29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 HAZİRAN 1990 CUMHURİYET/19 HAVA DURUMU TÜRKİYEDE BUGÜN Meteorolop Genel Müdürlü- ğû'nden alınan bilgiye göre yur- dun kuzey ve batı kesimleri par- çalı bulutıu, Karadeniz ile lc ve Doğu Anadolu'nun kuzeyi, sajja- nak ve gökgûrûltülü sağanak ya- ğışlı, diğer yerler az bulutiu ve açık geçecek. Hava sıcaklığında . önemli bir değişikük olmayacak. RÛZGÂR: Kuzey ve balı yönleröen hatif, ara sıra orta kuvvette ese- cek. Denizlenmcde rüzgâr: Yıldc ve günbaüsından 3 ila 5 kuvve- tmde saatte 10 ila 21 deniz mili tıızla esecek. Van Gölü'n- de hava: Parçalı bulutiu geçecek, rûzgâr kuzey ve batı yön- lerden hafif, ara sıra orta kuvvette esecek. Adana Adapazan Mıyaman Alyon Afrt Antara Anükyj Anttya Artvtn Ayd<n Balıkesr Bıtecık Bingft erdts Bolu Butsa Çaıralrtale Çorum DeneS A 34° 21° OıyartBtof A 31°20°Edime A 36°20°Eroncan A 30° 18° Emırum Y 25° 6°Esfcş«tw Y 31° 15" Garstıep A 30°22°Gıresun A »»»»GflmûşhaneY Y 26° 10° Hattâri A 39° 25° jsparta A W° 16° jsönbul A 32° 18° izmır B 28°16°KafS B 26° 14" Kasamonu Y Y 30° 12° Ka»s«ri A 32°18°Kırthre« A 33°21°Kon»a Y 30° 12° Kûtthya A 37° 23° Malatya 37" 21° Manisa 34° 20° K.Maraş 29°13°Mersm 26° 9°M(jja 31° 15° Müş 36° 23° NiOde 2S°16°0rdu 24°10°Hze 31° 15° Sajnsun 32° 16° Siırt 28° 20° Sınoc 35° 24° Sıvas 24° 6°Tc*rtaC 27°10°t*zon 29° 12° imceli I 30° 10° Van ı 3 f 16° Vbigaı I 34° 19° ZonguMak A 36° 22° A 37° 20° A 30° 23° A 37° 23° B 27=16° B 29° 14° Y 26° 17° Y 25° 18° Y 25° 17° A 38° 22° Y 26° 16° Y 27° 10° A 29° 21° Y 28° 17° B 31° 18° A 32° 17° B 24° 15° Y 27° 9° y 24-18° 'yaOmurt; flart A-ıçık B-Muttu &-flû»şi K-kariı S-SBt Y-y»0murlu Heisınkı ^ Ş$* Leningrad / t ^ 3 • 1 Moskova / Madrıd zr\. •Viyana.>•, • Zurıh ' : p : . • Belgrad / Kahıre • OÛNYA'DA BUGÜN Amstefaam Amnan Atina Bafrl» Bareaona Basel Bsigrad Berin Bonn Bruksel Bodaseye CCC€WB Cezayir Cidde Oubaı Franklurt Gime Hdsiı* Kahire Kopenhag K&n Leftoşa Y 18° A 38° A 35° A 40° A 29° A 20° A 30° B 20° Y 18° Y 18° B 25° B 21° A 34° A 41° A 43° Y 19° t 37° Y 19° A 37° Y 19° Y 18° A 37° Y 20° Y'19° A 31° A 31° Y 19° Y 20° B 19° Y 25» Y 17» Y 18° B 20° A 41° A 29° A 32° A 38° A 29° A 37» Y 19° A 30° B 23° Wast»nçtonA 31° Zürih B 19° Leningrad Londra Madrid Mteno Moıitnal Mostam Münh NmYta* Oskı Paris Prag Riyad Roma Sofya Sam Tel Avîv Tunus Varçoıs Vened* Viyana BULMACA SOLDAN SAGA: 1/ Üst bölümü sarık- tan taşacak biçimde yapılmış hoca kavu- ğu. 2/ Sedir bıçimin- de kanepe... Bir nota. 3/ Evcil bir geyik tü- rü... Ilgi çekici vejie'- ğişik kimse. 4/ Başı su altında tutarak yüzmeyi sağlayan so- luk alma borusu. 5/ Bir cetvel türü... tlave. 6/ Amerikaarmudn da denilen bir meyve. 7/ lterbiyum elemen- tinin simgesi... Sibir- ya'da bir ırmak ve körfez. 8/ Havada- ki su buhan... özgür, serbest. 9/ Tari- kattan olanlann banndıklan, ibadet ve tören yaptıklan yer... llaç. YUKARIDAN AŞAClYA: 1/ Süt verimi yüksek bir sığır ırkı. 2/ Argoda esrar... Mehter müziğinde çe- şitli türlerdeki yapıtların art arda çalı- nıp söylenmesinden oluşan dizi. 3/ Bir tür deniz taşımacıhğı... Kuzu sesi. 4/ Bir kıta. 5/ Kuş pisliği... Halk dilinde "heykel, abide" anlamında kullanüan sözcük. 6/ Zihin... Altmış beş santimetre boyunda bir uzunluk ölçüsü. 7/ Paramm simgele- yen harfler... Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmi bir- lik. 8/ Oylumlu... Düşünce. 9/ Mantıkta, önertilerinin biri ya da her ikisi kanıtıyla birlikte ileri sürülen tasım. 60 YIL ÖNCE Cumhunyet Bana Sorarsanız 26 HAZİRAN 1930 "Kırk yaşında bir adamım. tyi bir mevkii içtimaim var. Evliyim, çocuğum var. Bonviveur bir adamım. Bence neş'e ve zevk hayatın en büyük manalandır. Genç bir kız bana âşık olduğunu söylüyor. Kendisine evli olduğumu, ailemden ayrılmama imkân olmadığını söyledim. Genç değilim, zengin değilim. Bu kız bunlara rağmen beni sevmekte devam ediyor. Benimle beraber gezmelere, yemeğe geliyor. Teklifler daima ondan geliyor. Genç bir kız evli ve kart bir adamı ne diye ve niçin sever?" Bu genç kıan haleti ruhiyesini tetkik etmek için şahsi karakterini tanımak icap eder. Fakat alelûmum bir genç kız evli ve yaşlı bir adamı niçin sever? Saf, masum, hayata girmemis genç kızlann olgun erkeklere karşı zafı vardır. Onda, gençîik, hareket var. Olgun erkeğin tecrübesine âşıktır. Fakat bu hissi onu ancak bir zaman için aldatır... Pek az zamanda yanıldığını anlar.. Bir kısım kızlar da evlenecek erkek ararlar. Hele bu erkeğin mevkii içtimaisi iyi, zengin değilse bile bonviveur bir adam gibi yaşıyacak parası varsa bu erkek, onu cezbedebilir... Evli bir •aUarhâ, aşkını itiraf etmesi, onu cezbetmek için gfcyet iyi bir tuzak olabilir. Yaşlı bir erkeği yaşlı karısından ayırmak için gençliğine güvenir. Çünkü, tercübesi tamam olan olgun bir erkekte pek çok kereler gençliğe hasret çekerler... Bu kızın evlerunek gayesile değil, bir müddet eğlenmek gayesile erkeğin arkasına düşmesi de mUmkündür. Zaten bu vahada davetlerin kız tarafından böyle bayağı bir şekilde gelişi üçüncü ihtimale kuvvet verir. Masumiyet haricinde olan bu teklifler, eğlenmek için de olsa, evlenmek içinde olsa, sahibi için pek şerefsiz, muhatap olan için aşkından şüphe etmeğe en büyük saiktir. Cici Anne 30 YIL ÖNCE CumhuriYet Nasır'ın demeci26HAZİRAN 1960 Başkan Nâsır, dün gece Büyük Devletlere hitap ederek, tarafsız küçük devletlerin soğuk harbe bir son verilmesini istediklerini ve bu suretle, iktisadi gelişmeye hız vermek arzusunda olduklanm söylemiştir. Nâsır "soğuk harbe girmemis olan küçük devletler bağımsız bir politika tâkip etmeli ve Birleşmiş Milletlerde bir oy âleti olmaktan kaçınmalıdır" demiştir. Birleşik Arap Cumhuriyeti Başkanı Cemal Abdünnâsır, Yunanistan ve Yugoslavya'ya yaptığı sayahatten dönuşünde Iskenderiye'de bir konuşma yaparak, Israil'e muhtelif memleketlerin silah yardımı yapmalarını tenkid etmiş, "biz herşeye rağmen hududlarımızı müdafaaya muktediriz" demiştir. Nâsır Cezayir meselesine de temasla, "Cezayir ergeç bağımsızlık kazanacaktır. Şimdiye kadaı olduğu gibi bundan sonra da Cezayir'i bütün gücümüzle destekliyeceğiz" demiştir. Nâsır, silâhsızlanma mevzuunda yeni Sovyet plârunın yapıcı unsurlar ihtiva ettiğini ileri sürmüş, bütün askeri üslerin tasfiyesi, nükieer silâh denemelerinin men edilmesi, kontrollü bir silâhsızlanmanın gerçekleştirilmesi görüşünü müdafaa etmiştir. Cezayir hükümeti Geçici Cezayir hükümeti temsilcisi Ebu Mencel bugün uçakla Parise gelmiştir. Ebu Mencel'i getiren uçak Orly hava alanına inmiştir. MilliyetçUerin temsilcisi, Fransız hükümeti ile geçici Cezayir hükümeti Başbakanı Ferhat Abbas'ın başkanlığmdaki heyet arasında cereyan edecek görüşmeler için hazırlık mahiyetinde temaslarda bulunacaktır. Ebu Mencel ve yardımcılannın gazetecilerle görüşmesine müsaade edilmemiştir. Hava alanında, Ebu Mencel ve yardımcıiarı, Fransız hükümetinin bir temsilcisi tarafından karşılanmıştır. Temsilci, onlara beyaz bir zarf vermiştir. Anlaşıldığma göre, zarf içinde milliyetçiler için hazırlanan Fransaya giriş müsaadesi vardır. GEÇEN YIL BUGÜN Cumhuriyet Haber zirvesi 26 HAZİRAN 1989 2S-29 haziranda Rauf Denktaş'la Georgios Vasiliu arasında yapılacak New York zirvesi öncesinde, Türkiye ve KKTC'nin Kıbns sonınunun özü .ve görüşmeleri yürütülüş biçimi konusunda "tam bir görüş birliği içinde oldukları" açıklandı. Söz konusu açıklama dün Cumhurbaşkanı Kenan Evren, ve KKTC Cumhurbaşkanı arasında, Başbakan Turgut özal, Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz, Dışişleri Müsteşarı Büyükelçi Nüzhet Kandemir ve KKTC Dışişleri ve Savunma Bakanı Kenan AtakoPun da katüdıkları toplantıdan sonra yapıldı. JN«sır TARTBMA Psikolog mu Psikîyatrfet mî? Bir orkestrada da her virtüoz bağımsız ve çok önemlidir, orkestra şefi şu ya da bu virtüozdan daha önemli değildir, ama şefsiz bir orkestra da düşünülemez. Bu sütunlarda, Bakırköy Ruh ve Sinir Has- talıklan Hastanesi'nde görevli bir grup mes- lektaşımızın yazdığı ve özde çok iyiniyetli ve temelde çok haklı olduklan bir yazıya karşı, saygıdeğer psikologlardan gelen açıklama ve tepkileri ilgi ile izlemekteyim. Ben Bakırköy'- de görevli meslektaşlarımın yazısının bir yö- nü ile yanlış anlaşıldığı ya da iyi anlaşılama- dığı kanaatinde>im ve buraya bir açıklama ge- tirmek istiyorum. Bu husus şudur: Gerek be- densel gerekse zihinsel hastaların öncelikle başvuracaklan kişi hekimdir. Bu, dünyanın diğer gelişmış ülkelerinde de ülkemizde de böyledir. Dahası bu durum ülkemizde hasta- ların sağaltımım belirleyen 1219 sayılı ve yü- rürlükteki yasa ile de saklıdır. Fransa'da an- cak doktorlar psikoterapi yapabilir, Ingille- re'de psikologların gördüğü hastaların, nor- mal olarak bir aile hekimi veya diğer bir he- kim tarafından görülerek gönderilmesi zorun- ludur. Bunun gerekçesi de çok açıktır. Çün- kü zihinsel bir rahatsızlık ile klinik psikoloğa (psikoloğa değil) başvuran bir hastanın rahat- sızlığı temelde bedensel (biyolojik) kökenlı olabilir ve bu da ender rastlanan bir durum değildir. Bugün "çagımızın vebası" olarak ad- landırıan AIDS bile çok sıklıkla zihinsel (psi- şik) belınilerle başlamaktadır. Bu durumda psikoiog biyolojik rahatsızlıkları tanıma ve sa- ğaltma becerisine sahip olmadığı için (kendi- leri de yazılann hepsinde bu durumu kabul etmişlerdir), hastayı psikolojik yöntemlerle sa- ğaltma girişim ve çabaları temelde iyiniyetli olduğu halde hiçbir sonuç vermeyecek, aksi- ne hastanın gittikçe kötüleşmesine, sağaltım için gereken zamanın bosa gitmesine ve ileri- de belki de düzeltüebilmesi olanağı kalmayap kayıplara hatta belki de hastalığın psikoloğa bulaşmasına bile yol açabilecektir. Biz sağlıklı ve iyiniyetli hiçbir psikoloğun bu durumu ka- bul edeceğini düşünmüyoruz. Sanıyorum bu- rada tepki "psikiyalristin ilk yetkili değil ilk ve son yetkili olmasına" gösterilmiş olsa ge- rektir. Tabii ki bu doğru değildir. Psikiyat- rist kendisinin yapmadığı ya da yapamadığı şeyler için hastasını diğer uzmanlara olduğu gibi psikolojik testler ya da psikoterapi için klinik psikoloğa da gönderebilir. Burada tartışma konusu olan bir diğer hu- susun ise her iki meslek grubunun da kesin- likle kendilerine özgü olan alanlarına değil fa- kat her iki grubun da ortak ilgi Ve yetki alan- lanna giren konuların sahiplenmesinde olduğu dikkati çekmiş bulunuyor. Örnekse: Psikote- rapi, kamuoyuna ruh sağlığı ve diğer psiko- lojik olaylarla ilgıli bilgi vermek vb. gibi. Şim- diye değin yazılan yazılarda da gayet güzel olarak işlendiği gibi zihinsel olayların psiko- lojik yöntemlerle tedavisi demek olan psiko- terapi bu iki meslek grubunun da ortak yetki alanındadır. Ancak psikoterapi, sıklıkla oldu- ğu gibi konuşularak yapılan bir yöntem ol- makla birlikte çok ciddi bir tedavi yöntemi- dir. Cerrahlann amebyathanede yapüklan gi- rişimlerden hemen hemen hiçbir farkı yoktur. Yararlı olduğunda hastayı iyileştirebilir, kö- tüye kullaruldığında ölümüne yol açabilir. Bu belki biraz abartılı gibi görünebilirse de dili- mizdeki "Dil yarası bıçak yarasından öldürii- cüdür" özdeyişi bunun hakhlığını vurgulama- ya yeter sanıyorum. Bu nedenle psikoterapi, gerek psikiyatrist olsun gerekse klinik psiko- iog, ancak çok iyi eğitilmiş kişiier tarafından yapılmahdır ve hatta olası ise psikoterapi ya- pacak kişiier yetkili bir kurulca sınanarak bel- gelenmelidir. Her psikiyatrist ya da her kli- nik psikoloğun doğal olarak psikoterapi ala- nında da yeterli ve yetkili olabilecekleri dü- şunülmekte ise de bu doğru değildir. öte yandan yazılardan birisinde belirtildi- ği gibi "Psikiyatristlerin psikiyatri uzmanlık egitinıinde gerek leşhis gerekse psikoterapi ile ilgili bilgileri pratikte, usta-çırak iliskisi için- de öğrendikleri" savı ise ciddiyetten çok uzak- tır. Bugün tıp fakültelerinde yetişen öğrenci- timi görmeksızın de klinik psikoiog olunabi- lir. Bugün klinik psikiyatrideki hızlı gelişim nedeniyle psikiyatristlerin önemli bir bolümü, psikoterapi uygulaması yapmamaktadır. An- cak bu, psikiyatrist dilerse ve eğitimini de gö- rürse psikoterapi yapamaz demek de değildir. Öte yandan her hekim-hasta ilişkisi psiko- sosyal boyutta başlar, gelişir ve sonlanır. Do- layısıyla her hekim psikoterapodik yaklaşımı bilir ve bilmek zorundadır. Hal böyle iken psi- kiyatristlerin bu yaklaşımı bilmemesi ve uy- gulamaması düşünülemez. Zaten bugün kli- nik psikologlann uyguladıklan psikolojik test- ler ve psikoterapi yöntemlerinin büyük çoğun- luğu psikiyatristler tarafından geliştirilmiş ve daha sonra gelişen klinik psikoloji bilimine ar- mağan bırakılmıştır. Hatta ülkemizdeki kli- nik psikologlann bir kısmı klinik psikoloji eği- timlerini psikiyatri kliniklerinde tamamlamış ve özellikle psikoterapiyi bu konuda uzman psikiyatristlerden öğrenmişlerdir. Bu durum- da sayın klinik psikologların, psikiyatristler için "Şunu yapamazsınız, bunu yapamazsınız" türündeki yaklaşımlan, "Ba- bası ogluna bir bag bağışiamış, ogul babaya bir salkırn iizüm vermeraiş" özdeyişimizi ha- tırlatmaktadır. Psikiyatristler psikoiog mu- ler lisans eğitimleri sırasında "Davranış Bi- limlerine Giriş" dersleri ile insanı, bedensel, ruhsal ve sosyal bir boyutta ele almaya daha birinci sınıfta başlamakta ve gene lisans eği- timleri sırasında psikiyatri ders ve stajları sı- rasında da bu psiko-sosyal boyut kavramını geliştirmekte ve pe'kiştirmektedirler. Bazı ku- mmlarda eksik ve yetersiz olabilir, ancak psi- kiyatri uzmanlık eğitimi de tamamen dokto- ra ile eş düzeyde bir eğitimdir, sistemlidir ve bu eğitim içerisinde birçok kurumda psikiyat- ristlere psikoterapi eğitimi de verilmektedir ve bunların bir kısmı da Batı standartlanndadır. Ancak gene de uzmanlık eğitiminden sonra psikoterapi ile uğraşacak psikiyatristlerin, ek bir yetki belgesi almalannın gerekli olduğu- nu düşünmekteyim. Fakat daha önce de be- lirttiğim gibi doktora düzeyinde eğitim gör- müş olsalar bile bu yetki belgesinin klinik psi- kologlar içinde gerekli olduğu inancındayım. Çünkü klinik psikoiog olmak, psikoterapist olmak için yeterli değildir. Hiç psikoterapi eği- Tongııç ve Felsefesi Tonguç, üstün yetenekli bir eğitim uygulayıcılığının yanında, üretken bir felsefecidir. O, yaşamında ve yapıtlarında insandan yanadır, insancıldır. Yazılarında ve konuşmalarında sürekli olarak insan üzerinde durur, insanın tükenmezliğini vurgular. Bu yazıyı hazırlarken Yüksek Köy F.nstitii- sü'nde Iş Eğitimi ve Eğitim Tarihi derslerini de okutan, öğretmenim İ.H. Tonguç'un ağ- zından tuttuğum o zamanki ders notlanma bakıyorum. Bir yerde şöyle diyor: "... Egi- tim, cemiyetin hayati mutalanyla aynı istika- mette seyretmez, yani hayatın kendisi değil de bazı pcdagoglann ileri sürdükleri gibi haya- ta hazırlık travayı olarak programlanırsa, gii- niin birinde cemiyet kendi hayatiyelini idrak- ten aciz kalabilir. Tedrisatta program, fert- cetniyet ve muhit muvazenesini nazan dikkate almadan pedagojik şümulü kesbedemez. Tet- risatı hayata geçirmenin, yani tamamen ha- yati ve dünyevi kılmanın lüzumundan bahset- mek istiyorum." Tonguç, üstün yetenekli bir eğitim uygula- yıcılığının yanında, üretken bir felsefecidir. O, yaşamında ve yapıtlarında insandan yanadır, insancıldır. Yazılarında ve konuşmalarında sürekli olarak insan üzerinde durur, insanın tükenmezliğini vurgular. Tonguç'a göre do- ğada en üstün varhk, asıl değer yaratıcı olan insandır, insan elidir. El, insanı öteki varlık ve yaratıklardan ayıran temel belirteçlerin ba- şında gelir. Bu konudaki notlarım arasında Tonguç'un ağzından şöyle bir saptama var: "İnsanı öbiir yaratıklardan ayıran elidir. El, tabiatın insana verdiği en mukemmel vasıta- dır. Öteki varlıklann düşünüp düşünmedik- leri veya kendi aralarında anlaşıp anlaşama- dıklannı daha bilemiyoruz. Fakat insanın ken- dini hayvandan ayıran bir vasıtaya sahip ol- duğunu biliyoruz, o da elidir." Tonguç'a göre tarihi yapan, "yaralıcı olan yegâne vasıta" in- san elidir. Çünkü insan elinin değmediği, in- san elinin ermediği şey uygarhk değil, doğa- dır; uygarlık insan elinin ürunüdür. Ona £ö- re eğitim tarihi, uygarlık tarihi gibi algılanıp değerlendirilmelidir. Çünkü "medeniyet insa- na has yaratma şeklidir. İnsan, elini ve aklı- nı birlikte kullanmaya başladıgı giin medeni- yeti de tarihi de başlatmıştır." Tonguç öğretmenimin bütün yapıtları ve yazdıkları, üç ders yılı boyunca kendi ağzın- dan tutmaya çalıştığım notlar şimdı masamın üzerinde. Bunlardan onun dünya görüşünü, yaşam ve eğitim felsefesini şöyle özetleyebi- lirim keroalizme çok bağlıdır. Türk devrimi ve Atatürk ilkeleri dışında, hatta toplumun genel siyasal yönetimi dışında aynca bir eği- tim felsefesi düşünmüyor. Ona göre halk, ulus "... her türlii değer yaratmada ve içtimai teş- kilatlanmada tükenmez bir hazinedir." Eği- timin asıl amacı da o kaynağı işlemek, devi- nime geçirmektir. Yığınsal bilinci devinime ge- çirmektir. Devrimin temel dayanağı olan ulu- sal bilinç, yığınsal eğitim sürecine girildiğin- de ortaya çıkar. "Milli şuuru geliştirmekien maksat ise vatandaş faaliyetini devlet haya- tının temeli yapmaklır. Bu da ancak ve an- cak sıhhatli ve yenilikçi bir eğitim programıyla mümkiin olabilir." Tonguç, derslerinde sürekli olarak Tiirki- DmUeKültür insan içinde yaşadığı kültürü değiştirir, gelecek kuşaklara değiştirerek aktarır. Dogmalardan oluşan dinde ise değişme söz konusu değildir. değişkenlik özelliği çelişmektedir. İnsan için- de yaşadığı kültürü değiştirir, gelecek kuşak- lara değiştirerek aktarır. Dogmalardan olu- şan dinde ise değişme söz konusu değildir. Bir başka tanımına göre de kültür içinde ya- şadığımız doğa karşısında "yapma doga'dır. Kültür sözcüğunün birçok anlamı var. An- lamı kesin sımrlan beüi bir kavram değil. Salt Amerikan toplumbiliminde kültürün iki yü- zü aşkın tanımı bulunduğu saptanmış. Bilgin- lere göre kültür sözcüğunün Türkçede yedi ay- rı anlamı bulunuyor. Tarıma da kültür denı- yor, mikrop üretmeye de. Kültür, edinilen düzenli bilgi, kısaca bilgi anlamına da geliyor. Buna göre "din knltü- rü" ile din bilgisi ayrı şeyler değildir. Bu ne- denle din bilgisine, "din küitürii" denilse de 1982 Anayasası'yla din derslerine getirilen "zorunluluk" devletin laiklik ilkesiyle çeliş- mektedir. Bilgi anlamında kültür sözcüğü ile bir "din kültürü" adtakımı yapmak olanağı varsa da bunda da dinin değişmezlik esası ile kültürün Bu tanıma göre kültürün bir ögesi olarak din bu "yapma doğa" içinde yer alacağından "din kültürü" deyimi, insanlara çok aykın ge- lecektir. 1982 Anayasası'nda, laiküğe ters dü- şülmemesi için din dersi yerine din kültürü" adtakımı yeğ tutulmuşsa sonuçta Taan'nın koyduğu kuralları da "yapma doğa" içinde görme durumunda kalındığı için insanlar açı- sından tutarlı, özenli de davranılmamıştır. Islam dininde zorlama yoktur. Zorla da gü- zellik olmaz. Zorunlu din dersleri, zorla Müs- dur, sorusuna verilecek yanıt ise "evet"tir, çünkü psikiyatristler birer "medikal (tıbbi) psikoiog"durlar. Medikal psikoloji, psikolo- jinin değil tıbbın bir dalıdır. Psikiyatri kliniğinde yatan hastalara psiki- yatristten başka klinik psikoiog, sosyal çalış- macı ve psikiyatrik hemşireler de yarduncı ol- maktadırlar. Bu bir ekip işidir, fakat bu eki- bin başı da psikiyatristtir. Bu durum diğer ça- lışmalann önemini ya da saygınlığını azalt- maz. Sosyal çalışmacıhk da psikiyatri hemşi- reliği de klinik psikoloji de psikiyatri de ba- ğımsız birer bilim dalıdırlar, ancak klinikte hastaya yarduncı ve yararlı olmak için bir or- kestra disiplini önemlidir, orkestra şefı şu ya da bu virtüozdan daha önemli değildir, ama şefsiz bir orkestra da düşünülemez. Prof. Dr. ASLAN OGUZ Erciyes Ü. Tıp F. Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı / Kayscri ye toplumunun köysel bir toplum, köylii top- lumu olduğunu vurgulardı. Ona göre herhangi yerleşim yerinde nüfusun yoğunlaşması ya da konutların tek katlılıktan çok katlılığa dönüş- mesi orada kent yaşamının oluştuğu anlamı- na gelmez. Eğer kentsel yaşamdan anlaşılan, insanın doğadan uzaklaşması, dörtduvar ara- sında sıkışması ve kendi elinin ürünü olan bir- takım araçların buyruğuna girmesi vb ise bu, insanın da, insanlığm da sonu demektir. Do- ğadan kopan insan bilgi üretemeyeceği gibi var olan bilgi ve becerilerini yitirmekten de kunulamaz. Onun için Tonguç, doğadan kop- muş, doğaya yabancılaşmış bir toplumu, do- ğal bir toplum, sağlıklı bir toplum olarak de- ğerlendirmiyor. Tonguç'a göre insanın yenil- mezliği ve tükenmezliği, doğayla ilgisiyle doğ- ru orantılıdır. Tonguç; "Bilgimizin asıl kay- nağı doğa ve onun elini kullanabilen biricik yaratıgı insandır. Bilirain temeli de insan eli- nin ve aklının eşliginde incelenip araştınlmış, denenmiş. gözlenmiş ve çağdaş deger yargı- lanyla ölçümlenmiş bilgidir" diyor. Tonguç'un Türk eğitim felsefesine getirdi- ği seçeneğin henüz karşıtı üretilememiştir. Çünkü o, ürettiği eğitim felsefesini toplumun genel yaşam felsefesi içinde değerlendiriyor. Bunu yaparken de Türk devriminin: 1. Laikleşme-demokratikieşme: 2. Çağdaşlaşnn- uygarlaşma; 3. Lluslaşma-kurumlaşma gibi ileriye açık, geriye kapalı ilkelerine dayandı- rıyor düşüncelerini. Eğitim yoluyla toplumu canlandırmanın ve kurumlaştırmanın, ancak bu sayılan devrimci ilkeleri canlı ve yürürlükte tutmakla gerçekieşebileceği kanısmdadır Ton- guç. Ökimünün 30. yılında yürekten saygılar sunuyorum. ALt DÜNDAR Ögretmen lümanlastırmanın araa yapılmaya uygun düş- mektedir. Bu yüzden, devletin, tek tip inanç, tek tip insan yaratma görüntüsü verdiği de gözden ırak tutulmamalıdır. Oysa, vicdanı öz- gür, güçlü kişilikler her türlü baskıdan uzak, zorlamasız bir ortamda yetişir. Bunu sağla- yacak olan da laik devlettir. Laik devlet güç- lü devlettir. Güçlü devlet, çağdaş devlettir. Çağdaşlık ölçüsü ise yaşamın her alanında öz- gürleşmedir. Şu halde özgür olmak, güçlü ol- mak tır. Bunun içindir ki gücünü özgurlükten alan laik bir devleti kendi içinden yıkma ola- nağı yoktur. Belirtmeye calışıldığı gibi 1992 Anayasası'- mn, devletin laiklik ilkesiyle çelişen zorunlu din kültürü derslerinin kaldırılması ile din öğ- retiminin yasal temsilcilerin isteğine bırakıl- ması, din ve vicdan özgürlüğünün özenli dü- zenlenmesini gerekli kılan laiklik ilkesinin zo- runlu koşuludur. Av. MEVLÜT BERK Adana Barosu ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇt Söyliyim miii? Hacı Turgut Bey, 1983'te seçimi kazanıp kabinesini kurduktan son- ra, ilk Bakanlar Kurulu toplantısında, bakanlara öğütler verir; bu öğüt- ler arasında şunlar da vardır: "1- Halkın din duygularını okşayacaksınız! 2- Her konusmanızda Atatürk'ten bahsedeceksiniz; askederin bas- kısı hâlâ üzerimizde devam ediyor! 3- Özel sektörü kollayacaksınız. Yarın, buralarda işiniz bittiği za- man, özel sektörde bir yeriniz olmalı!" Hacı Turgut Bey'in, ilk toplarrtıda bakanlarına verdiği belki başka öğütleri de vardır, ben bilmiyorum. Sanırım; "Köy Enstıtüleri'ni des- tekleyeceksınız!" dememiştir. Bunu dediği anda abdesti bozulur! — Daha söyliyim mi? — Söyle! Hacı Turgut Bey, son zamanlarda İbrahim Tatlıses'e bir meraklandı ki demeyin gitsin! Varsa Tatlıses, yoksa İbo! Dınlence yerlerinde, lüks makam arabasında Tatlıses'in türkülerini dinledi durdu. Arabaya ga- zeteciler yaklaşınca teytoın kapatıldığı anlaşılıyordu Hacı Turgut Bey, İbrahim Tatlıses'in bıraktığı izlenimle konuşmalanna başlıyor da bas- lıyordu. Çankaya'ya tırmanmazdan önce hacca gıtmişti: biraz da başka- ları gitsindi. Ama baskaları gidememiş; yıllardır sömürülen hac oia- yı, bir utanca, yeni skandalla sonuçlanmıştı. Haczedeler, bankerzedelere dönmüşlerdi. Sahi. bankerzedeleri kim o duruma getirmişti? Hacılık macılık kurtarmazdı artık Hacı Turgut Bey'i. SHP adam olsa, yapılacak ilk seçimde yoktu, Hacı Turgut Bey de eski partisi, pırtısı da. Ama ana muhaletet partisi SHP tutârlı değikji, otacağı da kuş- kuluydu. Bu partide, parti içi demokrası olmadığı gibi Ecevıt'e hak verdirecek (!) yanlışJıklar, tutarsızlıklar ıçındeydı. Yazık! Bakalım, hirrt- horozu yanıbaşında oynanan oyunların ayırdına varabilecek mi? Hacı Turgut Bey de ustası Süleyman Bey'in yolundan gidiyordu. Anadolu'da bir söz vardır: "Sen tilkiysen, ben kuyruğuyum!" der- ler; bunu kurnazlık yarışında söylerler. Hacı Turgut Bey, halkın din duygularını oksamayı da radyo-televizyonu kullanmayı da Süleyman Bey'den öğrendi. jyi öğrendi. Millıyet -vaktıyle yıllarımı verdiğim gazete- de "Red Kit" armağanlanyla bir ekin (kültür) deposu sun- du ki eh artık Hacı Turgut Bey'i 92'ye dek kımıldatabılırsen, kımıl- dat! 1992'ye dek herkes basının çaresine baksın! TV. zaten naylon gazetecilerın yuvasıydı. Bunları soyteye söyleye dilimde tüy bitti. Çok da düşman kazandım. Kimse doğru laftan hoş- lanmıyor. Kendileri TV'ye birkaç saniye çıkıp görünürlerse yetiyor! Herkes çalıyı başından sürûklüyor. Onun için "Hodri Meydan" gibi izlenceleri izlemıyorum, dınlemiyorum bile. O tezgâhları, o filmleri çok gördüm. Biliyorum. Halk yığınları, TV'yi kapatmasını bile bil- se, sorunun çogu çözümlenecek. Azından, halka yanlışlan doğru gibi gösterenlerin süngüleri düşecek. Insanlan bilgisiz bırakarak yönetmekten yana olmak utanılacak bir durumdur. Ankara Hilton'da gecen hatta başında, Konrad Ade- nauer Vakfı'nın "Eğitim ve Politika" konulu gazetecilik seminerin- de, "Köy Enstitüleri "nden söz ettim, bu kurumları övdüm diye ağır eleştirilere uğramış, yakamı güç kurtarmıstım. "Şişman" bir eğrtbi- limci profesör, şöyle demişti: — Ekmekçi'nin Köy Enstituleri'yle ilgili görûşterine katılmıyorum. Köy Enstitüleri'nin kapanış nedenleri başkadır. Köy Enstitülü öğret- menlere. 20 yıl koyde zorunlu hizmet getirilmişti, kapanış nedeni odur! Eğitbilimci profesörün, "20 yıl zorunlu hizmet" dediği, laf kıtlığın- da asmalar budamaktan başka bir şey değildi. Yanıt bile vermedim. Damarına basmak istedim: — Ben, dedim, yalnız Köy Enstıtüleri'ni değil, domuz etini de ya- zıyorum! — Domuz eti konusunu onaylıyorum! diye karşılık verdi. Aman ne iyi! Domuz eti yenmesine karşı çıkmıyordu da Köy Enstitüleri'ne kar- şı çıkıyordu! Aynı köyden çocuk, enstrtûlere alınıp yetiştirildikten sonra o köye ögretmen ya da sağlıkçı, ebe olarak atandığmda, hiç zorunlu hiz- meti olmasın mı? O köyden yetişmiş çocuk, kendi köyünde 20 yıl kalamayacaksa yaşam boyu, köyde kalan köylü ne olacak?, Ne ola- cak, yüzustu bırakılınca büyük kentlere taşınacak! Istanbul, Anka- ra» izmır birer koy-kent olacak! Koylerde kimse kalmayacak. Aydın, bürokrat kente kaçar da köylü kaçamaz mı? Köy Enstitüleri'nin amacı, köyleri canlandirmaktı, köylüyü bilinç- lendirmekti Köylü, bilinçli olabılse politikacılar ülkede din sömürü- sü mü yapabilirlerdi, Atatürk sömürüsü mü? Köy Enstitülen'nde eğitim başı olarak çalışan A/arlık Özmenek'in babası, benim dostum- Hamit Ozmenek, İsmail Hakkı Tonguc'tan iş ister; Köy Enstitüleri'nde çalışmak istemektedir. , . — Efendim, der, Köy Enstitüleri'nde ben de çalısayım. İnanın ba- şarılı olamazsam beni en ücra, en uzak köye verin! Tonguç, şu karşılığı verir: — Başarılı olursan seni en uzak köye veririm. Başarılı olmazsan kendine Ankara'da yer bul! (Olayı, emekli ögretmen Hacı Angı an- lattı. Olay, Rauf İnan'ın yapıtında da geçiyormuş.) Köy Enstitüleri buydu, böyle çalışıldı o kuruluşlarda. Onlara kim- se toz konduramaz. Eksikleri yok muydu? Olmaz olur mu? Ama eleş- tiriler, bilimsel olmalı; dürüst olmalı. Köy Enstitüleri'nde okumadım. Öyle, yoksul çocuğu değildim. Ba- bamın okutacak olanağı vardı. Konya Lisesi'nde okurken bir gün oku- la Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel geldi. İvriz Köy Enstitüsü de Konya'nın Ereğli ilçesı yakınlarında; şimdı düşünüyorum da Yücel gerçekte bize değil, ivriz'e gidiyordu. Bize, okula gecerken uğramıstı. Elbette. bizim de bakanımızdı. Ama o, "Karaoğlan" dediği Köy Ens- titülüleri seviyordu. Ben unutmuşum, belki Hacı Turgut Bey de unırt- muştur. anlatayım: Bakan Yücel, okula gelince müdür Süleyman Acar, tüm öğrencileri okulun ön bahçesinde toplar. Hasan Âli Yücel: — Merhaba çocuklar! — Sağ ol! — Nasılsınız? — Sağ ol! — Bana söyleyeceğıniz bir şey var mı? Bir şikâyetiniz filan? — Sağ ol! Biz ezberlemışiz, asker asker "Sağ ol!" diyoruz. Yücel kızıyor: — Ne sorsam, "Sağ ol" diyorlar, ne biçim okul bu? Çıkıp gidiyor. Köy Enstitüleri öyle değil işte, orada "demokratik" eğitim var. her şeye "sağ ol" demiyorlar. Bakanla, genel mûdürle, müdürle çatır çatır tartışıyorlar. Daha söyliyim miiii? ÇALIŞAJVLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL "Konırt ve Tasamıf Fonu" SORU: Eşimi 1989 yıfa haziran aynda larybettlk. 22 yAk Hkoknl ögretmeni idi. Emekli maaşının yiizde 50'sini bana, yttzde 25'er de iki ço- cuğuma bağlandı. Bunun dışında hiçbir kesintisinden yararia- namadık. Konut edindinne amaayla, her memnr adına yaünlan pua- lan alamadık. Bir de Zorunlu Tasarraf Fonu adıyta bir kesteti yapdıyordn. Bunlann bepsmi alabUmem içm nerdere, naal başvnrmahyım? YANIT: 17 Ocak 1987 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan memur- lar ve işçiler ile bunların emeklilerine Konut Edındirme Yardımı Yapıl- ması Hakkındaki 3320 sayılı yasanın uygulama yönetmeliginın "Olüm Hali"ne ilişkin 31. maddesinde şöyle denilmektedir. "Madde 31- Yardıma müstehak kişinin ölümü halinde, adına biri- ken ve kullanılmayan yardım, neması ile birlikte kanuni mirasçılanna ödenir. Kanuni mirasçılara ödeme yapılabilmesi için veraset ilamının ve bu yönetmeüğin ekinde yer alan Fbrm'un T. Emlak Kredi Bankası'na ib- raz edilmesi zorunludur!' 18 Mart 1988 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 3417 sayılı Çah- şanlann Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarnıflann Değerlendiril- mesine Dair Yasa'ya göre "a) Aylıklannı 657 sayüı Devlet Memurlan Kanunu, 926 sayılı Tûrk Silahh Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 sa- yılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ve 2914 sayüı Yükseköğretim Perso- nel Kanunu hükümlerine göre almakta olan kamu görevuleri"inden emekh olanlar yada ölenler hakkında 31.10.1988 günlü Resmi Gazete^ de yayımlanan Başbakanlık Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Idaresi Başkanlığı'nın 88/1 sayılı "Çalışanlann Tasarrufa Teşvik Edilmesi Hak- kında Teblig"e göre işlem yapılacaktır. "4. dereceden emekli olanlar tasamıf tutannı ve nemasıru almak için dilekçesinde belirttigi T.C. Ziraat Bankası Şubesine emekli cüzdanlan ile birlikte müracaat edeceklerdir. ödemeyi yapacak olan T.C. Ziraat Bankası, emekli cüzdanmın numarasını ve verildiği tarihi ödeme de- kontuna şerh ettikten sonra ödeme yapacaktır. Ölenlerin kanuni mirasçılanna ise sadece kimlik tespiti yapıldıktan sonra veraset ilamındaki paylan doğnıltusunda T.C. Ziraat Bankası Şu- belerince ödeme yapılacaktır;' Ancak, bazı okurlanmız, uygulamanın yönetmelik ve tebligde ya- zıldığı gibi olmadığı ve bu paralann kolayca ödenmediği görüşündedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle