05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 3 TEMMUZ 1990 Anayasa Güv encesi ve Sinema Sinemadaki düşünce ve yaratma özgürlüğünün bir anayasa maddesi olarak güvence altına ahnmasının hemen ardından, sinemanın bir yayın aracı olan televizyondaki düşünce ve yaratma özgürlüğünün de bir anayasa maddesi olarak güvence altına ahnması gereklidir. Sinema, bu çağda televizyondan ayrı düşünülemez. METİN ERKSAN yetin ilanından sekiz ay önce yapılan bu kongrenin "Ziraat ve Maarif Meselesi" adlı bölüraünün 9. maddesi şöyledir: "Ahlaka aykın olanlan yasaklan- mak koşuluyla; ziraat, sanayi, coğrafya, iktisat ve sağlık ile ilgili sinema filmleri göstererek köylülere gereken yararlı bilgileri vermek ve köylerin istatis- tik bilgilerini saptatnak ve uygulamah konferans- lar vermek üzere şimdilik her livada (il ilçe arasın- da yönetim birimi) birer gezici ziraat okulu açıl- ması". I. tktisat Kongresi'nin 9. maddesi, konulu ya da belgesel türde çeşitli Türk ve yabana sinema filme- rinin, yalnız etik sansür uygulanarak, devlet aracı- Zafer Tunaya, Prof. Münci Kapani olan T.M.A.K. altkomisyonianndan birini oluşturan 'Genel Hü- kümler ve Temel Haklar Alt Komisyonu'nun dü- zenlediği ve T.M.A.K. Baskankğı'na sunduğu rapo- run "Fikir Haklan" ile ilgili bölümünde şöyle bir yargı ve saptama vardır: "Kitap ve risale yayını ile opera, tiyatro, bilhassa filmden denetlemesini aynı esasa bağlamak ve sansür yasağını bunlara kural olarak yaygınlaştırmak yanlıştır. Bu nedenle kitap risalelerin, tiyatro, opera ve film ayrı ve içerik yö- nünden ayrımlı olarak düzenlenmesi zorunludur". Temsilciler Meclisi ve Milli Birlik Komitesi'nden oluşan Kurucu Meclis'in, bu maddeler, yargılar ve Türkiye Cumhuriyeü Devleti Anayasası'nda, si- nemadaki düşünce ve yaratma özgürlüğünü güvence altına alan bir maddenin bulunmasının zorunlulu- ğuna inamyorum. Çünkü tüm uygar ve gelişmiş ül- kelerin anayasalannda, sinemadaki düşünce ve ya- ratma özgürlüğünü güvence altına alan bağunsız bir madde vardır. T.C. Devleti Anayasasf na, sinema- daki düşünce ve yaratma özgürlüğünü güvence al- tına alan bir maddenin konulması çok gecikmiştir. Sinemadaki düşünce ve yaratma özgürlüğünün yasalar ile denetim altına alınması, çağdışı, olanak- sız ve sakıncalı bir yöntemdir. Bugüne değin bu ko- nuda süregelen yasalar, yönetmelikler ve uygulama- lar, bu çağdışı, olanaksız ve sakıncalı yöntemin bir göstergesi olmuştur. "Basın, sinema ve öbür sanatlar, sansür edilemez" gibi kesin bir yargının anayasada bağım- sız bir madde olarak bulunması, çağdaş devlet an- layışırun tartışılmaz bir niteliğidir. Anayasanın de- mokrat bir düşünce temelinde yeniden yapılanaca- ğının gündeme geldiği bu günlerde, bu konum üze- rinde ciddi ve dikkatli bir vurgulamanın yapılma- sı, bu duyarlı olgunun eksen düşüncesini oluştur- maktadır. Sinemadaki düşünce ve yaratma özgürlüğünün bir anayasa maddesi olarak güvence altına ahnma- sının hemen ardından, sinemanın bir yayın aracı olan televizyondaki düşünce ve yaratma özgürlü- ğünün de