Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 27 EYLÜL 1990
Cumhurbaşkanıııa
Hakaret
Ceza Kanunu'nun 158. maddesinin "Devlet Kuvvetleri Aleyhine
Cürümler" bölümünde yer alması sakıncalıdır. Maddenin
değiştirilmesi sırasında bu hususa dikkat olunmamış, bu yüzden bazı
yorum farkları ortaya çıkmıştır. Bu durumda cumhurbaşkanına
hakarette, devlet kuvvetlerine de hakaret edildiği düşüncesi haklı
değildir.
Prof. Dr. FARUK EREM
Cumhurbaşkanına hakaret konusu, son gün-
lerde fazlaca ele alınmakta, basında çeşitli ha-
berler yayımlanmaktadır. Bu konunun bir geliş-
me gösterdiğine dikkati çekmek amacı ile kale-
me alınan bu yazının yanlış uygulamaları önle-
yebileceği umudunu taşımaktayız. Bu arada ta-
nık olduğumuz bir olayı da açıklamak istiyoruz:
Yürürlükte olan ve konuyu öngören Türİc Ceza
Kanunu'nun 158. maddesi, hükmü krallık dö-
nemlerinin kalıntısı olarak devam etmekte, de-
mokratik bir Ulkede anayasalara uygun düşme-
mektedir.
Kaynak kanun (m. 122) krala ve kral ailesine
hakareti aynı maddede göstermiş, kraliçe ve ve-
liahtlara (m. 117) hakaret için daha az ceza ön-
görmüştü.
Kaynak kanunda "kralın kutsal varuğı" (Flo-
rian) korunmuştur. Beccaria, konuyu 'fıkirsel
despotluk' diye nitelemişti. "1876 Osmanlı
Kanun'u Esasi"nin de hükümdann şahsının mu-
kaddes ve gayrı mesul olduğu" belirtilmişti (Öz-
budun).
"Zat-ı hazret-i padişahî'ye alenen ıtalei lisana
ciireti sabit olan şahıs üç aydan üç seneye kadar
hapsolunur"du (Ceza Kanunnamei Hümayunu
m. 55, 28 Zilhicce 1374).
Bu anlayış devam etti ve ceza kanunumuzun
ilk metni: "Reisicumhur makamına ve reisicum-
hurun şahsına karşı edep ve hürmete münafi ha-
reket ve neşriyaf'ı cezalandırmaktaydı. Hüküm
değiştirildi, nedeni şudur: "Bu ibarelerin mana-
sının hududunu tayine imkân yoktur ve maksa-
dı çok aşan tatbikata rastlanmıştır. Bu itibarla
teknik manası malum ve muayyen olan hakaret
ve sövmenin suç olmakta ve hatta maddedeki
ağır cezalarla cezalandırılmasına devam olun-
makta isabet varsa da ceza müeyyidesini bu hu-
dudun dışında kalan fiillere teşmile imkân yok-
tur!' Milü Birlik Komitesi'nin bu gerekçesi yayım-
lanmamıştır. Maddenin değiştirilmesi tartışıhr-
ken "teknisyen" olarak bulundum. Cumhurbaş-
kanı "ayncalıkh kişi" olarak korunmak istenmi-
yordu.
"Cumhuriyetlerle parlamenter monarşiler ara-
sında önemli bir fark vardır. Monarşilerde hü-
kümdarın cezai sorumsuzluğu mutlaktır ve gö-
revle ilgili olmayan suçları da kapsar. Cumhuri-
yet rejimlerinde ise cumhurbaşkarunın sorumsuz-
luğu bu kadar mutlak anlamda kabul edilmiş de-
ğildir. Cumhurbaşkanı, adi suçlardan, yani gö-
revi ile ilgili olmayan suçlardan dolayı her vatan-
daş gibi sorumludur" (özbudun).
Yalnız "Hakaret ve sövme"
158. madde değiştirildikten sonra şu hüküm-
ler getirildi: "Reisicumhura, muvacehesinde (hu-
zurunda) hakaret ve sövme fiillerini işleyenler"
cezalandınlır, "hakaret ve sövme reisicumhurun
gıyabında vaki olmuş ise" faile daha az ceza ve-
rilir.
Göruldüğü üzere madde sadece "hakaret" ve
"sovme"yi cezalandırmakta, böylece "edep ve
hürmete aykın hareket" Ceza Kanunu dışına çı-
karılmaktadır. Aynca hakaret ve sövmeden söz
edildiğine göre (TCK 480, 482), tenkit, hatta hor
gören tenkit suç değildir. Cumhurbaşkanları ör-
neğin krallar gibi dokunulmaz sayılmamıştır.
Cumhurbaşkanı için "hiçbir isnat doğru
değildir" yolunda bir kural benimsenmemiştir.
Cumhurbaşkanı "kamu gerçek kişisi"dir.
Maddede "tecavüz", "tearruz", "tezyif' "itibar
kırıcı" gibi sözcükler kullanılmamıştır. Tadilden
önce kullanılan "tecavüzkârane neşriyat" "lisa-
nen tecavüzat", "Reisicumhurun şahsına karşı
edep ve hürmete münafi hareketler" ibareleri terk
edilmiştir.
Her ne kadar hakaret (ve sövme) söz konusu
ise de cumhurbaşkanına hakarette ihtilat unsur
değildir. Yargıtay'ca "158. maddede yazılı suçun
tekevvünü için ihtilat şartı olmadığı nazara alı-
narak ve mevcut deliller takdir edilerek hüküm
tesisi icap ederken ihtilat unsuru bulunmadığm-
dan bahisle beraat kararı verilmesi yolsuz" sa-
yılmıştır.
Bununla beraber maddede "ihtilat" unsurun-
dan söz edilmemekte ise de 158. maddede cum-
hurbaşkanına "hakaret" ve "sövme"den söz edil-
mekte olmasına göre —bizce— ihtilat unsuru
aranacaktır. Maddenin değiştirilme gerekçesi bu-
nu doğrulamaktadır.
Cezaya etki yapacak genel nedenlerin (akıl ma-
luliyeti, hatta rıaksız tahrik) devlet başkanına ha-
karet ve sövmede uygulanacağı tabii olmakla be-
raber, genel hakaret ve sövmeye ait nedenlerin
(fiile mağdurun sebebiyet vermesinden dolayı ce-
zamn sukutu gibi) (TCK 485) uygulanıp uygu-
lanmayacağında fikir ayrıhğı vardır. Egemen dü-
şünce, mağdurun sıfatı dolayısıyla ve onun fıilleri
nazara ahnmaksızın özel bir himayenin anayasa
hukuku zaruretleriyle kabul edildiği hükümler-
de özel nedenlerin uygulanmasının doğru olma-
dığı yolundadır.
Bununla beraber şöyle düşünmek de kabildir:
Cumhurbaşkanının haksız hareketleri ile haka-
rete neden olması mümkündür. Cumhurbaşka-
nırun hareketlerinin suç teşkil edip etmeyeceği ko-
nusunun (Anayasa, 105) cumhurbaşkanına ha-
karet konusu ile ilgisi yoktur. Cumhurbaşkanı-
nın sorumsuzluğu fiilin "hukuka aykırıhğı"nı
kaldırmaz. Bu itibarla cumhurbaşkanının hak-
sız hareket sanık lehine 485. maddenin uygulan-
masını gerektirir.
"Karşıhkh hakaref'e ilişkin (TCK 484) herhan-
gi bir hüküm bu suç bakımından kanunda yer
almamaktadır. Keyfi hareket (TCK 272) için de
boyle düşünülmelidir, konu hakaret olarak ele
ahnırsa bu hükümlerin uygulanması gereklidir.
Bizce —şartlan varsa— meşru müdafaa (TCK
49) uygulanabilir. Çünkü meşru müdafaa "ge-
nel hükümler"de yer almaktadır.
Tersi düşünce esas tutulursa devlet başkanına
hakarette "ispat hakkı"na da (TCK 481) yer ve-
rümemek icap edecektir. Hukuk tekniği bakımın-
dan bu doğru gözükebilir. Zira şahıslara karşı iş-
lenen suçlar babında yer alan ispat hakkı ile il-
gili hükmün devlet kuvvetleri aleyhine işlenen cü-
rumlerle ilgili sahada uygulanması isabetli değil-
dir. Fakat ispat hakkının esasını teşkil eden ka-
mu denetiminden, seçimle gelen devlet başkan-
larının hariç tutulmasmı izah pek müşküldür.
Sonuç
Ceza Kanunu'nun 158. maddesinin "Devlet
Kuvvetleri Aleyhine Cürümler" bölümünde yer
alması sakıncalıdır. Maddenin değiştirilmesi sı-
rasında bu hususa dikkat olunmamış, bu yüzden
bazı yorum farkları ortaya çıkmıştır.
Bu durumda cumhurbaşkanına hakarette, dev-
let kuvvetlerine de hakaret edildiği düşüncesi
haklı değildir.
158. maddenin "Devlet Kuvvetleri Aleyhine
Cürümler" faslında bağımsız madde olarak yer
alması doğru olmamıştır. Cumhurbaşkanının gö-
revi ile ilgili hakaretlerde 266. maddenin, görev
dışı hakaretlerde ise 480, 482. maddelerin uygu-
lanması aynı sonucu verirdi. Kuşkusuz 266. mad-
deye bir şiddet nedeni hükmü eklenebilirdi.
"Anti demokratik hükümlerin kaldırılması"
komisyonunun çaüşmalan sırasında bu konunun
da nazara alınmasını dileriz.
ARADA BİR
HASANKIYAFET
Yitirdiğimiz Değerler.
Ülkenin yazgısına hükmedenler, yazının başlığını beğen-
meyeceklerdir. Ağızlarının kıyısında iğrelti bir gülücükle: "Biz
o işi çözdük. 12 Eylül'den önceki gibi anarşi mi var ki soka-
ğa çıkamıyorsunuz? Çok şükür herkes sokağa da çarşıya da
çıkabilir, memleketin dört bir yanında da gezebilir" dıyecek-
lerdir.
Oysa sayın yöneticiler iyiden iyiye yanılıyorlar. Amaçlı bir
görme bozukluğu yoksa, ortada çözülmüş hiçbir sorunun ol-
madığını kendileri de bizim kadar görüyorlardı. Memleketin
bağrına paslı bir hançer gibi öyle bir anarşi saplanmış ki ak-
lı başında insan, değil sokağa çıkmak, kapıdan dışan başını
uzatmaktan çekinmektedir. Çünkü bu durumun, fiziki sağlı-
ğını ayakta tutan ruhsal dengesini bozmakla eş anlama ge-
leceğini iyı bilmektedir. Çünkü bunun, sinirsel yapısını allak
bullak edeceğinin bilincindedir. Sokakta kendisini bekleyen
tehlike ise hepimizin bildiği, dahası on yıldır içli dışlı olduğu-
muz, ekonomik anarşi! Körfez bunalımı bahanesiyle her gün
zam üstüne zam!..
Ekonomik anarşinin beslediği, hertüriü kötülük akıl almaz
boyutlara tırmanmaktadır. Yıpranan para, aşınan ekonomi ile
birlikte, her türlü toplumsal erdemlerimiz, dahası insanlığı-
mtz da aşınmaya başlamıştır. Toptumda tam bir çöküntü: Hrr-
sızlık, rüşvet, kapkaççılık, üretmeden tüketmek, en ilkel ve
aşağı biçimiyle cinsel tüccarlık, gözaçıklık... işbilirlik, köşe
dönme, vur-kır, erdemin yerini almış. 12 Eytül 1980'den bu
yana, yurtta vesikalı kadın sayısı, yüzde dört yüz artmış di-
yorsunuz, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Bu arada aynı tarihten
bu yana, açlık intiharları yüzde yüz artmış diyorsunuz, kim-
se üstüne almıyor. İşin ilginci, camilere, imam hatiplere, tüm
dinsel kurumlara yapılan yatırımlar da benzer oranlarda art-
mış diyorsunuz, gülüyorlar.
Teolojik eğitime hız vererek ahlakı düzeltmek girişimleri,
aynca bir iki örneğe sığmayacak boyutlara varmıştır. Başta
dil olmak üzere, ilkin her türlü yeninin yönü geriye çevrilmiş.
Anadolu liseleri gibi Batı diline, kültürüne yakın amaçlı okul-
lara giriş sınaviarında bile: "Namaz hangi kandilde farz olun-
muştur?" yollu sorular yadırganmaz olmuştur. Liselerdeki,
felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji gibi çağdaş derslerin ye-
rini ya din dersleri almış ya da din dersi öğretmenleri o boş-
luğu doldurmaya başlamıştır. Kimya, fizik, biyoloji gibi somut
bilim dersleri, teolojik bir anlayışla yoruma sokulmuştur.
Tekeri patlamış, sürekli geri kaçan bir milliyetçi-
mukaddesatçı eğitim politikası, gençliğimizi şaşkına çevir-
miştir. Çocuklar, televizyonda gösterilen ABD pop şarkıcıları
ile okularda oğretilen günah kavramı arasında sıkışıp kalmış-
lardır. Bu yüzden ruh ve sinir doktorlarının kapısı gençlerle
dolmuştur.
Bir yanda, kıl aldırmaz milliyetçiliğimiz, bir yanda ülkenin
en yüce yerinde oturmuş olan kişimizin evini dolarla kiraya
(Arkası 19. Sayfada)
Sanayi Devrhni Gül Kakusundan Çıknuştı
Hava boşluğunun ne meşakkatli çabalar sonucunda fızikçiler tarafından
nasıl keşfedildiğini ve içimize çektiğimiz havadaki O2 oksijenin bize
hayat verdiğini bulan kimyacılann keşiflerini anımsamazsak, 20. yüzyıl
hava kirliliğinin bizi nasıl öldüreceğini de bilemeyiz.
REŞİT AŞÇIOĞLU
Hava mı önce bulunmuştur, yoksa hava
boşluğu mu?
Bu soru çok önemlidir, çünkü, hava boş-
luğunun varhğmı keşfeden bilim adamı, sa-
nayi devriminin doğmasına yol açmışür. İş-
te, böylesine önemlidir "hava mı önce bu-
lundu, hava boşluğu mu" sorusu.
Her pratik buluşun ardında zihin yorma
zahmetine uzun süre katlanmış insanlann
emeği yatar. Bu büyük insanlardan biri Al-
man bilim adamı Otto von Guericke olup
'hava boşluğu'nun varlığını bir gülün ko-
kusundan anlamıştır.
Hava boşluğunun ne meşakkatli çabalar
sonucunda fizikçiler tarafından nasıl keş-
fedildiğini ve içimize çektiğimiz havadaki
0: oksijenin bize hayat verdiğini bulan
kimyacılann keşiflerini anımsamazsak, 20.
yüzyıl hava kirliliğinin bizi nasıl öldürece-
ğini de bilemeyiz.
1640'larda Galile bile hava boşluğunun
nedenini açıklığa kavuşturamamışken, AJ-
manya'da Magdeburg kentinde Alman fi-
lozof ve düşünurlerinin doldurduğu salon-
da "Tann, doğada boşluğu sever mi, sev-
mez mi?" tartışması yapılıyordu. Söz ko-
nusu soru Aristo'nun "Doğa boşluğu
sevmez" öğretisinden kaynaklanmıştı.
"Her yerde ve her zaman var olan Tan-
n, boş uzay olmamasını istediğinden her ye-
ri varlıkla kaplamıştır" diyen aydmlar, boş
uzayın mümkün ohıp olmayışı üzerinde bü-
yük tartışmalara girişmişti. Aralannda Otto
von Guericke de bulunuyordu. Elinin par-
makları arasında bir gul tutuyordu.
Yazdığım bir kitaba kaynaklık eden De-
mir Melekler adh kitapta bu sahne şu söz-
lerle anlatılıyor: "Parmaklan arasmdaki bu
gülii Guericke burnuna göturdü, kokladı,
sonra da gülii tutan elini aşağı indirdi. Gü-
lün kokusu ne olmuştu? Öteki eliyle gülün
kokusunu yüzüne yelpazeledi. Havayı ha-
reket ettirince kokuyu duyuyordn. Gül ko-
kusu neden hava akımı oimadan burnuna
gelmiyordu?
Bir odaya cekildi... Güle, kokusu yüzü-
nü sanncaya kadar yaklaştı; sonra adun
adım, koku kendine varmayıncaya kadar
geriledi. Oturdu, düşündü. Hementler; top-
rak, su, hava ve ateşti. Eger hava bizim san-
dığımız cisimse, o halde gül kokusunun her
koymuştu.
yerde bulunması gerekirdi. Gülün kokusu-
nun derece derece azalmasının nedeni ney-
di?"
Acaba bu durum, havanın gittikçe daha
fazla incelmesinden mi ılerı geliyordu? Baş-
ka türlü olamazdı! Eğer öyle ise yerküreyi
de bir güle benzetemez miyiz? Gülün ko-
kusu ancak dar bir alanda var olduğuna ve
ağır ağır dağıldığına göre yerküreyi saran
havanın da gittikçe daha incelmesi ve so-
nunda hava olmaktan çıkması mümkün de-
ğil miydi? Eğer hava yerküre etrafmdaki sı-
nu-lı bir alanı sanyorsa, havamn bittiği yer-
de, hiçliğin içinde, varlıklann bulunmadı-
ğı boşluğun var olması da gerekliydi.
Bugün uzay çağının 1957 yılında açılma-
sıyla, Otto von Guericke'nin "hava
boşluğu" görüşleri aynen doğrulanmış ol-
du. Roketler hava dolu atmosferden çıkıp,
atmosfer yoğunluğunun yavaş yavaş incel-
diği, tereldiği boşluklara uydulan bırakı-
yorlar, uydular da boşlukta kolayca ve her-
hangi bir hava sürtünmesine uğramadan
dolanıyorlardı.
Bugün gayet açık-seçik bir gerçek olan
bu olgu, 17. yüzyılın başında 'çok tehlikeli'
bir bulguydu. Bakahm, Demir Melekler ki-
tabının yazan, Otto von Guericke'nin bu-
luşu için ne diyor: "Tann'nın huzurunda
bir hava boşluğu yaratma cesaretİ göster-
miş ti."
Havanın basıncı
Fizikçi Guericke'nin 'hava boşluğu' bu-
luşuyla, fizikçi Toricelli'nin 'hava basıncı'
buluşları sanayi devrimini başlatmaya ye-
terdi. Çünkü bir demir boruda hava boş-
luğu yaratıp pistonu bırakıverdiniz miydi,
hava basmcı pistonu hızla aşağı itmeye ye-
tiyordu.
Pistonun iniş-kalkışlarından da makine
doğmuştu.
Sanayi devriminin yolunu açan o ünlü
'gül'ün kokusundan söz ederken kömür
ocaklarmda ve maden kuyulannda insan-
lann ve atların çektiği çileyi unutmamak ge-
rek. tngiliz Thomas Savery ve Newcomen,
üısanlar ve beygirlerin yeraltında çektiği ezi-
yetlerden etkilenerek 1698 yüında ilk buhar
makinesini çalıştırabilmiş, sanayi devrimi-
nin teorik hazırlıklannı uygulama alanına
Havanın kimyasal yapısı
17. yüzyılda hava dediğimiz şey, fizikçi-
ler tarafından böylesine önemli inceleme-
lerden geçerken, 18. yüzyılın sonlanna doğ-
ru 1774 yılında kimya bilgini Lavoisier ci-
ğerlerimize çektiğimiz havamn beşte dör-
dünün oksijenden ibaret olduğunu ve bu
bölümünün insana hayat kaynağı oluştur-
duğunu açıklıyor.
Lavoisier'in buluşunun sanayi devrimi
açısından önemi oksijenin tıp açısından ye-
ni incelemelere konu olabilmesi, yeni kim-
yasal bileşiklere yol açması ve yeni element-
lerin bulunmasına yardım etmesidir. 18.
yüzyıl sonlanna doğru yaklaşık 50 adet olan
element sayısı, günümüzde periyodik cet-
velde 100'e çıkmıştır.
200 yılda, bulunan element sayısında
yüzde yüz artma gibi olumlu geüşmeye kar-
şıhk insanoğlu, aynı dönemde 40.000 adet
sentetik kimyasal bileşik yaparak doğaya
sahvermiştir. Salıvermiştir diyoruz, çünkü,
bunların zaran sera etkisinden Kuzey De-
nizi'nde birkaç yıl önce ölü bulunan, zatür-
reeye yakalanan fok balıklanna kadar ken-
dini hissettirmektedir. Gül kokusunu tak-
lit eden ve gül kokusundan daha güzel par-
fümleri yaratan sanayi devriminin kimya-
cılan ne yazık ki, insanların ve hayvanla-
nn bağışıklık sistemine zarar verecek bile-
şikleri arsız kazancın ellerine teslim etmiş
bulunmaktadır.
Bizde yalmzca şiire konu olmuş
Gül kokusu bizde yalnızca şiire konu ol-
muştur. Batı'da ise göruldüğü gibi bilime
de konu olmuştur.
Bugün Batı dünyası "1 milyon hava mo-
lekülünde 350 molekül karbondioksit, 500
molekül karbonmonoksit vardır" diyebil-
me dakikliğine varabilmişse çok önceki
yüzyıllarda atmosferi incelemeye başlamış
bulunmasmdandır. Sanayi devrimini yara-
tan gazlann -ki hava da gazdan ibarettir-
molekül sayımı o zamandan beri yapılmış-
tır. Yararh gazlann sayımı o zamanlar ya-
pılınca, şimdi zararlılann sayımı kolayca
yapılabilmekte ve havanın hastaüğı çabu-
cak teşhis edilebilmektedir. Çabuk teşhis
çabuk tedaviye götürecektir. Bizdeki hava
kirliliği ise iyileşme bir yana, bilgisizlikten
ötürü denetimden bile çıkacaktır. Çünkü
biz atmosferdeki gazın molekül sayısını
olumlu yönden değil, olumsuz gazlar nede-
niyle - alfabeyi tersinden öğrenir gibi - öğ-
renmeye başladık.
PENCERE
Gayri Ciddi...
"Gayr/"yi bir sıfatın başına koydun mu, anlam tersine dö-
ner, olumsuzlaşır.
Gayri ciddi gibi...
Baykal:
"Ben" demiş "genel başkan olsam da İnönü her zaman ge-
nel başkanım olarak kalacak. Ben başbakan oiacağım, fnö-
nü'yü cumhurbaşkanı yapacağım."
Gayri ciddi bir konuşma!..
•
Bir siyasal partinin programını hazırlamak "ciddi" bir iştir.
Batı'da ya da Doğu'da örneklerini görüyoruz; uzun sürede
bilim adamlan, aydmlar, uzmanlar, partinin yetkili kurullan ça-
lışırlar; programı partinin benimsemesi bir ayrı süreçtir. Oy-
sa Deniz Baykal giderayak basına bir "iktidar programı" açık-
lıyor; hem genel başkanlığa adaylığını koyduktan birkaç gün
sonra ve kurultaya birkaç gün kala tek başına bir programı
kamuoyuna sunuyor.
Gayri ciddi bir tutum...
İnandırıcı değil.
Basına geçtiği kadarıyla programı okuyunca, uzun süre-
den beri gazete köşelerınde yazılan fikirler ve eleştirilerden
derlenmiş bir çırpıştırma karşısında olduğunuzu anlıyorsu-
nuz. Az buçuk eli kalem tutan birisi, en çok birkaç saat için-
de daha düzenli ve tutarlısını da yazabilir; bir kalem ve bir
tomar kâğıt yeter...
Neden böyle şeylere gerek duyuluyor? Kamuoyu çocuk ye-
rine mi konuyor?
Partinin doğal kurullannda hazırlanmayan ve yetkili organ-
larından geçmeyen bir "program" nasıl ortaya atılıyor?
SHP'nin programı yok mu? Bu kadar gayri ciddi bir tutum
şaşırtıcıdır. Üstelik programın adı da "P&restroyka!" Taklit ko-
kan bir ad, yaratıcılıktan uzak bir çağnşım. Glasnost-
Perestroyka gibi özentili sözcükler, ucuz, yapay ve köksüz bir
siyaset türetimine yaftalanıyor.
Sürekli hizipçilik yapan Sayın Baykal'ın parti içinde
"glasnost" ilan etmesi de gayri ciddi bir yaklaşımın ürünü-
dür. Son dakikada İsmail Cem'le işbirliğini tanımlamak için
ise sözcük bulmak güçtür; çünkü bu gibi ortaklıkları vurgu-
lamak için kulanılan sözcükler kırıcı anlamlar taşırlar.
*
SHP'de kurultayı Baykalcılar kazanırlar mı? Bilemem. An-
cak 1970'lerde CHP hükümetleri döneminden bugüne yan-
sıyan acı deneyimler unutulamaz.
1970'lerde Türkiye'de "Cepheleşme" süreci yaşandı; bu ko-
şede ünlü "Milliyetçi Cephe"ye karşı bir tutum sürdürüldü.
Ecevit hükümetlerinin başarısı, ülkenin demokrasiye açılışı
için çok yararlı olacaktı; ama CHP'nin hazırlıkşız, dağınık ve
şaşkın yönetiminde sosyal demokrat kesim büyük yenilgiye
uğradı. varılan sonuç bir tek sözcükle vurgulanabilir:
"Hüsran!.."
Bunca yaşam deneyinden sonra "palavra" döneminin bit-
mesi gerekmez mi?
"İktidann talibiyim' diye ortaya çıkanların daha ciddi ve so-
rumlu olmaları gerekiyor. Çocukluk çağı artık aşılmış olmalı.
Baykal itekaka genel başkan adayı oldu olmadı, yine kulis-
l»rde adam adama pazarlığa giriyor, sonra "glasnost" ilan
ediyor; ardından parti programını piyasaya sürüp
'•perestroyka" diyor; iktidara geçip başbakan olmakla kalma-
dı, İnönü'ye de cumhurbaşkanhğını veriverdi.
Yapmayın!..
Bu kadar ciddiyetsizlikle iktidar miktidar olunamaz, ancak
hizipçilik oynanır.
•
Dost acı söyler; solun kendi kendini aldatması ve avutma-
sı zamanı geçmiştir.
SHP'nin toplumsal kökleri ve tabanı, partiyi iktidara geçi-
rebilecek altyapıyı oluşturuyor; ama üstyapıda sürekli yeter-
sizlikler görülüyor. Solun iktidarlaşması Türkiye gibi bir ül-
kede kolay değildir. Lider pozunu takınan kişılerin önce bu
gerçeği partinin tabanına anlatmaları gereklr; palavrayla işin
yürümediği şimdiye kadar anlaşılmadı mı?
SHP'nin ufalanıp ağırlığını yitirmesi, Türkiye'de demokra-
siye geçişi de erteleyecektir. Sorun bir partinin iç işi değil;
üzerinde bunun için duruyoruz.
emegın
bayrağı
ı Ayoınıtgı
Vuramazsınız
ı Savaş ve Mücadele
Görevlerı
> Memur Mücadelesinin
Hedefleri
Ortadoğu: Kimin Eli Kimin Cebinde
"Kürdistan'da Zaten Savaş Var" (Ismall Boşikçl)
öncüyü Yarınki Durumlara Hazırlayalım
Aile (Turan Dursun)
Komünist Bir Ûnder: Irfan Çelik
Emperyalistler Güçlerin Ortadoğu Krizi
SHP "Kürt Raporu" Bilinen Şovenizm ve Reformizm .
Sendıkalararası Savaş AKSA Patronuna Yarıyor
Cihaner Işçilerinin Mücadelesi Sürüyor
29. SAYI BAYILERDE
Gece Mavisi
Filtresi özel. Hafif, modern. PARLIAMENTİ2O CLASS A CISARETTES
? ^ ' l ü ! ! ! , ! ^ ' ' ^ : ^ T ™ «
OOs
RECESSED FILTER W!TH CHARCOAL
Made in U.S.A.
1986 YILI VE 86'10911 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARINA GORE SIGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR.