08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 16 ŞUBAT1990 Ermeni Sorunıı ve Antlaşmalar 9 Mart 1921 Moskova ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars antlaşmalarıyla da bir bakıma Günırü Antlaşması sağlamlaştırılmıştır. Kısacası; Ermeni sorunu, Osmanh İmparatorluğu döneminde ortaya çıkıp Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce uluslararası antlaşmalarla hukuksal ve siyasal çözüme ulaşmıştır. Doç. Dr. MERYEM KORAY Siyaset Bîlimci, İ.Ü. BYYO 1878 Berlin Antlaşması'yla ortaya çıkan Erme- ni sorunu, Osmanlı îraparatorluğu içindeki ulus- çuluk akımlarının özelliğini taşıyan ve her aşama- da çeşitli kimliklere bürünen dönemsel olaylar bü- tününün bir parçasıdır. XIX. yüzyılda "klasik güç dengesi sistemi"nin bozulmaya başlaması sonueu, emperyalist amaçlı ülkelerin kimi (İngiltere, Fransa ve Rusya) statü- kocu bir politika izlerken, kimi de (AJmanya) re- vizyonist bir politika izleyerek, Osmanlı İmpara- tortuğu'nu bölüşmek istemişler, bu amaca ulaşrnak için de imparatorlukta yaşayan öbür Hıristiyan uy- ruklar gibi Ermenileri de kullanma yoluna gitmiş- lerdir. Zamansal aşamalı bir gelişim izleyen Ermeni so- runu, aynı aşamayı ve gelışmeyi ideolojik planda da sürdürmüştür. Bu planda ilk Ermeni isteği, Os- manlı İmparatorluğu içinde, yabancı devletlerin ko- ruyuculuğu altında "düzeltim" evrimlerine bağlı bir özerklik elde etmektedir. Ancak bu istek, za- mansal planda Erivan'dan Akdeniz'e değin uzana- cak bir Ermenistan devletinin kurulmasına dönüş- müştür. Bu da sorunun, 1878'den sonra yerel ve ulusal olmaktan çıkarak, yaklaşık yarım yüzyıllık uzun ve devingen bir gelişmeyle uluslararası bir bo- yut kazanmasına yol açmış ve ileride belirteceğim gibi Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce hukuk- sal ve siyasal çözüme ulaşmıştır. Yabancı devletle- rin kışkırtıcılığıyla, dış dinamikler sonueu ortaya çıkarılıp, genişlemesinin temel nedenleri şunlardır: 1- 1789 Fransız Ihtilali'yle ortaya çıkan ulusçu- luk akımlarmın OsmanJı İmparatorluğu'na da yan- sıması, 2- Buna bağlı olarak II. Abdülhamit yönetimi- nin aşırı merkeziyetçi bir poiitika iziemesi ve dev- let otoriıesinin imparatorluğun doğusunda yeterince etkili olamaması, 3- Böylece Anadolu'da yerel örgütlerin ortaya çıkması, öbür Osmanlı uyrukları gibi Ermenilerin de çeteciliğe başlaması, 4- Tanzimat sonrası Batı'ya açılma fırsatının do- ğuşu ve Jön Türklerin Batı'dan etkilendiği kadar Ermeni gençlerinin de etkilenmesi, 5- Babıâli ve sarayın, terör hareketlerini kü- çümseyerek, gereken önlemleri zamanında alma ması, 6- Dış borcun artması, yabancı yatınm ve imti- yazların denetimsiz ve çok büyük olması, buna bağ- lı olarak Osmanlı ekonomisinin darboğaza girme- si, 7- Dış ticaretin Hıristiyan uyruklann elinde bu- lunması ve zamanla bunun hemen hemen tümunü Ermenilerin ellerine geçirmelerinden ötüru, Erme- nilerin yabancı ülkelerle doğrudan bağlamı kura- bilme olanağının doğuşu, 8- İmparatorluk içinde Ermenilerin öbür uyruk- lara oranla daha ayrıcalıklı bir durumda bulunma- larıdır (örneğin, imparatorluk içinde yalnızca Er- menilerin ulusal tüzüğü oluşu). Ermenilerin durumu Tüm bunlara karşın, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasından 24 devlet ortaya çıktığı halde, 25'incinin Ermenistan olmayışının nedeni ise şun- lardır: 1- Ermeniler, Î.Ö. 2350 yıiında başlattıklan tarih- sel kökenlerinden Osmanlı İmparatorluğu'nun yı- kılışına değin, hiçbir zaman bağımsızlıklarını ka- zanamamış ve sınırlan belirli bir toprak parçasına sahip olamamışlardır. Dahası Ermeniler, bir top- rak parçasını alacak, savunacak ve koruyacak as- keri bir örgüte ve kuruma tarihleri boyunca sahip olamamışlardır. Bu yüzden Osmanlıların, Ermeni- lerin topraklarını eie geçirmeleri ve işgal etmeleri söz konusu değildir. 2- Ermeniler, I. Dünya Savaşı öncesi, Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparak bağımsızlığım kaza- nan Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutluk, Sırplar ve Araplar gibi ululardan, gerek yerleşik bulundukla- rı bölgeler, gerekse dafiılım biçimleri bakımından farklılıklar göstermektedir. Öbür uluslar, Osmanlı egemenliğine girdikten sonra, bulunduklan bölge- lerden aynlmamış, kendi kültürlerini, bağımsızlık- larını kazanıncaya dek koruyabilmişlerdir. 3- Balkanlar'daki bu uluslar gibi Araplar da Do- ğu'da aynı öğenin avantajlarını taşımaktadır. Arap- lann yerleşik bulunduklan bölgelerde Basra, Mu- sul ve Süveyş'in dışında stratejik öneme sahip böl- ge yoktur. Oysa Ermeniler, İmparatorluk içinde hem dağınık bulunuyor, hem de yoğun bulunduk- ları bölgelerde çoğunluğu oluşturamıyorlardı. Ay- rıca bu bölgeler, uluslararası rekabetin çalıştığı böl- gelerdir. Dahası, Ermenilerin kurmak istedikleri ül- kenin dört yanı da Müslüman ülkelerle çevrilidir. İşte tüm bu nedenlerden dolayı Ermeniler, bağım- sızlıklarını, ancak yabancı desteğiyle sağlayacakJarı taktiğini denemişler, yabancı devletler de Ermeni- lerin bu zayıf yanlarından yararlanarak ve bağım- sızlık vaat ederek onları kullanmışlardır. Nitekim birtakım ulusal isteklerle Lozan görüşmelerine ka- tılmak isteyen Ermeni (1918-20) heyetini, İngiliz ve Fransızlar geri çevirmişler, Ruslar da 1920'de Er- menistan Cumhuriyeti'nin bağımsızhğını ortadan kaldırmış, böylece yalnızlığa itilen Ermeniler, Tür- kiye'den yardım istemişlerdir. Nitekim, Ermenis- tan Cumhuriyeti'ni tanıyan ilk devlet Türkiye ol- muştur. Ermeni terörünü, Ermeni sorununun bir uzantı- sı olarak niteleyen çevrelerin ise I. Dünya Savaşı sı- rasında. bağımsızlık isteyen Ermenilerin Osmanlı yöneticilerinee topraklarından sürülerek sözde kat- İedilmeleridir. I. Dünya Savaşı sırasında, düşmanlarla işbirliği yaptığı gerekçesiyîe ve birtakım uyanian dikkate aJ- madıkları için insancıl olmamakla birlikte savaş ko- şullarımn getirdiği zorunluluklar sonueu Ermeni çe- [elerinin Mezopotamya'ya göç ettirildiği ve bu göç sırasında 500 bin dolaylarında Ermeninin, aşiret- lerle ve kendi aralarında çatışmalarla salgın hasta- lık nedenleri ve soğuk kış koşullarında öldüklerini doğrulayan kaynaklar çoğunlukta bulunmaktadır. .Ancak Ermeni çetelerinin aynı dönemde Doğu Ana- dolu'da katlettikleri Müslüman Türk sayısmın 1 mü- yonun üzerinde olduğu, göç sonrası yerinde ince- leme yapan Batılı ülke heyetleri ve Müttefik Kuv- vetler Komutanı General Harbord'un raporunda gö- rülmektedir. Dahası, bu olaylar sonueu Osmanlı yönetimı, 1918 aralığmda Nemrut Mustafa Paşa başkanlığında Divan-ı Harp Mahkemesi kurarak, Ermeni göçü sı- rasında gerekli önlemleri almayan ve görevini kö- tüye kullananlar hakkında bir soruşturma başlat- mıştır. İstanbul'da kurulan bu mahkeme, 13 Tem- muz I919'da sürgünde bulunan Talat, Enver ve Ce- mal paşaiar ile Dr. Nâzım Bey hakkında ölüm, Ca- vit ve Mustafa Şeref beyler hakkında da 15'er yıl ağır hapis cezası verilmesini kararlaştırmıştır. Bu arada Ermeni göçü sırasında yeterli ve gerekli yö- netsel önlemleri almadığı savıyla Diyarbakır Valisi Dr. Reşit de ölüm cezasına çarptırılmış, aynca 1920 yılımn sonuna değin Ermeni göçü sırasında göre- vini kötüye kullandığı suçuyla toplam 55 kişi Di- an-ı Harp'te yargılanarak tutuklanmışlardır. Antlaşmalarla ulaşılmış çözüm Toprak sorunu çözümüne gelince: 2-3 Arahk 1920'de Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti ara- sında yapılan Gümrü Antlasması'yla, Sevr Antlaş- ması'nın geçersizliği, Ermenilerin çoğunluk oluştur- madıklan gerekçesiyîe doğu illerinin Türkiye'ye, 'Gümrü'nün de Ermenistan'a geri venlmeleri oydaş- maya varılmıştır. 9 Mart 1921 Moskova ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars antlaşmalarıyla da bir bakıma Gümrü Antlaşması sağlamlaştırılmıştır. Kısacası; Ermeni sorunu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ortaya çıkıp Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce uluslararası antlaşmalarla hukuksal ve siyasal çö- züme ulaşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu üzerinden 60 yıla yakın bir süre geçtikten sonra ABD'nin Los An- geles ve Fransa'nın Marsilya bölgelerinden temsil- ci seçiimek isteyen bazı parlamenterler, bu yerleşim birimlerinde yaşayan Ermeni asıllı yurttaşlarından oy alabilmek için ütopik vaatlerde bulunmakta, bu yurttaşlarını Türkiye'ye karşı kışkırtmaya ve buna bağlı olarak da yapay bir sorun yaratılarak Erme- ni terörünun ortaya çıkmasına neden olmaktadır- lar. Aynı ütopik gerekçe ve emperyalist amaçla or- taya çıkanlan ve Osmanlı İmparatorluğu'na mal edi- len Ermeni sorunu, yine aynı amaçlarla terör olay- ları biçiminde ortaya çıkarılmakta ve aynı yapay so- run Türkiye Cumhuriyeti'ne mal edilmeye çalışıl- maktadır... Böylece Türkiye'de siyasal istikrarsız- lık sağlamak ve bu istikrarsızlığı sözde ortadan kal- dırmak için de ülkenin ekonomik dış bağımlılığını arttırmaya yönelik yeni taktikler geliştirilmek isten- mektedir. Konunun daha fazla düşündürücü bir başka ya- nı ise; Batı kamuoyunun körüklediği Ermeni soru- nundan oportünistçe yararlanan Gorbaçov'un, Bal- tık cumhuriyetlerine gözdağı vermek üzere Azer- baycan'a askeri müdahalede bulunmasıdır. Bu mü- dahale ile bir yandan Azeriler haksızlığa uğrarken, öte yandan da 1985'ten beri büyük bir başanyla sür- durülen "açıklık ve yeniden yapılanma" politikası, ağır bir darbe yemiş gibi görünüyor. Böylece Gor- baçovist hareket, evrensel bir akım olma özelliğini yitirerek Kruşçef hareketi gibi ölü doğan bir giri- şim olma niteliğinde kalabilir. Çünkü hiçbir evrensel akım, küçük hesaplara dayandırılamaz. Dahası ya- pay varsayımlar üzerine stratejiler oluşturulamaz. Arkadasımız Melih Cevdet Anday çağnlı olarak Sov- yetler Birliği'nde bulunduğundan bugün çıkması ge- reken yazısını yetistirememistir. ARADA BİR Dr. HAYDAR DÜME> Efsunlanmış Türkiye Önce zakkum olayını çıkardılar. Arabesk yöntemin alaturka- lığıyla, dünyaya sundular. Bilimsel disiplinin ne olduğunu bile kavrayamadığımızın mesajını alanlara rezil olduk. Bir süre Naim'le oyalandık. Çökmeye yüz tutmuş bir sistem, başka disiplinde yetişmiş genç bir delikanlıdan, kendine des- tek bulmaya calıştı. Dört eğilimli partinin, Nakşibendi kökenli başkanının önderliğindeki hükümete, özelliği ağırlık kaldıran bu genç, payanda oldu. Toplum dalgalandı. Sanki dünya bilim ve sanat alanına, olağanüstü bir yapıt ya da ürün sunmuş gibi bir hipnozla coştuk. Ne var ki, o delikanlı da çöktü. Bu konuda da iyi not almadık. .. Bulgaristan'dan göçen genç bir kızımızı ramp ışıklarına çıkar- dık. Biraz gözyaşı, biraz duygusallık derken. televizyonda bir yarışmada, gözlerinden rahatsız genç kızımızı gündeme getir- dik. Bu duygu sömürüsü ile alabildiğince kullanıldık. Yeni oyunlara, oyuncaklara gereksinim vardı. Türkiye Cum- huriyeti'nin laik ve Atatürkçü olduğunu söyleyen eski Cumhur- başkanı, emekli general. sayın sade vatandaş Kenan Evren'in en son armağanı oyuncağımız, efsun olayı. Bir felsefenin, bir yönelişin ilmiklerinden biri. Masum gibi gö- rünen. sinsi bir iç dünyanın dışavurumu. Yine arabesk, yine ala- turka ve yine bilim dışı .. Ne yazık ki, TRT'nin yapımcılarından sayın Uğur Dündar da katıldı bu oyuna. Sansasyonun heyeca- nını, topluma yansıtarak, onunla bütünleşen TRT'nin zakkum- cu kafasıyla, efsun olayı günün konusu oluverdi. Erzurum'da, Atatürk Üniversitesi'ndeki biyokimya kitabıyla tür- ban, Sünnilik- Şiilik ayrımı ile tarikatçıların devlet kadrolarına sızmaları, laikliğin zedelenmesi ile Muammer Aksoy Hoca'nın öldürülmesi gibi her olayın bir ötekisiyle ilgi ve bağları var. Şimdi Türkiye'de dokunan kilimin ilmikleri ve motifler bunlarla örülü- yof. Türkiye'de çok kişi bu gerçeği biliyor. Kapalı kapılar ardında hemen herkes, bir düşünür kadar, çağdaş ve ileri. Ancak 12 Ey- lül'ün dinamitlediği örgütlerden sonra örgütsüzlüğün bireysel düzeyinde. kara kara yakınıyoruz. Alt kültürümüz ise statik ve yazıcı. Hep pasifize edilmişiz. Yılgınız. Geleceğimiz için tehli- keli olduğuna inandığımız konularda bile bireysel eylemin, mek- tupla dile getirilmesini dahi yapamıyoruz. Bir günde aynı konu- da, bir başbakana. bir cumhurbaşkanına elli bin mektup gitse, herkes şapkasını önüne alır, düşünmek zorunda kalır ve de pa- bucun pahalı olduğunu anlar. "Her koyun kendi bacağından asılır" atasözümüzdeki alt mesaj, önce koyunluğu kabul ettir- mektedir. Ondan sonrası kolaydır artık. Her dönemde bacağı- mızdan asacak birileri çıkar. Şu mektup olayına yeniden dönmek istiyorum. Örneğin "Sa- (Arkası V, Sayfada) Demokratları Bekleyen Görev Her türlü şovenizme, bölgeciliğe, bölücülüğe karşı bünyesel bağışıklığı kazanmak, partiyi iktidar yapacak disipline ulaştırmak ancak yaygın parti içi eğitimle, her üyesini program bilincini taşıyan kişiliğe kavuşturmakla sağlanır. CAHİT ANGIN SHP Daha demokrat, daha barışçıl bir dünya öz- lemiyle hızlı değişimlerin v'aşandığı dünj'amız- da, dün gibi yakın dönemde soğuk savaşın en soğuk rüzgârları estirilen ulkemiz, kutup ses- sizliğine, kutup donmuşluğuna itiliverdi. Daha az demokrasi daha çok kalkınma, modernleşme adı altında, Batı sisteminin Os- manlı'dan sonra, yeni Türk devletine de gıy- dirilmek için sunduğu, Atatürk'ün 1930'larda bir deli gömleği görür gibi geri çevirdiği gom- leği giydirmek uğraşısı sürmektedir. Topluma bellek yitikliği yaşatmak istercesine ve Sayın Nadir Nadi'ye de "Ben Atatürkçü Değilim" dedirten iki yüzlülük içinde!.. Tersine gidişin onuncu yılını yaşıyoruz. Yay- gıniaşan kumar, fuhuş, yolsuzluk, rüşvet, köşe dönmecilik, toplumsal çözülmeler, ^o3O yok- sullaşmış Türkiye, iç ve dış borca batık, dış empozeye açık bir kaos. Sayın Bahri Savcı'nın deyimiyle "'kevgire dönmüş anayasayla" yapaylıkta limite varmış, güven oylamasıyla moral destekten yoksun bir hükümetle ülkenin yönetilmeyeceği gözle gö- rülür, elle tutulur bir olguya dönüşmüştür. Başta rejim sorunu ve Atatürk'ün "Tam ba- ğımsızlıkçılığı", "çağdaşlaştırmacılığı", •'kalkınmacılığı" amaçlannın tersine gidişin ülkeyi soktuğu kaostan çekip çıkartmak, için- de bulunduğumuz koşullarda sosyal demok- ratlann (SD'ların) yükümlü bulunduklan ta- rihsel misyonun da gereğidir. Türk SD harekeı, Avrupa SD'ları gibi sa- nayileşmenin ürünü olarak ortaya çıkmamış- tır. Tarihsel gelişim sürecinin doğal ve zorun- lu sonueu öncelik alan demokratikleşmenin ürünüdür. Bugün var olan SD iki partinin de programları, kökleri Kuvâ-yi Milliyye'ye uza- nan' bir düşünce akımının ürünüdür. Gelişim süreci içinde SD'ler bir yandan demokrasi de- neyim ve kültür birikimlerini arttırmışlar, öt£ yandan Atatürk'ün koyduğu ulusal amaçlaı doğrultusunda, ülkenin tanmda olsun sana yide olsun büyük oranda orta ve küçük işlet- melerden oluşan yapısını kucaklayaı kalkın- ma stratejileri, sosyo-ekonomik sorunlarla il- Eski Genel Sekreteri gili çözümler eeliştirmişlerdir. Yeni dönemde sosyal demokratların vaı olan birikimleriyle belirleyici, yönlendirici ko- numda bulunmaları, önemini artarak koru- maktadır. Bu olguya karşın en olunmaz ge- lişme SD iki partinin yaşamsal önemde gör- dükleri "önce demokrasi" amacına yönelik ve giderek SD harekette birlikteliği yakalamak şansını taşıyan ortak bir uğraş içine gireme- miş olmalarıdır. "Ortanın solundayız" nitelemesiyle, büyük liderimiz İsmet înönü tarihsel CHP'den SD bir parti çıkartma hareketini 1965'lerde baş- latmıştır. Gecen süreç içinde devlet partisi, hal kın partisi olmuştur da bir türlü SD parti ya- pılaşması sağlanamamıştır. Toplumun bir kur- tarıcı arama dürtüsünden beslenen kişiyi öne çıkartma hareketieri engel olagelmiştir. Her türlü şovenizme, bölgeciliğe, bölücülüğe Karsı bünyesel bağışıklığı kazanmak, partiyi iktidar yapacak disipline ulaştırmak ancak yaygın parti içi eğitimle, her üyesini program bilincini taşıyan kimlik ve kişiliğe kavuştur- makla sağlanır. Ulkemiz koşullarında SD bir parti örgütü her kademesiyle üretici, eğitici, katılımcı olmak zorundadır. Geçmişte SHP'de Sayın Yakup Kepenek'in genel sekreter yardım- cılığı döneminde başlanan parti içi eğitim ça- lışmaları gibi. Sorun bu ve ortak vazgeçilmez u£raşımız olması gerekirken. bu alanda yeter- sizlikler, birden çok SD parti oluşumunun ne- deni olamaz. Olsa olsa bu alanda yetersiz gö- rülen parti içi iktidarın değiştirilmesinin ne- deni olur. Bu açıdan SD kesimin büyük partisi içinde olup bitenler umut kırıcı olmuştur. Renkli pos- ter basımı için para bulan, parasızlık nedeni i!e programı bastınp örgüte gecikerek ulaştı- ran yönetim, parti içi eğitimi hepten unutmuş- tur. İçe dönük, partiyi ele geçirmeye yönelik, ülkenin içinde bulunduğu koşullarla taban ta- bana zıt olumsuzluklar birbirini ızlemiştir. "Dengeli Parti Meclisi" oluşturulması ne- deniyle seçimii kurultaya dönüştürülen 5. Ola- ğanüstü Kurultay'da bir eski filmin gösteriye açılmasına tanık olundu. Parti labanının bü- tününü kucaklamayan "dar kadrocu" anlayış- la parti nasıl büyütülür? SD tabanda birlik- teliği nasıl ulasılır? Olsa olsa bu hareket, "kü- çük olsun, benim olsun"cu mini bir partiye yöneliştir. Her yanıyla çıkmaz sokağa sapma- dır. Oysa SD taban, geçmişte kişiyi öne çıkart- ma hareketinin en büyüğünü, en görkemlisi- ni yaşamıştır. Sayın Ece\it'in çalışkanüğı, üret- kenliği, sunuş yeteneğine karşın "Umudumuz Ecevit" hareketi ve olumsuz sonuçları bu ül- kede yaşanmadı mı? Bir program platformu yaratacak yerde, lider karizması çevresinde duygu ve heyecan seli yaratma kolaycılığı SD harekete hangi kazanımı sağlamıştır da yine- lenmektedir? Bir yeniden başlangıç için yaşa- nan olay ve olguların özeleştirisi yapılmaya- cak mıdır? SHP 5. Olağanüstü Kurultay'ın tek umut verici yanı, SD hareketin misyonunu kavramış, parti tabanının bütününü kucaklayan parti içi muhalefetin var oluşudur. Ne var ki ülkenin içinde bulunduğu koşullarda zaman faktörü belirleyici etken olarak önalmış bulunuyor. SD'lerin derlenip toparlanmalan, taşıdıkları misyona uygun konuma ve ağırlığa ulaşma- ları için geçecek sürecin yaratacağı muhalefet boşluğu önemini koruyacaktır. Zamanı böy- lesine hoyratça harcayan SD'lere siyasal tari- hin uzatacağı fatura çok büyük olacaktır. Nesnel ve moral güç ve kadrosuyla SD ta- ban, yaygın parti içi eğitimi sürdüren, üretici, eğitici. katılımcı nitelikte ve güçte tek bir par- tiyi ayakta tutabılır. Bu olanağın ulkemızde- ki geiişmeye paralel olarak en kısa sürede ik- tidar olma doğrultusunda kullanılması zorun- ludur. SHP içinde yaşanan olumsuziuklardan sonra öyle gorülmektedir ki genel barajı aşan SD parti sayısı ikiye çıkacaktır. Bir yanda yanlı monologiarıyla halkı ters yönde etkilemek için programlanmış TRT. diğer yanda giderek ni- telik yitiren basın olanakları, özgür tartışma ortamından, örgütlenme özgürlüğünden yok- sun düzeyde. sürüp giden insan hakları, işken- ce sorunlarıyla karşı karşıya bırakılan SD'la- rın azaian dayanma gücü ve sabrını daha fazla zorlama hakkını hiç kimse veya parti kendin- de görmemelidir. Kişisel partisel egoizmden uzak yakiaşımla çözüme ulaştınlması gereken sorun önümüzdedir. Sosyal demokratlan ta- rih önünde zor fakat başanyla çıkmak zorun- da oldukları bir büyllk sınav bekliyor. PENCERE Kitap Eki Bir sözcük kıyamet kadar anlamı yapısında barındırır; kimi za- man bir sevgi sözcüğü sövgü için kullanılır, aşağılama aracına dönüşebilir; kimi zaman bir sövgü sözcüğü buram burarn seve- cenlik ve dostluk kokar. Kitap sözcüğünün de çeşitli anlamları, kullanış biçimleri geçerlidir. Argoda hem güzel hem de anlamlı kadına ne deniyor: — Kitap gibi kadın!.. Çukurova'da kitap üzerine bol küfür var, hem sevgi hem de sövgü anlamında: — Lan Allahsız, kitapsız!.. — Kitabını seveyim... Eskiden kitaplar tomar biçimindeymiş; sonra kim akıl etmiş- se kâğıdı dıkdörtgen biçiminde keserek üst üste koymaya baş- lamış; böylece kitap yapraklarının hem önüne hem arkasına yaz- ma olanakları sağlanmış. Gutenberg de baskı makinesini icat edince, kitap keyfi yaygınlaşmış. Sonra elektrik bulunmuş: ge- celeym gır yatağına. yak başucu lambasını, oku, oku, oku... * Okumak bir yaşam biçimine dönüşmeli; yemek, yatmak, uyu- mak gibi okumadan yaşamanın olanaksızlığı insanın gözenek- lerine sinmelidir; çağdaş insan, okuyan insandır. Özendiğimiz Batı'dayaşamın her kesitinde okuyanlara rastlanır; otobüste, va- purda, uçakta. metroda, havaalanında, bekleme salonunda, tren istasyonunda, parkta, kahvede, pastanede kitabını açmış, çev- reyle ilişkisini kesmiş insanlardan geçilmez. Okumanın yeri, yur- du, saati, dakikası yoktur; ama bizim toplumda çoğu kişiye sorsan: — Zamanım yok... — Kitap alacak param yok... — Boşver... Kitap okumak için zaman bulamayanlara çok şaşarım; gaze- telerde okuyorum, ünlü kişilere soruyorlar: — Boş vakitlerinizde ne yaparsınız? — Kitap okurum... Sanki kitap, boş vakitleri doldurmak için bir araç, eğlencelik, fındık, fıstık, kabak çekirdeğidir. Hem "boş vakit" ne demek? "Vakif ya da "zaman" neden "boş" oluyor? Belki de kişinin boş- luğundan, değil mi? • Bugünkü Cumhuriyet'le birlikte Kitap ekinin ikinci sayısı da elinizdedir. Kitap eki 24 sayfaya çıktı, Türkiye'de ilk kez yüzbin- lerce kişiye yönelik bu nitelikte bir yayın yapılıyor. Biz Cumhuri- yet çalışanlan, Kitap ekini çok sevdik; Cumhuriyet Kitap Kulübü ile birlikte kültür hizmetmde bir adım daha artık inancıyla sevin- dik. Cumhuriyet, ev, apartrnan dairesi, otomobil, buzdolabı. te- levizyon vermiyor... Kitap eki veriyor. Her hafta bir kurul hazırlıyor Kitap ekini, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Celal Üster, Mürşit Balabanlılar, Mehmet İlkorur var bu kurulda; çünkü okura sunulacak kitapları seçerek her hafta bir demet hazırlamak gerçekten bir sorundur. Değer- lendirmeyi neye göre yapacaksınız? Kimi zaman değerli kitap- ların gözardı edilmesi, kimi zaman gözden kaçması tehlikesi hiç eksik olmaz; kimi zaman çok satan bir kitap fasafisodur; az sa- tanın tanıtılması gerçek bir kültür hizmetine dönüşür. Cumhuriyet Kitap ekinin ülkemizde kitap sevgisine, saygısına büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz. Bir dostum var: — Ben, diyor kitap okumam, kitap tanıtma yazılarını ve eleştı- rileri okurum, bana yeter. Hem bir fikir edinirim hem de okuduğu kitabı bilgiçlik taslayarak çevresine satmaya çalışanların fiyaka- sını bozarım. işin bir de bu yanı var; okumak sağa sola ders vermek için değil, insanın kendi kendisini yetiştirmesi içindir ve okumak an- cak^düşünmekle bütünleştiğinde değerlenir. Hiç unutmam bir yazar arkadaşım: — Aman canım, demişti, insan kırk beşinden sonra da kitap mıtap okumaz; ne öğrenmişse öğrenmiştir. Oysa insan yaşlandıkca okumanın tadına varır. Şaka mı, dün- yanın ta öteki ucundaki ilginç, olağanüstü, çekici bir insanla ki- tabının her sayfasında söyleşiyorsun, karşıhklı konuşmada hiç- bir zaman bulamayacağın bir dinginlik içinde... TÜRKİYE MUHASEBE UZMANLARI DERNEĞİ SEMPOZYUM DUYURUSU "Muhasebe Mesleği, 1568 sayıtı yasanın Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Etkinliği" konulu sempozyum, 22 Şubal 1990 Persembe günü saat 9.30'dan itibaren İstanbul Dedeman Oteli Balo Salonu'nda yapılacaktır. Üyelerimiz ve meslektaşlarımız davetlidir. KaUlımcılar: Prof.Dr. Cumhur Ferman Prof.Dr. Orhan MORGİL Zekeriya Temizel Prof.Dr. Latif Çakıcı Prof.Dr. Mehmet Yazıcı Mustafa Özdil Veysi Seviğ Celal Şardan Yüksel Verdi Ziya Disanlı Bilgj için: Tlf: 136 10 71 - 73 - 76 1986 YILI VE 86/10911 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARINA GÖRE SİGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle