01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 13 TEMMUZ 1990 Bîr Delilerevinden MELİH CEVDET ANDAY Gcçen hafta saJı günü bizûn Gani Girgin'in do- ğum günüydü, kalktım evine gktim, kutlamaya. On beş kaüı bir apammanın sekizinci katında olurur. Daha dim zile giderken kapı açıldı; başörtülü, elin- •de naylon torba, hem etek hem pantolon givmiş bir kadın, arkasında da Gani Girgin dunıyor. — Gûle güle Mürüvvet Hanım, dedi. Anladım, temizlikçisı. Kadın çıktı, ben girdim. Gani Girgin: — Ben, "Mürüvvet- Hanım" diyorum ya, o ken- di adını "Mürvet" diye söyler. Okuma yazması yok- tur, ama akıllı kadındır. Konusturmak için lâflar açanm; kimi zaman konuşur, kimi de hiç oralı ol- maz. Bir gecekondu mahaJlesinde oturuyorlar, ko- cası temizlik işçisi, üç de çocuklan var. Bugün sor- dum, "Böyle bir apartımanda rru oturmak daha iyi sçnce, yoksa gecekondu mahallesinde mi?" diye; "Hbet gecekondu mahallesinde" dedi. Şaşırdım, oy- sa ben onun, apartımanlarda oturanlan kıskandı- ğını sanırdım. Kurcaladım konuyu biraz. Efen- dim, apartıman yasamında komjunun yeri yokmus, kimse kimseyi tanımazmış, kimse kimseye selam vermezmjş. Yalnız yasarlarmış insanlar. Oysa yal- nızlık AJlah'a mahsusmus. Insan insana lâzımmış, hastalık sağlık bizim ıçinmiş. Hastalandığında, ka- pıyı çalıp "Nasılsın?" diyecek bir komşu gerekir- raiş insana. Gani Girgin bir cigara yaktı, sonra, — Ne yalnızhk korkusudur bu! dedi. Hastalan- dığında doktoru çağırmayi dUsünmüyor da, korn- şunun kapıyı çalmasını bekliyor. "Yoksullukîan" di- yeceksin, evet, ama yalnızca ondan değil. Bireyleş- memiş, özgürieşmemis, ilkel toplum yaşamını sür- dürüyor, onun gereklerini anyor. Asıl neden bu. Ben, doğum günü konusunu açmak için fırsat koiluyordum. Bulabilecek miydim bu fırsatı? Hiç belli olmazdı. Gani Girgin, önemsiz konuşmalar- dan, önemsiz olaylardan büyttk sonuçlar çıkarma- yı huy edinmiştir, durduramazsıruz onu. — İlkel topium insanında, (kandas ailede) du- rum tıpkı boyleydi. Birey ortaya çıkmadığı için, öz- gürlük diye bir sorun da yoktu. Gerçekte böyle bir şeye gerekseme de duyulmuyordu. Tam tersine, öz- gürlük yalnızca korkutucu değil, öldürücü idi, in- sanlar orada kendilerini sildikçe erinci buluyorlar- dı. Biz ise çağdas toplurau tam anlamı ile bir türlü gerçeklestiremediğimiz için, yoksul insanımız yal- nızhk korkusunu yenmenin umarıru ilkel üişkiler- de anyor. Bunun en korkunç belirtisi de boyiu ej- me psikolojisinin bir savunma yöntemi olarak be- nimsenmesidir. Aclık, susuzluk, doğal afetlerden ko- runma gibi, kaynağun bedensel işleyişten alan ge- reksemeler yarunda, başka zorlayıcı itkiler de var- dır Kişinin kendi dışındaki dünya ile ilişki kurma zorunluluğu. lşte biz toplumumuzda bu tür ilişki- nin koşullannı kuramamışızdır ve bu yüzden yok- sul halkımızı, dünyadan bağlantısız kalmakla, il- kel yaşamı sürdurmek ikilemi karşısında bırakmı- şızdır. Yalnızük korkusunu doğuran bu durumdur. Birey olmaktan vazgeçerim, boyun eğerim, ama o belâlı yalnızlık korkusuna düsmem. Sustu Gani Girgin, sonra kendi kendine konu- şur gibi, — Bizim en önemli sorunumuz, dedi, reformu ve rönesansı yaşanıamış olmamızdır. Sonra yerinden kalktı, cıgarasıru söndürdü; ki- taphğına doğru yürudfi, parmaklan ile görüyormus gibi, elini Idtaplann üzerinde gezdirdi ve bir kitap buldu. — Erich Fromm, bak ne diyor... Okumaya başladı: — "Almanya'dakl milyonlarca insan özgürlük- lerini istemek şöyle dursun, ondan kacmanın yol- lannı aramışlardır. Milyonlarca insan, kayıtsız kal- mış, özgürlüklerini savunmanın savaşa ve ölmeye değinediğini düsünmilştür. Oemokrasi krizlerinin İtalya'ya, Almanya'ya özgü bir sorun olmadığı, her çağdaş devleti tehdit ettiği de ortadadırT Bak din- le, şu sorulan soruyor Fromm: "Kisisel deneyim ola- rak özgürlük nedir? özgürlük isteği insamn yapı- sında kendiliğinden var olan bir şey midir? KişiRİn yasadığı külturden bağımsız rrudır, yoksa belirli bir toplumda vanlmış olan bireycilik derecesine göre değişen farklı bir deneyim rnidir?" Görüyor mu- sun, bireylik derecesi, demek, Özgürlük isteğini be- lirliyor. Sözünü kestim Gani Girgin'in. — Ben buraya senin doğum gOnünü kutlamaya geldirn, sosyal psikoloji dersi almaya değil, dedim. Gani Girgin: — Dur, diye tersledi beni. Bireylikte gecikmiş olanlann yahuzhk korkusuna gelmedik daha. Yoksa Mürüvvet Hanım'ın durumunu nasıl açıklayabili- riz? Böyle diyerek, eski arkadaşım, elimdeki kitabın başka bir sayfasını buldu. Çaresiz, dinleyecektim. — "Fizyolojik olarak belirlenen gereksinimler in- san yapısırun tek zorlayıcı özellikleri değildir. Bir de bedensel işleyişten kaynağını almayan, ama in- san yaşayısının kendisinde bulunan bir zorlayıcı ge- reksinim vardır: Bireyin kendisi dışındaki dünya ile bağlantı kurma, yainıziıktan kaçma gereksinimi. Nasıl fıziksel açhk sonunda ölüme yol açarsa, bü- tünüyle yalnız ve kopuk olmak da zihinsel çökün- tüye yol açar. Başkalan ile bağlantı, fıziksel ilişkiyle özdeş değildir. Ki$i yıllar boyunca fıziksel olarak yalnız olabilir, ama düsüncelere, değerlere, sosyal kalıplara bağlihğı ona bir birliktelik, bir ait olma duygusu sağlayabilir. öte yanda, kişi insanlann ara- sında yasadığı halde çok derin bir yalnızlık duygu- suna kapılmış olabilir; belirli bir sınır ajıldığında, bunun sonucu, şizofrenik rahatsızlıklarm temsil et- tiği detUik durumudurT Gani Girgin'in kitabı kapamasını fırsat bilerek konuyu orada kesmek istedim. — Mürüvvet Hanım'ın durumunu anladım, de- dim, bu kadar ders yeter. Sonra: — Doğum günün kutlu olsun, diye ekledim. Gani Girgin, — Kimsenin doğum günü kesin olarak belli de- ğildir, dedi. Yalnız Rumî tarihle Milâdi tarih ara- sındaki fark bunun ne kadar saymaca bir bilgi ol- duğuna yeter. Sonrası da var; bakalım doğum gü- nümüz kirnlik cüzdanıma doğru mu yazıldı? — Herhalde doğumunu yadsımaya kalkacak de- ğilsin, diyerek işi sakaya vurdum. Işte Gani Girgin böyledir, şakayı anlamazbktan gelerek, birden başka konuya atladı. — Ben komünist oldum, dedi. — Türkiye Birleşik Komünist Partisi'ne mi ya- zıldın? Yanrtı şaşutıcı idi: — Hayır, Ankara'dan trenle döndüm. — Nasıl yani? — Nasıl olacak, Cumhurbaskanı demiryollan- tun komünistlik olduğunu söylemedi mi? Sonra saçlanm karıştırarak, — Yalnızlık duygusundan deli olacağun, diye ba- ğırdı Gani Girgin. Bağlı olduğum değerleri cahilce çiğnemekte öylesine azıttılar ki, kendimi delilere- vinde samyonım. O gün Gani Girgin'i kutlama fırsatını bulama- dım. ARADABIR SEVGİÖZEL DilDerneği Genel Yazmanı Tepkisizlik, Duyarsızlık, Soramsuzluk... Töteviryonda, gazetelerde konu edilen, yazılan, çizilen, tar- nylan şeyieri dûşününce mutsuz olmak gerekir, ama biz çoğurv lukia gûlüyoruz ya da omuz silkip geçiyoruz. Ülkenin gündemi sürekli incir çekirdeğinı doldurmayacak konularla fıkır fıkır kay- nıyor. Milyonlarca para dokûp çocuklarını kurslara gönderen- ler, sjnav sorulannın yanlış oluşuna ses etmiyor. Bine kitap, ga- zete değmeyen, sofrasına ekmeği bile zor koyan, dinlence bil- meyen. açlık grevierinde yaşamı sönen, sürülen, aşağılanan, hakkını aJamayan, sesirti duyuramayan ve nice olumsuzjuğu yaz- gısıymış gibi yaşamak zorunda bırakılan onlarca insanla ilgili sorunlara "Boşver" diyebılecek noktaya getirildik!.. Tepkisizlik, duyarsızlık, sorumsuzluk... yaşam biçimine dö- nüştü. Bir genç kadın, bilmem hangi bakanla olmuş mu, olma- mış mı; first lady bilmem kaç mityonluk yûzük takmış, bilmem nerde konuşmuş...muş, cumhurbaskanı tatil yörelerinde araba- sını kendi kullanmış, futbolcuyla sevgilisi filanca oteldey- miş...m|ş... Çoluk çocuk, genç yaşlı "köse donme" düşleri ku- ruyor, kim nerde, neyi kapatır da köşeyi döner onu hesaplıyor. Görüntü bu. Tepkisizlik, duyarsızlık, sorumsuzluk... diz boyu- nu çoktan astı. Bir toplum böyle bir noktaya nasıl gelir? Milyonlarca insanın belleği nasıl boşaltılır? Gerçekte bu sorulann yanıtı aranmıyor değil, yazılıyor, tartısılıyor... Son on yılın, 12 Eylül doneminin tcıgı cıcıği kitaplara gecti, belge oldu. Ama 55 milyonluk bir ül- kede, hiç degilse 5 milyon okur yoksa... kendi kendimize ko- nuşmuyor muyuz? -•? Ben, en çok gosterişli ödül, plaket törenlen'ne tutuluyorum! Sen, ben, bizim oglan... örneği birbirini ağıriayarak öpüşe kok- taşa ödüiler dağıtılıyor. Şasılacak şey!.. Tepkisizlik, duyarsız- lık, sorumsuziuk, asafak oöar gibi kolumuzu bacağımızı nasıl sardı, parmağımızı oynatamıyoruz, oynatmak istemiyoruz. Bir sûre önce Türkiye'nin çok ödüllû, çok plaketli 7. Cumhur- başkanına verilen "Uluslararası Atatürk Barış Ödülü" hem adı hem ödülü verenler hem alanlar (çünkü Kenan Evren'in kişili- ğinde 12 Eyiül anlayışj ödüllendirilmiştir) açısından nereden bak- sanız düşündürücüdür. Bu ödülün adı, bu yılki sahibine verilmeden önce degiştiril- meliydi: "Uluslararast Atatürk Barış Ödülü" dilbilgisi açısından degilse de anlamı açısından bütûnüyle yanlıştır. "Uluslararası" diyerek ünlerinin, şanlarının ülkeyi aştığını ka- nıtlıyoriar. Avrupalıyız sözüyle, Avrupalı olmaya cabalarken - Avrupalının da umurunda sanki- Avrupa'yı yalnızca haritada bu- labileceklerin verdiği bir ödül. Üstelik, Pakistan'da bile duyul- duğundan kuşkuluyuz. Ödülün adındaki ikinci sözcük "Atatürk". Bakın şimdi, onun bütün kurumlannı kapatan, dahası "mirasım" yok edenlere ödül sunuluyor! Atatürk'e hiç benzemeyen, gü- zefduyudan, sanattan, saygıdan yoksun alçıdan Atatürk büst- lerini kıran, yıkanlar gostermelik de olsa yargılanıyor. Onun büs- tünü kırdıracak kadar kini yoğunlaştıran, bilgisiz insanlan ona düşman eden anlayış ise durmaksızın gelişiyor; kimse oralı de- ğil... Çeliski... Tepkisizlik, duyarsızlık, sorumsuzluk... "Banş" sözcüğü de var ödülde. Resmi TDK'na barış sozcü- ğünü yeniden tanımlamalannı öneriyorum. 1988 baskılı sozlük- lerine Atatürk'ün kurumunun sözlüğünden olduğu gibi aktardık- ları "barış" maddesi de yenilenir boylece. "Yurtta banş, dün- yada barış" sözü de kesinlikle kafalarını karıştırmasın. ödül sözcüğüne gelince... Geçenlerde Cumhuriyet'te yayım- lanan Ekrem Akurgal'ın yazısı çok önemliydi. Ekrem Akurgal haklı, bir bilim kurumu, "bilim ödülü" verir. Her ödülün bir veri- Hş nedeni varcfer. ödül, dilimizin en gûzel sözcükterindendir. "Bir başan karşısında ya da bir iyiltge karşılık olarak verilen armağan" demektir. Bu tanıma göre Kenan Evren, bir anlamda bu ödülü hak etmiştir. Atatürk'ün kurumlannı kapatmakla, ölçü sınır, bi- lim tanımamak, Atatürk'ün kalrtını bir resmi kuruluşa aktarmakla hukuku gözardı etmek başarısım göstermiş; Yüksek Kurum'a yaptığı atamalarta da iyilikseverliğini kanıtlamıştır. Bu başansı ve iyiligiyle de kırk milyonluk ödülü hak ettiği söy- tenebilir. Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nun ödûllerini 1983 yazında "uygunsuz hareketier" olarak niteteyen Evren, olusturdugu Yük- sek Kurum'a "uygun hareket" etme olanağını da saglamıştır. Bu iyiliği de ayrıca degerlendirilebilir! ödülün veriliş gerekçesinde 1982 Anayasası'nın yapıcılann- dan olduğu belirtilmektedir. Ülkemize bol gelen 1961 Anaya- sası'nı tarihe gömmek de yine bir başka başan ve iyilik örneği- dir. Bu açıkiamalardan sonra bu ödülün adı kesinlikle değiştiril- melidir; BeynelmJlel Sulh Mükâfatı... Ödülde Atatürk'ün adı hiç geçmemelidir, "vasiyeti" bile yok edilirken, biraz ayıp oluyor çünkü. F A K S I M I L E Servis Güvencemizle Bilar Bilgi Araçları Ticaret A.Ş. İstanbul Tel: 9 H) ! 75 38 00 |4 Hat) Anfeara Td :9<4} 117 85 60(4 Hat) • "1 Demokraf H ~I kocacli Se 21.SA özgüRİtk ! Deriitsinin fknıokr;ıllı<jına dair 1 ndikalar l{irli<>i 1 .YIBAYİLERDE 4 Ahlak'in Ahlakhlığınm Irdelenmesi Gerek birey gerekse toplum olarak pragmatist kısır faydalıhktan kurtulamadıkça insan onuruna yakışır bir yaşamı elde edemeyeceğimiz gibi gerçek mutluluğa da erişmemize olanak bulamayacağımızı görmemiz ve yalan etrafında örülen iğrenç bir bencillik ve yolunubulurluluğunun temelini oluşturduğu bugünkü 'ahlak'ın bize saygısızhk, ikiyüzlülük, düşmanlık, savaş ve yıkıntılardan başka bir şey veremeyeceğini artık anlamamız gerekir. Dr. KRİTON DİNÇMEN İnsanın olgunlasması sürecinin biyo-psiko- sosyal kökeninı oluşturan ve sınır tanımaz bir elde etme ve haz duyma dürtüsü ile hareket eden id'den özgecil (sencil, diğer kâm), affedi- ci, hoşgörülü superego'ya kadar uzanan o ge- niş duyuş ve davranış ceşitleri yelpazesinin, ay- nı zaraanda, ahlak diye tamnilanan değer ka- hplanrun temelini de kurmakta olduğu apaçık- tır. Id'in isteklerinin superego'nun frenlenmeleri ile ölçıilü bir şekilde yoğrulması sonucu da ego için gerekli olan cinsel istek ile saldırganlık ifa- delerinin açığa çıkarılması ile gereksinmeleri- ni karşısındakilerin haklannı ezmeden elde ede- bilen, gerektiğinde ve haklı olduğunda baskal- dırmasını bilen ve kendisi ile karşısındakine saygılı, huzurlu, yaratıcı, mutlu, sevgi veseve- cenlikle dolu olan sağlıklı kişi ortaya çıkar. Yalan üzerine kurulmuş ahlak Görülüyor ki hepimizin dağarcığında var olan iyi ve kötü, ilkel ve olgun, egoist ve özge- cil öğelenn olumlu bir oranda beraberce bulun- malan ve karşüıklı etkileşmeieri sonucudur ki doğal, sağlıklı ve gerçek anlamda ahlaklı bir ki- şilik belirebilir. Ne var ki tümümüzün ait olduğumuz ve Baü uygarhğı adını verdiğimiz kavram ve değer yar- gıları ve onlardan türeyen ahlak anlayışımızın yapı taşlarma doğru eğilme ve onlan inceleme