Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 25ŞUBAT1990
Madrid'den
Güler ytizlü
komünizmKaranlık suratlı, pis kokulu pos bıyıklıların
peşinde varılan yer belli oldu. Aydınlık yüzlü
insanların yüreği de aydınlık oluyordur belki...
MİNE G. SAULNIER
MADRİD — Antonio, bütün
tspanyollar gibi iki soyadı tasıyor.
Babadan yana Gutierrez, anadan
yana Vegara. Ama lspanya'da bi-
le babalık daha önemlı sayıldığı
için, ilk soyadı Gutierrez ile arulı-
yor kahramanımız Antonio Guti-
errez Vegara. Öyle hafîf kambur
durduğuna bakmayın; kendisi
1.80'i geçkin olup tüm patronla-
nn bir kanş tepesinden bakar. Bi-
liyorum, inanılası değil, kazık ka-
dar adam ve de 39'uncu bahannı
geride bırakmısuğına karşılık, bu-
rulacak bir pos bıyık sahibi bile
olamamış. Ama geçen 1 Mayıs
şenlıklerinde gösterdi (Bazı ulke-
lerde 1 Mayıs kansız şenliklerle
kutlanır), harika dans ediyor!
Başka marifetleri de var tabii: ör-
neğin sağ elinin işaret parmağıy-
la orta parmağını, "Üeri!" diye
şıklattığı zaman, iki milyon işçiyi
peşine takıp yürüttüğünü gördük.
Işçileri yürütmek bir şey değil,
Ispanya'yı durdurdu tam yirmi-
dört saat. Çünkü Antonio Guti-
errez Vegara'nm mesleği "profes-
yonel komünistlik". Yani komu-
nist olduğu yetmiyormuş gibi, bir
de sendikacılık yapıyor. Ûniversite
öğrencisi tavırlı bu genç adam,
Gonzalez hükümetinin altını oy-
du, erken seçime götürdü. Sosya-
list Parti'den koparttığı bir buçuk
milyon oyu komunist koalisyon
Birleşik Sol saflarına akıtıp par-
tisini siyasal güç çizelgesinde
üçüncü sıraya yükseltti. Geçen yıl
bu demlerde afır tafir dolaşıp
"Ben bu işçi isteUerini kabul et-
mem!" diyen sosyalist hukümet
ise şimdi önüne ne gelirse şıkır şı-
kır imzalıyor. Emeklilikleri arttı-
rılan yaşlılar, sosyal yardım bağ-
lanan guçsüz ve işsizler, ücretleri
artan memurlarla işçiler, bunu bü-
yük ölçüde Komunist İşçi Sendi-
kalan Konfederasyonu tşçi Ko-
misyonlan (CC.OO.) ve bu örgü-
tün Genel Sekreteri Antonio Gu-
tierrez'e borçlular. Aslında
CC.OO., ülkenin birinci değil,
ikinci büyflk sendikası. Ama ge-
çen yıl işçi öylesine kızgın, öyle-
sine kırgındı ki sosyalist hüküme-
te, ülkenin en büyük emekçı örgu-
tü ve Sosyalist Parti organı UGT,
üyelerinin istifayı basıp Antonio
1
nun saflarına katılması tehlikesi-
ne karşı partiyle bağlarını kopar-
tıp komünistlerle el ele sokağa iıı-
di. Ve tarihin en geniş kapsamlı
genel grevi, geçen yıl tspanya'da
komunist ve sosyalist beş milyon
işçinin katılımıyla böyle yaşandı.
Zaten komunist Antonio Gutier-
rez ile sosyalist Nicolaz Redondo
1
nun arasından su sızmıyor. Sosya-
list Redondo, Antonio'nun yanı-
na geçmediği takdirde bu genç ko-
munist ekibin tüm sosyalist sen-
dikayı götureceğini görecek kadar
deneyimli bir "kurt".
Antonio Gutierrez, sesini hiç
yükseltmez. "Işçi gardaşlamn, ga-
nırta ganııia alacagız!" türünde
mangal söylevleri çektiğini hiç
görmedik. Masa da yumruklamaz
üstelik. Ama ağzından bal akma-
sa gerek; çunkü hükümet ya da iş-
verenlerle kapalı kapılar ardında
görülen hesaplardan Gonzalez da-
hil tüm rakiplen, alı al, moru
mendil çıktılar. O ise, "Ben" di-
yor, "her şeyin ustünde tarafsız-
lığı tııtamn. KarşımdakİDden nef-
ret etsem de, ona tapsam da dav-
ramşım hep aynıdır."
Yoksul bir buyükbabanın, bel-
ki yaşamaz diye doğumundan bir
yıl sonra nufusa geçirdiği bu ök-
süz ve yetim köylü çocuğunun tek
"hamasî" övüncü, hanım evladı
görünüşüne karşm, ellerınde taşı-
dığı yara izleri ve nasırlar. Anto-
nio'nun elleri ağır işçi elleri. Ve o
eller bir yılda tspanya'da pekçok
şeyi değiştirdi. "Demokraside" di-
yor, "Salt çogmüuklar, mutlak ço-
ğunlnklar vardır. Ama mutlak
egemenlik yoktur. Oysa tspanya-
da, uyuşmazlık ile birlikte hükii-
met edilemiyor. " Antonio Guti-
errez, daha neler biliyor neler.
"Giysi bile" diyor: "Stratejik de-
gerde olabilir. Pazartıga olurdu-
ğumuz zaman, takım elbise, kra-
vat. Toplusözleşmc imzalarken,
savaş üniformalanmız!"
Reel sosyalizmle yönetilen ülke-
ler birer birer havlu atadursun,
ispanyol komünistleri 1934'ten bu
yana hiç bu denli güçlü ve en
önemlisi kendileriyle barışık ol-
mamışlardı. Bunun sırn, demok-
rasinin erdemlerıni zamanında ka-
bul ve Doğu Bloku'yla ilişkilerirü
1968'den bu yana kesmiş olmala-
nnda yatıyor.
Bundan on beş yıl önce, Kara-
köy'e demirleyen bir Sovyet turist
gemisini seyrediyorduk. Güverte-
de beyaz şortlu bir Rus kızı, uzun
san saçlannı dalgalandırarak kor-
kuluğa yaslanmıştı. Yamradaki er-
kek arkadaşım, "An be" dedi Rus
kızına bakarak: "Gd de komanist
olma!"
O zamanlar gülünç bulduğum
bu ideolojik tercih biçimi, bugün
düşünüyorum da belki o kadar
kötü değildi. Karanlık suratlı, pis
kokulu (erkek dediğin kokar gar-
daş!) pos bıyıklıların peşinde va-
nlan yer belli oldu... Aydınlık yüz-
lü insanlann yüreği de daha aydın-
lık oluyordur belki? İdeolojik se-
çimlerini estetik koşullara bagla-
mak eğiliminde olanlar için he-
men belirtelim: Antonio Gutier-
rez'in sağ kolu, yani İşçi Komis-
yonlan'nın ikinci adamı, daha
genç, daha uzun ve daha yakışık-
u. Ama kulunuz; sevdiği kadın is-
tedi diye sakal bırakıp aşk şiirleri
yazdığını itiraf eden lspanya Ko-
munist Partisi Genel Sekreteri, or-
ta yaslı ve kır saçlı Julio Angui-
ta'yı dahaçekici bulmakta.
Bu yazı pekçok kişinin ve özel-
likle erkeklerin sinirine dokuna-
cak, biliyorum. Yalnızca erkekler
kadın güzelliğinden söz etmelidir-
ler. Bız kiim, ideolojik estetiği asık
surat, sert sakal, muşamba parka
ve askeri postal çerçevesi dışına çı-
karmak kiim?
Haddimizi bilmeyelim lütfen.
Zürih'ten
Yeni üniversite yasa tasansına karşı çıkan ögrenciler, özerkligin özel sektor tarafından suiistimal edilecegini dile getiriyorlar Üniversite supermarket degildir.
Roma'dan
Üniversitede panter varİki ay önce kaçan ve Roma'da cirit attığı halde bir türlü
yakalanamayan siyah panter, gösterici öğrencilerin
simgesi oldu. Amfileri işgal eden ögrenciler, yeni
üniversite yasasına karşı çıkıyorlar.
NtLGÜN CERRAHOĞLU
ROMA — Harekât, Palermo'da başla-
dı. Kısa sürede faksla tüm ülkeye yayıldı.
Bunun için adına "Telefaks devrimi"
deniyor.
"Tetefaks devrimi" ya da diğer adıyla *90
narekâb'nı duzenleyen ögrenciler '68'li öğ-
renciler gibi "ütopya"cı düşler peşinde koş-
muyorlar. "Che Guevera", "Mao" gibi mi-
tosların arkasına takılnuyorlar. Tüm so-
runları çözümleyecek ve düzeni değiştire-
cek ideolojiler aramıyorlar.
tki ay önce kaçan ve başkent Roma'nın
içinde cirit attığı halde bir türlü buluna-
mayan bir siyah panterin amblemini ken-
dilerine özgürlük simgesi olarak seçen ve
"Panter biziz" diye amfileri işgal eden ög-
renciler, bu kez yalnız ve yalnız kendi ya-
şamlanm yakından ilgüendiren realiteyi et-
kilemeye çalışıyorlar, bir baska deyişle
pragmatikler.
Roma, Milano, Palermo, Bari, Floren-
sa, Bologna gibi tüm büyük kentlerde üni-
versiteleri işgal eden ve protesto yürüyüş-
leri duzenleyen gençler sosyalist universi-
te bakanı Antonio Ruberti'nin hazırladığı
üniversite refonn yasasının geri alınması-
nı istiyorlar. Üniversitelerin özelleştirilme-
siyle eşanlamlı buldukları bu yasayı ya-
pan Ruberti'ıün de istifasını talep edıyor-
lar.
Roma'daki "Sapienza" Universitesi'nde
uzun yıllar rektörlük yapmış olan Ruber-
ti'nin "Yasaımnın en böyük düşii" olarak
ortaya attığı üniversite reformu üniversite-
lerdeki araştırmanın özel sektör tarafından
finansmanını öngörüyor, aynca bu şekil-
de üniversitelerin fınansmaıuna katılan şir-
ketlere de yönetim konseyine katüma hakkı
tanımyor. Ögrenciler bunu şiddetle reddedi-
yorlar. Üniversitelerin özerkliğinin özd
sektör tarafından suiistimal edilmesinden
korkan ve özel şirketlerin başta askeri eği-
tim alanları olmak üzere ancak işlerine ge-
len öğretim dallanna yatınm yapmasından
çekinen ögrenciler sık sık büyuk kentlerin
sokaklarına dökülerek ellerinde pankart-
larla "üniversile supermarket degildir" diye
bağınyorlar.
Bu hareketin en ilginç yönlerinden biri
de güneyde kültürel anlamda marjinal bir
kent olan Palermo'da doğmuş olması; son
yıllann en önemli öğrenci harekâtının tüm
ttalya'yı etkisine alan kapitalist modelin dı-
şında kalan ve yalnız mafyanın baskentı
olarak tanınan Palermo'dan çıkmış olma-
sı, tüm gözlemcileri şaşırtıyor. Palermo'lu
ögrenciler, özel sektörün tüm fonlannı sa-
nayileşmenin yoğun biçimde gelişmiş oldu-
ğu Kuzey ttarya'daki üniversitelere akıtma-
sından korkuyorlar. Sicilyalı öğrencilerin
bir diğer korkusu da güneyde yoğunlaşan
edebiyat ve güzel sanatlar gibi fakültelerin
özel sektörün ilgi alanının dışında kalma-
sı. özel sektörün daha ziyade pozitif bilim-
lere yardım edeceğini düşünen güney ttal-
yah ögrenciler, kendi yörelerindeki üniver-
sitelerin ister istemez cezalandırılacağını
düşünüyorlar.
Kendisini savunmaya çalışan Bakan Ru-
berti, öğrencileri, hazırladığı reformun ru-
hunu anlamamakla suçluyor. Ülkedeki
tum üm'versite öğrencilerinin hedefi hali-
ne gelen bakan tüm amacının bürokrasi ta-
rafından felce uğrayan üniversitelere ger-
çek bir otonomi sağlamak olduğunu söy-
lüyor. Ayrıca Ruberti, Amerikan üniversi-
telerini de örnek göstererek" kendisini sa-
vunmaya çalışıyor. Dünyanın en iyi üniver-
sıtelerinin bulunduğu ABD'de üniversite-
lerin özel sektör tarafından desteklendiği-
ni ileri suren bakan, devletin tek başına bu
yükü kaldıramayacağım ileri sürüyor.
Şimdilik "Panter" ilk zaferini sağlamış
görünüyor. Yasayı geri almaya yanaşmasa
da, hükümet yasanın üniversite özerklik-
lerine ilişkin bölümünu değiştirmeyi kabul
ediyor. Aynca hükümet öğrencilerin ileri
surdüğu bir dizi öneriyi de kabul ediyor.
Bunlar, öğrencilerin üniversite yönetimi ile
ilgili kararlara katılmasım ve üniversite yö-
netiminde yer almak isteyen özel şirketle-
rin denetimini sağlamak gibi bir dizi ön-
lemi içeriyor.
Doğaya
karşı
kar topu
savaşı
Çevreyi karla
bombalayan toplar,
milletin İcayma
zevkine katkıda
bulunma çabasında.
Karın yağmaması kış
turizmini etkiliyor.
DOGAN ABALIOĞLU
ZÜRİH — Mermi yerine çevre-
yi karla bombalayan toplardan
Avrupa'da (Avusturya, ltalya,
Fransa, lskandinav ülkeleri) 400
tane varmış, Isviçre'de de 20. Bun-
lar milletin kayrna zevkine katkı-
da bulunma çabasındalar. Ve şu-
batın ortasındayız hâlâ kar yok.
Alpler ülkesinde konu öylesine
güncel ki doğrudan veya dolaylı
kış turizmine bağlı Kanton Grau-
bunden'de politik sorun olmuş.
Sonbaharda halk oylamasına gi-
dilecek, soru: "tnsan rnı dogaya
uymah, doga mı insana?" Oysa su
ve havayla elde edilen yapay kar;
kayak çekici kuruluşlardan bavul
taşıyan otel personeline kadar ge-
lirini bu yola baj koyanların son
umarlan.
12 yıl önceki yakınmalar sonu
ortalığı beyaza boyama işine ilk Is-
viçreliler başlamışlar.
"Kar Papası" diye adlandırılan
Leo Jecker, 5000 imzanın gerek-
çesini anlamadığım açıklıyor. Bir
yılda kullanılan elektrik enerjisi-
nin, bir kapalı yuzme havuzunun
tek aylık giderinden az olduğu sa-
vıyla böyle lükslerin Zürih'te ya-
pılabileceğini, ama kış bölgelerin-
de işsizlik konusunun yüzeye çı-
kacağını vurguluyor.
Sevinçli olan yok mu? Kent be-
lediyeleri gülüyor. Yollara ne tuz
ne mıcır dökülüyor. Atıksu ant-
malarına fazla yük binmiyor. Ya-
kıt az kullanıhyor, çevre kirliliği-
ne etkisi azalıyor... Tam bize göre
iklim koşulu demeliyiz. Hangi
kenti basa alıp örnek vereceğimi
şaşınyerum. Eskiden salt Anka-
ra derken şimdi yeşil Bursa, Bo-
ğazlı tstanbul, hatta Dadaslann
Erzurumu'ndan bile göz gözü gör-
mez haberleri sık sık gazeteleri-
mizde resimli manşete geçiyor.
Acaba küremizin 66 derece 33
saniyelik yauk ekseni değer mi yi-
tirdi? Binü ydlarla açıklanan 7 de-
recelik ayrım bu yüzyüımıza mı
rastladı? Yoksa doğayı kendimize
uyduralım derken bütün kuralla-
rı altüst mü ettik dersiniz?
Tbkyo'dan
Geyşalar, 8 kanallı TV'ye karşıMÜMTAZ ARIKAN
TOKYO — Japonya deyince,
Sayanora, Fujiyama, lkebana,
Ginza, Sony, Toyota gibi tanıdık
kelimeler hepimizin aklından bir
çırpıda geçiverir. Bunlardan biri
de "geyşa"dır kuşkusuz.
Bir yabancıya, Japonya'ya gidip
de geyşa görememekten söz etse-
niz, size kuşkuyla bakar. Ancak,
aslına bakarsanız, bu iş Japonlar
için bile pek kolay sayılmaz. Ha-
ni, komutan askerlerine, niye sa-
vaşmadıklannı sormuş da "Birkac
nedeni var. Birincisi, barut yok"
diye yanıtlamışlar. Komutan, "Di-
ğerierini saymanıza gerek yok"
demiş. Işte, öyküdeki gibi, geyşa-
lan görmek için de önce yuklüce
para gerek. Bir geyşa evinde ko
nuk olmak oldukça pahalı. Zaten
Tokyo'Üa ucuz bir şey yok ya! Özel
olarak gidilirse, yemek ve gösteri
için 400-500 doları (bir milyon li-
ranın üstünde) gözden çıkarmak
gerekiyormuş. Türistler için dü-
zenlenen turlara katılmak da kişi
başına 170 bin lirayı geçiyor. Bu
durumda yemek yok. Yalnızca bir-
kaç kadeh sıcak pirinç şarabı olan
sake içilebiliyor.
Tbrla gittiğim geyşa evi, dıştan
bakınca sıradan bir beton binay-
dı. Ancak içi Japon stili döşen-
mişti. Kapıdan girince ayakkabı-
dördüncü yanlar, ağaç çerçerele-
re gerilmiş kâğıtlarla kaplıydı.
Önce, nefis kimonosu içinde
yüzü maske gibi beyaz boyalı,
makyajlı genç bir geyşa kıntarak
içeri girdi ve elindeki surahiden,
ayn ayn sake servisi yaptı. Derken
onu, daha yaslı bir geyşa izledi.
Klasik bir Japon müzik aleti olan
"kolo" çalan kadmı da sayarsak
sıkıhyor. Kimonoyu tipik saç mo-
delleri, ydpazderi ve özel ayakka-
büarı tamamlryor. Eskiden geyşa-
lar, saç modelleri bozulmasın di-
ye yatarken yastık yerine, tahta en-
se dayanağı kullanırmış. Şimdi pe-
ruklar buna gerek bırakmıyor.
İki gey-şa, Japonya'nın çeşitli
yörelerinin geleneksel dansların-
dan örnekler göstererek şovlanna
Japonya'da türistler için düzenlenen geyşa turlarına katılmak için 170
bin lirayı gözden çıkarmak gerekiyor. Bu durumda yemek yok.
Yalnızca birkaç kadeh sake (sıcak pirinç şarabı) içilebiliyor.
lanmızı çıkararak çoraplarımızla
yüriidük. Toplam dokuz kişiydik.
Rehberin dediğine bakılırsa bu sa-
yı pek düşükmuş. Alındığımız sa-
lon, duvardan duvara hasıra ben-
zer bir yaygı olan "tatami" kap-
hydı. Alçak sehpalar önüne kon-
muş minderlere bağdaş kurarak
oturrulduk. Çok sade bir yerdi. tki
yanda duvar vardı. Üçüncü ve
topu topu uç kişiydiler.
Geyşalar önce giysUeriyle dik-
kati çekiyor. Son derece ilginç
renk ve desenleri olan bu kimono-
lar, ara sıra sokakta rastladığımız
Japon kadınlarmınkine pek ben-
zemiyor. Onlar daha sade ve pas-
tel renklerde. Yerde sürünecek ka-
d-r uzun olan bu kimonolar,
"obi" denen geniş kuşakla belden
başladı. Danslardaki incelik ve za-
rafet, müzikle sağladıklan büyük
uyum, gerçekten görülmeye değer-
di. Dans sırasında vücut hareket-
lerine paralel olarak kimonolan-
mn kıvnmlarmı, yelpazelerini ve
mimiklerini kullanmaları son de-
rece ustacaydı. •
Dansları şarkılar izledi. Hatta
birkaçına karga sesimizle biz ko-
nuklar da katıldık.
Japonya'da çok eski bir geçmi-
şi olan geyşa geleneği, artık azal-
masına karşm yine de sürdürül-
mekte Onlar, 6^7 yaşlarında baş-
layan çok özel ve oldukça uzun bir
eğitimden sonra 16-17 yaşlarında
geyşa evinde konuklara hoşça va-
kit gecırten gösteri ustalandır. Bir-
çok yabancının sandığı gibi, gey-
şalar kiralık kadın veya masajcı
degildir. Başlıca becerileri, sohbet,
şiir, şarkı ve danstır. Bu arada ye-
mek servisi ve sakilik de yaparlar.
Konuklann, eskiden beri genellik-
le erkek oluşu, bazı dedikodulara
yol açmıştır. Yine de Japonlar bu-
nu kesinlıkle reddediyor.
Bu ulkede geleneksel sanatları
ve âdetleri korumak için ne denli
caba gösterilirse gösterilsin, onla-
rın zayıflaması ya da azalması ön-
lenemiyor. Çağdaş eğlence ola-
naklan ve özeüikle de sekiz kanallı
televizyon varken geyşaların öne-
mini sürdürmesi zor iş.
Dans eden geyşalar, vücut hareketlerine paralel olarak kimonolan-
nın kıvnmlannı, yelpazelerini ve mimiklerini de ustaca kullanıyor-
lar. (Fotograf: Miimtaz Ankan)
UNUTMAYI ı
ADAM Dergisi aboneleri,
10.000.000 TL ödûllü Borsa Oyunu'na
kaülma formlannın, en geç
1 Mart 1990
akşamına kadar elimize geçmesi
gerektiğini bir kez daha haürlatıyoruz.
15 Mart 1990'da, Merkez Bankası
kurlan itibariyle, Dolar ve Alman
Markı'nın efektif satış fiyatını,
1 Ons altının Dolar bazında fiyaünı ve
EMKB endeksini doğruya en
yakın biçimde tahmin edin, ilk
10.000.000'luk ödülü kazanın.
Bilgi için: 598 97 50(3 hat)'den
Mehmet Göçmen
ADAMbaşanlı erk^ln dergisi
Faris'ten
Muhteşem Avrupa şovenizmi
SABETAY VAROL
PARİS — En çok işittiğimiz
cümlelerden biri son zamanlarda
şu oldu: "Dünyanın manzarası
bızla değişiyor". Her şeyin iki üç
ay öncesinden çok farklı olduğu-
nu saptamak ve bunu yüksek ses-
le soylemek, artık "ileri görüşlü"
olmak sayılmamalı. Ne var ki en
"dikkadi gözlemcüer" bile, önu-
muzdekı yıllann dünyasımn nasıl
bir haritaya sahip olacağım kolay
kolay kestiremiyor. Şiddetli ait ust
oluşlardan sonra, köşebaşmda ta-
rihin akışını hangi sürprizlerin
beklediğini kestirmek dünyanın en
zor işlerinden biri. "Bilimsel ke-
hanef'in en yetenekli uzmanları,
eldeki verileri değerlendirerek ge-
leceği görmeye çalışır. Duyarlılık-
lan, inançları ya da sezgileriyle
hareket eden sanatçılar, mistikler
ve bir ölçüde politikacılar ise, be-
yinlerinin salt "akıl" hanesinden
çok, vücutlannın başka başka or-
ganlarını çalıştırmayı tercih eder-
ler.
Böylesi koşullarda, ikisi de ay-
nı kapıya çıkıyor galiba.. Çünku
yakın zamana kadar sağlam tah-
lilleriyle gelişmelere ışık tutan bir-
çok uzman, bozuk plak gibi aynı
şeyleri tekrar etmekten başka bir
şey yapamıyor. Avrupa'nın yeni
dengeleri bambaşka bir mantık iz-
leyerek kuruluyor. Tek başına akıl-
cılık para etmiyor.
üluslararasi' arenamn yeni glad-
yatörleri, Almanyalar'ın birleşme-
si, Orta Avrupa, Balkanlar, Hel-
sinki Konferansı, Sovyetler Birli-
ği, Kafkasya, Orta Asya, nükleer
ya da konvansiyonel silahsızlan-
ma, milliyetçiükler, azınlıklar, Af-
rika'da ırk aynmının sona erme-
si.. TV ekranlarında, gazete say-
falarında bir gün birini, bir baş-
ka gun diğerini gormeye alıştık.
Bu çok perdeli oyunun bir senar-
yo yazarı varsa eğer, önumüzde-
ki günler için acaba daha ne ha-
da keşfedilir. tnsanoğlu, barışçı
yollardan ve hızla mahvettiği do-
ğal çevresini zorlamaktan vazgeç-
mesi gerektiğini anlar..
Batı'nın, geri kalmış ulkelerin
hızlı nufus artışına "saatli
bomba" gözüyle baktığını biliyo-
ruz. Nitekim, Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'Ia geçen salı günü Pa-
ris'te bir görüşme yapan "eski
dostu" Jacques Chiraç, Türkiye-
nin AT ile en onemli sorunun nu-
fus ve işsizlik sorununun olduğu-
nu Özal'a açıkça söyledı. Konu AT
Hızlı nüfus artışı Üçüncü Dünya'da olduğuna
göre nüfusu çok az artan Avrupa, kendini
'kuşatma altında' hissediyor. Barbar-Helen
çelişkisi ön plana çıkabiliyor. 'Muhteşem
Süleyman' sergilerine rağmen 'Avrupa
şovenizmi'nin giderek artan ağırlığı hissediliyor.
zırlıklar yapıyor? Dağarcığı o ka-
dar dolu ki... Beklemede tuttuğu
aktorler kuliste ısınma turu atıyor:
Geri kalmış ülkelerdeki nufus pat-
laması, çevre kirliliği, AIDS ve da-
ha başkaları. Belki de atbaşı giden
geri kalmışlık ve hızlı nufus artışı
gibi iki uluslararası felakete çare
olacak yeni "toplumsal sistem"
modelleri bulunur. Var olanlardan
bırinın temelleri sarsılıyor. Obu-
ru kalkınma guçluğü çekenlerin
çok azına çare oJabildi. Bir de ba-
karsınız AIDS'i tedavi edecek ilaç
komısyon karannda da birkaç kez
açık seçik dile getiriliyor.. Doğru-
su, nüfus patlaması en kolay ve
karamsar öngörülerin yapılabile-
ceği bir alan.. Nufus artış eğrisi-
ni geleceğe doğru devam ettirirsi-
niz, yirmi-yirmi beş yıl sonra dun-
ya nufusunun iki misli artacağı gi-
bisinden, heyecan verici rakamlar
ortaya çıkar.
Hızlı anış, Üçüncü Dünya'da
olduğuna göre, nufusu artmayan
ya da az artan Avrupa'yı, "kuşat-
ma altında" bir ortaçağ ktntine
benzetirsiniz. Ya da "Barbar-
Helen" çelişkisini on plana çıkara-
cağmız antik Yunan modelini ha-
tırlatırsınız.. Her iki model, Batı-
da "sıradan" insanın bilinçaltın-
dadır zaten. Bu donemlerin imge-
leri çoktan tüm Avrupa'nın ortak
ideolojisı olmuştur. Olgun meyve
"Avrupa şovenizmi" olarak avu-
cunuzun içine düşuverir. "Muhte-
şem Süleyman" sergileri, topladığı
tum takdirlere rağmen bu yargıyı
güçlendirmekten öteye gitmez.
Belki yeni turist çeker..
Ama çağdaş gelişme, insanın
'ilkelliğinden kaynaklanan bu
yanlarını yok etmeye yetmiyor.
"Bir çoklanmn alçak sesle dBfin-
düğünü yüksek sesle bağırdıgı"
söylenen aşın sağcı Jean Marie Lt
Pen, ya da Almanya'daki "eşde-
ğer"leri bunun iyi birer örneğidir.
Hepsinin en çok kullandığı şove-
nist demagoji malzemesi, üçüncfl
dünyadaki hızk nüfus artışı. Ama
onlar sömürüyor diye konu hasır
altı mı edilmeli? Isteseniz de ede-
mezsiniz. Kuzeyie güney arasında
yeni Berlin duvarlan örülüyor. Üs-
telik, ciddi ve hümanist aydın ba-
tıhlann katkısıyla.. Ülke olarak
sadece çok çok zenginseniz, hızla
artan nüfusunuza rağmen, duva-
rın bu Urafında kalabileceksiniz.
Değüseniz. Buynın yeni Berlin du-
varımn öbür tarafma. Bizler açı-
sından uzerinde durmaya değer,
geleceğe donuk tek doğru kehanet
bu olsa gerek.