25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 16MAYIS 1990 DP iktidannın son yıllarına doğru Cumhurbaşkanı inisiyatifı ele almıştı Bayar'dan 'patron davranışı'Asıl mesele, raemleketin kade- rinde söz sahibi bir kimsenin, ta- banJa iletişimde etkili bir bağ olan basın müessesesine karşı duydu- ğu infialin, herkesin teslim ettiği nezaketini bile frenJeyemeyecek boyutlara ulaşmış olmasıdır. Bu durumun vebaJini, sadece kızana yukleraek suretiyle sağlıkb bir de- ğerlendirme yapılmasının raüm- kun olabileceğini zannetmiyorum. Nedenleri daha aynnlılı ve derin- lemesine incelemekte herhaJde ya- rar vardır. Merhum Sıtkı Yırcalı'mn, 27 Mayıs'tan bir süre önce Türkiye Büyük MiUet Medisi Başkanlığı'- na adaylığı ile ılgili gelısmeleri de, bu yakın çevre sorunu açısından incelemek mümkündür. Bilindiği gibi Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden berı Meclis başkan- lığına, partınin kurucularından merhum Refik Koraltan hep adaylığım koyuyor ve her seçim- de de muntazaman sorunsuz se- çiliyordu. thtilaJden önceki son seçimde, Sıtkı Yırcalı adaylıgını koydu. Buna hem Bayar hem Menderes büyük tepki gösterdiler. Mende- res, bu adaylığın geri almması için yoğun faaliyet gösterdi. Yırcalı ile İstanbul'da bir yemekte gönlştü ve kendisini iknaya uğraştı. Ben yemekte bulunmadığım için ye- mek sırasında neler konuşulduğu- nu bilmiyorum. Fakat yemek bit- tikten sonra, acele bazı işler için yanına girdiğimde, görüşmenin hayli gergin geçtiğuü, Başbakan'- ın sinırli halinden anladım. Ben arzda bulunurken onun aklırun başka yerde bulunduğu hissediliyordu. Konuşurken sözu- mü kesti ve "Degnegi biz sivril- lik, sivrilir simlmez bize batma- y« kalkıyor" dedi. Bu yemekten sonra caydırma faaliyetleri devam etti ve Koraltan yeniden başkan- lığa seçildi. Menderes'in Koraltan ile temasları, çok asgari düzeyde idi. Tabii görevde bulunduğum sı- radaki durumdan bahsediyorum. Menderes'in, Koraltan'la, benim görevde bulunduğum sıradaki te- masları, resmi davetlerdeki kısa görüşmeleri hariç, birkaç buluş- mayı geçmez; görüşme talebinde bulunduğunda veya randevusuz geldiğinde, cahatazhk hissettiği- Başlangıçta Bayar'ın başbakanlığa geknekte olduğunu her haber verişimde, Menderes'in en azından sevinmediğini Ş söyleyebilirim. Fakat gene de Bayar'ı Başbakanlığın merdivenlerinde karşılar saygıda Menderes, Bayar'a giderek daha fazla ihtiyaç duyuyordu. kusur etmezdi. Mayıs'a doğru, Menderes ve Bayar ilişkileri değişik bir nitelik kazandı. Menderes, Bayar'ı eskisi gibi umurşamaz bir ifade ile degil, daha içten bir ilgi ve saygı ile karşılamaya başladı. Aldığım izlenim, inisiyatifin Bayar'a kaydığı yönünde idi. Cebü Bayar, Cumhuriyel'i 'letkik' ediyor. ni de biliyorum. Yunanistaıı Basbakanı Kara- manlis geldiğinde, verilen bir da- vette Koraitan'm Karamanlis'le pek uzun göriişmesini önlemek için Dışişleri Bakanı Zorlu'yu gönderip Karamanlis'i münasip bir şekilde başka bir gruba yönelt- tiğini de hatırlıyorum. Dolayısiy- le, Koraltan'a birdenbire