cesaretini gösterdiğimizde, yaidızlı ve parlak görünümün alünda çoğu kez Üzücü ve hayal kı- ncı öğelerin varlığını görürüz. Bir gazete makalesinin sırurlandırılmış çer- çevesinin sağlayabildiği olanaklar içinde konu- yu irdelemek isteriz. Eski Yunan uygarlığının gerçekten kopmuş ve olaylan olduğu gibi değil de olmaları gerek- tiği gibi görmeye ve göstermeye yönelik Efla- tun ahlakının verasetini üstlenmekle kalmayıp onu oldukça kuvvetli ve belirgin hipokritik öğe- lerledegüçlendirenHıristiyanahlakı, Hegel'in çalışmaları ile sistematize edilerek bugün için toplumda geçerli olan ahlak anlayışmı ve kural- larmı oluşturmaktadır. Bugünkü toplumsal ahlak değer yargıların- da önemli ojan husus, davranışın kaynaklan- dığı temel duygu ve düşünce olmayıp onun sa- dece yüzeysel görünUmüdür. Aynı şekilde "ahlak" olarak önümüze surülen yargı kodun- da gerçek yerine olması gerekir öğesinin esas olarak alınmış olduğu görülür. Bilimsel açıdan insan için temel gereksinim olarak kabul edilen pek çok husus ve etkenin yadsınması sonucu, insanlık, kişiler arası iliş- kileri insanca boyutlar içinde halletmeden uzak olup gerçekle ilgisi olmayan ve yalan üzerine kurulmuş bir ahlak anlayıst ile karşı karşıya bı- rakılmış durumdadır. Toplumsal yaşamımızdan aile içi ilişkilerimi- ze ve iş hayatımıza kadar uzanan çok geniş bir etkenler görünümünun (tayfının, spektrumu- nun) değerlendirümesi, daima aynı yalan ekse- ni etrafında sistematize edilerek taruşılamaz bir tabu haJini aJraış olan ahlak kodumuz açısın- dan yapılmaktadır. Olayların değerlendirüme- sinde, insanhğın, "bana" ve "bizimkilere" uy- gulandığında geçerli olarak kabul edilen ölçü ile "ona" ve "onlara" uygulandığmda kulla- nılan ölçünün değişik olmasının doğal olarak kabul edildiği ikiyüzlü (riyakâr) bir ahlakın egemenliği altında bırakılnuş olduğunu kolay- ca görebilmemize karşın, ne yank ki bunu ken- dimize ve çevremizdekilere açıklamak cesare- tini bulamamaktayız. Kierkegaard'ın yolu açması ile Nietzsche, Husserl, Heidegger, Gabriel Marcel ve onlar- dan sonra da Sartre, Camus gibi yiğit düşünür- lerin ve yukandakilerden ayn olmakla beraber aynı amaca yönelik düşünceleri ile gerçeği bul- ma savaşımı vermiş bulunan Herbert Marcu- se ve Bertrand Russell'ın çabalarıyladır ki son iki yüzyılda insanlık, yüzyıllarca kendisine ka- bul ettirilmek istenen yapaylıktan kurtulup "gerçek'M görebilme olanağını bulmuştur. Ahlakta "karar verme" öğesini ön plana alan Kierkegaard'dan farklı olarak insanlık ta- rihinin en bü>1ik dehası Nietzsche, tutkulan yü- celtip ikiyüzlülüğe karşı vermiş olduğu aman- sız mücadelesi içinde geleneksel hayat anlayı- şı ve değer yargılan ile savaşır. Kendisinin "Ah- lakın gerçekten ahlaklı olup olraadığının göz- den geçirilmesi ve yeniden değerlendirilmesi gerekir" sözü, yarınlarda huzurlu, yaratıcı ve sevgi dolu bir yaşam isteyen herkesin üzerine çok düşünmesini gerektirir önemdedir. "Körii- köriine inanmak, gerçegin ne olduğunu ögren- mek isleraemektir" cümlesi ise onun yalın ger- çeği kavrama ve ortaya koyma tutkusunu gös- terir. Nietzsche, "kalabalıit" diye adlandırdığı kitlenin içinde ancak birkaç seçkin insanın bu gerçek ve yüksek özelliğe sahip olabileceğine inanmaktadır. Gerçek ahlak'ı, ancak "Sen, 'ben'in karşı- sında otnran 'ben'den başka bir şey defildir'' diyen Gabriel Marcel gibi düşünebildiğimizde ve bu doğrultuda hareket edebildiğimizde elde etmiş olacağız. Gerçek ahlak Ne var ki böylesine bir karşısındakini benim- seme ve sevmeöğesinin yanında da Heidegger'- in "Ben bir mikrokosmos'nm; ama ben ken- dim, pek çok öbür mikrokosmoslaria birlikte oluşturduğumuz makrokosmos'un ^ekillenme- sine, şöyle ya da böyle olmasına da bizzat kal- kıda bulunuyorum" anlayışı ile de benin biiyiik dünyanın içinde kaybolmadığı vurgulanmak- tadır. Gerek birey gerekse toplum olarak pragma- tist kısır faydalıhktan kurtulamadıkça, insan onuruna yakışır bir yaşamı elde edemeyeceği- miz gibi gerçek mutluluğa da erişmemize ola- nak bulamayacağımızı görmemiz ve yalan et- rafında örülen iğrenç bir bencillik ve yolunu bulurluluğunun temelini oluşturduğu bugün- kü ' 'ahlak''m bize saygısızlık, ikiyüzlülük, düş- manlık, savaş ve yıkıntılardan başka bir şey ve- remeyeceğini artık anlamamız gerekir. Bertrand Russell'a "Ben Hıristiyandeğilim" dedirten ve bugünkü ahlak anlayışının yapıtas- lan olan determinizm ve fatalizmin insanlığı sü- rüklemekte olduğu toplumsal şizofrenik süre- cin, esasında, bugünkü ahlaksu ahlakın sonuç- larından başka bir şey olmadığını görebilmek zorunluluğundayız. Doğaldır ki böylesine kesin bir değişim ko- lay gerçekleşemediği gibi böyle bir durumun neden olacağı toplumsal ve kişisel sarsıntılann yankıları da uzun süre hepimizi rahatsız ede- cektir. Yüzyülar bo>-unca titizlikle üzerine toz kondurmamaya özellikle özen gösterdiğimiz pek çok kavramın altında yatmakta olan ko- kuşrauş gerçeği görmekle ayağımızın altından toprağın kaydığım duyaunsayarak (hissederek) belki tümümüzün huzuru kaçacak, hattapani- ğe kapılacak ve bizi miskinlik rehavetinden uyandırmak isteyenleri ağzımızdan salyalan et- rafımıza saçarak lanetleyeceğiz. PENCERE Gerçek mutiuluk, sevgi On üç yü kadar önce insanhğın yitirmiş oldu- ğu ve yüzyılımızda yetişmiş pek az filozoftan biri olan Sartre,''Varolu$cu olmak içjo ona ya- şamak gerekir, bu da faturası her an çok ağır bir şekilde ödenmesi bekleoen bir hayat göruşii- dur" derken herhalde böyle bir değişim karşı- sında hepimizin karşılaşacagj güç, ancak güç olduğu kadar da değerli durumu vurgulamak- tadır. Ne var ki sonunda, Herbert Marcuse'un "Kötü çalışan bir sistemi düzeitmekten, onn yıkmak çok daha doğnıdur; çünkü o göriin- mezse de ber yerde saklı bulnnan toplumsal uy- gunlıılak (sociotaxis) yıkıntılardan sağlıklı ve mttkemmel bir sonuç çıkaracakur" aforizma- sına uygun bir şekilde tüm insanlık gerçek mut- luluğu, yaratıcıhğı ve sevgiyi bulacaktır. T.C GAZİANTEP 2. ASLtYE CEZA MAHKEMESt (KARAR ÖZETİ) EsasNo : 1989/1240 Karar No : 1990/386 Hâkim : Mehmet Güneş 13489 Kâtip : Bekir Inci Sanık : Abdullah Yener, Ramazan ve Havva oğlu 1937 D.lu Birecik nüfusunda kayıth halen, Çıksonıt Göllüce Mah. 16. Sk. No. l20*de oturur. Suç : Vergi Usul Kanunu'na muhalefet Suç larihi : 1986 yılı içerisinde Karar tarihi: 5.6.1990 Sanığın suçu sabit görulerek fiil ve hareketine uyan 213 sayılı ver- gi Usul Kanunu'nun 359/Tinci maddesi gereğince 3 ay müddede ha- pis ve 3 ay muddetle meslek, ticaret ve sanat icrasından mahrumiyetine, TCK'run 59/2'nci maddesi uyannca cezasının tak- diren 1/6 oranmda indirilerek 2 ay 15 gün muddetle hapis ve 2 ay 15 gün muddetle meslek, ticaret ve sanaat icrasıodan mahkûmiyeti- ne Sanığa verilen hapis cezasının 647 sayıh kanunun 4/1'ind mad- desi uyannca 37500 TL. ağır para cezasına tahviline. 213 sayüı Vergi Usul Kanunu'nun 359/2'nci maddesi gereğince karar özetinin tirajı yüz binin üzerinde olan Ankara, tstanbul ve îzmir'de yayunlanan bir gazete ile mahalü bir gazetede ilanına ve masrafının bilahare sanıktan aiınmasına karar verildi. 19.6.1990 Basın: 28814 ÇAĞRI Demeğimizin geleneksel pilav günü 15 Temmuz 1990 Pazar günû Belgrad Ormanlan, Mehmet Akif Piknik yerinde yapılacakhr. İRTİBAT TEL: 524 33 22 Adres: Namık Kamal Cd. No: 32 K: 4 Aksaray OİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEĞİ HAZIR MISINIZ? Yoğun-yarı yoğun, TOEFL VE PROFICIENCY GRUPLARI Yeni Dönemlmiz 16 Temmuz 1990 sizleri bekliyor BÜYUK SURMELI OTELI KARŞISI/GAYRETTEPE 174 28 90-174 28 91 DİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEĞİ SUNAR ANKARA BlRLİK TÎYATROSU PİR SULTAN ABDAL Oyun 2 bölüm Yaan Erol TOY Yötıeien Zekl GÖKER Müdk KIZILIRMAK 12-13 TemraiK 1990da Saat 20 00de Bahçeüevler Ünverdi Sineması'nda Yakında tüm Tûrklye'de Irtibat TeL: 524 33 22 - 143 68 83 JAPONGÜLÜ llhanSelçuk 4. bası 7000 üra (KDV içinde) Çağdaş Yayınlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-tstanbul Öderaeli gonderilmez. Pasomu kaybetüm. Hükümsüzdür. GÖKAY tNAL Pasomu ve kütüphane kartunı kaybettün. Hükümsüzdür. DOĞANA Y TOL UNA Y GAZİANTEP 1. SULH CEZA MAHKEMESİ HÜKÜM ÖZETÎ ESAS NO: 1984/12 KARAR NO: 1986/1171 HÂKİM: M. Muti Yersel / 25168 KÂTİP: Gazi Kabacan SANIK: Ali Satıl, Ah oğ. 1938 D.'lu, Karagöz mahallesi No: 17'de baklavacüık yapar. Gaziantep. SUÇ: Gıda Maddeleri Nizamnamesi'ne muhalefet SUÇ TARİHİ: 5.12.1983 Yukanda açık kimüği yaalı sanık hakkında; Sanığın üzerine atılı müsnet suçtan TCK'nın 396,402 ve 647 sayıh kanun maddeleri uyannca 32.000 TL ağır para ve cürme vasıta kıl- dığı meslek ve sanatının 3 ay latiline cürme vasıta kıldığı işyerinin 7 gün kapaulmasına, karar özetinin İstanbul, Ankara, Îzmir'de ya- yımlanan tirajı yüz binin üzerindeki bir veya iki gazetede, aynca bir mahalli gazetede ilan edilmesıne ve masrafının sanıktan alınmasına karar verildi. 18.6.1990 Basm: 28817 Memurun Adı Yok!.. Bizde memur dediğin kim? Vur ensesine tokadı, al ağzından lokmayı, gıkı çıkmaz. Büyüklerin karşısında esas duruşta ve her zaman boynu eğik: — Evet, efendim.. — Doğru buyurdunuz efendim.. — Sepet efendim.. ; — Zatı âlinize arzetmiştim efendim... — Emredersiniz beyefendi.. ' — Başüstüne.. Osmanlı'nın el etek öpme muaşereti devlet bürokrasislnde kol geziyor. Oysa dünya bir başka çağa atlamış; insanın insanla in- san gibi konuştuğu aşamaya geçmiş. Devletin iç ilişkileri amirin memuru ezmesine dayanırken, halk- la ilişkiler de akıl almayacak kadar kötü bir diyaloğa bağlanmış- tır. Memurun yukarıya karşı boyunu eğiktir; ama iş için devlet kapısına düşen yurttaşm canına okumaktan da geri kalmaz: — Bugün git, yarın gel!. — Olmaz, dedik ya... — Git istediğine şikâyet et!.. — Memura hakaret ha!.. — Çık dışarı.. Neresinden baksan can yakıyor; bürokraside köklü bir refor- ma gereksinme var. • İnsan eninde sonunda bir devlette yaşar. Devietsiz dünya oluş- tuğu zaman iş değişecek; şimdilik o güne çok uzaktayız, hepi- miz devlet çarkından geçmek zorundayız; ama bir ülkede dev- let memurlan kesimi bozulmuşsa, çürük kokusu yayılıyorsa; hal- kın rahat etmesi olanağı var mıdır? Peki, Türkiye'de devlet örgütünün insan malzemesi neden bo- zuluyor? Çeşitli nedenleri olabilir çürümenin; ilk akla gelen nedenler ekonomiktir, parasaldır, akçalıdır Aldığı aylıkla çoluk çocuğuna bakamayan bir memur ne yapacak? Memurunu sürüm sürûm süründüren, yarı aç yarı tok yaşatan bir ülkenin resmi dairele- rinde rüşvetin doğallaşmasına şaşmak yersiz değil midir? Aç bı- laç yaşayan ve binbir dertle sırtı bükülmüş memur, devlet kapı- sında iş takibine gelmiş yurttaşa nasıl güleryüz göstersin!.. • Memur, Türkiye'de kimfiğini yitirmiştir. Çünkü bir insanın kim- liği hukuk güvencelerine bağlanmazsa ve yaşam biçimiyie be- lirlenmezse yıpranır, bozulur, yok olur... Batı bu işi çözümlemiştir. Nasıl? Memurlarına insan hakları ve temel özgüriüklerin güvencele- rini sağlayarak... Demokrasinin anayurdunda memur, Maliye Bakanı'ndan sa- daka beklemiyor; ulusal gelirin paylasım sürecine sendika ör- gütünün toplusozleşme masasına oturmasıyla katılıyor. Demr' rasi işte bu iş için icat edilmiştir. Sosyal adaletin ancak demc rasi ortamında kurulabilmesi bir raslantı değil... * Türkiye'de şimdiye kadar gorülmemiş bir kıpırdanma başla- dı; memur başkaldınyor. Batı demokrasilerindeki gibi "grevli ve toplu- söztoşmsli sen- dikal haklar"\n\ isteyen memurun haklı bir dava uğruna eyleme geçtiği açıktır. Memur, yalnız enflasyon ortamında aylığına yapı- lan cüce zamma karşı çıkmıyor; sorun, kökten çözümlenmek is- teniyorsa, çağdaş bir devlet düzeni kurulmalıdır. Bu çağdaşlı- ğın en temel koşullarından biri de memurun "emirtolu" olmak- tan çıkarak "sendikalı yurttaş"z dönüşmesidir. Yürüyen, yemek boykotu yapan, eyleme geçen memur Türki- ye'ye demokrasi çağrısı yapıyor. • "Türkiye'nin bugün en önemli ve ivedi sorunu nedir?" diye sorulduğunda yan.-ı açık: — Demokrasi!.. Çağımızı yakalamak için demokrasiye açılmak zorundayız: Me- aylıkları sorunu bunun bir parçası... VEFAT VE BAŞSAĞUĞI Gazeteci, Halkevci ve Türk Devrim Ocakları Trabzon şubesinin eski Başkanı, demokrasinin ve özgür düşüncenin savunucusu ÜMRAN BARAN 6 Temmuz 1990 günü, Avustralya'da bir ameliyat sonucu yasamını yitirdi ve Sydney'de toprağa verildi. Ailesinin, dost ve arkadaşlannın acısını yürekten paylaşıyorum. ÖMER GÜNER Demokrasinin ve özgür düjüncenin savunucusu, YORUM Gazetesi Yönetmeni, can kardeşimiz ÜMRAN BARAN'ı Avustralya'da yitirdik. 12 Eylül'den sonra yurttaşhktan çıkanhnıştı. Yaralı yüreği, aynhklara ve saynlıklara daha fazla dayanamayarak durdu. Hep bizimJe olacak. Yakınlarının ve dostlannın acısını paylaşıyor, anısı önünde saygı ile eğiliyoruz. ATTİLA AŞUT, REMZt ÎNANÇ, AHMET SAY, ŞÜKRAN DERtŞ, VAHAP ERDOĞDU VEEAT Biricik varlığımız babamız ÖMER SÖNMEZ'i kaybettik. Üzüntümüz sonsuzdur. AİLESİ Can dostumuz AHMET BULUTu kaybettik. Xamız sonsuz. DİZAYN/KONSTRÜKSİYON TOPRAKOĞLU Size "özgür yaşam" ve "ucuz tatil" olanağı sunuyoruz. Deniz otobüsüyte Istanbul'a 2 saat mesafede DcnosTURİSTİK TESİSLERİ 2 kişi tam pansiyon 98.000 TL 3 kişi tam pansiyon 125.000 TL 4 kişi tam pansiyon 158.000 TL 20 kişiyi geçen gruplara % 15 indirim. MARMARA ADASI ÇINARLI KÖYÜ Rezervasyon: 5223419-5226371-5720209 Marmara Çınartı: (9) 1984.1425'ten 110
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle