Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 14 MA YIS 1990
Başbakan Menderes
f
e her sabah yağmur durumu ve döviz girdileri bildirilirdi. Bir sabah Menderes sevindi
400 milyon dolara 'maşallah'— 2 —
Göreve başlamam istendiği ta-
rihte, sabah mesai saatinde, ozel
kalerae gittim. Bir suredir öze' !,a-
lemde çalışan, gene bizirrı bakan-
lığımız mensubu Şefik Fenmeıt,
bana görev hakkında özet bilgi
verdi. Daha sonra ozel kalem me-
murlarını tanıttı. Bir sure sonra
başbakanın gelmekte olduğunu
anons eden zil çaJdı. Fenmen, baş-
bakanı, gelırken merdiven başın-
da karşılamak, giderken de aynı
yerde uğurlamanın âdet olduğunu
soyledi. Beraber merdiven başına
gittik.
Menderes'le tanışma
Menderes, her ikımizin de eiini
sıkıp, hatınmızı sordu. Bana dö-
nerek, gorevimin hayırlı olmasını
diledı, başanlar temenni etti. Be-
nim goreve başlamam Londra'da
vukubulmuş feei uçak kazasım
hemen takip eden gunlere rastlı-
yordu. Menderes bu kazadan mu-
cizevi şekildekurtulmuştu. Kaza-
dan bu yana Başbakanlıktaki bu-
rosuna ilk defa geliyordu. Yüzıın-
de hem yorgun hem üzuntulü bir
ifade vardı. Konuşurken sesi çok
yavaş çıkıyordu. Daha sonra Baş-
bakan'ın kazadan hiçbir yara be-
re aimadan kurtulduğuna dair ha-
berin pek doğru olmadığını, ka-
za sırasında kaburgalannın ezildi-
ğini öğrendim. Niiekim bu ezilme-
ler, kendisine en az bir ay, bir hayli
ıstırap verdi. Fakat bunu belli et-
memeye ozen gösterdi.
Menderes iie çalıştığım sure
içinde aşağı yukan ayda bir defa
İstanbul'a gittik. Bunun yeni bir
uyguJama olmadığmı, eskiden be-
ri bunun böyle devam ettiğıni ba-
na söylediler. İstanbul'a gidiş ka-
rarını aniden verirdi ve>'a eğer ka-
rarını önceden veriyor idivse bile
biz bunu son anda öğrenirdık.
Çok kere meydandan telefon edi-
lip istanbul'a gitmek üzere hemen
meydana gelmemiz istenilirdi.
lstanbul'da başbakan ve yakın
maiyeti Park Otel'de kalırdı. Otel-
de, bir katın bir kanadı başbakan
ve bizlere aynlırdı. Bölumde boş
kalan odaJara müşteri alınmaz,
bunlar genellikle kendisi ilc görüş-
mek üzere gelecek bakan ve görev-
liler için ayrılırdı. Otelin bize ay-
rılan bolümü, bir de salon vardı.
Oteldeki çalışmalar ve kabuller'
için bu salon kullanılırdı. Başba-
kanın bir de İstanbul vilayet bina-
sında burosu vardı. Halen valinin
makam odası olan oda başbaka-
na, onun hemen yanındaki oda da
ozel kaleme ayrılmıştı. İstanbul'a
bu sık sık geliş gidişler yıllardır de-
ö i r sabah Menderes'e döviz öaşbakan Menderes'in çok
girdilerinin 400 milyon doları aştığını kuvvetli bir hafızası vardı. Bilgi
bildirdiğim zaman Menderes'in çok alırken teknokratlar kendisine yanlış
içten bir sevinçle "Maşallah, bilgi ve rakam verdikleri zaman çok
maşallah" dediğini hatırlarım. kızar, onları şiddetle azarlardı.