bu ölçü- de sahip çıkılmasının, Koraltan'ı desteklemekten ve onu başkanlık için en uygun aday görmesinden çok, statüyü bozmamak ve kont- roi edilebilecegi şüpheli birisinin o makama gelmesini önlemek amacından kaynaklandığı, zanne- derim rahatlıkla söylenebilir. Bayar-Menderes Göreve başladıktan sonra dik- katimi özellikle çeken bir husus da, Menderes'in Cumhurbaşkanı Bayar'la o sıradaki, yani benim görev süremdeki ilişkileri idi. 27 Mayıs'la noktalanacak olaylann gelişmeye başladığı kriz dönemi- ne kadar Menderes'le Bayar ara- sındaki temaslar, göze batacak 61- çude seyrekti. AyTica bu temaslar- daki hava da. ruspeten resmi ve hatta biraz da mesafeli idi; temas- larda imsiyatif daha çok, Bayar- dan geliyordu. Kriz dönemi hariç, Menderes'in Çankaya'ya çıkma- sı, seyrek istisnalar dışında, ya- bancı devlet adamlarının Türki- ye'yi ziyaretleri ile ilgili toplantı vedavetlere inhisar ediyordu. Bu- nunla beraber, bütün bu temas- larda Menderes, cumhurbaşkam- na gerekli saygıda kusur etmiyor- du. Bayar'ın Başbakanlığa gel- mekte olduğunu her haber veri- şimde kendisinin en azından se- vinmediğini söyleyebilirim. Fakat gene de, cumhurbaşkanıru Başba- kanlığın merdivenlerinde karşılar, gayet saygılı davranırdı. istanbul'da iken bir akşam, vi- layetteki büroya gitmek üzere Park Otel'den hareket ettik. Baş- bakan beni otomobilde yanına al- mıştı. Dohnabahçe yokuşunu inip Tophaneye doğru sapmıştık. Mehtaplı bir akşamdı. Yeni restore edilmiş olan Nus- retiye Camii, arkasında mehtap, gerçekten kıymetli bir biblo gibi göze çarpıyordu. Başbakan'a Ga- latasaray'ın Onaköy'deki ilk kıs- mında okurken bu yoldan çok geçtiğimi, çok dar olan bu yolun etrafında köhne binaiann bulun- duğunu, gerek bu cami gerek di- ğer tarihi binaiann burada varlı- ğını, ancak bu yol açıldıktan son- ra fark ettiğimi soyledim. "Tabii fark etmezsiniz, çunkü bütün bunlan herkesten adeta gizlemek için ne mümkunse yapılmış, bu camiin yanı Ford garajı idi. Ga- rajı yaparken caminin duvarları- nı delmişler ve garaj binasını ade- ta camiye asmışlar. etrafı da ta- bii mezbelelik, civarda gördüğü- nüz çeşme v.s. gibi abideler so- kaklar arasında idi. Bunlan res- tore edip buralara taşıdık, etrafı temizledik. Bu yol şimdi vab gi- bi done done gider" dedi. İstanbul'un i Bunlan büyük bir heyecan ve coşku ile soylüyordu. Daha son- ra İstanbul'un iman konusuna geçti. O dönemde bu imar işinin gerekliliği sık sık tartışılıyordu. Konuyu bana adeta savunur gibi anlattı. Söylediklerini, hatınmda kaldığı kadarıyla özetlemeye ça- lışıyorum. Bunu bu bölümde aıı- latmamın nedeni, bu vesile ile cumhurbaşkanı ile arasında, bu konuda bir gorüs aynlığının var- lığına da temas etmiş olmasından- dır. Menderes önce tstanbul gibi ta- rıhi ve dünyanın en guzel şehirle- rinden biri olan şehrin bir an ev- vel imannın taşıdığı önceliği vur- guladı. Bu konuya gereken öne- mi vermenin, bir görev oiduğuna işaret etti. Konuya, bu açıdan yaklaştığını, bunun için yerli ve yabancı birçok uzmanla çok sıkı temas ve istişareler yapıldığını soyledi. Yabancı uzmanlarla ya- pılan temaslarda, bu uzmanlann, şehrin daha çok Bizans karakte- rini ortaya çıkaracak bir yaklaşım içinde olduklannı görmüş. Bu yaklaşım, sadece bir uzmanda go- rülmemiş, temas edilen yabancı uzmanlann hemen hepsınin kafa- sının ardında şehrin bir Bizans şehri olduğu sabit fikri varmış. Bunların yaptıklan butun öne- rilerde, ağırlık noktasının bu ol- duğu açıkca görülmüş. Bunun üzerine bu işi kendi adamlarımız ve kendi imkânlanmızla yapmak- tan başka çare oimadığı, kesin bir sonuç olarak ortaya çıkmrş. tşte bu sebepten dolayı öncelik mahal- ieler arasında ve arka sokaklarda sıkışıp kalmış Türk eserlerinın tes- piti ve bunların daha göze bata- cak şekilde ortaya çıkanlmasına verilmiş. Bunlann bir kısmırun et- rafının temizlenmesi ve restore edilmesi yoluna gidilmiş. Bir kıs- mı bulunduklan yerlerden, herke- sin daha kolaylıkla görebileceği yerlere taşınmış. Hilton'un yapılışı Başka bir deyişle, Istanbul'un imarında ana fikir, şehrin geri plana itilmeye çalışılmış Türk ka- rakterinin göze çarjrîcak şekilde ortaya çıkarılması olmuş. Bu ya- pılırken bu şehirdeki Bizans var- lığının inkârı ve silinmesi amacı gudülrnemiş. Menderes ımar işi- ne karşı açılmış olan kampanya- dan çok yakındı. Bu işi durdur- mak için çok propaganda yapıl- dığını, hatta bir ara Cumhurbaş- kanı Celal Bayar'ın dahi, bu pro- pagandanın etkisi altında kaldığı- nı söyledi. Bayar'ın kendisıne bir gün " Adnan Bey, bu imar işini bi- raz ileriye bıraksak acaba daha iyi olmaz mı" demi$. Cumhurbaşkanına "Hayır bc- yefendi, bu iş kafi derecede zaten geç kalmışUr devamında zaruret vardır" kesin cevabını vermiş. Bunun üzerine Bayar konuya bir daha avdet etmemiş. îmar konu- su ile belki bir dereceye kadar il- gili otan Hilton Oteli'nin yapılışı ile ilgili bir olayı da Menderes bir başka vesile ile bana anlatmıştı. Bilindiği üzere İstanbul'da Hil- ton Oteli açüdığında daha Atina'- da Hilton Oteli yoktu. Açılıştan kısa bir süre sonra, Yunanistan Basbakanı Karamanlis, Tür- kiye'ye resmi ziyaret için gelmiş- ti. Ziyaretin Ankara kısmı bittik- ten sonra, Karamanlis programın ikinci kısmı için Istanbul'a geçti ve maiyetindeki heyetle birlikte Hilton Oteli'nde misafir edildi. Karamanlis'e bu ziyaretinde Dışişleri Bakanı Averof da eşlik ediyordu. Misafırler oteli çok be- ğenmişler. Rahmetli Fatin Zorlu tstanbul ziyareti sırasında mısa- fırlerle hemen hemen daima be- raberdi. Bir ara Başbakan'a "Be- jefendi oteli o kadar begendiler ki, heriflere adeta kompleks geldi" dedi. Tabii Başbakan 4 0 Y I L I N A R D I N D A N D P I K T Î D A R I n £ h 'Millişef, seçimi kaybetmek ihümalinigözden uzak tutmuyordu Inönü,'muhalefete düşmeye'hazırdı Ertesi günü Ulus, "yan saka yan ciddi" bir söyleşiden söz ediyordu. tnönu söze, politikayı yarış atına benzeıe- rek başlamıştı: "İasan bazen kaybeder, üziilur. Kabahati atına bulaca- ğı yerde şurada burada arar" demışti. Benzetmenin ardın- dan kimi kuşkulara yanıt verecek cumleler geliyordu: "Secimlerin neticesi ne olursa olsun kadere boyun eg- mek lazım gelecek. Sandık başına emniyetle gideceğiz. Her tarafta bu emniyeti miişahade ettim. Şansımız olur da ka- zanırsak yeni bir hamle yapacağız. Olurmak devri geçti artık". Çevresini alan gazetecilerden, Ulus muhabiri dışında, he- men hepsi -kendi tanımıyla- "muhalif" gazetecilerdi. Ino- nü'ye gore ''muhalif muhabirleri yanına çekmek kolaydı. Patronlan ele geçirmek zordu". Mayıs ayının ilk gunlerinde kimi duyurumlarda bulunu- yor, geleceği haber veren, aslında "karşı kesimlere" sesle- nen irdelemeler yapıyordu: "tktidarda iken bütün tenkitlerinize lahammul ediyorum. Hele bir karşınıza geçeyim de görün bakalım" diyordu. Sonradan anlaşılacaktı. Ulus'un "yan şaka" diye tanım- ladığı bu sözler, 1950'den sonra muhalefet lideri Inönü'- nün "daha o günden ne kadar ciddi" olacağını gösteriyor- du. Inönü, bir bakıma "iktidardaki İnönü'den" değil, "muhalefetteki İnönü'den korkulması" gerektiğini duyum- satıyordu. Bu sozleri, Ulus dışındaki basında fazla yer alnıadı, de- ğerlendirilmedi. Ne yazık! Oysa, her olasılığı hesap eden Inönü, geleceği soylüyordu. Aynı söyleşide, "Ben bu mevkiye yumuşak koltuklar- dan gelmedim" demiş, on yıl sürecek kararlı muhalefetini yüksek sesle açıklamıştı: "Bu davada -demokratik rejimin yerteşmesinde- tutaca- gım yol şudur: 'Hesapsız bir sabır, hiçbir güçluk karşısın- da egilmeyea sebat!' " Çevresi seçimleri kazanacaklarına inenıyordu; ama Inö- nü, muhalefete düşme şansını azımsamıyor ve muhalefet lideri olarak izleyeceği politikanın ana çizgilerini daha o günden veriyordu. Ne çare, Inonu'nun seçimden önce or- taya koyduğu, "hesapsız sabırla hiçbir güçlük karşısında eğilmeyen sebatını" DP önderleri, başta Bayar ve Mende- res yıllarca hesaba katmadıiar. Ulusal iradeyle bir kez ik- tidara geldiler ya, hiç gitmeyeceklerini sandılar, "gitme- mek karanyla" politikalar oluşturdular. Bu "sabır ve sebata" karşı, on yıl boyunca hemen her konuda savunu- lannı, siyasal taktiklerini "İnönü aleyhtan" kampanyala- ra oturttular. Bu düşmanlık DP'nin sayısız hataJannı ör- temediği gibi, Inönü'yü halkın gozünde "itibarın doruğuna" tırmandırdı. Virmi yıl önce - yirmi yıl sonra İnönü, demokrasi arenasına yirmi yıl önce İzmir'deki söyleşide söylediklerine benzer yaklaşımlarla gırmişti. Söz- ;ük farklılıklan dışında yirmi yıl onceki İnönü ile yirmi son- raki İnonu'nün iktidar ve muhalefete bakışında pek fazla ayrım yoktu. 1930'larda Atatürk'ün önderliğinde çok partiye geçişin denemelerinden biri yapıldı. Fethi Bey'e kurdurulan Ser- best Fırka, CHP'ye muhalefete geçti. Partilerarası sava- şım bütün ağirlığıyla sürerken, Başbakan Ismet Paşa, 29 Ağustos 193O'da Sıvas'ta bir konuşma yaptı. Siyasal tari- he "Sıvas Nutku" diye geçen konuşmada şöyle demişti: "İktidar mevkiinin asla teşnesi (isteklisi) degiliz. İktidar mevkiinde ancak milletvekillerinin (1950'de 'halkın' diyor- du) itimadıyla, vaafe alarak duruyoruz. Ne kadar sert olur- sa olsun, raüşkilal (zorluk) karşısında vazifeden çekilmek âdetimiz olsaydı, bu mevkii çoktan terk ederdik. Eğer bir gün milletvekilleri (50'de 'halk') iktidar mevkiinden bizi affederse, nefes almak imkânını verecekleri için, kendile- rine yalnız, rnüteşekkir olunız". Yirmi yıl sonra İsmet Paşa, İzmir'de şöyle diyordu: "Bir gün memleketim 'Artık, senin zaroanın geçti' de- digi zaraan ona minnettar olacağım" Sıvas -1930 nutkun- da: "İktidar mevkiinde, şimdiye kadar yaptığımız, yapmıs olduğumuz hizmetlere ve muvaffakiyetlere dayanarak da durmuyoruz. İktidar mevkiinde bizi tuun ve milletin ve- killerine itimat veren, yalnız maziden aldığımız kuv\et de- gildir. lstikbale ait olan fikirieriraizin sağlarnlığıdır" der- ken, 195O'de İzmir'de "İhtiyarımla memleketimi türiü ih- timailer karşısında bırakıp gitmem. ÇekiiJrim ama, bu de- fa karşıya geçer, mücadele eder, uğraşırım" diyordu. Sıvas'a oranla İzmir'de daha 'demokraltı'. gunlaşıyor. Babasını idam sehpasında, iki kardeşini arka arkaya yitiren Aydın Menderes, son kezki söyleşimizde şoy- le konuştu: "Cumhurbaşkanı olarak Bayar, partilerarası uzlaştmcı roliınü yapsaydı, İnönu hatalan eleştirirken DP'nin olumlu işlerine karşı çıkarak babamı çileden çıkar- masaydı, 27 Mayıs belki olmayabilirdi dije duşundüğum zamanlar oluyor." Gerçeğe bakmak O zamarılann genç gazetecilerinden yaşıtımız Recep Bil- giner Vatan'da, İnonu'nün İzmir Nutku'nu, "Ümitsizli- ğin ifadesi. İnonıi, iki gündiir iküdan kaybedeceğine inan- mış bulunuyor. Kendisini ve partisini muhalefete hazırlıyor" diye yorumluyordu. İzmir Nutku, genelde sadece seçimi kazanmak ya da yi- tirmek açrsından ele alımp yorumlanmıştı. İnonu'nün söz- 1 mayısının gunlerinde, İnönü kimi duyurumlarda bulunuyor, geleceği haber veren, aslında 'karşı kesimlere' seslenen irdelemeler yapıyordu. "İktidarda iken bütün tenkitlerinize tahammül ediyorum. Hele bir karşınıza geçeyim de görün bakalım" diyordu. Ulus gazetesinin 'yarı şaka' olarak nitelediği bu sözler, 1950'den şonra muhalefet lideri İnonu'nün daha o günden ne kadar 'ciddi' olacağını gösteriyordu. Çevresinin tersine İnonu. secimler sonucu muhalefete düş- me ihlimalini azunsanuyordu. "Seçmen ne duşünüyor veya karar verecek belli olmaz"- dı. Seçimi kazansa veya yitirse "Bu şeref benim" diyecek- ti. '50'li yılların sonunda -bugün ANAP'ın direndiği gibi- DP'nin iktidan bir türlü bırakmak istemeyerek antidemok- ratik oniemlere başvuracağıru Mayıs '50'de göriiyormuş gibi sözlerini şu cümleyle bitiriyordu: "Bir daha benim kadar sabırlısını bulamazsınız. Bir da- ha elinize bu fırsal geçmez." İnonu'nün '30'daki Sıvas nutkundan 80 gün sonra, 17 Kasım '30da "iki jandarma" Serbest Fırka'yı kapadı. 14 Mayıs '50'de iktidara gelen DP, on yıl on uç gün sonra 27 Mayıs '60'da genç subayların darbesiyle kapatıldı. Bayar daha sonralan, "İnonıi ile on yıl karşıiıklı, birbirimizden ayn ve anlamayarak konuşa konuşa 27 Mayıs'ı bulduk" diyecekti. Zaman geçiyor, kimi sert değerlendirmeler giderek ol- lerini yeni yeni girdiğimiz demokratik rejimin geleceği açı- sından yorumlayanlar da vardı. Örneğin başyazanmız Na- dir Nadi, İzmir Nutku'nun hemen ardından 8 Mayıs '50'deki yazısında, İnönu'yü daha geniş açıdan değerlen- direrek şunları yazıyordu: "Seçimleri kaybetmek ihtimalini göz önünde bulundu- rarak konuşınakla Sayın İnönü demokrasinin temeli bil- diğimiz halk iradesine bu memlekette artık saygı gösteril- mesi lüzumunu kabul ediyor demektir. Bu, başlıbaşına mu- him bir adımdır. Karşı larafın düşman sayılmaması, bizim gibi duşunmeyenlere rey vermenin ihanetle suçlandırılma- ması, hurriyet idaresini vünıtebilmek için gerekli ilk şart- lardan biridir. İzmir Nutku'nda ise bu anlayışın işaretleri- ne rastlıyor ve racmnun oluyoruz. Sonra, İnonu Halk Par- tisi'ninkine u\ma>an zıd fikirierin serbest munaşakasını da kabul ediyor, bunlara müsamaha gösteriyor ki, demokra- tik mucadelenin başlıca temellerinden biri de budur. İnö- nü hatta daba ileri gidiyor, iktidara geçmek uğruna haka- reti ve iftirayı da mubah sayan mufrit teşekküllerden bah- sederek, bunların zamania tekamul edeceklerini umduğu- nu söyluyor. Dort yıl içinde aştıgımız mesafenin azametini göstermek bakımından ııutuk yürek ferahlatıcı ve ümit vericidir. Dört yıllık savaşın bugünkü merhalesinde yarınımıza daha çok güvenebilinecegine inanıyonız." Bu irdeiemeler İnönü'ye övgü değildi. Çünkü başyaza- nmız Nadir Nadi, yazıya dört yıl oncesini, 1946 seçimle- rindeki ha\ayı çarpıcı biçimde anlatarak başlıyordu: "1946 seçimlerine hukmeden havanın ne kadar gergin olduğunu hatırtanz. İki taraf birbirini düşman sayıyordu. Karşıiıklı çok ağır sözler söyleniyor. ifa'ralar, hakareti işpor- ta malı gibi sokaklarda taşıyordu. Yeni kurulan rauhale- fet partisine karşı Halk Partisi cephesinde tahammül gücü yok denecek kadar azdı. Havayı tehlikeli bir şekilde geren asabiyet gösterileri de daha ziyade o taraftan geliyordu. Çok partili demokratik rejime doğru yüriimemiz husu- sunda başlıca rollerden birini üzerine alan Sayın Cumhur- başkanı -İnonu- o sıralarda sogukkanlılığını muhafaza ede- mediği için çok tenkide uğramıştı. Imumi havanın tesirin- den kurtulamadığı için kendisi de etrafına uyuyor, asagı vukarı aynı tempo ile yüriıyordu. İsmet İnonu'nün 1946 yazında söylediği (seçim 1946 Temmuz ayında yapılmıştı) nutuklan şimdi aynen hatırlamamıza imkfin yoksa da bun- lann karşı tarafa yönelmiş pek şiddetli, pek subjektif bir- takıra hucumlardan ibaret olduğunu unutmuş degiliz. Hatta eğer aJdanmıyorsak sayın başkan o zamanki nutuklannda şahsiyata kadar uzanmaktan kendini alamamış, Halk Par- tisi'ndetı aynlıp muhalefete geçen bir eski millervekilini i>ke hırpalamıştı. (Sayın Nadir Nadi, bu cumleden sonra pa- rantez içine bir not koymuş: 'Bu zatı Halk Partisi şimdi yeniden bağrına basmıştır.') Nadir Nadi, '46'ları anımsattıktan sonra, "Böyle ağır- başlı, temkinli, propagandasında ve hücumunda bile tar- tılı nutuklara" elbette olumlu bakacaktı. * • * İzmir Nutku'ndan bir iki gun sonra Menderes, "CHP'nin muhalefette iyi hizmetler yapacağına inandığım" soyledi. Basında manşetler ikiye bölunmuştü. Dört sütun İnönü'- nun Ege konuşmalarına, öteki dört sütun Bayar'ın çeşitli illerdeki söylediklerine ayrılmıştı. Basın, propaganda sıra- sında iki partiye eşit ölçüde davranıyordu. Her iki liderin sözleri yan yanaydı. Muhalefetle iktıdarın seçimi kazanacağını sürekli vur- gulaması. propagandanın doğasına uygundu. Ama gerçek neydi? İki parti lideri iktidan alacaklarına inanıyorlar mıy- dı? CHP, İnönü gibi devlet kuran, Türk ulusunu İkinci Dünya Savaşı'ndan kurtaran "tarihsel ağırlığı büyük bir lokonolifin önderliğinde" seçimi alacağından kuşku duy- muyordu. Dünya siyasetinin yeni karanlıklara açıldığı do- nemde, ulkeyi eseniiğe ancak İnonu'nün çıkaracağına hal- kın, seçmenin inanarak oy \ereceğini düşünüyordu. 14 ma- )istan önce geçmişin CHP'yi yıprata,n birikimleri hemen hiç hesaba katılmıyordu. Ya DP? 14 mayıstan önceki günler, seçim gecesi yaşa- nanlar, yıllar geçtikten sonraki açıklamalar, başta Bayar, otekı DP üderlerinin çoğunluğu buyük kuçuk ama farkla yakalayacaklanna fazla inanmadıklannı gösteriyor. Seçim sonuçları bu nedenlerle her iki partide şok etkisi yapacaktı. Garip bir hava yaşanacaktı 14 mayıs gecesi. "Ka- zanan kazandıgına, kaybeden kaybettigine inanamamıştı". O gece, sabaha karşı gerçek yuzünü gosterdikten sonra, iki partide de tam bir şaskınlik' Varın: .^layısın ilk 14 günü memnun oldu. Başka bir gün ba- na bu otel yapüırken çıkanlan güçlükleri anlattı. Güçlüğe sebe->, otelin önüne Türk bayrağı ile beraber, Ameri- kan bayrağımn çekilmesinden çık- mış, hükûmetteki bazı bakanlar, belki de etrafın propagandasınm tesiri aitında kalarak buna karşı çıkmışlar. Daha doğrusu buna karşı çıkacaklarına dair haberier alınmış. Bunun üzerine, Mende- res kararnameyi Bakanlar Kuru- lu toplantısına getirmiş. "Beyler bu karar bugun çıkacak. İçinizde otelin japüması ile ilgili bazı şart- lara itirazı olanlar bulunabilir. O takdirde itirazı olanlar gider, ka- bul edecekler gelir ve bu otel de yapüır" demiş. Kimse ses çıkar- mamış ve otel de yapümış. Bunu bana anlattıktan sonra Menderes "işte bu yüzden otelin yapılması neredeyse suya düşüyordu" dedi. Sıklaşan ilişkiler 27 Mayıs öncesi olaylann git- tikçe ciddi bir boyut kazanmaya başlaması ile birlikte Menderes ile Bayar arasındaki ilişkiler de bu- na paralel olarak birdenbire de- ğişik nitelik kazandı. Temaslar derhal sıklaştı. Bayar evvela, haf- tada birkaç gün daha sonraJarı da, hemen hemen her gün Başba- kanlığa gelmeye başladı. Gelmek- le de kalmadı, gerçek patron gibi de hareket etmeye başladı. Eskiden, daha doğnısu, benim görevimin ilk dönemlerinde, gör- düğümun aksine, Menderes Ba- yar'ı fazla umursamaz bir ifade yerine daha içten bir ilgj ve say- gıyla karşılamaya başladı. Eski- den Bayar'ın Başbakanlığa gelme- sinden adeta rahatsız oluyor izle- nimi verirdi. Bu bahsettiğim dönemde ise verdiği izlenim, tam aksine, Ba- yar'ın yanında olmasına bir ihti- yaç duyduğu şeklinde idi. İlgili bakanlar, sıkıyönetim komutanı, vali ve guvenlikle ilgüi görevlilerle yapılan toplantılarda Bayar genel- likle bulunuyordu. Her ne kadar, ben toplantılarda bulunmuyor idiysem de, aldığım izlenim, ini- siyatifin belirli bir şekilde Bayar'a kaydığı yönünde idi. Toplantılar sadece Başbakanlıkta değil, Çan- kaya'da da yapılıyordu. Bayar, İnonu'nün, yasağa rağmen Kay- seri'ye gitmekte ısrar etmesi üze- rine çıkan kriz sırasında da, ini- siyatifı ele almıştı. Bayar'ın emri 27 Mayıs öncesinın en önemli olaylarmdan biri olan malum Kı- zılay meydanı olaylanndan he- men sonra, Bayar Başbakanlığa geldi. Bir süre Başbakan'ın yanın- da kaldı. Bu ara, İçişleri Bakauı Namık Gedik bir yere telefon et- mek için benim odama gelmişti. Birden kapı açıldı ve Bayar içeri- ye daidı. Büyuk bir hiddet içinde olduğu yüzündeki ifadeden belu oluyordu. Ancak diğerlerinin ak- sine paniğe kapılmış bir hali yok- tu. Odarun ortasına kadar geldi ve Namık Gedik'e "Namık Bey dog- ru Kızılay'a gidin, kalabalıgın derhal dağılmasını, aksi halde ateş edilecegini megafonlarla ilan edin" dedi. Bir hayli telaşlı olan Gedik, sa- dece "Başüstüne beyefendi" de- di ve hızla ayrıldı. Bayar da, Baş- bakan'ın odasına geri döndü. Al- lahtan güvenlik görevlılerinin di- rayeti sayesinde üzücü bir geliş- meye meydan verilmeden kalaba- lığın dağıtdması işi haüedildi. Bu konu Yassıada mahkemeleri sıra- sında ortaya atıldı. Bayar odama geldiği sırada, odamda Anadolu Ajansı Genel Müdurü Finızan Tekll, Profesör Memduh Yaşa ve kim olduğunu şimdi hatırlayamadığım bir kişi daha vardı. 27 Mayıs'tan sonra böyle bir olay geçtiği şuyû bulmuş. Yalnız önemii değışikliğe uğramış Dışiş- leri Bakanhğı'nda çalışırken bir telefon geldi ve beni Adalet Ba- kanı'nın beklediğini söylediler. Hemen gittim. Beni bakanın ma- kam odasının yanında bir odaya aldılar. Odada, askeri yargıçlar- dan şimdi rahmete kavuşmuş olan Fikret Ekioci vardı. Bakan yok- tu. Ekinci, Bayar'ın Gedik'e, benim odamda Kızılay'a gidip megafon- la dağılın anonsu yapması ve ka- labalık dağılmazsa üzerlerine ateş edilmesi emrini verdiğinin öğrenil- diğini söyledi ve bu hususta ifa- de vermemi istedi. Fikret Ekinci'- yi daha önceden tamrdım. Ken- disine benim hatınmda kaian ile kendilerine ulaşan bilgi arasında çok buyuk fark olduğunu ve far- kın da son derece önemli olduğu- nu soyledim ve bu ifadeleri tam haıırlayabümem için bana müsa- ade etmesini istedim. Ertesi gün beni beklediğini söyledi. O gece hafızamı zorladım. Bayar'ın, Ge- dik'e, sadece megafonla dağılın- ması, aksi haide ateş edileceğinin megafonla ilan edilmesi emrini verdiğini, belki kelimesi kelimesi- ne olmasa bile, söylenenin esas iti- barıyla bundan ibaret oiduğuna kanaat getirdim ve ertesi gün Ekinci'ye, bunu yazılj olarak ver- dim. Bu suretle bana atfedilecek bir ifadenin, aslına uygun bir şekil- de dosyasına geçmesini sağladım. Yarın: Menderes ve dış politika
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle