25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 9 ŞUBAT 1990 Ne Adam Bu Y ahıı! MELİH CEVDET ANDAY Bir taksi durdu yanırada. içinden Gam Gırgin ın- di. Beni görmuş de ondan durdurmuş taksiyi. Ka- fasındaki konuyu damdan duşercesine açan başka bir arkadaşım olmamıştır. Hani adarn sofrada bir- den "Bom.." diye bağırmıj, herkesın şaşırdığııu go- rünce de, "Bom dedım de aklıma geldi, biz Çanak- kale Savaşı'nda iken..'' diye bir anısını anlatmaya başlamış. Bizim Gani ise "bom" kullanmaz, onu yaşar, topu bahane etmez, patlatır. Inanın, "Nasıl- sın?" diye sormadan girdi konuya. "Sosyalizm öldu, bu iş bitti, kapandı diye düşü- nenleri gördukçe çıldıracak gibı oluyorum. Kafa- sızlık, cahillik, başka bir şev değil. Sevmediklerı bir düşunce yok oluyor diye seviniyorlar. Oysa o dü- şüncenin nerden, nasıl ortaya çıktığım bir an du- rup kurcalasalar, sevınçlen kursaklarında kalır. Ya- şamın, duşunceleri nasıl doğurduğundan haberleri yok. Onun için "cahillik" diye anlatmak istiyorum bu davranışı. Sadece "moda"ya inanıyorlar. Geçen- de biri, "Sosyalizmin modası geçti" demez mi! "Se- nin de modan geçer" dedim ona. Elbet anlamadı. sırıttı. Sosyalist düşunce, insanlık tarihi ile bir ara- da ortaya çıkmıştır. Çiınkü tarih, sınıf savaşımları tarihinden başka bir şey değildir. Mülkiyet nedir bil- meyen ilkel toplumda sınıf savaşımı yoktu, elbet ta- rih de yoktu. Gerçi bugün ilkel roplumdan çıkmış okur-yazar kişiler, (hadi onlara aydınlar diyelim) ka- dınlar var; bunlar bağlı oldukları boyun tarihıni yazmaya kalkuklarında, ortaya sadece masal kitap- lan koyuyorlar. Devleti bulamamışlardır da ondan. Platon demokrasiye karşı idi, plutokrasi için ah vah etmekle geçti ömrü. Cicero, "Felsefe demek, Pla- ton demektir, ondan sonra gelenler, ya onu destek- lerler, ya ona karşıdırlar" demiş ya, bu söze baka- rak diyebiliriz ki, felsefe tarihi de smıf savaşımla- rının düşunceye yansımasından başka bir şey de- ğildir. Bunu "moda" diye görmeye kalkmak, cahil- likten öte bir şeydir, kafasızlıktır. Sömüru, insanın insana kulluğu sürdükçe sosyalist duşünce var ola- caktırî' "Onlar bugunkü olaylara bakarak.." diye sözü- nü kesecek oldum Gani Girgin'in, dinlemedi beni, şöyle surdürdü sözünü: "Kapitalizmi son ve değişmez düzen saymaktan başka ne anlamı \ardır bunun? Oysa kapitalizm, baştan beri bunalımdan bunalıma düşmüştür, bir bunalımlar tarihıdir bu; o kadar modası geçmiştir kı, Marx gelmeseydi çoktan gomulüp gitraişti." Şaşkınlıkla yuzüne baktım. Anladı. "'Ne var bunda şaşacak!" dedi, "Marx'ın, kaçı- nılmaz gerçeği butün ayrıntıları ile ortaya koyma- sından kapitalizm de yararlandı, yaralannı sarma gereksemesini duydu. Ama ben onu da bir 'moda' olarak görmüyorum. Tarih şırfıntı modacısı değil- dir. Sakın yanhş anJama, 'her olan doğrudur' de- mek istemiyorum. Bu tür etik değerler de bir deği- şım süreci içinde bulunagelmiştir. Dün Osmanlı pa- dişahlarının, kardeşlerini öldürmeleri yalnızca ya- sal karşılanmaz, doğru da sayıhrdı. Elbet bu da mo- da değildi. Demek sosyalizm modasının geçtiğini söyleyenler, tarihi bir moda evi gibi görenlerdir. Ben de onlara diyeceğim ki, kapitalizmin modası çok- tan geçti. Sosyalizm dönemini yaşıyoruz ve yaja- yacağız." "Ya sosyalist ülkelerde olana bitene ne diyorsun?" "Soylediklerimin üstunde gereğince durursan kendin bulursun bunun yanıtını" Bulmaz olur muyum? Ama ben onu konuştur- mak için sormuştum bu soruyu. O ise yeterli bul- muştu soylediklerini. Fakat anlamazlıktan gelerek: "Yani sosyalizm kendini yeniliyor, öyle mi?" de- dim. Gani Girgin koluma girdi. "Ah biz de kendimizi yenilesek" dedi. "Sosyalist ülkelerdeki olayların, bizde Turancıhk düşunü hort- latması ne korkunç! Bir bakan, düşün, bir bakan kalkıp, 'Artık hasta adam değiliz' diyor, diyebili- yor. Hani ekonomimiz, sosyal sorunlanmız çözü- me bağlanmış olsaydı, bu sözü bir başarı müjdesi diye yonımlayabilirdik. Hayır efendim, bizim has- ta adamlıktan çıkmamız, sosyalist ülkelerde ulusal- cılık akımlannın boy göstermesindenmiş... Deli olur insan! Demek biz, Asya halklarının ulusalcı ruha varamamasından ötürü hasta düşmüşüz! Yanhş ol- masını bir yana bırak, buradaki mantık saçmalığı- nı nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Ülkemizi bat- maktan kurtaran Mustafa Kemal, Turancılığa kar- şıydı, demek kurtuluş gücünü yalnızca kendi hal- kımızda aradı. Başka türlüsü de düşünülemezdi. Os- manlıyı batıranlardan biri olan Enver, bu sözümo- na ülkü içinde yok oldu. O zaman Azerler, Istan- bul padişahından değil, Moskova'daki sakallı babadan, çardan yana idiler. Asya topluluklan, 1917 devriminden sonra feodalizmden kurtuldular ve kendi kültürlerini tanımak, canlandırmak, yasamak olanağına kavuştular. Bugünkü olayları çözümle- meye kalkanlar, bu gerçeği hesaba katmalıdırlar. Ben bundan yirmi yıl kadar önce Bakü'ye gitmiş- tim; bir toplantıda oranın yazarlanndan biri bana, 'Biz bu kadar ilerledik, tek üzüntümüz sizin geri kalmanızdır' demişti. Kendimizi Asya halklarının kurtancısı durumunda görmeyelim diye söylüyonım bunu. Kimse kimsenin kurtarıcısı olamaz, değildir. Onlar bizi kurtarmaya kalksalar hoşumuza gider mi?" "Nereye gidiyorsun?" diye sordum. Gani Girgin, bu tür soruları saçma bulur. Doğ- rusu da saçmadır. "Sana ne?" demedi elbet, sanı- rım söyleyecekleri bitmemişti. "Taksim'deki oiaya ne dersin?" diye sordu. Birden anlamadım. "Hangi olay?" dedim. Gani Girgin, "Sen de nasıl oyun yazarısm" diye sürdürdü sö- zünü, "Şehir Tiyatrosu'nun, eski Darülbedayi'nin 75. kuruluş yüdönümü dolayısıyla, tiyatroculanmız, Taksim anıtına çelenk koymaya kalktıklan için po- lisçe yakalamp sorguya götürüldüler. Utandım. Oy- sa o günlerde Sovyet Başkonsolosluğu'nun kapısı- na dayanan ülkücülere polis karşıkomadı. Azerbay- can'daki üzücü olaylar karşısında duygulanmızı be- lirtmeyelim mi? Belirtelim elbet, ama bunu insan- sal açıdan çıkarıp siyasal görünüşe vardınnayalım derim. Sonra elbet kendi içimizdeki haksızlıklar için de davranışımızı gizlemeye kalkmayalım. Bir top- lum, her şeyden önce, özeleştirisi ile uygar görünü- münü pekiştirir. tnsanlar da böyle olmalı." Gani Girgin kolumdan çıktı. "Kafanı şişirdim, kusura bakma," dedi, "konus- manın hiçbir işe yaramayacağını biliyonım. Zaraan zaman da hiçbir konuşmanın boşa gitmeyeceğini düşünüyorum. Bunun üzerinde durdun mu hiç?" Elimi sıktı. "Ayasofya'ya gidiyorum" dedi, "camiye çevrilme- den bir göreyim." Ne adam yahu! ARADABIR Dr.Yılmaz ALİEFENDİOĞLU Anayasa Mahkemesi Üyesi Türkiye-Ayrupa Topluluğu İlişkilerinin Geleceği. Ankara Üniversıtesi Rektörü ve Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezı'nce, 24 Ocak 1990 gününde Ankara'da bir açıkoturum düzenlendi. Konu Avrupa Topluluğu Komisyonu tarafından hazırlanan Türkiye Değerlendirme Raporu ve Türk- iye AT ilişkılerı" ıdı. Toplantıda, gerçekten, çok yararlı ve ılgınç görüşler ileri sü- rüldü. Ancak. Dışişlerı Bakanlığı AT Genel Müdürü'nün, özellik- le bir soruya yanıt verirken getirdiği ve Devlet Pianlama Teşkila- tı AT ilişkıler Başkanı'nın da bemmsediği gözlenen yorum, res- mı makamların Türkıye-AT ilişkılerine nasıl baktıklarını gözter- mesi yönünden gerçekten ilginç ve o denli de endişe vericidir. Sayın Genel Müdüre göre Türkiye iradesini belirlemiştir. Toplu- luğa katılacaktır. Bu amaçla Değerlendirme Raporu'nda belirt- tiği gibi, "gümrük birhğinı 1995 yılındatamamlayacaktır." Ancak, Genel Müdürün de kabul ettıği gibi, Türkiye'nin topluluk üyesi olup olmayacağı ya da ne zaman olabileceği tam bir belirsizlik içindedir. Türkiyenin lopluluğa katılması, sadece kendi iradesi- ne bağlı değildir. Raporda. ATTürkiye ilışkileri açısından öngörülen önlemler sa- dece gümrük birliğinın tamamlanması değildir Topluluğun, Türk- iye'ye vereceği ödün niteliğinde olan önlemler de vardır. Ancak. Türkiye'nin gümrük birliğinı 1995 yılına kadar tamamlaması ku- ralı bağlayıcıdır. Türkiyenin uyması gerekir. Oysa Türkiye lehi- ne söz konusu olan hususlarda bağlayıcılık yoktur. AT, kendi ödünlerinı isierse verecektir. Öte yandan, Türkiye, katma proto- kole göre de 1995 yılına kadar gümrük birliğini tamamlayacaktı. Ancak toplulukla ilişkilerın dondurulması nedeniyle bu indirim çok yavaş olmuştur. Kornisyon raporunda, bu tarih, yine, 1995 yılı olarak gösterildiğinden, kalan birkaç yılda hızlandınlmış güm- rük indırimi uygulanacak demektir. Başka bir deyişle, en geç 1995 yıiında AT ülkelerine karşı °/o100 gümrük indırimi sağlayacaktır. Gümrüklerin yanı sıra, damga res- mi, belediye resmi. fon gibı eş etkili mali yükümlülükler de kal- dırılacaktır. Bu uygulama, devlet vergi gelırlerinde önemlı bir azalmaya neden olacaktır. 1990 yılı bütçesinde, dışalımda (ithalde) alına- cak vergilerde yapılan indirim nedeniyle 2 trilyona ulasan bir gelir kaybı olmuştur. Gelır kaybı. gelecek yıllarda gıderek artacaktır. Gümrük birliğıne gidilmesının. daha önemli bir etkisi, Türk Sa- nayisinın AT ülkelerı serbest rekabetıne açılmasıdır. Bu ülkeler- den sıfır gümrükle gelen malların emeklemek dönemindeki yerli sanayıye etkısmı düşünmek gerekir. Konu bu kadarla da bitme- mektedır. ATnin, Avrupa Serbest Tıcaret Bölgesi (EFTA), Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (LAFTA), Afrika, Pasifik ve Ka- rayıb (APC) ve Akdeniz ülkeleri gibı kimi topluluk ve ülkelere ta- nıdığı ya da tanıyacağı gümrük ındırımleri, AT ülkeleri yoluyla Türkiye'ye yansıyacaktır ve Türkiye bu ülkelerin de rekabetıne açılacaktır Burada çok onemli bir konu da bu dönemde. Türkiye'ye AT fonlarında bir kaynak aktarımımn öngörülmemişolmasıdır. Ra- pora göre Türkiye yardım almaksızın 1995 yıiında gümrük birli- ğini tamamlayacaktır Bu, gerçekten haksız bir uygulamadır. Çün- kü Topluluğun 6 üyesi, gümrük birliğini kuruluştan sonraki 10,5 yılda gerçekleştirmiştır. Bu süre, ingiltere. İrlanda ve Danimar- ka ıçın katılıştan ıtibaren 3,5 yıl. Yunanistan ıçın 5 yıl olmuştur, ispanya ve Portekız açısından ise 1986 da başlayan geçış süre- si 1992 yıiında tamamlanacaktır Bu ulkeler gümrük birliğini AT üyesi olduktan sonra ve fonlardan yararlanarak yerine getirmiş- lerdir. Türkiye'nin, ne zaman uye olabileceği konusunda Toplu- luğun hiçbir sözu yoktur En iyımser yorumcular bıle uyelığin 2000 yılından öncegerçekleşebıleceğini söyleyememektedirler. Hat- lArkası /?. Say/ada) Kenan Evren'in Aııılan. Verdiğim örnekte açıkça görüldüğü gibi belli bir konuda gerçeğe bu derece aykırı demeç verebilen ve bu demecini her fırsatta yineleyen Sayın Evren'in, yazmaya başladığı anılarını yeniden gözden geçirmelerini ve titiz bir dürüstlükle kaleme almalarını öneririm. ABDÜLBAKİ CEBECİ Emekli Kur. Albay, Danışma Meclisi Erzincan Üyesi Sayın Evren, Cumhurbaşkanlığı görevini Özal'a bırakmadan önce birkaç bin sayfa tu- tacak olan anılarını yazmaya başladıklarını açıklamışlardı. Şimdi yerleştiği Marmaris'te- ki "Beyaz Evi"ndede bu anılan tamamlama- ya çalıştıklannı, basına verdiği demeçlerden öğreniyoruz. Ancak bu anılarda herhalde yer alacak olan kimi konuları biıtun bütün gerçeklere aykırı olarak bir çok kez ileri surduklerini gördük- çe. anıların tek yanlı bildirim ve değerlendir- melcre dayanacağı kuşkusu doğmaktadır. Or- neğin; 21 Mart 1986gunlu Milliyet, Hurriyet ve Gunaydın gazetelerinde Sa>ın Evren'in ikin- ci kez cumhurbaşkanı seçilmek istemediğine ilişkin olarak anayasa hazırlanırken 101. mad- denin "Bir kimse iki kez cumhurbaşkanı seçilir" hukmunun bizzat kendisi tarafından metinden çıkarıldığı, ayrıca "Eski Cumhur- başkanları Türkiye Buvük Millet Meclisi'nin tabii uyesidir" hükmune de Cumhurbaşkanı Evren'in karşı çıktığı yazıldı. Bunun uzerıne bu demecin çıktığı gazetelerden Vlilliyet ga- zeteiinc, yavımlanması isteğımle. bir yalanla- ma yazısı gönderdinı. Gazeıe bu yazımı _va\ım- lamadı. Ve bu nedenle de E\ rep'in demeci her- kes tarafından do|ru olarak kabol edildi. Ni- tekim 17 Aralık 1986 gunlu Hurriyet gazete- -.inde Sayın Coşkun Kırca'nın "Ozal, anaya- saya ne yapmak istiyor?" başlıklı yazısında, "Bir kimsenin iki kere cumhurbaşkanı seçile- memesine ilişkin anayasa hukmu bizzat Sayın Evren'in ısrarı ile anayasaya girmiştir. Bu su- retle Evren 12 Eylul harekâtının meşru başı sı- l'atı ile memleketi, içine duştueu badireden kurtarmaktan başka hiçbir hedef, hiçbir ik- bal arzusu taşımadığını tam bir açıklıkla gos- termek istemiş ve göstermıştir" hükmune va- nlmasını sağlamıştır. Daha sonra 15.6.1988 gunlu Hurriyet gaze- tesinde Ismel Solak'ın "Evren'den son soz: \day değılım" başlıklı yazısında Evren'inger- çekle hiçbir ilgısi olmayan e^ki bıldırimı yi- nelenmektedir. Bundan ^nra Cumhurbaşkanı 16 Şubat 1989'da başlayan Hindi^tan, Pakistan ve Ma- lezya ziyaretlerınde, uçakta gazetecilerle yap- tıkları konuşmada ay nı konuya ilişkin olarak "ayrıca bir kişinin bir defadan fazla cumhur- başkanı seçilmesinı önleyen hukmu de ben anayasaya koydurdum" diyerek eski bildırim- lerini yinelediler. Bu bildırimleri de 17 Şubat 1989 gunü Cumhunyet gazetesinde ve öbür ga- zetelerde haber olarak v'i^':|ı gibı Cumhuri- yeı'te Sayın Hasan Cemal'in yazısında da bu konuya yer verılmiştir. En sonundacumhurbaîkanlığını Ozal'a bı- rakmadan bir gece once 8 Kasım 1989 günu lelevizyonda yaptıklan veda konuşmasında Sayın Evren, yine bu konuya aynen ş^ylece de- ğindileı: "Cumhurbaşkanlığı gorev imin sona ermesine daha birkaç yıl varken başlayan \e yakın zamana kadar devam eden çok sayıda vatandaşlardan gelen mektup ve telgraflarla veya sözlü olarak yapılan muracaatlarla ana- yasamıza gore mümkün olmamasına rağmen, bir dönem daha görevde kalmam istendi. Böy- le düşiinen \atandaşlanmın gösterdikleri bu sıcak ilgi ve güvenden dolayı teşekkur ediyo- rum. Ancak şu hususun bilinmesinde yarar gö- rüyorum. Bazılarının beğenmediği bu anaya- sa taslağı, Danışma Meclisi'nden Milli Gilven- lik Konseyi olarak onumüze geldiğinde ilgili maddesinde cumhurbaşkanınm üst üste iki de- fa seçilmesi imkânı tanınıyordu. Bu maddeyi kendisi için böyle hazırlattı derler diışüncesi ile değiştirttim ve bir donem olmasını sağla- dım" Bu konuşmaya 9 Kasım 1989 günü bü- tun gazetelerde yer veriimiştir. Önergem ve gerçek durum Aynı gun (9 Kasım 1989) Cumhuriyet ga- zetesinde Sayın Mustafa Ekmekçi'nın Anka- ra Notları'nda "Kenan Bey'in Işleri" başlıklı yazıda şu belirtilmiştir. "Anayasadaki bir kim- senin kaç kez cumhurbaşkanı olabileceğine ilişkin hükmun, nasıl ve kimin önerisi ile Da- nışma Meclisi Genel Kurulu'nda oybirliği ile kabul edılerek komılduğu belgeterle gosteril- mektedin' Burada verdiğim onerge üzerine ya- pılan değişiklik için kısa bir açıklamada bu- lunmam yararlı olacaktır. 1961 Anayasası'nın 95. maddesinin 2. fık- rası aynen şöyledir: "Bir kimse arka arkaya iki defa cumhurbaşkanı seçilemez!' 1982 Ana- vasa taslağını hazırlayan anayasa komisyonu da bu fıkrayı hiçbir de|işiklik yapmadan ay- nen cumhurbaşkanlığı maddesine koymuştur. Danışma Meelisi'nde verdiğim önergenin oy birlıği ile kabulu sonucunda metindeki "üst uste" sozcukleri çıkarılan fıkra "bir kimse, iki defa cumhurbaşkanı seçilemez" biçimine dö- nuşmuş ve Milli Guvenlik Konseyi'ne de bu biçimde sunulmuştur. Konseyin bu konu ile ilgili tutanağında da görüldüğü gibi bu fıkra ile ilgili hiçbir konuşma olmadan aynen be- nimsenmiş ve halkoyuna sunulacak Anayasaya girmiştir. Verdiğim ornekıe açıkça goruldüğu gibi belli bir konuda gerçeğe bu derece avkırı demeç ve- rebilen ve bu demecini her fırsatta yineleyen Sayın Evren'in, yazmaya başladığı anılarını ye- niden gözden geçirmelerini ve titiz bir durust- lükle kaleme almalarını oneririm. Özellikle: 1- Atatürk'ün buvük emeklerle kurduğu ve oiunceye kadar yaşattığı ulusal ve külturel ku- rumlan "Cumhuriyet Halk Partisi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu" gibi Atatürk'- un vasiyetini de hiçe sayarak hukukun temel ilkelerine aykırı bir biçimde yerle bir etıiğini, 2- Televizyonda sık sık Kuran'dan avetler ve hadisler okuyarak yorumladığını. ilk ve orta oğretime zorunlu din dersleri koydurduğunu, Kuran kursları adını taşıyan irtica yuvalarının çoğalmasına göz yumduğunu, imam hatip okullarını ve liselerini bu konudaki ihtiyacın çok üstünde arttırarak bu okullardan çıkan- ların Silâhlı Kuvvetler dışında bütun yönetim kademelerinde görev alabilmelerinin sağlan- masına engel olmadığını, 3- Iktidarı döneminde Avrupa'daki din go- rev lilerinin maaşlarım Arap Rabıta örgütu1 ne ödettirdiğini, 4- Daha önce Nakşibendi Şeyhi'nin de gö- mülduğü Kanuni Sultan Süleyman Türbesine, özal'ın anasının gömülmesini sağlayan Ba- kanlar Kurulu Karan'nı onaylayarak türbele- ri dirilttiğini, 5- Laikliği her gün tartışılır hale getirdiği- ni, dinin en ytıksek yönetim kademelerinde ve bütün devlet kummlannda siyasete alet edil- mesine, Atatürkçü değil takunyalı bir gençlik yetiştirilmesine göz yumduğunu, 6- Ege'nin hava ve deniz alanlarındaki ko- muta ve kontrol sorumlulukları üzerinde ül- kemiz yaranna hiçbir güvence almadan Yuna- nistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönme- sini sağlayan NATO Başkomutanı Orgeneral Rogers'ın ricasını neden kabul ettiğini, 7- Erdal tnönü'yü ve hiç veto edilememele- ri için kurucu üye olarak seçilen Ataturk'ün ve Inonu'nün uzun yıllar başyaverliğini yap- mış olan ve o tarihte 82 yaşında olup hiçbir siyasal olaya ve hiçbir polemiğe dahi karışma- mış olan Cevdet Tolga'yı, Anayasa Mahkemesi emekli uyelerini dahi sırf SODEP'in 1983 se- çimlerine girmesini önlemek için veto eden, Doğru Yol Partisi kurucu uyelerini de aynı bi- çimde veto eden Sayın Evren, acaba Atatürk'ü ve laikliği inkâr eden MSP'nin 1977 genel se- çimierinde Izmir adayı olup seçimi kaybeden (seçimi kazansaydı zaten 1982 Anayasasfna göre yasaklara girecek, parti kuramayacak ve MSP ile bıılıkıepartinin en ileri savaşımcıla- rından biri olarak mahkemelere suruklenecek- ti) Sayın Özal'ı ve partinin öteki kurucularını veto etmeyen Evren... Bütün bunların neden- lerini ve kimlerin etkisi altında bu kararlara vardığını da açıklamalıdırlar. Beklediğimiz açıklıklara kavuşacak mıyız? 8- Evren 1958'de Kore'ye gidip 1959'da dö- nen 9. Tugay'da görevli idi. Kore'ye gıden su- baylara daha önce verilen bir yıl kıdem zam- mı 9. Tugay'dan itibaren Bakanlar Kurulu Ka- rarı ile kaldınlmıştı. Sayın Evren 1960 askeri müdahalesinden sonra Milli Birlik Komitesi uyelerinden Kurmay Albay Osman Köksal'a yazdığı ve Sayın Köksal öldükten sonra Cum- huriyet Gazetesi'nde yayımlanan mektubun- da. Milli Birlik Komitesi'nce bu bir yıllık kı- demın yeniden kabulünü rica eder ve bunu Düşiikler bile yapacaklardı diye ekler. Demokrat parti ileri gelenleri için o zaman Düşiikler deyimini uygun gören Evren, o Du- şuklerin başı Celal Bayar'ı 12 Eylül'den son- ra onur konuğu olarak Köşk'e davet ettiği gi- bi öldüğü zaman da Başbakan Özal ve zama- nın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Üruğ ile göruşerek ölen cumhurbaşkanları için yapılan en büyük devlet törenini düzenletir. Harp Okulu öğrencileri cenazenin taşındığı top ara- basına koşulurlar, yuksek rütbeli generaller ce- nazenin iki tarafından yürurler. Anılarında herhalde Demokrat Parti ileri gelenleri hak- kındaki düşuncelerinde bu köklü değişikliğin nedenlerini de öğreneceğiz. PENCERE Damdaki Kemancı Adamın biri dama çıktı. Dam yüksek. Mahalleli toplandı; damdaki adama bakıyor; her kafadan bir ses çıkıyor: — Ne yapıyor orada? — Dama nasıl çıkmış? — Deli mi ne? Adam birden aşağıdaki kalabalığın üstüne işemeye başlayın- ca herkes kaçıştı. Sonra yine toplandılar; sokaktan gelen geçen, merak eden, boş gezenin boş kalfası, işine giden memur, işçi, emekli, orta- direk, rantıye, kadın erkek. yaşlı genç, çoluk çocuk, asker sivil başını kaldırmış adama bakıyor. İçlerinden biri sessizliği bozup bağırdı: — İndirin şunu!.. Damdaki karşılık verdi: — inmem. — Biz seni indiririz.. — indiremezsiniz. * Sokak tıkanmıştı. Bir yandan gelen öte yana geçemiyor: öte yandan gelen bu yana geçemiyor, tıkış tıkış... Yeni gelenler: — Ne var, ne oluyor? — Trafik kazası mı? — Biri mi vurulmuş? Daha önce gelenler, sonradan katılanlara damdaki adamı gös- teriyorlardı: — Adam dama çıkmış.. Yeni gelen de başını kaldırıp dama bakıyordu; Allah Allah, ger- çekten damda bir adam var; gülüyor, elleriyle ayıp işaretler ya- pıyor: kafasını sallıyor: konuşuyor... — Nıye çıkmış? — Bilmem.. — itfaiyeyi çağırmalı.. Adam damdan inmiyor, halinden memnun, kalabalık gittikçe büyüyor. iğne atsan yere düşmez: artık ne sağa ne sola bir adım atılabiliyor. Topluluktan biri yine bağırdı: — İndirin şunu yahu!.. Bir genç güldü: — indirim başladı bile.. — Nerde? — Vitrinlerde. — Nasıl? — Mevsimlik tenzilat.. — O kotay!.. Sen enflasyonu indirebiliyor musun? Ben ona bakarım. Kalabalıktan birisi akıl etti: — Nasrettin Hoca'yı çağıralım: hepimizden akıllıdır; ne yapa- cağını bilir. Biri kostu, Hocayı aldı getirdi. Hoca damdaki adama baktı, sa- kalını sıvazladı, konuştu: — Bir ip getirin, dama atalım, adam beline bağlasın, hep bir- likte aşağı çekelim... Çevredekiler: — Hoca olur mu hiç? Hoca: — Vallahi bilmem, diye yanıtladı, ben anımsıyorum, 1960'larda Celal Bayar kuyuya düşmüştü; ismet Paşa rahmetliyi kuyudan iple çekmişti... Zaman geçtikçe kalabalık artıyordu; sokak geçilmez olmuş. kıpırdayacak yer kalmamıştı. Kalabalık arasında kavga başladı, birisi ötekini iteklemiş mi ne? Bir ses yükseldi; — Vurun Allahsıza!.. Kavga büyüdü, ortalık kan revan içinde, herkes birbirine gir- di, dan dun, küt pat, polis düdükleri, cankurtaran sirenleri, so- kak ana baba günü... Birinin aklına geldi, başını yukarı kaldırdı. adamı gördü, adamın keyfi gjcır, ellerini uğuşturuyor, tırnakları- nı birbirine sürtüyor, gülüyor... — İnsene lan!. Adam: — Kimse indiremez beni... Server Tanilli Nasıl bir demokrasi istiyoruz? SAY Dağıtım Ltd. Şti. Ankara Cad. No.: 54 Sirkeci - İst. Tel.: 512 21 58 - 512 50 80 - 528 17 54 1979 YILI ICRA PL 467 TEDBIR UYARINCA SIGAHA SAĞLIĞA ZARARLIDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle