanbul-İzmir hattında Pazartesi, Çarşamba, Perşembe ve Cumartesi günleri konan ek seferlerle, her gün karşılıklı 6 uçuş gerçekleştiriliyor. İç hatlarda seyahat ederken havayolunuzun tüm konforundan yararlanacak, bize özgü konukseverlikle ağırlanacaksınız. TURK HAVA YOLLARI PENCERE •••Gerçek ve Avuntu Çarpıcı laf, müşterisini bulur; 1940'larda gizli solcu mey- hanede kafayı çekince: — Azizim, derdi, işi kökünden halledeceksin, iki kelimelik bir kanun yeter. — Nedir o? — Mülkiyet mülgadır. Lafla pişpirik oynamak kolay. "Mülkiyet mülgadır" (kaldınl- mıştır) diye yasa çıkarmanın fantezisi yanında; yalnız 'üretim araçlannın kamulaştırılması' ile sosyalizme ulaşılamayacağı da anlaşıldı; ama, Aristoculuğun sarmalındaki 'Şark kafası' bir fantezi daha ortaya çıkardı: — Ekonomiyi tümüyle özelleştirdin mi, tamam!.. Oh, ne güzei!.. Vaktiyle "Kapital"e -haşa huzurdan- Kuranı Kerim gibi sa- nlıp da biçimsel mantıkla sosyalizm yapmaya çalışanlann ço- ğu sonradan düş kırıklığına uğrayıp döndüler; en azılı libe- ral ekonomi düşkünü şimdi bunların arasından çıkıyor. Özel- cilik, her derde deva lokman hekim reçetesi: 'Bırakınız yap- sın, bırakınız geçsirf, her şey şıpın işi düzelir. * Sanayi devrimi 18'inci yüzyılda gerçekleşti. Batı'da burju- vazi, feodal kalıntılan temizleyip aristokrasinin iktidarını yık- tı, laik devletini kurdu. Bizde laik cumhuriyet, sanayi devriminden önce günde- me girdiğinden iş tersine döndü. Asker-sivil bürokrat ile küçük burjuva aydınlarının başını çektiği eylemle kurulan devlette sanayi devrimi nasıl gerçek- leşecekti? 1920'ler Türkiyesi'nde sermaye yok; yatınmı kim yapacak? Devletçilik 1930'larda zorunluktur. İkinci Dünya Sa- vaşı'na kadar kaç fabrika kurulduysa, bu yöntemle gerçek- leşti; yedi yıllık kısacık bir sürectir yaşanan... İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasaJ iktidar el değistir- di; Demokrat Parti, programında liberaldir; ama, devletçilik yapmak zorunda kaldı. Çünkü Başbakan Menderes ne za- man yurt gezisine çıksa, halk meydanlara toplanıp bağı- rıyordu: — Fabrika isteriz!.. Adalet Partisi döneminde durum değişmedi. Seçimi kazan- mak isteyen siyasal iktidar, devletçilik yaparak Anadolu'da fabrika kurdu. Çünkü endüstri yatınmı yapabilecek gerçek burjuva yoktu. Türkiye'de devletçilik halkın ideolojisidir, bü- rokratlann değil; 'secilmişler'in politikasıdır, atanmışlar'ın de- ğil; KİT'lerin çoğu 1950'lerde, 60'larda, 70'lerde, hatta 80'lerde kuruldu, 1930'larda değil. Anadolu'nun çoğu yerinde halk, bugün de gelişmesini ve kalkınrnasını devtetten bekliyor. * Türkiye'de özel sektör hem devletçiliği kınar, hem devlet- çilikten yanadır. En önde gelen holding babaları, zenginliklerini devtete borçludurlar. Devleti arkalarından çektiğiniz zaman, Türkiye 1 nin en büyük firmaları ayakta kalamazlar. Zaten devtet dışında sermaye yatınmıyla endüstri gelışmesı olsaydı, 1930'larda ku- rulan bir avuç fabrika, ekonominin bütünü içinde yarım yüz- yıl sonra devede kulak kalırdı. Batı'da burjuva, önce fabrikasını kurup ekonomik iktidarı eline geçirdi, sonra siyasal iktidarı halkın desteğiyle kaza- nıp devleti demokratikleştirdı. Bizim işadamı-mütegallibe ortaklığı, siyasal iktidan eline geçirdikten sonra "ceberrut devleti" demokratikleştirmek şöy- le dursun, halkın tepesinde balyoz gibi kullanmaktan vaz- geçemedi. Ama ortada doğru dürüst bir endüstrileşme yok, işadamı yine devlete dayanıyor; 12 Eylül'de asker-sivil yüksek bürok- rat takımı, işadamının zaptiyesi gibi çalıştı. • Tûrkiye'deki sorun "özetcUikmi, devletçilik mi?" sorunu de- ğildir Devletin demokratikleştirilmesi sorunudur. Dün "Mülkiyet mülgadır" diye yasa çıkarmak hayal giicû- nün işiydi. Bugün "ekonomiyi tümüyle özelleştirdin mi her so- run çözülür" diye düş kurmak bir avuntudur. Değerli Varlığımız CELAL ERTEM Fotoğraf Sanatçısı Dağları aşsak varsak, ses verir misin Enginleri aşsak ulaşsak, görünür müsön Göklere, bulırtlara çıksak, bakar mısın Güneş mi oldun, ay mı, yıldız mı oldun Güneşle, ayla, yıldızlara kardeş mi oldun Dördüncü yılda seni kucaklıyoruz AİLEN ve SEVENLERİN ERDAL İNÖNÜ SAVAŞA HAYIR MİTİNGİNDE 13OCAK1991#PAZAR ^ T 13.00 PENDIKMEYDANI SHP KAMUOYUNA Tüm sağlık çalışanlarının sendikası (TÜM SAĞLIK-SEN) kuruluyor... Yaklaşık iki yıldır sağlık işkolunda eşgüdüm kurulları düzeyinde tüm Türkiye'de yürütülen, temmuz eylemleriyle biçimlenen, kitleselleşen grevli-toplusözleşmeli sendika kurma çalışmaları Tüm Sağlık-Sen'in kuruluşu ile somutlanıyor. Başta sağlık çalışanları olmak üzere tüm emekçilerı, emekten yana olanları, İstanbul Valiliği önünde bugün saat 16.00'da yapacağımız başvuruya katılmaya çağırıyoruz. TÜM SAĞLIK-SEN YÖNETİM KURULU KAMUOYUNA Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Sekreteri Av. ALİ YILDIRIM, Yönetim Kurulu üyeleri Av. HÜSNÜ ÖNDÜL ve Av. AYDIN ERDOĞAN, Dernek Üyesi Av. ESİN FATMA KULAÇ gözaltına alınmışlar, ev ve işyerleri aranarak karakol kurulmuştur. Yasa ve hukuk dışı bu uygulamaları protesto ediyor, meslektaşlarımızın bir an önce serbest bırakılmalarını istiyoruz. ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle