Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 11 OCAK 1991
Okurlarla
MELİH CEVDET ANDAY
Izmir'den yazan okurumuz Nejat Bağlar, bir
soru soruyor, diyor ki:
"Eylül'ün Fransızcası "Septembre", Ingilizce-
si de öyle. Bu sözcüğün Lâtince "yedi"den gel-
diğini sanıyorum. öyle ise "yedinci ay" anlamı-
na. Oysa Eylül yedinci değil, dokuzuncu aydır.
Avrupalılar neden yedinci ay demişler. Açıklar
mısınız?"
Açıklıyayım:
Roma yılı martta başlardı. Marttan sayarsa-
nız eylül yedinci ay olur.
•
htanbul'da, Kadıköy'de oturan sayın Idris
Ağacan da bir soru sormuş. Şöyle diyor:
"Ben tanınmış bir kimseyim. Bu münasebetle
bana yübaşlannda, bayramlarda resmî, gayri res-
mî kuruluşlardan tebrik kartlan gelir. Bunlar
matbu kartlardır. Ben bunlara cevap vennek
mecburiyeıinde miyim? Gazetenizde bana bu hu-
susta bir kaç saür yazarsanız belki başkaları da
faydalanır. Yeni yılınız kutlu olsun!'
Teşekkür ederim, sizin de.
Konuya gelirsek... O tür kutlama kartlannı ya-
rııtlayıp yanıtlamamakta özgürsünüz. Fakat siz
tanınmış bir kişi olduğunuz için, belki sizden il-
le bir yanıt beklerler. Sizin için söylemiyorum
ama, bu tür kartlann yanıtları genellikle çöp se-
petine atılır.
•
Istanbul'dan yazan bir okurumuz da, TKP'nin
yeni durumuna ilişkin düşüncelerini uzun uzun
dillendirmiş. Mektubunun bir yerinde diyor ki:
"4 Ocak 1991 tarihli gazetemizin ikinci sayfa-
sında cıkan 'Değişme Sozkonusu Değil' başlıklı
yazınızı beğenerek okudum. Ben eski bir solcu-
yum, bundan ötürü de çekmediğim cefa kalma-
mıştır. Yanlış anlamayın, pişman değilim. Ama
TKP'nin bugünkü liderleri gibi düşünemiyorum.
Yukarda bunu uzun uzun anlatüm. Mektubumu
bitirirken ekleyeyim ki, Haydar Kutlu, tarihe
TKP'yi kapatan adam olarak geçecektir. Siz sa-
yın Anday, yazıruzda bir noktayı belirtmeden
geçmişsiniz; Nihat Sargın, tarihe hem TKP'yi,
hem de Türkiye lşçi Partisi'ni yok eden adam ola-
rak geçecektir. Gelişim şöyle oldu; Nihat Sargın,
Behice Boran'la birlikte, Türkiye tşçi Partisi'ni
kapatıp TKP Ue birleşti ve ortaya yeni bir ad,
TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) adı
çıktı. Şimdi bu parti de ortadan kalkarsa Nihat
Sargın bir iki yıl içinde iki partiyi yok etmiş ola-
caktır. Bari birinden birini bıraksalardı...
"Hoşça kabn... Mutlu yıllar:'
Sayın okurumuzun özel düşüncelerine yer ver-
dim. Bir yorumda bulunmak bana düşmez.
•
Bir bayan okurum da, öldükten sonra dirile-
ceğime inanıp inanmadığımı soruyor bana; ya-
şını da yazmış: 21. Yirmi bir yaşmdaki bir kızın
ölümle ne alıp veremediği olur!
Oldukça garip bir gözlemim vardır. Yaşhlar hiç
düşunmezler ölümü, gençlere bırakmışlardır san-
ki bu işi. Dirilmek ise, ölüm düşüncesinin ayrıl-
maz bir parçası olarak görünüyor. ölmeğe, yok
olmağa alışamıyoruz bir türlü de ondan. Kur'-
an, "Mutlaka dirileceksiniz" diyor. Bu olasılığı
sakh tutanlar, yakılmağa razı olmuyorlar. Ne olur
ne olmaz, yok mu ya!
Amerikalı romancı Henry Miller dirileceğine
inanırdı. lngiliz romancısı Conan Doyle da öy-
le. Fakat ulu bir din adamı olan Şeyh Bedred-
din, "Bütün organlanmızın birleşmesi Ue yeni-
den dirilme diye bir şey yoktur" diyor.
Dirilmek, dünyadaküeri rahatsız etmekj.en baş-
ka bir işe yaramaz. Ölüler, saygın yerlerinde kal-
malıdırlar.
Adamın eşi ölmüş, gözyaşları içinde kansının
cenazesini izliyor. Evin bahçesinden çıkılırken,
taşıyanlar tabutu demir parmaklığa çarptırmış-
lar... derken ölü dirilmiş. Bu kez sevinç gözyaş-
lan döken koca onu kucaklayıp eve almış. Ka-
dıncağız daha epey yaşarruş, ama biı gün gene
ölüvermiş, adam gene gözyaşları içinde, karısını
uğurluyor. Cenaze bahçe kapısına yaklaştığmda,
yaslı koca, "Aman parmaklığa dikkat!" diye ba-
ğırmış.
Hayyam'ın bir dörtlüğu geldi aklıma. Bilmem
yeri mi?
Yaşamanın sırlarını bilseydin
ölumün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?
(Çev: Sabahattin Eyuboğlu)
•
Malatya'dan yazan lise öğrencisi okurumuz
Turgut Olgu, "Sıfır sözcüğü necedir, ne zaman
ortaya atılmıştır? Eksi, artı, eşit işaretleri ne za-
man bulunmuştur?" diye soruyor.
Bilebildiğim ve bulabildiğim kadarı ile yarut-
lıyayım. Arap bilgini Harezmi, Matematik kita-
bında şöyle diyor: "Çıkanna işleminde hiçbir şey
kalmadığında, küçük bir yuvarlak yaz ki, böy-
lece yer boş kalmamış olurî'
Küçük yuvarlağa Araplar "sıfır" diyorlardı
("Boş" anlamında. Sözcük Lâtince'ye
"zephirum" diye çevrildi; daha sonra Italyanca
"zero" olarak kaldı.
Matematik Ortaçağ Avrupa'sında yavaş, geliş-
mişti. 17. yüzyıl başlannda çarpma işlemi olduk-
ça güç düşünülüyordu. Bölme işlemini ise sade-
ce usta matematikçiler deniyordu. Bize şimdi çok
bildik gelen artı (+) ve eksi (-) imleri geniş ölçü-
de kullanılmalannın çok başlangıcındaydı ve eşit
( = ) irni ancak 1540 yılında Recorde adında bir
lngiliz matematikçi tarafından önerilmişti.
•
Istanbul'dan yazan okurumuz Nezahat Bal'a;
Sorduğunuz şiirin tümü ve doğrusu şu:
Gedik Ahmet Paşa'ya
GAZEL
Bâd hükmün sürüp enfâs-ı Mesîhâ'ya kadar
Bâdban açtı zafer sâhil-i â'dâya kadar
Çıktı Otranto'ya pür-velvele Ahmet Pâşâ
Tuğlar varsa gerektir Kınlelmâ'ya kadar
Ra'd-ı tekbîr kopup gitmelidir bank-i ezan
Dâr-ı küffârda meşhur kenîsâya kadar.
Gark-ı nûr olmalı imân-ı Muhammed'le firenk
Bu sefer Rim-papa'dan Hazret-i Isâ'ya kadar
Olsun ilham edenin ruhuna bir tuhfe Kemal
Şehper açsun bu gazel Cennet-i Âlâ'ya kadar
ARADABIR
HALUKCERGER
Türkiye Nereye?..
Türkiye, şayet Bush karar verirse, savaşa giriyor. Evet Tür-
kiye hızla felakete koşuyor; büyük çoğunluğunun karşı çık-
masına karşın! Çünkü ABD savaş süresini kısaltmak ve ka-
yıplarını azaltmak için her şeyden daha çok Türkiye'ye ve
onun askeri katkılarına gereksinim duymaktadır. Merhalde
Türkiye'nin savaşa itileceği yönündeki tahminin en güçlü ge-
rekçesi de budur, yani Amerikan kararının bu yönde tecelli
etme olasılığının çok yüksek oluşudur. Türkiye'nin savaşa bu-
laştirılması ise çok kolaydır. Şayet bu ana kadar zaten olma-
mışsa ve Çevik Güç de yetmiyorsa, incirlik kullanıldığında
ülke otomatikman savaşın taraflarından biri olacaktır.
Evet Amerika isterse Türkiye bu savaşa katılacaktır. Ame-
rikan üsleriyle, NATO'suyia, içine düşürüldüğü kredi/borç/yar-
dım tuzağıyla, kendisini boğan enflasyon/devalüasyon sar-
malıyla ve tabiı boynu bükük diplomasi geleneğiyte Türkiye
baştan yapısal olarak mahkûmdur sözünü ettiğimiz olasılı-
ğa. Aynca unutmamak gerekir ki en basit toplumsal gerek-
sinimleri dahi kendi başına karşılamaktan ve değerler hege-
monyasını sürdürmekten aciz bir sistem sürekli bunalım üret-
mek, içerde demokrasiyi kısrtlamak ve kendi halkına kıyıcı
olmak, dışarda da uluslararası sermayeye sığınmak zorun-
dadır. llk gereksinimi için demokrasiyi kısrtlamak ve halkı bas-
kı altında tutmak için iç düşman, dışarıya sığınmak ve yar-
dım alabilmek için de dış düşman, yani sürekli bunalımla bir-
likte sürekli militarizm üretmek zorundadır. Ve işte Özal ayrı-
ca bunu da yapıyor; şistemin mantığının kendisine dayattığı
bir rolü de oynuyor jç savaşla başlayan politik yaşamının,
şistemin doğası gereği, bu kez de dış savaşla ancak sürebi-
leceğini görüyor.
cGerçekten de Özal'ın savaştan başka umarı kalmamıştır.
Politik geteceğıni ve uluslararası konumunu savaşa bağla-
yarak barışı zaten çoktan yitirmiştir Özal ve savaş kumarını
oynamaktan başka çıkış yolu kalmamıştır. Tarihte eşine az
rastlanır bir durumla karşı karşıyadır Türkiye. Bir ülkenin dev-
let başkanı ülkesini savaşa bulaştırmak için elindeki her ça-
reye başvurmakta, ülkesini daha savaş çıkmadan çatışma-
nın tarafı yapmak için her türlü olup bittiyi denemekte, ken-
disine savaş kararı alma bahanesi versin diye düşman bel-
lediği ülkeyi sakjtrıya kışkırtacak eyiemlere dahi girişebilmek-
tedir.
Özal, bir koyup üç alacağını söylüyor. Koyacağı belli: Ana-
dolu insanının kanı, canı. Ya alacakları? Bir tanesi, kredi -
borç-yardım, biraz mark biraz dolar. İkincisi, haklar: İşçinin
grev hakkı, basının haber hakkı, yazarın yazma hakkı, Do-
ğu'daki insanın insanca yaşam hakkı, insan hakkı, hak ara-
ma hakkı. Özal'ın savaş yoluyla almayı, alıp kaçmayı umdu-
ğu üçüncü şey ise şeçim, seçim sandığı.
Peki ya Türkiye?.. İnsanının canını, kanını, geleceğini Özal
uğruna çölde kumar masasına yatıracak Türkiye? Türkiye da-
ha şimdiden üç koyup üç yüz yitirmiştir. Amerikan zaferiyle
bitecek bir savaş sonrasındaysa daha da fazlasını kaybede-
cektir. Yani bunalım nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Türk dış
polrtikası 21. yüzyılda ipotek altına alınmıştır bile. Şayet sa-
vaş çtkmazsa Saddamlı bir Irakla Özallı Türkiye arasında bir
soguk barış, daha doğrusu bir soğuk savaş dönemi başla-
yacaktır. Bu, Türkiye'yi her bakımdan zorlayacaktır. İster is-
temez girilecek bir silahlanma yarışı, kesilen ya da azalan
ticari ilişkiler, boru hattının ikircikli statüsü vs. ekonomiyi zo-
ra sokacaktır. Irak gibi Arap dünyasımn çok önemli bir ülke-
siyle otan hasmane ilişkiler dış ilişkiterin her alan ve boyut-
taki yapısını olumsuz yönde etkileyecektir. Sürekli bir
"düşman" komşunun varlığı içerdeki militarist eğilimleri kö-
rükleyecek, yine "milli birlik ve beraberlik" türküleri söyle-
necek, yine iç disiplın gündeme gelecek, yine "dtş odakla-
nn terorü" teranesi ortaya çıkacak, sonuçta böyle durumlar-
da hep olduğu gibi yine şu sınırlı, çarpık, aldatıcı demokrasi
ana hedef ve kurban olacak, egemenler onu iyice yok etme-
nin bir bahanesini daha otuşturmuş olacaklardır. Tabii Tür-
kiye yine dış "dostlar"a sarılacak, yeni bağımlılık zincirleri
bu kez Irak'la düşmanlık uğruna ülkenin boynuna sanlacaktır.
Peki ya savaş olur ve üstelik bir de ABD kazanırsa? Evet
o zaman ABD Irak'ta Saddamsız bir düzen kuracaktır. Bu re-
jim tabii Türkiye değil, Amerikan yanlısı olacaktır. Yeni rejim,
alnında taşıyacağı' Amerikancılık" ölçüsünde de ülkede bir
taban arayışı içinde olacaktır. Her yönetim gibi o da bir iç meş-
ruiyete gereksinim duyacak, Irak'ın ve halkının "meşru" hak
ve talepleriyle sıkıntılarının giderilmesinin takipçisi olacak-
tır. Bir ölçüde "milli"lik niteliğini elde edebilmesi ve iktidar-
da kalabilmesi için kuşkusuz bu zorunludur ve zaten Ameri-
kalılar da yeni yönetimi bu yönde cesaretlendirecektir. Böy-
le rejimler için "millilik", "meşruiyet", "toplumsal taban" ve
"iç otorite" için öncelikle bir dış düşman gereklidir.
Ne diyorsunuz, böylesi bir rejime dış düşman olarak Tür-
kiye'den daha iyisi bulunabilir mi? Arap olmayan ve tarihsel
nedenlerle pek sevilmeyen bir komşu. Eskiden sabıkası var:
İsrail'e büyükelçi gönderen ilk Müslüman ülke. İşbirlikçi Fay-
sal ve Nuri Suid yönetiminin baş destekçisi. Batı'nın soğuk
savaş jandarması. Şimdi de ABD ile birleşip Irak'a saldırmtş,
insanını öldürmüş, halkın asıl kızgınlığı da doğal olarak en
yakınında olan ona yönelmiş. Uşaklar için tam efelenecek
komşu: Ganimet bekçisi. Peki ya Amerika diyeceksiniz. Fe-
na mı, o da her iki "dosV'una silah satar ve savaşmalarınt
engeller!
Bu durumda biz ne yapmalıyız? Türkiye barışı yitirdi, sa-
vaşta da, sonuç ne olursa olsun, kaybedeceği kesin. Bu du-
rumda, barışı kurtarmak ve barışta kazanmak için Türkiye
1
nin tek umarı, savaştan başka umarı kalmamış Özal'dan çok
geç kalmadan kurtulmaktır. Bu konuda ne yapmak gereki-
yorsa hemen yapılmalı, yoksa yarın gerçekten çok geç ola-
caktır. Ve o zaman da unutmayın ki sorumluhjkhflDtmizin-
dir. . 4 S T
Tcl: 369^60 20
Eğitimde Gerçekler...
Son yıllarda eğitim sistemimiz temelinden bozulmuş; laiklik,
eşitlik, sosyal adalet ilkelerinden tümden ayrılmıştır.
TURAN ALTUNTAŞ Emekli Öğretmen
Eğitim, özgür düşünceli, yeni durumla-
ra uyum sağlayan bireyler yetiştirmektir.
Toplumların yeniden yapılanması, demok-
ratik yoldan kalkınması, çağdaş ve laik egi-
timle sağlanır. Çağımızın insanı sanayi top-
lumundan, enformasyon (bilgi) toplumuna
geçerken teknolojik eğitimin tüm gerekle-
rinden yararlanmaktadır. Tersi durumda,
geri kalmışlıktan kurtulmanın olanağı
yoktur.
Kalkmmamızı engelleyen eğitimin dış ve
iç olumsuz etmenlerini kısa yoldan ortadan
kaldırmalı, eğitimin yüzünü dış dünyaya
döndünneliyiz. Laik eğitimden aynlmadan,
bölgeler ve cinsler arasındaki farklılıklan
ortadan kaldırmalı, eleyici eğitim sistemi-
ne son vererek eğitim çağında bulunan tüm
çocuklanmızı Ugi ve yeteneklerine göre eğit-
meliyiz. Herkese eğitimde fırsat eşitliği sağ-
lanırken eğitimde sosyal adalete özen gös-
termeliyiz.
Ulusal kalkınmamızın temeli eğitimse,
eğitimin de temeli öğretmendir. Ekonomik
sıkıntı çeken öğretmenin konut durumu da
dahil durumu iyileştirihnelidir. öğretmen-
lik pedagojik formasyona bağlanmalı, öğ-
renmeyi öğretebilen insanlar öğretmen ol-
malıdır.
Son yıllarda eğitim sistemimiz temelinden
bozulmuş; laiklik, eşitlik, sosyal adalet il-
kelerinden tümden aynlmıştır. Aynlıkçı, a-
nıfsal. ideolojik egilim, eğjtimimize egemen
olmuş. Kamuoyu gerektiği biçimde oluşma-
dığından, eğitimden politik çıkar sağlanma-
ya çalışılmıştır. Ülkemizin bilim yuvalan
olan üniyersitelerimiz, siyasal arenaya çev-
rilerek YÖK eliyle özerkliğinin tümünü yi-
tirmek üzeredir. Üniversite sınavlan bir iz-
dihama dönüşturülmüş; gençleri sokağa sal-
mış, kaynak kaybma neden olarak ülke kal-
kınmasını engellemiştir.
Sanayicilerin, işçi sendikalannın ve mes-
lek örgütlerinin eğitim kurumlanyla işbir-
liği sağlanamamış, eğitim-diploma-işbulma
bağlantısı olmadığmdan diplomalı işsizler
ordusu çoğalmıştır. Devlet baba "babalığı"
bırakarak üvey ana rolüne soyunmuştur. Ta-
til köyu kuranlara, Amerikan bayrağı gibi
çok yıldızlı otel, motel yaptıranlara, devlet
hazinesinden krediler akıtırken üniversite-
nin dört yıllık turizm ve otelcilik yükseko-
kulu mezunu gençlerine dönüp bakılmamış-
tır. Kredi verilirken yüksekokul diplomasi
zorunlu tutulmalıydı. Halkın parasmdan,
halkın çocuklan da yararlanmalıydı.
öğretmenleri örgütsüz, eğitimi iki başh,
okullaşma oranı düşük, sınıflan kabank, sı-
navları eleyici, kaynaği az, kaybı çok, üni-
versitesi türbanlı, eğitim teknolojisinden
yoksun, belge-iş bulma birliği kopuk, çağ-
daş eğitim sistemine sırtım çevirmiş bir eği-
tim sistemiyle, değil "çağ atlamak", çağdaş
uygarlık düzeyine bile yetişemeyiz.
Bozuk eğitim bir üstyapı kurumudur.
Altyapı dediğimiz ekonomiyi bozar. Bozuk
ekonomi tüm değerleri, demokrasiyi, özgür-
lüğü, insan haklannı tahrip eder. Bu durum,
toplumsal kalkınmamızı engellediği gibi
toplumumuzu çağın gerisine iter. Uygar ve
çağdaş bir toplum olmanın yolu, çağdaş eği-
timden geçer.
Eğitimde bu olumsuz gidişe "Dur!" di-
yecek, bilinçli kamuoyudur. Kamuoyunu
aydınlatma, öğretmen ve öğretmen olmayan
meslek kuruluşlarının, işçi sendikalannın
görevidir. "Muallimler, yeni nesil sizin ese-
riniz olacaktır!" demiş M.Kemal; yalnız, ye-
ni kuşakların ülkemizin güvencesi olduğu-
nu da unutmayalım...
T R A B Z O N • D İ Y A R B A K I R • M A L A T Y A
G A Z İ A N T E P > V » H
HER6UN
UCUYORUZ.
Size en iyi hizmeti sunabilmek amacıyla, iç hat seferlerimizi 1991 yılı
başından itibaren daha da sıklaştırdık; rahat, çabuk ve kolay uçabilmeniz için...
Yeni yılda, Trabzon ve Diyarbakır illerimiz İstanbul'a direkt bağlandı.
Bu arada İstanbul-Ankara-Trabzon ve İstanbul-Ankara-Diyarbakır seferlerimiz
her gün devam ederken, koltuk sayısı da artınldı.
Kış tarifemizde İstanbul-Ankara-Van ve İstanbul-Ankara-Malatya se-
ferlerimiz her gün yapılıyor. Gaziantep'e ise 5'i Ankara'dan, 2'si İstanbul'dan
olmak üzere haftada 7 gün uçuyoruz.
Şimdi İstanbul-İzmir hattında Pazartesi, Çarşamba, Perşembe ve Cumartesi
günleri konan ek seferlerle, her gün karşılıklı 6 uçuş gerçekleştiriliyor.
İç hatlarda seyahat ederken havayolunuzun tüm konforundan yararlanacak,
bize özgü konukseverlikle ağırlanacaksınız.
TURK HAVA YOLLARI
PENCERE
•••Gerçek ve Avuntu
Çarpıcı laf, müşterisini bulur; 1940'larda gizli solcu mey-
hanede kafayı çekince:
— Azizim, derdi, işi kökünden halledeceksin, iki kelimelik
bir kanun yeter.
— Nedir o?
— Mülkiyet mülgadır.
Lafla pişpirik oynamak kolay. "Mülkiyet mülgadır" (kaldınl-
mıştır) diye yasa çıkarmanın fantezisi yanında; yalnız 'üretim
araçlannın kamulaştırılması' ile sosyalizme ulaşılamayacağı
da anlaşıldı; ama, Aristoculuğun sarmalındaki 'Şark kafası'
bir fantezi daha ortaya çıkardı:
— Ekonomiyi tümüyle özelleştirdin mi, tamam!..
Oh, ne güzei!..
Vaktiyle "Kapital"e -haşa huzurdan- Kuranı Kerim gibi sa-
nlıp da biçimsel mantıkla sosyalizm yapmaya çalışanlann ço-
ğu sonradan düş kırıklığına uğrayıp döndüler; en azılı libe-
ral ekonomi düşkünü şimdi bunların arasından çıkıyor. Özel-
cilik, her derde deva lokman hekim reçetesi: 'Bırakınız yap-
sın, bırakınız geçsirf, her şey şıpın işi düzelir.
*
Sanayi devrimi 18'inci yüzyılda gerçekleşti. Batı'da burju-
vazi, feodal kalıntılan temizleyip aristokrasinin iktidarını yık-
tı, laik devletini kurdu.
Bizde laik cumhuriyet, sanayi devriminden önce günde-
me girdiğinden iş tersine döndü.
Asker-sivil bürokrat ile küçük burjuva aydınlarının başını
çektiği eylemle kurulan devlette sanayi devrimi nasıl gerçek-
leşecekti? 1920'ler Türkiyesi'nde sermaye yok; yatınmı kim
yapacak? Devletçilik 1930'larda zorunluktur. İkinci Dünya Sa-
vaşı'na kadar kaç fabrika kurulduysa, bu yöntemle gerçek-
leşti; yedi yıllık kısacık bir sürectir yaşanan...
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasaJ iktidar el değistir-
di; Demokrat Parti, programında liberaldir; ama, devletçilik
yapmak zorunda kaldı. Çünkü Başbakan Menderes ne za-
man yurt gezisine çıksa, halk meydanlara toplanıp bağı-
rıyordu:
— Fabrika isteriz!..
Adalet Partisi döneminde durum değişmedi. Seçimi kazan-
mak isteyen siyasal iktidar, devletçilik yaparak Anadolu'da
fabrika kurdu. Çünkü endüstri yatınmı yapabilecek gerçek
burjuva yoktu. Türkiye'de devletçilik halkın ideolojisidir, bü-
rokratlann değil; 'secilmişler'in politikasıdır, atanmışlar'ın de-
ğil; KİT'lerin çoğu 1950'lerde, 60'larda, 70'lerde, hatta
80'lerde kuruldu, 1930'larda değil.
Anadolu'nun çoğu yerinde halk, bugün de gelişmesini ve
kalkınrnasını devtetten bekliyor.
*
Türkiye'de özel sektör hem devletçiliği kınar, hem devlet-
çilikten yanadır.
En önde gelen holding babaları, zenginliklerini devtete
borçludurlar. Devleti arkalarından çektiğiniz zaman, Türkiye
1
nin en büyük firmaları ayakta kalamazlar. Zaten devtet dışında
sermaye yatınmıyla endüstri gelışmesı olsaydı, 1930'larda ku-
rulan bir avuç fabrika, ekonominin bütünü içinde yarım yüz-
yıl sonra devede kulak kalırdı.
Batı'da burjuva, önce fabrikasını kurup ekonomik iktidarı
eline geçirdi, sonra siyasal iktidarı halkın desteğiyle kaza-
nıp devleti demokratikleştirdı.
Bizim işadamı-mütegallibe ortaklığı, siyasal iktidan eline
geçirdikten sonra "ceberrut devleti" demokratikleştirmek şöy-
le dursun, halkın tepesinde balyoz gibi kullanmaktan vaz-
geçemedi.
Ama ortada doğru dürüst bir endüstrileşme yok, işadamı
yine devlete dayanıyor; 12 Eylül'de asker-sivil yüksek bürok-
rat takımı, işadamının zaptiyesi gibi çalıştı.
•
Tûrkiye'deki sorun "özetcUikmi, devletçilik mi?" sorunu de-
ğildir
Devletin demokratikleştirilmesi sorunudur.
Dün "Mülkiyet mülgadır" diye yasa çıkarmak hayal giicû-
nün işiydi. Bugün "ekonomiyi tümüyle özelleştirdin mi her so-
run çözülür" diye düş kurmak bir avuntudur.
Değerli Varlığımız
CELAL ERTEM
Fotoğraf Sanatçısı
Dağları aşsak varsak, ses verir misin
Enginleri aşsak ulaşsak, görünür müsön
Göklere, bulırtlara çıksak, bakar mısın
Güneş mi oldun, ay mı, yıldız mı oldun
Güneşle, ayla, yıldızlara kardeş mi oldun
Dördüncü yılda seni kucaklıyoruz
AİLEN ve SEVENLERİN
ERDAL İNÖNÜ
SAVAŞA HAYIR
MİTİNGİNDE
13OCAK1991#PAZAR
^ T 13.00
PENDIKMEYDANI
SHP
KAMUOYUNA
Tüm sağlık çalışanlarının sendikası
(TÜM SAĞLIK-SEN) kuruluyor...
Yaklaşık iki yıldır sağlık işkolunda eşgüdüm
kurulları düzeyinde tüm Türkiye'de yürütülen,
temmuz eylemleriyle biçimlenen, kitleselleşen
grevli-toplusözleşmeli sendika kurma çalışmaları
Tüm Sağlık-Sen'in kuruluşu ile somutlanıyor.
Başta sağlık çalışanları olmak üzere tüm
emekçilerı, emekten yana olanları, İstanbul Valiliği
önünde bugün saat 16.00'da yapacağımız
başvuruya katılmaya çağırıyoruz.
TÜM SAĞLIK-SEN
YÖNETİM KURULU
KAMUOYUNA
Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Sekreteri
Av. ALİ YILDIRIM, Yönetim Kurulu üyeleri Av.
HÜSNÜ ÖNDÜL ve Av. AYDIN ERDOĞAN,
Dernek Üyesi Av. ESİN FATMA KULAÇ
gözaltına alınmışlar, ev ve işyerleri aranarak
karakol kurulmuştur.
Yasa ve hukuk dışı bu uygulamaları protesto
ediyor, meslektaşlarımızın bir an önce serbest
bırakılmalarını istiyoruz.
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