Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 16MAYIS 1990
DP iktidannın son yıllarına doğru Cumhurbaşkanı inisiyatifı ele almıştı
Bayar'dan 'patron davranışı'Asıl mesele, raemleketin kade-
rinde söz sahibi bir kimsenin, ta-
banJa iletişimde etkili bir bağ olan
basın müessesesine karşı duydu-
ğu infialin, herkesin teslim ettiği
nezaketini bile frenJeyemeyecek
boyutlara ulaşmış olmasıdır. Bu
durumun vebaJini, sadece kızana
yukleraek suretiyle sağlıkb bir de-
ğerlendirme yapılmasının raüm-
kun olabileceğini zannetmiyorum.
Nedenleri daha aynnlılı ve derin-
lemesine incelemekte herhaJde ya-
rar vardır.
Merhum Sıtkı Yırcalı'mn, 27
Mayıs'tan bir süre önce Türkiye
Büyük MiUet Medisi Başkanlığı'-
na adaylığı ile ılgili gelısmeleri de,
bu yakın çevre sorunu açısından
incelemek mümkündür. Bilindiği
gibi Demokrat Parti'nin iktidara
gelmesinden berı Meclis başkan-
lığına, partınin kurucularından
merhum Refik Koraltan hep
adaylığım koyuyor ve her seçim-
de de muntazaman sorunsuz se-
çiliyordu.
thtilaJden önceki son seçimde,
Sıtkı Yırcalı adaylıgını koydu.
Buna hem Bayar hem Menderes
büyük tepki gösterdiler. Mende-
res, bu adaylığın geri almması için
yoğun faaliyet gösterdi. Yırcalı ile
İstanbul'da bir yemekte gönlştü
ve kendisini iknaya uğraştı. Ben
yemekte bulunmadığım için ye-
mek sırasında neler konuşulduğu-
nu bilmiyorum. Fakat yemek bit-
tikten sonra, acele bazı işler için
yanına girdiğimde, görüşmenin
hayli gergin geçtiğuü, Başbakan'-
ın sinırli halinden anladım.
Ben arzda bulunurken onun
aklırun başka yerde bulunduğu
hissediliyordu. Konuşurken sözu-
mü kesti ve "Degnegi biz sivril-
lik, sivrilir simlmez bize batma-
y« kalkıyor" dedi. Bu yemekten
sonra caydırma faaliyetleri devam
etti ve Koraltan yeniden başkan-
lığa seçildi. Menderes'in Koraltan
ile temasları, çok asgari düzeyde
idi. Tabii görevde bulunduğum sı-
radaki durumdan bahsediyorum.
Menderes'in, Koraltan'la, benim
görevde bulunduğum sıradaki te-
masları, resmi davetlerdeki kısa
görüşmeleri hariç, birkaç buluş-
mayı geçmez; görüşme talebinde
bulunduğunda veya randevusuz
geldiğinde, cahatazhk hissettiği-
Başlangıçta
Bayar'ın
başbakanlığa
geknekte olduğunu
her haber
verişimde,
Menderes'in en
azından
sevinmediğini
Ş söyleyebilirim.
Fakat gene de
Bayar'ı
Başbakanlığın
merdivenlerinde
karşılar saygıda
Menderes, Bayar'a giderek daha fazla ihtiyaç duyuyordu. kusur etmezdi.
Mayıs'a
doğru,
Menderes ve Bayar
ilişkileri değişik bir
nitelik kazandı.
Menderes, Bayar'ı
eskisi gibi
umurşamaz bir
ifade ile degil, daha
içten bir ilgi ve
saygı ile
karşılamaya
başladı. Aldığım
izlenim, inisiyatifin
Bayar'a kaydığı
yönünde idi.
Cebü Bayar, Cumhuriyel'i 'letkik' ediyor.
ni de biliyorum.
Yunanistaıı Basbakanı Kara-
manlis geldiğinde, verilen bir da-
vette Koraitan'm Karamanlis'le
pek uzun göriişmesini önlemek
için Dışişleri Bakanı Zorlu'yu
gönderip Karamanlis'i münasip
bir şekilde başka bir gruba yönelt-
tiğini de hatırlıyorum. Dolayısiy-
le, Koraltan'a birdenbire bu ölçü-
de sahip çıkılmasının, Koraltan'ı
desteklemekten ve onu başkanlık
için en uygun aday görmesinden
çok, statüyü bozmamak ve kont-
roi edilebilecegi şüpheli birisinin
o makama gelmesini önlemek
amacından kaynaklandığı, zanne-
derim rahatlıkla söylenebilir.
Bayar-Menderes
Göreve başladıktan sonra dik-
katimi özellikle çeken bir husus
da, Menderes'in Cumhurbaşkanı
Bayar'la o sıradaki, yani benim
görev süremdeki ilişkileri idi. 27
Mayıs'la noktalanacak olaylann
gelişmeye başladığı kriz dönemi-
ne kadar Menderes'le Bayar ara-
sındaki temaslar, göze batacak 61-
çude seyrekti. AyTica bu temaslar-
daki hava da. ruspeten resmi ve
hatta biraz da mesafeli idi; temas-
larda imsiyatif daha çok, Bayar-
dan geliyordu. Kriz dönemi hariç,
Menderes'in Çankaya'ya çıkma-
sı, seyrek istisnalar dışında, ya-
bancı devlet adamlarının Türki-
ye'yi ziyaretleri ile ilgili toplantı
vedavetlere inhisar ediyordu. Bu-
nunla beraber, bütün bu temas-
larda Menderes, cumhurbaşkam-
na gerekli saygıda kusur etmiyor-
du. Bayar'ın Başbakanlığa gel-
mekte olduğunu her haber veri-
şimde kendisinin en azından se-
vinmediğini söyleyebilirim. Fakat
gene de, cumhurbaşkanıru Başba-
kanlığın merdivenlerinde karşılar,
gayet saygılı davranırdı.
istanbul'da iken bir akşam, vi-
layetteki büroya gitmek üzere
Park Otel'den hareket ettik. Baş-
bakan beni otomobilde yanına al-
mıştı. Dohnabahçe yokuşunu inip
Tophaneye doğru sapmıştık.
Mehtaplı bir akşamdı.
Yeni restore edilmiş olan Nus-
retiye Camii, arkasında mehtap,
gerçekten kıymetli bir biblo gibi
göze çarpıyordu. Başbakan'a Ga-
latasaray'ın Onaköy'deki ilk kıs-
mında okurken bu yoldan çok
geçtiğimi, çok dar olan bu yolun
etrafında köhne binaiann bulun-
duğunu, gerek bu cami gerek di-
ğer tarihi binaiann burada varlı-
ğını, ancak bu yol açıldıktan son-
ra fark ettiğimi soyledim. "Tabii
fark etmezsiniz, çunkü bütün
bunlan herkesten adeta gizlemek
için ne mümkunse yapılmış, bu
camiin yanı Ford garajı idi. Ga-
rajı yaparken caminin duvarları-
nı delmişler ve garaj binasını ade-
ta camiye asmışlar. etrafı da ta-
bii mezbelelik, civarda gördüğü-
nüz çeşme v.s. gibi abideler so-
kaklar arasında idi. Bunlan res-
tore edip buralara taşıdık, etrafı
temizledik. Bu yol şimdi vab gi-
bi done done gider" dedi.
İstanbul'un i
Bunlan büyük bir heyecan ve
coşku ile soylüyordu. Daha son-
ra İstanbul'un iman konusuna
geçti. O dönemde bu imar işinin
gerekliliği sık sık tartışılıyordu.
Konuyu bana adeta savunur gibi
anlattı. Söylediklerini, hatınmda
kaldığı kadarıyla özetlemeye ça-
lışıyorum. Bunu bu bölümde aıı-
latmamın nedeni, bu vesile ile
cumhurbaşkanı ile arasında, bu
konuda bir gorüs aynlığının var-
lığına da temas etmiş olmasından-
dır.
Menderes önce tstanbul gibi ta-
rıhi ve dünyanın en guzel şehirle-
rinden biri olan şehrin bir an ev-
vel imannın taşıdığı önceliği vur-
guladı. Bu konuya gereken öne-
mi vermenin, bir görev oiduğuna
işaret etti. Konuya, bu açıdan
yaklaştığını, bunun için yerli ve
yabancı birçok uzmanla çok sıkı
temas ve istişareler yapıldığını
soyledi. Yabancı uzmanlarla ya-
pılan temaslarda, bu uzmanlann,
şehrin daha çok Bizans karakte-
rini ortaya çıkaracak bir yaklaşım
içinde olduklannı görmüş. Bu
yaklaşım, sadece bir uzmanda go-
rülmemiş, temas edilen yabancı
uzmanlann hemen hepsınin kafa-
sının ardında şehrin bir Bizans
şehri olduğu sabit fikri varmış.
Bunların yaptıklan butun öne-
rilerde, ağırlık noktasının bu ol-
duğu açıkca görülmüş. Bunun
üzerine bu işi kendi adamlarımız
ve kendi imkânlanmızla yapmak-
tan başka çare oimadığı, kesin bir
sonuç olarak ortaya çıkmrş. tşte
bu sebepten dolayı öncelik mahal-
ieler arasında ve arka sokaklarda
sıkışıp kalmış Türk eserlerinın tes-
piti ve bunların daha göze bata-
cak şekilde ortaya çıkanlmasına
verilmiş. Bunlann bir kısmırun et-
rafının temizlenmesi ve restore
edilmesi yoluna gidilmiş. Bir kıs-
mı bulunduklan yerlerden, herke-
sin daha kolaylıkla görebileceği
yerlere taşınmış.
Hilton'un yapılışı
Başka bir deyişle, Istanbul'un
imarında ana fikir, şehrin geri
plana itilmeye çalışılmış Türk ka-
rakterinin göze çarjrîcak şekilde
ortaya çıkarılması olmuş. Bu ya-
pılırken bu şehirdeki Bizans var-
lığının inkârı ve silinmesi amacı
gudülrnemiş. Menderes ımar işi-
ne karşı açılmış olan kampanya-
dan çok yakındı. Bu işi durdur-
mak için çok propaganda yapıl-
dığını, hatta bir ara Cumhurbaş-
kanı Celal Bayar'ın dahi, bu pro-
pagandanın etkisi altında kaldığı-
nı söyledi. Bayar'ın kendisıne bir
gün " Adnan Bey, bu imar işini bi-
raz ileriye bıraksak acaba daha iyi
olmaz mı" demi$.
Cumhurbaşkanına "Hayır bc-
yefendi, bu iş kafi derecede zaten
geç kalmışUr devamında zaruret
vardır" kesin cevabını vermiş.
Bunun üzerine Bayar konuya bir
daha avdet etmemiş. îmar konu-
su ile belki bir dereceye kadar il-
gili otan Hilton Oteli'nin yapılışı
ile ilgili bir olayı da Menderes bir
başka vesile ile bana anlatmıştı.
Bilindiği üzere İstanbul'da Hil-
ton Oteli açüdığında daha Atina'-
da Hilton Oteli yoktu. Açılıştan
kısa bir süre sonra, Yunanistan
Basbakanı Karamanlis, Tür-
kiye'ye resmi ziyaret için gelmiş-
ti. Ziyaretin Ankara kısmı bittik-
ten sonra, Karamanlis programın
ikinci kısmı için Istanbul'a geçti
ve maiyetindeki heyetle birlikte
Hilton Oteli'nde misafir edildi.
Karamanlis'e bu ziyaretinde
Dışişleri Bakanı Averof da eşlik
ediyordu. Misafırler oteli çok be-
ğenmişler. Rahmetli Fatin Zorlu
tstanbul ziyareti sırasında mısa-
fırlerle hemen hemen daima be-
raberdi. Bir ara Başbakan'a "Be-
jefendi oteli o kadar begendiler
ki, heriflere adeta kompleks
geldi" dedi. Tabii Başbakan
4 0 Y I L I N A R D I N D A N D P I K T Î D A R I n £ h
'Millişef, seçimi kaybetmek ihümalinigözden uzak tutmuyordu
Inönü,'muhalefete düşmeye'hazırdı
Ertesi günü Ulus, "yan saka yan ciddi" bir söyleşiden
söz ediyordu. tnönu söze, politikayı yarış atına benzeıe-
rek başlamıştı:
"İasan bazen kaybeder, üziilur. Kabahati atına bulaca-
ğı yerde şurada burada arar" demışti. Benzetmenin ardın-
dan kimi kuşkulara yanıt verecek cumleler geliyordu:
"Secimlerin neticesi ne olursa olsun kadere boyun eg-
mek lazım gelecek. Sandık başına emniyetle gideceğiz. Her
tarafta bu emniyeti miişahade ettim. Şansımız olur da ka-
zanırsak yeni bir hamle yapacağız. Olurmak devri geçti
artık".
Çevresini alan gazetecilerden, Ulus muhabiri dışında, he-
men hepsi -kendi tanımıyla- "muhalif" gazetecilerdi. Ino-
nü'ye gore ''muhalif muhabirleri yanına çekmek kolaydı.
Patronlan ele geçirmek zordu".
Mayıs ayının ilk gunlerinde kimi duyurumlarda bulunu-
yor, geleceği haber veren, aslında "karşı kesimlere" sesle-
nen irdelemeler yapıyordu:
"tktidarda iken bütün tenkitlerinize lahammul ediyorum.
Hele bir karşınıza geçeyim de görün bakalım" diyordu.
Sonradan anlaşılacaktı. Ulus'un "yan şaka" diye tanım-
ladığı bu sözler, 1950'den sonra muhalefet lideri Inönü'-
nün "daha o günden ne kadar ciddi" olacağını gösteriyor-
du. Inönü, bir bakıma "iktidardaki İnönü'den" değil,
"muhalefetteki İnönü'den korkulması" gerektiğini duyum-
satıyordu.
Bu sozleri, Ulus dışındaki basında fazla yer alnıadı, de-
ğerlendirilmedi. Ne yazık! Oysa, her olasılığı hesap eden
Inönü, geleceği soylüyordu.
Aynı söyleşide, "Ben bu mevkiye yumuşak koltuklar-
dan gelmedim" demiş, on yıl sürecek kararlı muhalefetini
yüksek sesle açıklamıştı:
"Bu davada -demokratik rejimin yerteşmesinde- tutaca-
gım yol şudur: 'Hesapsız bir sabır, hiçbir güçluk karşısın-
da egilmeyea sebat!' "
Çevresi seçimleri kazanacaklarına inenıyordu; ama Inö-
nü, muhalefete düşme şansını azımsamıyor ve muhalefet
lideri olarak izleyeceği politikanın ana çizgilerini daha o
günden veriyordu. Ne çare, Inonu'nun seçimden önce or-
taya koyduğu, "hesapsız sabırla hiçbir güçlük karşısında
eğilmeyen sebatını" DP önderleri, başta Bayar ve Mende-
res yıllarca hesaba katmadıiar. Ulusal iradeyle bir kez ik-
tidara geldiler ya, hiç gitmeyeceklerini sandılar, "gitme-
mek karanyla" politikalar oluşturdular. Bu "sabır ve
sebata" karşı, on yıl boyunca hemen her konuda savunu-
lannı, siyasal taktiklerini "İnönü aleyhtan" kampanyala-
ra oturttular. Bu düşmanlık DP'nin sayısız hataJannı ör-
temediği gibi, Inönü'yü halkın gozünde "itibarın
doruğuna" tırmandırdı.
Virmi yıl önce - yirmi yıl sonra
İnönü, demokrasi arenasına yirmi yıl önce İzmir'deki
söyleşide söylediklerine benzer yaklaşımlarla gırmişti. Söz-
;ük farklılıklan dışında yirmi yıl onceki İnönü ile yirmi son-
raki İnonu'nün iktidar ve muhalefete bakışında pek fazla
ayrım yoktu.
1930'larda Atatürk'ün önderliğinde çok partiye geçişin
denemelerinden biri yapıldı. Fethi Bey'e kurdurulan Ser-
best Fırka, CHP'ye muhalefete geçti. Partilerarası sava-
şım bütün ağirlığıyla sürerken, Başbakan Ismet Paşa, 29
Ağustos 193O'da Sıvas'ta bir konuşma yaptı. Siyasal tari-
he "Sıvas Nutku" diye geçen konuşmada şöyle demişti:
"İktidar mevkiinin asla teşnesi (isteklisi) degiliz. İktidar
mevkiinde ancak milletvekillerinin (1950'de 'halkın' diyor-
du) itimadıyla, vaafe alarak duruyoruz. Ne kadar sert olur-
sa olsun, raüşkilal (zorluk) karşısında vazifeden çekilmek
âdetimiz olsaydı, bu mevkii çoktan terk ederdik. Eğer bir
gün milletvekilleri (50'de 'halk') iktidar mevkiinden bizi
affederse, nefes almak imkânını verecekleri için, kendile-
rine yalnız, rnüteşekkir olunız".
Yirmi yıl sonra İsmet Paşa, İzmir'de şöyle diyordu:
"Bir gün memleketim 'Artık, senin zaroanın geçti' de-
digi zaraan ona minnettar olacağım" Sıvas -1930 nutkun-
da: "İktidar mevkiinde, şimdiye kadar yaptığımız, yapmıs
olduğumuz hizmetlere ve muvaffakiyetlere dayanarak da
durmuyoruz. İktidar mevkiinde bizi tuun ve milletin ve-
killerine itimat veren, yalnız maziden aldığımız kuv\et de-
gildir. lstikbale ait olan fikirieriraizin sağlarnlığıdır" der-
ken, 195O'de İzmir'de "İhtiyarımla memleketimi türiü ih-
timailer karşısında bırakıp gitmem. ÇekiiJrim ama, bu de-
fa karşıya geçer, mücadele eder, uğraşırım" diyordu.
Sıvas'a oranla İzmir'de daha 'demokraltı'.
gunlaşıyor. Babasını idam sehpasında, iki kardeşini arka
arkaya yitiren Aydın Menderes, son kezki söyleşimizde şoy-
le konuştu: "Cumhurbaşkanı olarak Bayar, partilerarası
uzlaştmcı roliınü yapsaydı, İnönu hatalan eleştirirken
DP'nin olumlu işlerine karşı çıkarak babamı çileden çıkar-
masaydı, 27 Mayıs belki olmayabilirdi dije duşundüğum
zamanlar oluyor."
Gerçeğe bakmak
O zamarılann genç gazetecilerinden yaşıtımız Recep Bil-
giner Vatan'da, İnonu'nün İzmir Nutku'nu, "Ümitsizli-
ğin ifadesi. İnonıi, iki gündiir iküdan kaybedeceğine inan-
mış bulunuyor. Kendisini ve partisini muhalefete
hazırlıyor" diye yorumluyordu.
İzmir Nutku, genelde sadece seçimi kazanmak ya da yi-
tirmek açrsından ele alımp yorumlanmıştı. İnonu'nün söz-
1 mayısının
gunlerinde, İnönü kimi
duyurumlarda bulunuyor,
geleceği haber veren, aslında
'karşı kesimlere' seslenen
irdelemeler yapıyordu.
"İktidarda iken bütün
tenkitlerinize tahammül
ediyorum. Hele bir karşınıza
geçeyim de görün bakalım"
diyordu. Ulus gazetesinin 'yarı
şaka' olarak nitelediği bu
sözler, 1950'den şonra
muhalefet lideri İnonu'nün
daha o günden ne kadar
'ciddi' olacağını gösteriyordu. Çevresinin tersine İnonu. secimler sonucu muhalefete düş-
me ihlimalini azunsanuyordu.
"Seçmen ne duşünüyor veya karar verecek belli olmaz"-
dı. Seçimi kazansa veya yitirse "Bu şeref benim" diyecek-
ti. '50'li yılların sonunda -bugün ANAP'ın direndiği gibi-
DP'nin iktidan bir türlü bırakmak istemeyerek antidemok-
ratik oniemlere başvuracağıru Mayıs '50'de göriiyormuş gibi
sözlerini şu cümleyle bitiriyordu:
"Bir daha benim kadar sabırlısını bulamazsınız. Bir da-
ha elinize bu fırsal geçmez."
İnonu'nün '30'daki Sıvas nutkundan 80 gün sonra, 17
Kasım '30da "iki jandarma" Serbest Fırka'yı kapadı. 14
Mayıs '50'de iktidara gelen DP, on yıl on uç gün sonra 27
Mayıs '60'da genç subayların darbesiyle kapatıldı. Bayar
daha sonralan, "İnonıi ile on yıl karşıiıklı, birbirimizden
ayn ve anlamayarak konuşa konuşa 27 Mayıs'ı bulduk"
diyecekti.
Zaman geçiyor, kimi sert değerlendirmeler giderek ol-
lerini yeni yeni girdiğimiz demokratik rejimin geleceği açı-
sından yorumlayanlar da vardı. Örneğin başyazanmız Na-
dir Nadi, İzmir Nutku'nun hemen ardından 8 Mayıs
'50'deki yazısında, İnönu'yü daha geniş açıdan değerlen-
direrek şunları yazıyordu:
"Seçimleri kaybetmek ihtimalini göz önünde bulundu-
rarak konuşınakla Sayın İnönü demokrasinin temeli bil-
diğimiz halk iradesine bu memlekette artık saygı gösteril-
mesi lüzumunu kabul ediyor demektir. Bu, başlıbaşına mu-
him bir adımdır. Karşı larafın düşman sayılmaması, bizim
gibi duşunmeyenlere rey vermenin ihanetle suçlandırılma-
ması, hurriyet idaresini vünıtebilmek için gerekli ilk şart-
lardan biridir. İzmir Nutku'nda ise bu anlayışın işaretleri-
ne rastlıyor ve racmnun oluyoruz. Sonra, İnonu Halk Par-
tisi'ninkine u\ma>an zıd fikirierin serbest munaşakasını da
kabul ediyor, bunlara müsamaha gösteriyor ki, demokra-
tik mucadelenin başlıca temellerinden biri de budur. İnö-
nü hatta daba ileri gidiyor, iktidara geçmek uğruna haka-
reti ve iftirayı da mubah sayan mufrit teşekküllerden bah-
sederek, bunların zamania tekamul edeceklerini umduğu-
nu söyluyor.
Dort yıl içinde aştıgımız mesafenin azametini göstermek
bakımından ııutuk yürek ferahlatıcı ve ümit vericidir. Dört
yıllık savaşın bugünkü merhalesinde yarınımıza daha çok
güvenebilinecegine inanıyonız."
Bu irdeiemeler İnönü'ye övgü değildi. Çünkü başyaza-
nmız Nadir Nadi, yazıya dört yıl oncesini, 1946 seçimle-
rindeki ha\ayı çarpıcı biçimde anlatarak başlıyordu:
"1946 seçimlerine hukmeden havanın ne kadar gergin
olduğunu hatırtanz. İki taraf birbirini düşman sayıyordu.
Karşıiıklı çok ağır sözler söyleniyor. ifa'ralar, hakareti işpor-
ta malı gibi sokaklarda taşıyordu. Yeni kurulan rauhale-
fet partisine karşı Halk Partisi cephesinde tahammül gücü
yok denecek kadar azdı. Havayı tehlikeli bir şekilde geren
asabiyet gösterileri de daha ziyade o taraftan geliyordu.
Çok partili demokratik rejime doğru yüriimemiz husu-
sunda başlıca rollerden birini üzerine alan Sayın Cumhur-
başkanı -İnonu- o sıralarda sogukkanlılığını muhafaza ede-
mediği için çok tenkide uğramıştı. Imumi havanın tesirin-
den kurtulamadığı için kendisi de etrafına uyuyor, asagı
vukarı aynı tempo ile yüriıyordu. İsmet İnonu'nün 1946
yazında söylediği (seçim 1946 Temmuz ayında yapılmıştı)
nutuklan şimdi aynen hatırlamamıza imkfin yoksa da bun-
lann karşı tarafa yönelmiş pek şiddetli, pek subjektif bir-
takıra hucumlardan ibaret olduğunu unutmuş degiliz. Hatta
eğer aJdanmıyorsak sayın başkan o zamanki nutuklannda
şahsiyata kadar uzanmaktan kendini alamamış, Halk Par-
tisi'ndetı aynlıp muhalefete geçen bir eski millervekilini i>ke
hırpalamıştı. (Sayın Nadir Nadi, bu cumleden sonra pa-
rantez içine bir not koymuş: 'Bu zatı Halk Partisi şimdi
yeniden bağrına basmıştır.')
Nadir Nadi, '46'ları anımsattıktan sonra, "Böyle ağır-
başlı, temkinli, propagandasında ve hücumunda bile tar-
tılı nutuklara" elbette olumlu bakacaktı.
* • *
İzmir Nutku'ndan bir iki gun sonra Menderes, "CHP'nin
muhalefette iyi hizmetler yapacağına inandığım" soyledi.
Basında manşetler ikiye bölunmuştü. Dört sütun İnönü'-
nun Ege konuşmalarına, öteki dört sütun Bayar'ın çeşitli
illerdeki söylediklerine ayrılmıştı. Basın, propaganda sıra-
sında iki partiye eşit ölçüde davranıyordu. Her iki liderin
sözleri yan yanaydı.
Muhalefetle iktıdarın seçimi kazanacağını sürekli vur-
gulaması. propagandanın doğasına uygundu. Ama gerçek
neydi? İki parti lideri iktidan alacaklarına inanıyorlar mıy-
dı? CHP, İnönü gibi devlet kuran, Türk ulusunu İkinci
Dünya Savaşı'ndan kurtaran "tarihsel ağırlığı büyük bir
lokonolifin önderliğinde" seçimi alacağından kuşku duy-
muyordu. Dünya siyasetinin yeni karanlıklara açıldığı do-
nemde, ulkeyi eseniiğe ancak İnonu'nün çıkaracağına hal-
kın, seçmenin inanarak oy \ereceğini düşünüyordu. 14 ma-
)istan önce geçmişin CHP'yi yıprata,n birikimleri hemen
hiç hesaba katılmıyordu.
Ya DP? 14 mayıstan önceki günler, seçim gecesi yaşa-
nanlar, yıllar geçtikten sonraki açıklamalar, başta Bayar,
otekı DP üderlerinin çoğunluğu buyük kuçuk ama farkla
yakalayacaklanna fazla inanmadıklannı gösteriyor.
Seçim sonuçları bu nedenlerle her iki partide şok etkisi
yapacaktı. Garip bir hava yaşanacaktı 14 mayıs gecesi. "Ka-
zanan kazandıgına, kaybeden kaybettigine inanamamıştı".
O gece, sabaha karşı gerçek yuzünü gosterdikten sonra,
iki partide de tam bir şaskınlik'
Varın: .^layısın ilk 14 günü
memnun oldu. Başka bir gün ba-
na bu otel yapüırken çıkanlan
güçlükleri anlattı.
Güçlüğe sebe->, otelin önüne
Türk bayrağı ile beraber, Ameri-
kan bayrağımn çekilmesinden çık-
mış, hükûmetteki bazı bakanlar,
belki de etrafın propagandasınm
tesiri aitında kalarak buna karşı
çıkmışlar. Daha doğrusu buna
karşı çıkacaklarına dair haberier
alınmış. Bunun üzerine, Mende-
res kararnameyi Bakanlar Kuru-
lu toplantısına getirmiş. "Beyler
bu karar bugun çıkacak. İçinizde
otelin japüması ile ilgili bazı şart-
lara itirazı olanlar bulunabilir. O
takdirde itirazı olanlar gider, ka-
bul edecekler gelir ve bu otel de
yapüır" demiş. Kimse ses çıkar-
mamış ve otel de yapümış. Bunu
bana anlattıktan sonra Menderes
"işte bu yüzden otelin yapılması
neredeyse suya düşüyordu" dedi.
Sıklaşan ilişkiler
27 Mayıs öncesi olaylann git-
tikçe ciddi bir boyut kazanmaya
başlaması ile birlikte Menderes ile
Bayar arasındaki ilişkiler de bu-
na paralel olarak birdenbire de-
ğişik nitelik kazandı. Temaslar
derhal sıklaştı. Bayar evvela, haf-
tada birkaç gün daha sonraJarı
da, hemen hemen her gün Başba-
kanlığa gelmeye başladı. Gelmek-
le de kalmadı, gerçek patron gibi
de hareket etmeye başladı.
Eskiden, daha doğnısu, benim
görevimin ilk dönemlerinde, gör-
düğümun aksine, Menderes Ba-
yar'ı fazla umursamaz bir ifade
yerine daha içten bir ilgj ve say-
gıyla karşılamaya başladı. Eski-
den Bayar'ın Başbakanlığa gelme-
sinden adeta rahatsız oluyor izle-
nimi verirdi.
Bu bahsettiğim dönemde ise
verdiği izlenim, tam aksine, Ba-
yar'ın yanında olmasına bir ihti-
yaç duyduğu şeklinde idi. İlgili
bakanlar, sıkıyönetim komutanı,
vali ve guvenlikle ilgüi görevlilerle
yapılan toplantılarda Bayar genel-
likle bulunuyordu. Her ne kadar,
ben toplantılarda bulunmuyor
idiysem de, aldığım izlenim, ini-
siyatifin belirli bir şekilde Bayar'a
kaydığı yönünde idi. Toplantılar
sadece Başbakanlıkta değil, Çan-
kaya'da da yapılıyordu. Bayar,
İnonu'nün, yasağa rağmen Kay-
seri'ye gitmekte ısrar etmesi üze-
rine çıkan kriz sırasında da, ini-
siyatifı ele almıştı.
Bayar'ın emri
27 Mayıs öncesinın en önemli
olaylarmdan biri olan malum Kı-
zılay meydanı olaylanndan he-
men sonra, Bayar Başbakanlığa
geldi. Bir süre Başbakan'ın yanın-
da kaldı. Bu ara, İçişleri Bakauı
Namık Gedik bir yere telefon et-
mek için benim odama gelmişti.
Birden kapı açıldı ve Bayar içeri-
ye daidı. Büyuk bir hiddet içinde
olduğu yüzündeki ifadeden belu
oluyordu. Ancak diğerlerinin ak-
sine paniğe kapılmış bir hali yok-
tu. Odarun ortasına kadar geldi ve
Namık Gedik'e "Namık Bey dog-
ru Kızılay'a gidin, kalabalıgın
derhal dağılmasını, aksi halde ateş
edilecegini megafonlarla ilan
edin" dedi.
Bir hayli telaşlı olan Gedik, sa-
dece "Başüstüne beyefendi" de-
di ve hızla ayrıldı. Bayar da, Baş-
bakan'ın odasına geri döndü. Al-
lahtan güvenlik görevlılerinin di-
rayeti sayesinde üzücü bir geliş-
meye meydan verilmeden kalaba-
lığın dağıtdması işi haüedildi. Bu
konu Yassıada mahkemeleri sıra-
sında ortaya atıldı.
Bayar odama geldiği sırada,
odamda Anadolu Ajansı Genel
Müdurü Finızan Tekll, Profesör
Memduh Yaşa ve kim olduğunu
şimdi hatırlayamadığım bir kişi
daha vardı.
27 Mayıs'tan sonra böyle bir
olay geçtiği şuyû bulmuş. Yalnız
önemii değışikliğe uğramış Dışiş-
leri Bakanhğı'nda çalışırken bir
telefon geldi ve beni Adalet Ba-
kanı'nın beklediğini söylediler.
Hemen gittim. Beni bakanın ma-
kam odasının yanında bir odaya
aldılar. Odada, askeri yargıçlar-
dan şimdi rahmete kavuşmuş olan
Fikret Ekioci vardı. Bakan yok-
tu.
Ekinci, Bayar'ın Gedik'e, benim
odamda Kızılay'a gidip megafon-
la dağılın anonsu yapması ve ka-
labalık dağılmazsa üzerlerine ateş
edilmesi emrini verdiğinin öğrenil-
diğini söyledi ve bu hususta ifa-
de vermemi istedi. Fikret Ekinci'-
yi daha önceden tamrdım. Ken-
disine benim hatınmda kaian ile
kendilerine ulaşan bilgi arasında
çok buyuk fark olduğunu ve far-
kın da son derece önemli olduğu-
nu soyledim ve bu ifadeleri tam
haıırlayabümem için bana müsa-
ade etmesini istedim. Ertesi gün
beni beklediğini söyledi. O gece
hafızamı zorladım. Bayar'ın, Ge-
dik'e, sadece megafonla dağılın-
ması, aksi haide ateş edileceğinin
megafonla ilan edilmesi emrini
verdiğini, belki kelimesi kelimesi-
ne olmasa bile, söylenenin esas iti-
barıyla bundan ibaret oiduğuna
kanaat getirdim ve ertesi gün
Ekinci'ye, bunu yazılj olarak ver-
dim.
Bu suretle bana atfedilecek bir
ifadenin, aslına uygun bir şekil-
de dosyasına geçmesini sağladım.
Yarın: Menderes ve
dış politika