çişleri Bakanı Namık Gedik dürüst
ve vatanperver bir insandı. Ancak bir
kusuru vardı: Aşırı muhalefet düşmanı
idi. Bu, siyasi tarihimiz açısından da
bir talihsizlik olmuştur.
vam eden bir uygulama oluğu için
pratik bir duzenleme de oluşmuş-
tu. İstanbul'da ayıı makam araba-
ları, şoförler ve maiyet polisleri
başbakan îstanbul'a intikal edin-
ce hemen hizmete girerlerdi. Bun-
lar yıllardır hizmette olan aynı ki-
şiler olduğu için hizmette bir ak-
sama olmazdı.
Programsız çalışırdı
Menderes çahşkan bir insandı.
Sabahın erken saatlerinden gece-
nin geç saatlerine kadar çalışırdı.
Ancak bunun rasyonel, düzenli ve
programlı bir çalışma olduğunu
söyleyemeyeceğim. Bu gozlemim,
tabiatıyla benim gorev sürem için
geçerlidir. Daha önceki donemler-
de bu duzenin nasıl olduğunu soy-
lemek imkânına sahip değilim.
Başbakan sabahları çok erken
kalkar ve muntazaman yürüyüş
yapardı. Ankara'da iken bu yürü-
yüşlerinde yanına hemen her gün
İçişleri Bakanı Namık Gedik'i
alırdı. Genellikle sabah yurüyüş-
lerinden sonra imar sahalarında-
ki çalışmaları izlemeye giderdi.
Daha sonra sekiz otuz dokuz arası
başbakanlığa gelirdi. Imar alanla-
rından geldiği için mevsime göre
üstu başı ya tozlu ya çamurlu ol-
duğu için doğruca makam odası-
nın yanındaki ozel kısma geçer
orada duşunu alır, elbiselerini de-
ğiştirirdi.
Genellikle evvelden tespit edil-
miş bir programı pek olmadığı
için o gün ne yapacağını gun ıçiıı-
de ve gelişmelere göre tayin eder-
di. Genellikle sabahları, son za-
manlarda gittikçe merak sardığı
imar konuları uzerinde dururdu.
Gerek İstanbul, gerek Ankara Be-
lediye ilgilileri ile devamlı teması
vardı. Yurt çapındaki çeşitli bayın-
dırlık hizmetleri ile ilgili projele-
rin hangi aşamada olduğu ozel
kalemce muntazaman izlenir, baş-
bakana bilgi verilirdi. Sık sık ilgi-
lileri de çağınp onlardan daha ay-
rıntılı biigiıer aJır, talimaclar verir-
di. En çok temas ettiği teknokrat-
lar, Su İşleri Genel Müdurü Süley-
man Demirel, Kara Yolları Genel
Müdüru Fevzi Bey. Evkaf Genel
Müdüru Orhan Çapcı, daha son-
ra Demokrat Partı Ankara II Baş-
kanı yaptığı Sümerbank Genel
Mudürü Mehmet Akın idi.
Bunlann hemen hepsini çok se-
ver \e yurtiçi gezilerine çok kere
beraberinden götürurdu. Bu gezi-
ler sırasında onlardan yanında bu-
lunanlara yapılan işler hakkında
bilgi vermelerini ister ve verdikle-
ri izahatı eviattarı ile iftihar eden
bir babanın duyduğu gururla din-
lerdi. " .
Dövize maşallah
Başbakana her sabah muntaza-
man ulkedeki vağmur durumu ve
döviz girdilerinin yekûnu hakkın-
da bilgi verilirdi. Bir sabah döviz
girdilerinin dört yuz milyon doları
aştığını kendisine bildirdiğim va-
kit çok içten bir sevinçle, "maşal-
lah maşallah" dediğini hatırlarım.
Başbakanın kuvvetli bir hafıza-
sı vardı. Hem projelerinin aynn-
tılarını, hem rakkamları iyi bilir-
di. Bazen gidilen yerlerde bazı tek-
nokratlar sorduğu suallerin ceva-
bını bilmeseler bile başbakan buıı-
iarı nasıl otsa bilmez diye kafadan
atarak cevaplar verirlerdi. Genel-
likle herkes içinde bağırıp çağır-
mak tabiatı olmadığı halde bun-
lara çok sinirlenir ve kendilerini
sert bir şekilde azarlardı.
Benim görevde bulunduğum sı-
rada Namık Gedik devamlı başba-
kanın yanında olmuştur. Gedik
durust, vatanperver ve sağlam bir
insandı. Londra'da görevde bulun-
duğum sırada kendisini daha on-
ce de tanımıştım. Başbakanın de-
vamlı yanında olması daha çok
başbakanın kendisine itimat etme-
sinden kaynaklanıyordu.
Kendısinde yegâne gorduğum
kusur, aşırı bir muhalefet düş-
manlığı idi. Demokrat Parti ikti-
darının ülkeye buyuk hizmetler
yaptığına, ancak muhalefetin bu
tarihi misyonun yerine getirilme-
sini acımasızca kösteklediğine ina-
nıyordu. Mensubu bulunduğu
parti ve iktidara durust bir şekil-
de sadık, muhalefete karşı ise ka-
naatimce bir hayli ölçüsüz duygu-
Iar taşıyordu.
amık Gedik'in rengi
sapsarı idi. Öfke ile
anlatıyordu: "Kapıdan
girdim. Bir baktım o zat
(İnönü) orada. Hemen
arka kapıya yürüdüm ve
daveti terk ettim." İşte
İçişleri Bakanı böyle bir
ruh hali içindeydi.
M«L
enderes çahşkan bir
insandı. Sabahın erken
saatlerinden gecenin geç
saatlerine kadar çalışırdı.
Ancak bunun düzenli ve
programlı bir çalışma
olduğunu söylemek
zordu. Başbakan her
sabah mutlaka yürüyüş
vapardh
İKTİDAR GÜNLERİ — Başbakan Adnan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik ve Dışişleri Bakanı •Fatin Riiştii Zorlu bir törende halkı selamlarken.
Demokratik Parti'nin bütün ülkeyi sarsan sloganı seçim gününe doğru doruk noktasına yaklaşıyordu
14 Mayıs:Yeter, söz milletin— 2 —
Çankaya, çok uzaklardaydı, Atatürk bulvarı Köşk kapı-
larına kadar uzanırdı. Cumhurbaşkam İnönü, ara sıra kente
oyle inerdi ki... Önünde arkasında motosikletli polisler, tra-
fığe kapanan caddeden yıldırım gibi geçerdi. Polislerin baş-
larında Prusya biçimi kasklar, dik yakalı ceketler. tnönu
çoğu kez at yanşlarına giderken kentin içinde bir görünür
bir yiterdi. Üniversitedeki ilk yıllar kulağımıza değişik ses-
ler fısıldanmaya başlamıştı. Yokluk, yoksulluk, baskı zu-
lüm, vergilerin ağırlığı, yönetimin gaddarlığı... Hepsinin top-
landığı odak noktası İnönü idi. Adından açık seçik söz edil-
mez, ağır işitmesinden kaynaklanan kimi sözcüklerle anı:
lırdı. Markopaşa'ları, Yığın ve benzeri dergileri okurduk.
Milli Şefe açıktan eleştirel dille değinmek, aman yarabbi,
olanaksızdı. Kırk katır mı kırk satır mı benzeri sonuçlar
verir korkusuyla toplum sinmişti.
Sağlık Bakanlığı'yla Kızılay arasındaki asfalt yolda Özen
ve Mutlu gibi iki durak yeri ünlüydü. DP artık yol alıyor-
du. Bayar, Çankaya'daki büyük bir bahçe içindeki evini ki-
raya vermiş, Meşrutiyet Caddesi'nin hemen başındaki bir
apartman dairesine yerleşmişti. Menderes, -son zamanlar-
da satıldı- Kavaklıdere'deki üç katlı evde otururdu. DP ku-
ruculan iktidarın "dikkatinden kaçınrnak ve basını üzerle-
rine çekmemek" için çoğu kez Koraltan'ın evinde toplanır-
lardı. Ya da kimi geceler Menderes'in evine gidilir, orada
yenir içilir, siyasal yazılar, demeçler hazırlanır, planlar ya-
pılırdı.
Muhalif basın, Bayar'a saygıyla yaklaşırdı. Kaşlar (v) bi-
çimi, yuvarlak çerçeveli gözluklü ardından söylenenleri dik-
katle dinleyen, kısa, öz yanıtlar veren bir kişilik. Köprülü
biraz patavatsız. Basın Menderes'e daha sıcak, sevecen ba-
kardı. Bu, Menderes'in davranışlanndan kaynaklanırdı. Ze-
ki, nazik, esprili. Ceketleri çoğunlukla kalçalarını kavrar,
gömlek manşetferi dışarda, yeri geldiğinde kıkır kıkır gü-
len, konuşurken ellerini kollarını kullanan, boynunu ha-
fifçe sağa sola eğerek göz ucuyla insanları izleyen bir go-
riintü verirdi Menderes. Koraltan öteki kuruculann benim-
sediği görüşle, "vazgeçilmeyen, ama önemsenmeyen bir in-
san"dı.
DP'nin kuruluşundan, 50'ii yıllann ikinci yarısında
"lakımdan" kopuşuna kadar Köprülü ile Menderes parti
içinde ve dışında bir "ikili" oluşturmuşlardı. Bayar, kuru-
cu kadroyu şoyle tanımlıyordu:
"Aslında dort kişi değildik de, iki ikiliydik. Adnan Bey,
Köprülü ile çok yakındı. Hep birtik halindeydiler. Ben de
Koralian'ı yanıraa alırdım".
Siyaset, yıllar sonra "aynlık" getirecekti. Köprülü'nün,
partiden koptuğu günün gecesi, Menderes çok duygusaJ, çok
üzgündu, belki de karamsar. O geceyi - Menderes'in hayat-
taki son erkek evladı- Aydın Menderes'e, kurucu kadroya
(ok yakın Ahmel Hamdi Sancar anlatmış:
"— Beraberdik, Adnan Bey bozuktu, talsız bir gece geçi-
riyorduk. Sonunda Menderes'e 'Eeee, ne yapalım yani, git-
tiyse gitti' dedim. Menderes, "Öyle ama Fuat hocayla ma-
sanın bir bacağı gitti' diye >anıtladı. Sancar direndi: 'Masa
uç ayakla da durur' Menderes'in söylediği jujdu: 'Durma-
sına durur da dayanmaya g^lmez"'
Menderes sanki fal açmıştı. Üç ayaklı masa -Bayar, Men-
deres, Koraltan- bir süre daha dayanacak, 27 Mayıs 60 gu-
nü parçalanacaktı. Köprülü'nün partiden aynldığı gece soy-
ledikFeri acaba bir önsezi miydi? Geride yazılı anılar bırak-
madığı için bu soru ve yüzlercesi yanıtsız kaldı.
Çalışma odasında Sabahattin Sonmez, bir iki yere tele-
fon etti. Uzun ince parmaklannı çıtlattı. "Bugiin verecegi-
miz fazla bir şey yok" dedi. "Ama yarın?" Yüzunden bir
gulümseme geçti. "Yann" 14 Mayıs pazardı. Öğle üzeri bu-
luşacak, vereceği görevleri yapacaktım. İnönü, Ege"deki pro-
paganda gezisinden dönmüştü. Bayar, Ankara'ya geliyor-
du. Köprülü zaten başkentteydı. Menderes, Aydın'da, se-
çim bolgesinde kalacaktı. 1950 mayısını •• bir numarası İnö-
nu, 13 mayıs günü ABD'de bulunan oğlu Erdal'a şoyle ya-
zıyordu:
"Ankara'ya dıin geldik. yerleştik. Hep iyiyiz. Hava serince,
fakat guneşli ve açık, neşeli bahar. Yann seçim günü. Bu
meklup eline degdiği zaman neticeler belli olmuş gibidir.
"yoklaraaktı". Dört gün sonra CHP, suskunluğu bozdu.
Iktidar partisinin tnönu'den sonraki adamı, Genel Başkan
Vekili Hilmi Uran, "Seçim larihinin değiştirilmeyeceğini"
açıkladı. Bu arada muhalefet kulisinde, "DP'nin yeterli gü-
vence görraezse secimiere katılmayacağı" söylentileri do-
laşıyordu. Soylentiler bir süre sonra belirgin soruya dönüş-
tü. Bayar, seçimlere mutlaka gireeeğini açıkça söyledi. Er-
tesi gunü, DP "tstişari Kongresi'nde" Menderes, CHP'yi
açıkça tehdit etti. "ttimat ve huzurun bozuldugunu göre-
cek olursak" diyordu. "Seçimlere girip girmemek mesuli-
vetini -sonımluluğunu- uzerimize alıp almamak hususunu
tezekkür etmek -düşünmek- raecburiyetinde -zonında- ka-
lacağız."
Menderes-Köprülü ikilisinin parti yönetimindeki ağırlı-
ğı biliniyordu. Bu ned,enle lîder kadrodan gelen çelişkili ifa-
delerin bir amacı olması gerekirdi. Çünkü Menderes, da-
Muhalif basın, Bayar'a saygıyla yaklaşırdı.
Kaşlar v biçimi, yuvarlak çerçeveli gözluklü,
ardından söylenenleri dikkatle dinleyen, kısa, öz
yanıtlar veren bir kişilik. Köprülü biraz
patavatsız. Basın Menderes'e daha sıcak, daha
sevecen bakardı. Bu, Menderes'in
davranışlanndan kaynaklanırdı. Zeki, nazik,
esprili. Yeri geldiğinde kıkır kıkır gülen,
konuşurken ellerini kullanan, göz ucuyla
insanları izleyen bir görüntü verirdi Menderes.
Belki telgraf veririz."
Belleğimi ne kadar zorlarsam zorlayayım bir türlü yaka-
layamadığım 13 mayıs cumartesi gününu, yıllar sonra İnö-
nü'nün bir mektubundan oğreniyordum.
İnonü, 14 mayıs gecesi boyle satırlar yazabilecek miydi?
Demokrat Parti'nin ana sloganı "Yeter, söz milletindir',
14 mavıs gunu doruk noktasına ulaştı. Bir iki gündür si-
lahlarsusmuş, taraflar karargâhlanna çekilmiş hemen her
çevre heyecanla sarsılarak geceyi beklemeye başlamıştı.
Haik "yeJer" mi diyecek yoksa CHP'ye "devam" işareti
mi verecekti?
Hikâyenin içindeki hikâyejer
Ocak 1950'de DP merkezinden sabırsızlık işaretleri yan-
sıdı. Ya da basın aracılığıyla iktidara karşı kimi deneme-
ler.. 3 ocak gecesi Sönmez'in yazdığı haberi Vatan'a ak-
tardık. Habere göre "Seçimlerin vaktinden evvel yapıla-
cağı yoiundaki lahminler gittikçe kuvvetlenmekledir. Ni-
lekim tahminleri tekzip eden iktidar mensuplarından hiç-
biri bugune kadar, 'yeni seçimler yeni kanunun layin etti-
ği tarihte yapılacaktır' diyemetnişlerdir. Sadece 'bu konuda
veriimiş bir karar yoklnr' demekie iktifa etmişlerdir (>e-
tinmişlerdir)."
Haber-yorumda ne kaynak gösterilmişti, ne de "iktidar
mensuplarından" birinin adı. Haber bir bakıma CHP'yi
ha ötelere taşıyordu: "Hatta seçimlere girmiş olsak dabi
hile \e zorun hâkim olduğunu milletçe muşahede ve tespiı
edecek bir vaziyel hasıl olursa. kaliyetle eminim ki parti-
miz buyuk sa>ıda milletvekilliği kazanmış olsa dahi Mec-
lis'e iştirak elmek mecburiyetini asla kabul etmeyecek ve
seçilen milletvekillerini derhal istifaya davet edecektir."
Ağdalı dille kamuoyuna yansıyan bu görüşlerin hedefi,
Seçim Yasası'ydı. Bir iki gün sonra 10 Ocak 1950'de özgür
seçim sağlayacak yasanın Meclis komisyonuna geldiği ha-
beri manşetlerde yer aldı. DP'nin yasayı goruşlerine göre
biçimlendirmek, CHP çoğunluğunun oldubittilerle muha-
lefet aleyhine hükümler getirmesini önlemek amacıyla -
Bayar'ın kesin demecine karşm- Menderes bunları söylü-
yor ya da ona soyletiyorlardı. Oysa seçim yasasının ana
kurallan aşağı yukarı belırmişti. Gizli oy, açık oy ayrımı,
hâkim guvencesi. CHP kendine öyle güveniyordu ki, ço-
ğunluk sistemini getiriyordu. Bir oy fazla alan partinin lis-
tesi kazanacaktı.
İnönu, -örneğin Köprülü ile yaptığı özei görüsmelerde-
nispi sistemden söz açmıştı. Nedense çoğunluk sistemini
CHP, çıkarına daha uygun gormüştu. 14 mayısta DP bü-
yük çoğunluğu sağlayınca, sistemin bir buyuk partiyi na-
sıl perişan ettiği ve edeceğı anlaşıldı. CHP, özellikle Ino-
nü, 1950'deki bu "stratejik hatayı" düzeltebilmek, çoğun-
luk yerine nispi sistemi getirebilmek için on yıl buyuk sa-
vaşım verdi.
Tabii, DP onderleri sistemi değiştirmeye yanaşmadı. Her
partinin, aldığı oylar oranında Meclis'te temsil edilmesini
sağlayacak sisteme, ancak 27 Mayıs'tan sonra 1961 seçim-
ierinde geçilebildi.
DP-lstişarı Kongresi'nde kabul edilen "Hasumet Andı"
iktidar çevrelerinde, özellikle İnonü'de soğuk duş etkisi yap-
mıştı. Ant, bir çeşit "ihtilal beyannamesi" diye niteleni-
yordu. Hızlı gelişmelerin göziendiği günlerdı. Siyasal ger-
ginlikler artar gibi olurken bir yandan da mart 50'de
CHP'nin genel af çıkaracağı yaygınlaşmıştı. Af, CHP ik-
tidannda gerçekleşmedi, DP döneminde cıktı. Türkiye'de
ilk kez sorumlu bir devlet adamı "Ben sosyalislim" diyor,
sozün sahibi Cemil Sait Barbs, aynı gün DP'yi "sokak ve
meydanlarda balkı tahrîk etmekle" suçluyordu.
Ocak 50 orialarında seçimden hemen önce "bir koalis-
yon hükümeti" kurulacağı haberini en çok Vatan işledi.
Böyle bir hükumet isteği, daha çok, DP merkezinden ya-
yılıyordu. "Koalisjon" abartılı bir deyimdi. Gerçek şuy-
du: DP önde gidenleri -Menderes'le Köprülü- CHP yöne-
ticileriyle buluşmuşlar, seçimlerin yumuşak geçmesi için
partilerin birbirlerine karşılıklı kontenjan tanımalannı öner-
mişlerdi. Bir ilde bir parti örneğin CHP ya da DP belirli
sayıda aday gostermeyecek, öteki partinin adayları
"olomalik" olarak kazanacaktı. Anadolu Kulübu'nde
"ikili" ile Uran arasındaki goruşmelerde ortaya çıkan bu
gereksinim, aslında liderlerin seçimi yitirme olasılığını da-
ha başta önlemek içindi.
Bu oneri en azından muhalefetin seçimlerde büyük ço-
ğunluğu yakalama umudundan yoksun olduğunu göster-
miyor muydu? Seçimlere üç ay kaJa liderlerin mutlaka Mec-
lis'e girmesine yonelik yasal yollar aramak başka biçimde
yorumlanabilir miydi? Bu cabalarla arayışlar başladığı yer-
de bitti. 22 martta, 14 mayıs seçim tarihi kesinleşti.
Seçim mücadelesi hemen başladı. İnönu, ülkede "iki po-
litika çıktığını" söylüyordu. Birincisi "mnbalefetin şiddet
politikasıydı". Öteki kendi politikası, "iktidar partisinin
'uzlaşma' siyasetiydi" Bayar'ın yanıtı sertti: "Seçimlerde
millet hakkına müdahale edenlerin kanunla bakkından ge-
leceğiz. Bu arzumuz şiddetse, şiddetin içindeyiz" diyordu.
Hızla 14 mayısa gidiyorduk. Ancak olaylar, olayları ko-
valıyordu. 11 Nisan 50'de Mareşal Çakmak öldü. Topra-
ğa verildiği birçarşamba günü, basını siyaset dünyasını sar-
san "tekbir ve tehlil sesleri" sokaklan, caddeleri doldur-
du. Ezau Arapça okundu. Bu hareketlerin görüleceği gü-
nun Hr önceki gecesi CHP, kitle psikolojisine ters düşen
bir jygulama yaptı. Radyo yayınları matemegirmedi. Halk
arasındaki homurtular yukseldi. Türküleı, şarkılar... Bu
davranış Inonü'ye bağlandı, ona duyulan tepkiyi daha da
körükledi. Soylentiler kulaktan kulağa yayıldı. Atatürk'-
ün yakın silah arkadaşını sevmeyen İnonu, Mareşal'dan
devlet matemini bile esirgemişti!
Cenazenin kaldırıldığı gun yaşanan olaylar, gazete man-
şetlerine Tahrikçilerin faaliyetkrini önlemek için hiikümel
irtica hadisesini ehemmi>etle ele aldı" diye geçti. O arada
CHP Van Milletvekili tbrahim Arvas, "dini propaganda"
yaptığı savıyla partiden çıkarıldı.
1 arın: Milli şef konnşunca
Oyle zannediyorum ki böyle bir
ruh haletine sahip bulunması, bu
temiz insamn kariyeri için ve ka-
bul etmek lazım, siyasi tarihimiz
için de talihsizlik olmuştur. Şahit
olduğum bir olay bu açıdan bir
hayli ilginçtir.
Gedik'in tepkisi
27 Mayıs ihtilalinden kısa bir
sure önce, Hindistan Başbakanı
Nehru, Türkiye'ye, resmi bir ziya-
ret için gelmişti. Bu gibi ziyaret-
lerde mutat olduğu üzere kendisi
için resmi davetler tertip edilmiş-
ti. Nehru da bu davetlere muka-
bele için Hindistan buyükeiçiliğin-
de bir kabul resmi düzeniemiş ve
tabiatıyla buna, başta başbakan
olmak uzere diğer bakanları da
çağırmıştı.
Davet saati geldiğinde, başba-
kanın riyasetinde yapılmakta
olan sıkıyönetim toplantısı hâlâ
devam ediyordu. Toplantıda bulu-
nanların, tabii başbakan ve dışiş-
leri bakanı dahii hemen hepsi da-
vetli idi. Bunlardan özellikle baş-
bakan ve dışişleri bakanının git-
memesi bir hayli nazik bir durum
yaratacaktı.
Belli bir süre geçtikten sonra
hâlâ bir kıpırdama olmaması üze-
rine, içeri girdim ve daveti hatır-
lattım. Bunun uzerine Menderes,
"Fglin, doktor (Gedik'e böyle hi-
tap ederdi) siz gidin benim adıma
da özür dileyin içinde bulundugu-
muz şartları biliyor acil ve öneoı-
li toplantıdan aynlmak imkânını
bulamadığımı so>lejin" dedi.
Bunun uzerine her ikisi de da-
vete gitmek üzere, toplantıdan ay-
nldılar. O dönemde Hindistan bü-
yükelçiliği İnönü'nün evinde idi.
Aradan kısa bir süre geçtikten
sonra Gedik benim odama geldi.
Rengi sapsarı idi. Âdeta burnun-
dan soluyordu. Odada bir koltu-
ğa çöktü. "Ercüment Bey bana bir
sn emredin" dedi. Suyunu içtik-
ten sonra güçlükle kontrol etme-
ye çaJıştığı bir öfke ile "Kapıdan
girdim, bir de baktım o zat da
(lnönü'yükastediyor) orada. He-
men arka kapıya yüriidüm ve da-
veti derhal terk ettim" dedi.
Gedik'i daha önce genç bir mil-
letvekili olarak tanıdığımda, bu
şekildeki bir müsamahasızlık ya-
pabilecek tabiatta bir kinjse de|
di.. Yılfarca devam ederi
muhalefet çekişmesi ve daha çot
bize özgü müzmin bir kısır siyasi
mücadele havası, demek ki makul
bir medeni insanları dahi belirli
bir zaman sonra boyle davranış-
lara itebiliyor.
Namık Gedik ve Başbakanlık
Müsteşan Abmet Salih Korur'un
tavsiyesi ile atanmış bir emekli de-
niz kurmay albay da daha ziyade
dahili konulara bakjyordu. Bu su-
retle, işlerin dengeli şekilde yürii-
mesi öngörülmüştü. Ayrıca özel
kalemde ve dolayısıyla başbaka-
nın yakınında sadece Zorlu'nun
başında bulunduğu bakanlıktan
bir kimsenin bulunması da denge-
lenmiş olacaktı yalnız işler öngö-
rüldüğü gibi yürümedi.
Emekli albay özel kalemdeki
görevini başbakan yardımcılığı ile
kanştırdı. Bakanuklara, başbaka-
nın haberi olmayan ve daha ziya-
de kendi görüşleri olan emirler
iletmeye başladı. Özellikle İstan-
bul'da bulunulduğu zaman her
akşam başbakanın başucuna, çe-
şitli konularda neler yapılması ge-
rektiği hususundaki görüşlerini
içeren eski Türkçe notlar koyma-
ya başladı.
Ayrıca lstanbul'da, Florya'da
belediyenin yazlık lojmanlarından
birini de kendisine tahsis ettirdi.
Belirli bir süre sonra başbakan, al-
bay ile teması evvela azalttı sonra
da tamamen kesti. Bu durum ta-
biatı ile benim işimi ikiye katladı.
Emekli albaya PTT
müdürlüğü
Albay, Park Otel'deki telefon
düzenini yeniden düzenlemişti. Ye-
ni düzen çerçevesinde, başbakanın
odasında tam beş adet telefon ko-
nulmuştu ve hepsinin zil sesi de bi-
ribirine benziyordu. Başbakan sıra
ile her telefonu açıyor "allo" di-
yor ve cevap alamayınca öbürle-
rini deniyordu. Dördüncüden son-
ra patladı ve başladı söylenmeye.
Telefon işini halletn'kten sonra ba-
şucunda yeni bir not gordu. O za-
man daha da kızdı ve bana done-
rek: "Ercüment Bey ben bu zat-
tan not mu istiyorum. Her akşam
başucuma bir not ko> uyor. Meç-
bur oluvorum okumaj-a. Ben bü-
tün gün çalışıp yoruloyorum. Ne
hakkı var beni gereksiz yere
yormaya" dedi.
Ertesi gün albayı kırmayacak
şekilde durumdan haberdar ettim.
Esasında çok ince bir insandı. Va-
ziyeti anladı. Ancak başbakan bir
kere kendisinden soğumuştu. Bil-
hassa İstanbul'da iken başbakan
benim aracılığım ile kendisine sık
sık izin veriyordu. •
Kendisini PTT Genel Müdüru
yaptılar. Meğerse başbakanın, baş-
ucuna koyduğu notlann çoğu,
haberleşme ile ilgili imiş. Bu su-
retle albayı evvela işinden eden bu
notlar, daha sonra kendisini bir
mevki sahibi yapmış oluyordu.
Yarın: lyarılar
dinlenmedi