bir anayasa maddesi olarak güvence altı- na alınması gereklidir. Sinema, bu çağda televizyon- dan ayn düşünülemez. Sinemaya gitmek bağımsız- dır, istekledir, televizyon evlerin içindedir; yani ai- lenin barira-i ismet'ine (girilmesi yasak olan yer) gjr- miştir, televizyon yayınlannı izlemek az çok zorun- ludur gibi dayanağı olmayan önyargılar ile televiz- yon yayımlanna özel ve ayn bir sansür düzeni uy- gulamak, akıl ve mantık dışı bir düşüncedir. Uluslarası sansürsüz düşünce ve yaratma özgür- lüğü, görüntü ve ses öğesi olarak ulusal sınırları aşan fizik bir olgu halinde, artık Türkiye'deki ha- vanın içinde de vardır. Türkiye'deki milyonlarca ça- nak anten, sansür engelini aşan bu düşünce ve ya- ratma özgürlüğünü Türk halkına ulaştırmaktadır. Uluslararası sansürsüz düşünce ve yaratma özgür- lügünün, ulusal sınırlan aşıp Türkiye havalannda var olduğu bir çağda, Türkiye'de, sinema ve tele- vizyondaki düşünce ve yaratma özgürlüğüne san- sür uygulamak, Türkiye'yi yalnız kapısında kilit olan, duvarsız Nasrettin Hoca türbesi yapmak olur. Üstelik biiyük akıl Hoca Nasrettin, yıllann ötesin- den bu akla güler. Doğu ve Batı Berlin'i ayıran du- vann yok edildiği bu günlerde, Türk ulusu böyle bir sansür düzeni içinde tutulup tutsak edilemez. Geçmişten günümüze... lleriyi doğru bir biçimde saptamak için geçmişe bakmanın akıl ve bilgi yolu olduğunu bir kez daha söylemek ve geçmişi irdelemek, yeni anayasa>ı ya- pacak ve yazacak olan yapıcı ve çağdaş düşünce- nin belleğine ve bilgisine gerekli belgeleri sağlaya- caktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti döne- minin 23 maddeden oluşan 20 Ocak 1921 tarihli Anayasası'nda, sinemadaki düşünce ve yaratma öz- gürlüğüne ilişkin ve bu özgürlüğün bağımsız ya da bağımlı kullanılmasını saptayan bir madde yoktur. Atatürk'ün ilgisiyle îzmir'de 17 Şubat-4 mart 1923 tarihleri arasında yapılan 1. tktisat Kongresi, Misak-ı tktisadi Esasları'nı saptamıştı. Cumhuri- lığıyla köylü vatandaşlara gösterilmesi ile ijsilidir. düşünceler doğrultusunda hazırladığı 1961 Anaya- r x ""' 1 '" "' ı—>-*—- s a s , ' n m 24. maddesi şu olmuştur: "Kitap ve bro- şür yayını, izne bağlı tutulamaz, sansür edilemez". Bu 24. maddenin Temsilciler Medisi'nde tartışıl- ması sırasında, sinemada düşünce ve yaratma öz- gürlüğüne ve bu özgürlüğün nasıl algılandığına iliş- kin ilginç konuşmalar yapılmıştır. * Devletin sinema sanatı ile ilgisini ve işbirliğini. sansürün boyutlannın etik koşullan içinde sınırlan- dınlmasım 1923'lerde öngören 9. madde, çağdaş ve devrimci bir devlet anlayışının göstergesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 20 Nisan 1924 tarihli ve 105 maddeden oluşan Anayasası'nda, si- nemadaki düşünce ve yaratma özgürlüğünü kap- sayan bir madde yoktur. Başkanlığını Sayın Ord. Prof.Dr. Hıfzı Veldet Ve- lidedeoğlu'nun yaptığı, yüksek öğretim üyelerinden kurulu Istanbul Anayasa Komisyonu'nun hazırla- dığı 1961 Anayasa ön tasansının II. maddesinin 3. fıkrası şudun "Kitap ve risale yayını, tiyatro ve ope- ra eserlerinin oynanması, sinema filmlerinin yapıl- ması ve gösterilmesi, izne bağlı tutulamaz ve san- sür edilemez". Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin hazırladığı 1961 Anayasa ön tasansında, sinemadaki düşünce ve yaratma özgürlüğü ile ilgili bağımsız ve ayn bir madde yoktur. Başkanlıgını rahmetli Prof. Dr. Enver Ziya Ka- ral, kornisyon sözcülüğünü rahmetli Prof. Dr. Mu- ammer Aksoy, Prof. Dr. Turan Güneş, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya'nın, komisyon sekreterliğini Coşkun Kırca'nın yaptığı, Üyelerinden bazılan rah- metli Doğan Avcığlu, Bahri Savcı, Mümtaz Soysal olan Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu'nun hazırladığı anayasa tasansında, Istanbul Anayasa Komisyonu'nun hazırladığı anayasa ön tasansımn II. maddesinin 3. fıkrası ikiye aynlarak anayasa ta- sansırun 17. ve 24. maddelerini oluşturmuştur. 17. madde şudur: "Kitap ve risale yayını, izne bağlı tu- tulamaz ve sansür edilemez". 24. madde şudur: "Ti- yatro ve opera eserlerinin oynanması, sinema film- lerinin yapılması ve gösterilmesi yasalar ile düzen- lenir". Üyeleri Prof. Dr. Muammer Aksoy, Prof. Tank Bu görüşlere karşı olanlar yazık ki ağır bastı ve 1961'de Temsilciler Meclisi, Anayasa Komisyonu- nun görüşleri doğrultusunda bir tutum ile sinema- daki düşünce ve yaratma özgürlüğünü engelleyen ve o güne dek süregelen sansür olgusunu, bir kez daha kabul etti. (Temsilciler Meclisi'nde bu tartış- maJar sürerken, Anayasa Komisyonu üyelerinden bazıları, ileri ve uygar ülkelerdeki uygulamaları, si- nemadaki sansür engelini savunmak için örnek ola- rak göstermişlerdi.) Bu konudaki son sözümüz, o sıralar dünyada bu özgürlüğü anayasalarında güvence altına almış bir- çok ülkeden; biri Türkiye'ye uzak, öbürü yakın olan iki ülkenin, sinemadaki düşünce ve yaratma özgür- lüğünü nasıl anayasa güvencesi aJtına aldıklanm ir- delemek olacaktır. 1948'de ABD Yüksek Mahkemesi'nin, sinemada- ki düşünce ve yaratma özgürlüğü hakkındaki gö- rüşlerini yargıç William O.Douglas şöyle açıklamış- tır: "Sinema filmlerinin gazeteler ve radyo gibi ana- yasanın ilk ekine ilişkin yargılar ile özgürlüğü sağ- İanan (basın) deyiminın içinde bulunduğuna hiç kuşkumuz yoktur". 1 Ocak 1952 tarihli Yunanistan Anayasası'mn 14. maddesi şöyledir: "Basın ile birlikte, sinema film- lerinin yapılması ve gösterilmesi sansür edilemez". * Yer yokluju nedeniyle, lehtc vc aleyhte konuşm&lardan ör- nekler alamıyonım. a Ecevit, Cihat Baban, Mchmet Hazer, Turan Guncş, ilginç konuşmalar yapmıştı. HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD İnsanınİnsanıİMdüımesi Bizim basında arada bir yinelenen küçük haberier vardır; yağ- mur yağdı, seller bastı, kimi semtlerde alt katları su bastı, trafik altüst oldu gibilerden... Dünya basınında da arada bir yinele- nen daha başka haberler göze çarpar, silahlanma konusunda. İlkokuduğum haberin başlığı: Terk-i teslihât: Silahları bırakmaktı. Yaşıma bakarak söyleyebilirim; en azından bir yetmiş yıldır hep o benzeri sözler yineleniyor. Daha doğrusu geveleniyor. Silahları bırakmak! Güzel söz. Silahları bırakmak savaştan vaz- geçmek! insanların insanları ötdürmesinden vazgeçmek! Güzel sözler. Güçlü ve insancıl sözler! Güzelim barış sözünü milyonlarca insanın katıldığı bir koro- dan dinlemek! Dinleyebilmek! Ne var ki uçsuz bucaksız dünya- mızın çoğu bölgesinde tek bir barış sözü bile suçtur! Suçlanır- sınız! Günümüz dünyasının çoğu, çok genç ülkesinde barıştan yana sesler yûkseltmek, suçlann suçu bir suçtur. Demır parmak- lıklar arkasını boylarsınız. Barışsevertik, kimi ülkelerdeyurdunu sevmemekle bir tutulur. Banş demekleri kapatılır. Barış dernek- leri kapatılır, ama insanları yığınla öldürme örgütleri paraca ve üilgili olarak desteklenir. Tek insanın tek insanı öldürmesi ağır suçtur. Ülke adaletinin yasaları gereği ömür boyu zindan ya da canını almakla cezala- nır. Savaşa karşı dünya yazılannın en önde geleni bilinen Erich Maria Remarque, Dönüş Yolu romanmda. Birinci Dünya Savaşı sonrası cepheden dönen bir avuç genci anlatır. Savaşın son yıl- lanndaokul sıralarından kopanlmış körpecik çocuklardan çoğu savaş alanında can vermiştir. Sağ kalmışlarda da ruh çöküntü- sü ağır basar. Bu gençlerden biri olan Albert, cepheye gider- ken nişanlandığı genç kızı bir yeni zenginle yakalayınca taban- cayı çekip adamı öldürür. Yargılama salonu okul arkadaşlarıyla doludur Başkan, Albert'e dönüyor. "Sanık, bir şeyler söyleyecek mi- siniz? Tanığın sözleri doğru mu?" Albert bir süre durakladıktan sonra, isteksiz isteksiz: "Evet!" diyor. "Yanınızda neden tabanca taşıdığınızı da söyler misiniz?" Albert susuyor. Ben lafa karışıyorum: "Tabancasını her zaman yanında taşır- dı..." "Her zaman mı?" "Elbette! Mendili ve çakısı gibiydi tabancası ona .. " Başkan hayrette yüzüme bakıyor: "Bir tabanca bir mendilden daha başka bir şeydir?" "Doğru. Mendili her zaman kullanamaz. Hatta yanında men- dil bulunmadığı zamanlar da olur." "Ya tabanca!" "Onunla birkaç kez canını kurtardı. Üç yıldır hep yanında ta- şır. Cephede yanında taşırdı." "Fakat şim<$ gerekli değil tabanca. Barıştayız.." Omuz silkiyorum.." "Bizler böyle düşünmüyoruz henüz.." Başkan yine Albert'e dönüyor: "Sanık, vicdanınızı rahatlatmak istemiyor musunuz hâlâ! Yaptığınızdan pişmanlık duymuyor mu- sunuz?" diyor Albert, uyuşmuş gibi: "Hayır!" diyor. Ortalık sessizleşiyor. Jüri üyeleri kulak kesiliyor Savcı öne eği- liyor VVrlli, Albert'in üzerine atılacakmış gibi bakıyor. Ben de yal- varır gibi bakmaktayım. Başkan: "Fakat bir insan öldürdünüz!" diye onu konuşturmak istiyor. Albert, isteksizlikle: "Ben daha önce de pek çok insan öldürdüm" diye karşılık veriyor. Savcı yerinden sıçrıyor. Kapının yanında oturan jüri üyesi tır- naklarını yemeye ara veriyor. Başkan soluk soluğa: "Ne yaptı- nızdı?" diye soruyor. Ben "Savaşta..." diye lafa karışıyorum. . Savcı yerinden doğruluyor: "Vatan uğrunda savaşla şu yaptığınızı bir mi tutmak istiyorsu- nuz?" diyor. Albert: "Hayır!" karşılığını veriyor. "O tarihte öldürdükterim ba- na hiçbir fenalık yapmamışlardı.." Savcı, tiksinmiş bir tavırla: "Duyulmuş şey değil" diyor ve baş- kana dönüyor: "Fakat rica ederim.." Fakat başkan daha az heyecanlı: "Bütün askerler sizin gibi düşünseydi, sonu neye varırdı?" demekle yetiniyor!.. Almanlann deyişiyle 'Barış savaşçısı Remarque'ın kişileri böyle düşünüyor! Ya Alman savaş endüstricileri! Hans Behrend'in sözleriyel "Al- manya'nın gerçek sahi^ierı!" Savaş endüstricileri var oldukca savaşlar sürecektir! Onurun çırpındığı bütün göğüslerde Azgın lokomotifler gibi her nefes Bir ses dolaşıyor yürekten yüreğe Bir ses Bir ses ki yaşamın tümüne özdeş Sağırların kulaklannda fırtınadır Körlerin gözlerinde bir güneş EMRULLAH-MERAL Yabaneı Dilde Egirimde Kooperadf Okulları ve Yükseköğretim Kanunu'nda sadece vakıf- lara tanınan özel üniversite kurma hakkının ko- operatiflere de tanınması gündeme gelmiş olur. Sonuç Kooperatifleşme, gereksinimden doğar. Bugünkü ekonomik ortamda çocuklanna yabaneı dilde eğitim yaptıramamamn ezikliği içinde acı çeken öğrenci ana-babaları, yabaneı dilde eğitim yapacak kooperatif okulunu, eşitlik içinde karşılıklı yardım ve dayanışma içinde kurarak kendi okullarında kendi çocuklarını okutmanın tadına varabilirler. Prof. Dr. OSMAN ALTUĞ Eğitim, üretim icindir. Uretimin gerçekleş- tirilmesi ya da geu'ştirilmesi, teknolojik bilgi ve becerinin kazanümasınabağhdır. Teknolojik bilgi ve beceri kazanabilmek için ise teknolojik gelişimini gerçekleştiren ülke insanlanyla ile- tişim gerekir. Bu iletişim en az bir yabaneı di- lin sadece okuma, konuşma yazma aşamasın- da değil, mesleki ve teknolojik aşamada da ye- terince bilinmesini gerektirir. Sermayeyi sağlama yolu lerini karşılıkh yardım, dayanışma ve kefajet suretiyle sağlayıp koruyan degişir ortakta ve âe- gişir sermayeli teşekkül olarak tanımlanmak- tadır. Bu dunımda öğrenci velileri, yabaneı dilde eğitim-ögretim kooperatifı kurarak bu konu- da açılacak kooperatif okulu için yatınm ser- mayesini ortaklaşa sağlayabilirler. Bu kooperatif, okul binasıru kiralar, satın alır ya da inşa eder, araç ve gereçlerini, okul yö- neticüerini ve öğretim elemanlanru sağlar, oku- Yabancı dilde eğitim öğretim, Türk toplu- lu işletir. özel okul ücretlerinin böylesine yük- munun ne denli özlemi ise o denli de güç ve pa- sek olduğu bir ekonomik ortamda, örneğin halıdır. önceokulyapımı.laboratuvar.araç- 0-10yasgrubundaçocuk sahibi 1000 öğrenci gereç sağlanması, sonra da nitelikli öğretim ele- velisi ikiUçyıl içinde taksit taksit yatıracakla- manı sağlanması ve bunlann istihdamı; gerek yatınm aşamasmda gerek işletme asamasında yabana dilde eğitim yapacak okullarda yüksek maliyetlere katlanılmasını zorunlu kılar. özel sektör okul işletmecisi, doğal olarak ya- tınm işletme maliyetlerinin üstünde bir kazanç bekleyişi ile yabaneı dilde eğitim öğretim işine girer. Devlet, buözel okul işletmeciliğinin ku- ruluş ve işleyişini uzunca bir süre vergi dışı bı- rakarak ülkemizin hem teknolojik gelişmesi hem de dış pazara açüması yönünden çeşitli teş- vikler getirmiştir. öğrenci velisi, kcoperatifm hem sermayeda- rı hem de müşterisi konumundadır. Koopera- Buna karşm özel okul işletmeciliğındeki yük- üf yönetiminde söz sahibidir. Onaöğretim ku- n 10.000.000—TL(onarmilyon) ile çocukla- rıru kendi kooperatiflerinin okulunda okutabi- lir. Çocuklannın öğrenimlerini hem nitelik acı- sından hem de okul ücretleri açısından ranta- biliteye kavuşturabilirler. Okulun denetimi de onlarda olur. Çocuklan ilkokulun 1., 2. ve 3. sınıflannda okuyan veliler daha şimdiden eği- tim öğretim kooperatiflerini kurarlarsa iki yıl sonra çocuklan kooperatif okullannda oku- maya başlayabilirler. sek maliyetler + kazanç olayı özel okul ücretle- rinin yükselmesi sonucunu getirmektedir. O za- man öğretim niteliğinin düşürülmeden okul üc- retlerini makul düzeye getirmenin çözüm yol- ları aranmalıdır. Okul yapımı için öncelikle sermaye gerekir; sermayenin ise kuşkusuz bir maliyeti vardır. Sermaye nasıl bulnnur? Yabaneı dilde eğitim öğretim talep edenlerin (öğrenci veh'leri) yatı- nm sermayesini karşılamalan bir çözüm biçi- midir. Peki ama bu nasıl gerçekleşecektir? Ko- operatifler Yasası'nın 1. maddesinde koopera- tif; ortaklannın belirli ekonomik çıkarlannı ve özeüikle meslek ve geçimlerine ait gereksinim- Her meslekten insanın sermaye koyarak özel ortaöğretim kurumu açtığı günümüzde, neden kooperatifleşme yoluyla ortaöğretim kurumu açılmasın? Neden yerel yönetimlerce kooperatif okulla- nna arsa tahsisi yapılmasın? Neden Hazine tarafından yap-işlet-devret modeliyle kooperatif okullanna uygun yerlerde uygun arsalar uzun süreli kiralanmasın? Toplu konut yapan konut yapı kooperatif- lerine yerel yönetimlerce imar durumu, "okul yeri ayınna okul yapnnna" koşullan aranarak verilmektedir. Aynlan okul yerleri Hazine'ye terk edilmekte ya da kooperatifçe yaptınlan okul Milli Eğitim BakanlığVna devredilrnekta- dir. Kooperatifçe yaptınlan okullann bakan- lıkça işletilmesi söz konusu olmaktadır. Türkiye genç nüfus yapısına sahiptir. 'İmar'-' ın koşulu olarak yaptınlan okulun yabaneı dil- de eğitim veren kooperatif okulu olarak işletil- mesi için çeşitli önlemler almarak yeni teşvik- ler getirilebilir. ' Kooperatifleşme gereksinimden doğar. Bu- günkü ekonomik ortamda çocuklanna yabana dilde eğitim yaptıramamamn ezikliği içinde acı çeken öğrenci ana-babalan, yabana dilde eği- tim yapacak kooperatif okulunu, eşitlik içinde karşılıklı yardım ve dayanışma içinde kurarak kendi okullannda kendi çocuklarını okutma- nın tadına varabilirler. Kooperatif okullanmn artması halinde Ko- operatif Okullan Birlikleri, üst birlikleri kuru- larak bu tür kooperatifler arasında da işbirli- ği, dayanışma ve denetim etkinlikleri gerçekleş- tirilebilir. Kooperatifçilik, yoksulun acıkh durumu için uyuşturucu bir ilaç olmadığı gibi sermaye ile rumlannda okuyan çocuklarla velileri daha ya- kından ilgili olduğundan, öğrenci velisi okulun sorunları ile haşır neşir olur. Kooperatif üye- emek arasmdaki anlaşmazlığı yumuşatıcı bir sininçocuğu okulu bitirince üyenin kooperatif- plan da değildir. Kooperatifçiliğin toplumda teki payırd o günkü değeri ile devrederek para- ya çevirmesı ya da hasıl olacak kazançtan pay alması söz konusudur. Konulanndauzman öğrenci velileri koope- ratif okullannda kendi çocuklanna öğretmen- lik yapmaktan zevk duyacaklardır. özel okul- lar kooperatifler okullannın rekabeti karşısın- da fiyatlaruu daha akla uygun düzeye çekmek zorunda kahrlar. Kooperatifleşme yoluyla or- taöğretimde başanb olunması halinde Anayasa bir ekonomik yöntem olarak işleyebilirligi kuş- kusuz istenebiliriigine bağlıdır. Kooperatifcilikte, uretimin ve dağıtımın itici gücü kazanç değil, hizmettir. Kooperatifçilik, halkın işini görecek uzmanlan demokratik bir biçimde örgütlenmiş kooperatif topluluğunun hizmetine gönüllü olarak çağirmanın bir yön- temidir. Bu çağnya yabana dilde eğitim vere- cek kooperatif okullânndan baslamanın zarna- nı gelmiştir. HASAN TURKMEN Ramko Sanat Merkezi 'Çağdaş Türk Resrni Yartşması" için Galerimize yaptt teslim etme süresi 29 Haziran 1990 Cuma akşamı sona ermiştir. Yanşmamtza 230 sanatçt 415 yapıtla kattlmtş bulunuyor. Uluslararası Seçici Kurulumuz, 7,8,9 Ekim 1990 tarihlerinde toplanarak üç adet ödüle ve dört adet mansiyona lâyık yapıtı seçecektir. 10 Ekim 1990 Çarşamba günü sonuçlar açtklanacak ve kazanan yapıtlar aynı gün Galerimizde sergilenmeye açılacaktır. 19 Ekim 1990 Cuma günü saat 1900'da Galerimizde ödül töreni yapüacaktır. Yanşmamtza katüan tüm sanatçılara teşekkür eder ve yarışmada başanlar dileriz. SANAT MERKEZİ Aüyc Sokak fio-. 8 TesvUdye-tSTANBUL Tel: 136 15 38-136 lî 23,24 Fsnu 136 18 82 Telcx:26241 Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. İBİŞ VAROL Nüfus cüzdanımı, ehliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. DURSUN KOÇAK PENCERE Yazık Oldu. Ya doğrudur ya da yakıştırmadır; bir gezi sırasında Londra'da iken Afgan Kralı'na at yarışlarını'görmek isteyip istemediğini sor- muşlar. Kral öneriyi soğuk karşılamış: — Hangi hayvanm yarışı daha önce bitireceğini merak edecek kadar geri zekâlı değilim. Futbolu ilk kez seyreden sivri akıllı bir adamın da şu soruyu sorduğu söylenir: — Neden 22 kişi bir topun peşinden koşuyor? Hepsine bir top verseler ya!.. Son yıllarda romanlarıyla büyük üne kavuşan göstergebilim- ci Umberto Eco da futbolun "köleter için bir eğlence tûrû" oldu- ğunu söylüyor: — Futbol ile sürekli uğraşmak, insanı önemli şeylerte, siyaset ve toplumsal yaşamla ilgilenmekten ahkoyar. Eskiden beri bu savı benimseyenler pek çoktur. Bizans'ta glad- yatör oyunlarının çöküş döneminde halkı oyaladığı ileri sürülür. Ingiltere'de fabrika işçilerini avutup uyutmak için futbolun icat edıldığtni savunanlar da vardır. Umberto Eco diyor ki: — Küçük ücretliler, işçiler; bunlar yalnız spor gazetes/ okur. Nor- mal gazete okumuyor bunlar. Önemli sorunlardan dikkat sapma- sı dediğim zaman bunu kastediyorum. Futbol,teme/konulann ika- mesi durumunda. * Her spor gibi futbolun da toplumbilimsel açıklamaları elbette olacaktır. Ortada büyük paralar dönüyor, işin içine devletler giriyor, li- derler kulüplerle al takke ver külah politika yapıyor, dünya ku- palarında uluslararası boyutlar oluşuyor, profesyonellik yüzûn- den insanın hayatı futbola bağlanıyor, halkların tutkulan ve öz- lemleri kimi zaman bir tek maçta yoğunlaşıyor. Nedir bu tutkular? Ya da özlemler? Futbolu Türkiye'ye Mütareke yıllarında İngilizler getirdiler. Bi- zimkiler meşin topu hemen benimsediler. Bir yandan Anadolu, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı yürütüyor; öte yandan İstanbul'da Ka- dıköy'ün Kuşdili çayırında futbol oynanıyor. Peki, Türk seyircisi- nin bir maçta en büyük özlemi ne olabilirdi? — Ah, şu İngilizleri bir yensek. İşgal kuvvetlerinin takımlarıyla bizimkiler arasında oynanan her oyuna Türkler bu açıdan yaklaştılar. Doğaldır ki milli maç- larda ulusal renklerin coşkusu tribünlerde dalgalanır; ezilmiş halkların da özlemlerini yeşil sahalarda gidermek için fırsat bek- lemesinde şaşılacak bir şey yok... • Ancak tribünleri dolduran yığınların her zaman bu kadar yük- sek ülkülerle yüklü olduklan söylenemez. Bir kez hem Türkiye 1 de hem Batı'da futbolun erkek sporu olduğunu görüyoruz. Dünya Futbol Kupası boyunca televizyon ekranının başına çakılan; kadınlardan çok erkeklerdir. Öyleyse futbol maçlarında dile ge- len bütün sloganların, tepkilerin, kışkırtmalann bastırılmış erkeksi istekleri ve özlemleri yansıtması doğal mı sayılmalı? Çoğu küfür, ayıp sözcük, işaret, tutum ve davranış stadyum- larda yadırganmaz. Ruhbilimciler için ilginç bir inceleme alanı- dır tribünleri dolduran tipler... Ortadirek, küçük memur, fabrika işçisi, küçük esnaf kalabalı- ğının içinde holding babası, mültimılyarder, toprak ağası da var; ama hepsi takımlarını tutarken ortak sloganlarda birleşiyorlar. Nedir onlar? Yatak edebiyatının ve porno dünyasının yeşil sahaya uygulan- mış biçimleri... * Futbolun, çağımızda incelenmesi gereken karmaşık bir tut- kuya dönüşme&i ne anlama geliyor? Düşüneduralım bu sorunun yanıtını; ama Kamerun İngiltere 1 ye yenilmeseydi; hepiniz gibi ben de çok sevinecektim... Yazık oldu. Dinmeyen özlemimiz AZİZT4NER Gökyüzünden aynlışmın 5. yılında selam olsun. EŞİVEKIZI TEŞEKKÜR Kızımız RÜYANAZ'ın dünyaya merhaba deyişinde emeği geçen; Dr. GÜNHAN YAYLA, Dr. VEDAT ÖZCAN, hemşire NERİMAN HÜNLER ile Kadıköy Şifa Yurdu personeline teşekkür ederiz. HÜLYA-SLAT SEKMEN TA TİLİNÎZİ DEGERLEND1RIN BUYAZİNGİÜZCEOGRENIN KİRALIK YAZLIK Silivri Semizkum Basmkent-4'te 55 mJ dubleks daire kiralıktır. Tel: 346 26 41 - 361 36 97 SATIUK DAÎRE 80 m 2 38 milyon Fidanbk-BOSTANCI Tel.: 364 61 38 • 9 hafta süreli yaz dönemi kayıtlarımız başlamıştır. \Size en yakın şubemizde seviyenizi belirletip yerlerinizi ayırtınız. 11-18-25 Haziran 1990 11-16-23 Temmuz 1990 GÖKDİL'in yıllara dayanan erişilmez deneyiminden yararlanın.. UNUTMA YIN İngilizce ve Almanca GÖKDÎL 'de öğrenilir. FOREIGN LANGUAGE CENTRE TAKSIM SB I LALELI SB. Kur.jita, SOK \r> -0 Beya/ı- Te1 52C î ' 4 - 527 62 14 5 1 ' 4=i 83 BAKIRKÖY SB Tei 571 27 83 583 6f KADIKÖY SB 3-15 '8 96
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle