27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 21 NİSAN 1990 Teşekkürler... Köy Enstitüleri olmasa, birçok arkadaşım gibi ben de okuyamaz, öğretmen olamazdım. Bunun yerine, çok adanmış bir tarikatçı olurdum. Enstitüler, ağır karalama kampanyalarının altında ezildiği halde, oralarda yetişip fire olan köy çocuğu sayısı azdır. Sert yellerin önünde bükülmeden görev başında kalmayı, Türkiye'nin esenliği için çalışmayı sürdüren bu insanların değerini, yerli yabancı pek çok kimse kavramıştır. Bunu bizim yöneticilere kavratmak hâlâ zordur nedense. FAKİRBAYKURT Köy Enstitüleri kurulalı 50, yıkılalı 40 yıl oluyor. Onlanneğitimdünyanuzdavaroluşları sadece lOyıl- dır. Türkiye'nin 21 köyünde parlayıp sönüverdiler, da- ha doğnısu söndürüldüler çabucak... 17 bin köy çocuğunu, ilkokul üçüncü, beşinci sıruf- lardan toplayıp o günedeğin yalnız Türkiye'de değil, dünyada bilinmeyen yeni, ileri yöntemlerle eğiterek öğretmen, saglıkçı yetiştirmeleri bu 10 yıl içinde ol- muş, olabilmiştir. Enstitüler bir süre daha açık kaldı, amayönleri, yöntemleri 180derecetersinedöndürül- dü. Bunun, ulusal gelişmemizde dikkat çeken sonuç- lanolmadıneyazık... Busevgi, builgidüşünülmeli... Ben de bir öğretmen olarak bu Enstitülerden birin- de, Isparta'daki Gönen'de yetiştim. Yazarlığımın te- mellerini de orada attım. Bugüne değin yurtta, yurt- dışında öğretmenlik, yazarhk çabalarımı canla baş- ta sürdürdüm; ilk ve ortaokullarda öğrenci yetiştir- dim, köylerin, köylülerinyaşamı üstüneyazılar, kitap- lar yazdım. Dergüerde, gazetelerde Enstitüler üzerinedeçok ya- zım çıktı. Okuyup yetiştiğim kurumlar içinde Köy Enstitüleri'ni hiç unutmadım. Sonradan Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü ile USA'da Bloomington Üniversi- tesi'ndeeğitim-öğretimgördüğüm halde, Enstitüle- ri içimi başka türlü ısıtan, başka türlü ışıtan bir sev- giyledüşündüm. Köy Enstitüleri'ni anmak için düzenlenen toplan- tılarda konuştuğum da oldu epey; çağırıyorlar, hâlâ da konuşuyorum. Akıl ile duygulann davraruşlanmızdaki etkisini ayırmak zorolabilir. Yinede Enstitüleri yalnızca duy- gularımla değil, aynı zamanda aklımla düşünüp an- lamaya, sevmeye, anlatıp sevdirmeye özen gösteriyo- rum. Yalnızca duygularımızın sevgili bulduğunu ak- lımız da iyi, doğru, değerli buluyorsa, o sevgili ölüm- süzler katına yükselir. Köy Enstitüleri, devleteliyle ku- ruldu. Yıkımları da devlet eliyle oldu. Çok etkili po- litikacılar, yetkili profesörler kara çaldı onlara. Yine de değerlerinden damla yitirmediler. Çoktandır gençler, aydınlar, yeni öğretmen kuşak- lan tutuyor Enstitüleri. Geçmişte ya da günümüzde hangi eğitim kurumunun, akımının böylesine bir mutsuz mutluluğu olabilmiştir? Bir türlü aydınlıkçı ellere geçemeyen devlet aygıtına karşın kafalarda, gö- nüllerde var kalmalarmın anlamı üstünde uzun uzun düşünüp bundan ders çıkarmak gerekir. Enstitülerin 50. kuruluş yıldönümleri, yurtiçinde, yurtdışında bu yıl geniş olarak kutlanıyor. Bu kutla- malar, herhalde çok, pek çok sürecek; Enstitüler yıllar yılı anılacak. Bugün onları, 50yıl önce olduğu gibi, aynı özellik- lerle yeniden açmak söz konusu değil. Geçen zaman içinde yaşanan olumlu, olumsuz gelişmeleri dikkate alarak, daha çok da bu kurumların asıl özelliklerini düşünerek ele almalıyız konuyu. Oğrenme değil, yetişme! Çoğu kimseler Enstitüleri, alışageldiklerigibi, birer "okul" olarak düşünürler. Hepsinden önce enstitü- nün sözlük anlamını iyi bilmeli; "kurum" demektir. Bu yanıylaonlar bir okulun içerdiklerini de içermekle birlikte, çok başka öğeleri içerirler. Enstitülerde sa- dece klasik anlamda bilgi öğrenme yok, bütün somut- luğuyla "yetişme'" vardır. Enstitüler sadece öğretmen deyetiştirmez. "Köye yarayışlı meslek erbabı"nın hepsini, öğretmen, eğit- men, saglıkçı, ebe, araştırmacı, kooperatifçi, yönetici yetiştirmek için planlamış, bütün bunların ancak bir bölümünü yetiştirebilmiş, öbürlerine el atmaya ola- nak bulamamıştır. Enstitüde klasik bir okulun ders- likleri değil, tarlalar, bahçeler, işlikler, fırın, koope- ratif, ti>-atro vardı. Bizoradayarımgün "kültür dersi" görmekten başka, yarım günde demircilik, maran- gozluk, yapıcılık gibi köye yarayışlı sanatlardan birini öğrenirdik; tanmla uğraşır, eker dikerdik. Bölgenir; özelliklerine göre balıkçılık, zeytincilik, ipekçilik. arı- cılık, kızlariçindokumacılık, biçkidikiş öğrenme ola- nakları da vardı. Bu becerileri öğrenmenin yolları- yöntemleri başkaydı. Geçerli olan yapmaya dayanan, uygulamalı öğrenme idi. Uygulama ise asla "temrin" (alıştırma) değil, gerçek "iş" idi. Bilindiği gibi bu iki- sinin ayırdı büyüktür. Tonguç'tan önceki eğitimcile- rin "iş eğitimi" anlayışı çoğunlukla "temrin"e daya- lıdır. Öğrenciler, üstünde ders yapacakları, yemek yi- yecekleri masalan değil, onlann küçücük modellerini yapar, sınıflarınıgeçerdi. Köy Enstitüleri'nde sadece gerçek masayı değil, içinde ders görecekleri, yatıp uyu- yacakları, yemek yiyecekleri, temizlenecekleri yapı- ları, üzüm bağlarını, sebze me>ve bahçelerini gerçek "iş"ler olarak yapmışlar, bunlardan yararlanmışlar, sonradan geleceklerinyararlanması için bırakıpköy- lere öğretmen, eğitmen, saglıkçı, ebeolarak dağılmış- lardır. Benim yetiştiğim dönemin üçyılında Enstitüler ger- çekten enstitü idi. Ama iki yıl yozuk, bozuk bir döne- mi yaşadım. Ogünedeğin tarladaekip biçtiğimiz buğ- dayı, artık derslikte pencerelere konan saksılarda ye- tiştiriyorduk. Yapıcılığı da örneğin bir kapı kemeri ya- parak, öğretmenden geçerli notumuzu aldıktan sonra yıkarak öğreniyorduk. Bunlar gerçek iş, gerçek öğren- me değildir. Gerçek işin sonucu olan üretim toplum için yüce bir değerdir. Onu yıkıp atmak, ziyan etmek- tir, akla aykırıdır. Ondan yararlanmak, başkalannı da yararlandırmak gerekir. Üstelik toplumun, yurdun bol üretime gereksinmesi vardır. Enstitülerden önce Türkiye'nin az çok üni versite- leri, fakülteleri, yüksekokulları vardı. Bugün de var, hatta fazlasıyla var. Peki üretim? Teknik üniversite- ninelektrik fakültesinde, su fakültesinde öğrenciler laboratuvarlarda, amfilerde, projektörlere konan kâ- ğıtlarda öğrenirler öğreneceklerini. Uygulama olarak yaptıklan "temrin"dir, sınıfgeçeceknotlarıalıncayı- karlar, hepsini depoyayadaçöpeatarlar. Bugüne de- ğin, buralarda gerçek "iş"anlayışıylaöğretimyapıl- saydı, Türkiye'nin pek çok köyüne doğru dürüst içme ve kullanma suyu gelir, pek çok köy doğru dürüst elek- triğe kavuşurdu. Bunları halkın içinde, halkla birlikte yapan gençler halktan da birtakım değerleri öğrenir, halka kendilerinden bir şeyler öğretirdi. Asıl önem- lisi, işin ne olduğunu, olmadığım, onun erdemini, ya- rarlarını bilen insanlar olarak yaşama atıldıklarında, yurda ve halka daha yararlı olurlardı. Gerçek iş, bü- tün küçük bü>1ik aşamalarıyla ciddi bir sınavdır. Bun- dan geçen genç, daha doğru dürüst yetişeceği için, ha- zıryiyici, hileci, başkalarınınsırtındangeçinicidav- ranışlara yönelemez. Böylece toplum, bu nitelikteki bireyleriyle daha sağlıklı olurdu. Köy Enstitüleri'nin yeniden açılıp açılmayacağını tartışmak yerine, onlann eğitim-öğretim dünyasına getirdiği değerli ilkeler bütün okullanmıza kazandı- nlsa, öğrenme ezbere değil, yapmaya, üretmeye da- yandınlsa, öğrenme sonucu elde edilen üretim ziyan edilmeyip toplumsal yarara aktarılsa, 50 yıl sonra bu günkü Türkiye nasıl olurdu? Hâlâ böyle bir dönüşüm için büyük zorunluluklarla karşı karşıya değil midir yurdumuz? Köy Enstitüleri olmasa, birçok arkadaşım gibi ben de okuyamaz, öğretmen olamazdım. Bunun yerine, çok adanmış bir tarikatçı olurdum. Enstitüler, ağır ka- ralama kampanyalarının altında ezildiği halde, ora- lardan yetişip fire olan köy çocuğu sayısı azdır. Sert yellerin önünde bükülmeden görev başında kalmayı, Türkiye'nin esenliği için çalışmayı sürdüren bu insan- ların değerini, yerli yabancı pek çok kimse kavramış- tır. Bunu bizim yöneticilere kavratmak hâlâ zordur ne- dense. Yaşım 60'ı aştığı halde, olanak bulduğum için Al- manya'daki okulumda, işci çocuklanmıza öğretmen- lik yapmayı, hem de kitaplarımı yazmayı sürdürüyor- sam, bunu Köy Enstitüleri'nden aldığım ışığa borçlu- yum. Bu yüzden 50. yıldönümünde Enstitüleri açan- lara, oralarda öğretmenlik, usta öğreticilik yapanla- ra, yetişmemizi sağlayan adlı adsız insanlara canım- dan teşekkürler sunuyorum. Yıkanların cezasını ise tarih veriyor, vermeyi sürdürüyor. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Yurtseverlik Görevine•• • Açlık grevleri, ölüm oruçları neyi çözümler? Hiçbir zaman bu yönteme başvurulmasından yana olmamışımdır. Bir çeşit pro- testo, kamuoyunun dikkatini çekmek, yetkılilere sorumlulukları- nı duyurmak... Ama yıllardır görüyoruz ki bütün bunlar yararlı olmuyor. Efendilere vız geliyor! Hatta 'Asmayalım da besleyelim mi?' türünden yorumlara neden oluyor. Sargın'la Kutlu'nun günlerdir sürdürdükleri ölüm orucu Türki- ye'de ne gibi yankılar, tepkiler uyandırdı? Gazetelerin alt bölüm- lerine, arka sayfalarına giren bir haber olmaktan öteye geçme- di. Oruç eylemine katılmak gırişimlerı ise çok sınırlı kaldı. Kitle- sel bir benimseme, bir birliktelik yok. Orada burada yürüyüşler, oruca katılan birkaç kişi, hepsi bu! Oysa önemli bir olaydır TBKP liderlerinin iki yıldan çok bir sü- redir tutuklu bulunmaları, bu durumu protesto etmek için ölüm orucuna girişmeleri... Demokrasi demokrasi diye yırtımyoruz, ba- ğırıyoruz, ama 'd'nin izi bile yok! Hani 141, 142 kalkacaktı, ger- çek bir özgürlük gelecekti, siyasal partilenn hepsine yer veri- lecekti! TBKP, Türkiye Komünist Partisi ile Türkiye işçi Partisi'nin bir- leşmesinden oluşmuştur. ülkemizde gerçek anlamda bir sosya- list partinin varlığı demokratik rejimin gereğidir. Denecek ki dün- yarun 70 yıllık sosyalist uygulamaları bile son yıllarda çözütme- (Arkası 6. Sâyfada) • • - ' ' •'•' Anayasa ve Kararname Prof. Dr. YAHYA K.ZABUNOĞLU A.Ü. Huk. Fak. Türkiye'de, 1961 Anayasası'nın yürürlük- te bulunduğu dönemde bile T.C. Anayasa Mahkemesi'nce belirli kayıt ve koşullara uyul- ması şartıyla (bir yasa ile düzenleme alanının, yön ve esaslarının, alınacak önlemlerin sınır- larının açıkça belirtilmiş olması gibi) özgür- lükler (temel haklar ve hürriyetler) konusun- da yürütme organının birtakım düzenleyici kurallar koyabileceğini, yani açıkça olmasa da özgürlüklerin bu yoldan sınırlanabileceği kabul edilmişti (Esen 64-69). Ne var ki daha çok tüzükler yoluyla ve bunların da yasaya uygunluğuna özen gösterilmek koşuluyla öne sürülen bu yürütmenin temel hak ve özgür- lükleri sınırlaması yöntemi, hiçbir zaman bir anayasal model niteliği kazanamamıştı. Ko- nu, bilindiği gibi 1971 Anayasa değişiklikleri ile anayasal bir kimlik kazanmış, KHK ku- rumunun ilk kez bir T.C. Anayasası'na so- kulması ile ülkede KHK'lar ile yönetim dö- neminin başlatılacağı olasılığı o tarihte belki de kimsenin aklına bile gelmemiştir. Gerçek- ten mülga anayasanın 64. maddesine, ön- ce bir 2'nci fıkrahükmü olarak, "TBMM, ka- nunla belli konularda, Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde kararnameler çıkarmak yet- kisi verebiHr" fcurah girmiş,'ancak bu yeni 64'üncü maddenin son fıkrasuıda yer alan "... temel hak ve hürriyetler ile ... siyasal haklar ve ödevlerin kanun hükmünde karamamelerle düzenlenemeyeceği..." yolundaki hükümle, KHK kurumunun kullanılma alanının temel hak ve özgürlükler olamayacağı, özenle ve önemle vurgulanmıştır. Bu suretle, değiştiril- miş 1961 Anayasası'nda anayasa koyucu ve- ya anayasa değiştirici güç, KHK'larla temel hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinin, daha açıkçası sınırlanabilmesinin olası zararlı so- nuçlarını ve sakıncalarını görerek anayasada bizzat gerekli önlemleri almış, daha doğrusu aldığım sanmıştır. Burada dikkati çeken nokta, 1971 değişik- likleri ile KHK'ların temel hak ve özgürlük- lerin 'düzenlenmesi'nde kullanılamayacağırun anayasa hükmü olmasından hareketle 'sınır- landırma'nın, buna göre hiçbir suretle KHK'larla yapılamayacağının anayasamn mantığına, olaya yaklaşımına uygun düşen so- nuç bulunmasıdır. Öte yandan bilindiği gibi 1%1 Anayasası'- na 1971'de getirilen değişiklikle 64. madde- de yer alan kural parçalarında KHK'lara iş- lerlik kazandırılması, bu modele deyim yerin- de ise yol verilmesi, bu anayasa değişiklikle- Tinden sonra KHK ömeldermm ortaya çıkma- sı, hukuk ve politika yaşamımızda tartışma- lara yol açmışsa da kimi örnek olaylarda ana- yasa mahkenıesi yargısına değin uzanan bu tartışmalardan kaynaklanan uyuşmazlıklar- da, özgürlüklerin bu anayasa hükmüne kar- şın, KHK'lar ile düzenlenmesine kalkışılabil- mesinden doğan veya doğabüecek sakıncalar, daha çok ikinci derecede önemli tartışma odaklan olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönem- de, anayasanın KHK'ların kullanım alanı- nı sınırlandıran hükmüne özen gösterilerek, 'kanunla belli edilen' ve kuşkusuz temel hak ve özgürlükler alanının dışında kalan konu- larda KHK'lar kullanımın yarattığı uyuşmaz- lıklarla meşgul olunduğu söylenebilir. 1982 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra ise KHK'lar düzenlemelerinin, temel hak ve özgürlüklere olan olumsuz etkileri, iyice göze batan, önemii bir sorun olarak Türkiye'nin gündemine girmiş, giderek sorunun ağırlığı artmış ve kanımızca, son örnekleri ile artık dayanma sınırlannın ötesine geçildiği açığa çıkmıştır. KHK'lann yarattığı sorun, Türkiye için olağanüstü bir önem taşımaktadır. Tür- kiye'nin 1839'lardan bu yana süren özlemi ve demokratik hukuk devleti alanındaki amaç- sal çabası, hep 'hukuk devleti'ne ulaşmak ol- muştur. Bu amaca yaklaşıldığı söylenebilecek dönernler olmuş jse de,,fıuk.ujc deyletini eksik-, (Arkası 6. Sayfada) VEFAT VE TEŞEKKÜR Ailemizin değerli varlığı, sevgili eşim, annemiz GÜLER UYGUN Genç yaşta yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayıp 17 Nisan 1990 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 18 Nisan 1990 günü, Adapazarı Orhan Camii'nde kılınan öğle namazını müteakip Emirdağ aile kabristanlığına defnedilmiştir. Cenazemize bizzaı iştirak eden, evimize ve işyerimize başsağlığına gelen, telefon, telgraf ve basın aracılığıyla acımızı paylaşan, çiçek gönderen tüm dostlarımıza, arkadaşlarımıza, meslektaşlarımıza, akrabalanmıza ve kamu kuruluş görevlilerine teşekkürü bir borç bıliriz. EŞİ: İLHAN UYGUN OĞLU: >IURAT UYGUN KIZI: BİRGÜL TÖMEKÇE DAMADI: ŞERAFETTİN TÖMEKÇE GELİNİ: LEYLA UYGUN VEFAT KEMAL HOCAMIZ MUSTAFA LEVENT arkadaşımız, 13.4.1990 tarihinde geçirdikleri üzücü bir trafik kazası sonucunda aramızdan ayrılmışlardır. Üzüntümüz derindir. Onlar trafik anarşisinin ve ulaşım konusunda yeterli ilgiyi göstermeyen üniversite makamlannın kurbanı olmuştur. BİLKENT ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ DERNEĞİ ADINA KÖKSAL KARUL • •1I».»:II:1«:H»1I.IH.I: Bulunmalı ŞARKILARDA SABAHAnİN AÜMEIANKOLİ... BEN SANA MRGIÎNUM .M.DIRMA GÖNÜL.. ÇAMR... LE^TJ.M LEY BENİMSİN Dh"EMEDlGİM ÇOCIXIAR GlBl... GEÇMİYOR GÜNLER GEÇMhOR... DAGLAR DAĞLAR... ALİ KOCATEPE Konuk Sanatçılar: NÜKHET DURU - AYSUN KOCATEPE H P A Z A R E C E B A R Y A R A T I C I M U T F A Ğ I V E Ö Z E L M Ü Z İ Ğ İ İ L E . . . R E Z E R V A S Y O N 1 68 66 60 ^ 1 1 68 66 61 ıvii •••*» « • AGANTA BURINA BM Club'çılar denizle... güneşle kucaklaşmaya hazırlar yine. Plajda... tek- nede... yat limanında giyi- lebilen şortlar, bermudalar, baskılı merserizeT-shirtler, sweatshirtler aktif spor yapanlar için tam bir rahat- lık. Haydi BM'ciler her şey hazır, yelken açıyoruz. A g a n t a b u r i n a (M> SEÇTİĞİNİZ BİRHAYATTARZIDIR.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle