07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
T/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 ARALIK 1990 Anadili Y asagı Lzerino... Türkçenin, resmi dil olduğu kadar ulus ölçeğinde toplumsal anlaşma dili (ve bu anlamda) "üst dil" olması, ulus ölçeğinde anlaşma dili olmayan anadilleri yokumsamanın, yadsımamn nedeni olamaz. MUZAFFER İLHAN ERDOST İHD Ankara Şube Başkanı "Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayın- lar Hakkında Kanun" ile "Türk devleti tarafm- dan tanınmış bulunan devletlerin resmi dilleri dı- şındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklan- ması, yayılması ve yayımlanması" yasaklanmak- tadır. (madde 2) Gene bu yasaya göre "Türk vatandaşlarının anadili Türkçedir" (madde 3) ve "Türkçeden başka dillerin anadili olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulun- mak yasaktı^' (madde 3/a) (*) 1961 Anayasası'nda yer alan "Türkiye dev- leti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmi dil Türkçedir" (madde 3) anlatımı, 1982 Anayasası'nda, "Türkiye devleti, ülkesi ve mil- letiyle bölünmez bir bütündür. Dili Turkçedir" biçimine dönüşmüş olmakla birlikte, bu, "Tür- kiye devletinin dili Türkçedir" diye okunmak- ta, bundan da ancak resmi dilin Turkçe olduğu anlamı çıkmaktadır. Ne var ki söz konusu yasa tasarısı Danışma Meclisi'nde görüşülürken Komisyon Başkanı, 1982 Anayasası'nda yer alan "Türkiye devle- ti(nin) dili Türkçedir" sözlerinden, "Halkımı- zın konuştuğu anadilin Türkçe olduğu"nun "açık ve kesin bir şekilde ifade edildiği" sonu- cunu çıkanr. Yasa, anayasal dayanağını bu yo- rurndan alır. (Resmi dilin Türkçe olması anlamında) "Tür- kiye devletinin dili Türkçedir" sözlerini, halkı- mızın konuştuğu anadilinin Türkçe olduğu bi- çiminde anlamak olanaklı defcildir. Hele, ana- yasadaki "Türkiye devleti(nin) dili Turkçedir" sözlerini, söz konusu yasaya, "Turk vatandaş- lannın anadili Türkçedir" biçiminde aktarabil- mek için devlet ile vatandaş'ın ve 'resmi' dil ile 'anadil'in özdeşleştirilmesi gerekir ki bu da an- cak bilim-dışı bir yaklaşımla olanaklı olabilir. Anayasada (1982), "Türk devletine vatandaş- hk bağ'ı ile bağlı olan herkes Turktür" (madde 66) anlatımmda olduğu gibi soy belirleyen "Türk" sözünün, yurttaşlığı belirlemesi amacıy- la kullanılması, yanlış anlamalara ve değerlen- dirmelere neden olmaktadır. Türkiye dışında, dünyada, soy bakımından Türk olan nice insan (Sovyetler Birliği'ndeki Turk soylarınm ağırlık- h olduğu cumhuriyetler anımsansın) vardır ki bunlar Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı değildir. Yurttaşhk bağı ile Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlı olan bir Ermeni, bir Rum, soy bakımından na* sıl Türk olamazsa, bir Türk de diyelim Isveç ya da Kanada yurttaşhğına girdiği zaman soy de- ğiştirmiş olmaz, yani Türk olmaktan çıkmaz. Soy, doğal bir olgudur, doğa yasalarıyla be- lirlenir. Yurttaşlık ise siyasal bir olgudur, siya- sal yasalarla belirlenir. Siyasal yasalarla bir in- sanın doğal özellikleri değiştirilemez. Toplum- sal yasalar açısından soruna baktığımızda, Müs- lümanlaşmak gibi Turkleşmekten ve Turkleştir- mekten de söz etmek olanaküdır. Ama bu, (zorla olsun, gönüllü olsun, doğal olsun) toplumsal ba- kımdan asimilasyonu açıklar, biyolojik anlam- da bir soy değişikliğini değil. Türkçenin, resmi dil olduğu kadar ulus ölçe- ğinde toplumsal anlaşma dili (ve bu anlamda) "ust dil" olması, ulus ölçeğinde anlaşma dili ol- mayan anadilleri yokumsamanın, yadsımamn nedeni olamaz. Pazarda ya da gundelik yaşam- da bir araya gelen, diyelim bir Kurt ile bir Çer- kezin ya da bir Yahudinin, kendi anadilleriyle değil, Turkçe ile anlaşmalan da Türkçe dışındaki anadilleri, yasa ile yok saymaya neden oluş- turmaz. İnsan doğadan dil değil, ancak konuşabilme yeteneği almıştır. İnsan toplulukları, dfllerini, ge- lişmeleri sürecinde üretmişlerdir. Topluluğun sü- rekliliğini dilin sürekliliğiyle sürdürmeye yargıh olan çocuk, topluluğun dilini öğrenirken bu di- li, doğrudan doğadan almış gibi görünur. Çun- kü nasıl kendi istenci (iradesi) dışında doğal ko- şulların bir ürünü olarak yaşama gelirse dili de onun istenci dışında ve tarihsel süreci içinde be- lirlenmiştir. Bu nedenle çocuğun dili, ananın dili, yani rahmin dili olmaya yargılıdır. Ailenin ko- nuştuğu dil Türkçe değilse, çocuğun doğal ola- rak edineceği dil, yani anadili, aynı çocuk Tür- kiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğu için bu neden- le, Türkçe olarak nitelenebilir mi? Ulusun, iletişim ve ulaşımın gelişmesine ko- şut olarak kapitalizmin şafak vaktinde oluşma- ya başlayan tarihsel bir kategori olduğu bilinir. Modern ulus, ozgür bireylerin, siyasal ve eko- nomik olarak oluşturdukları örgenlenmiş birli- ğidir. Kendisinden önceki birliklere (ya da dev- letlere) göre yalnızca biçimsel bakımdan değil, iç oluşumu bakımından da yeni ve daha üstün bir birliktir. Bu yeni birliğin (ulus birliğinin) oluş- masmda, çatısının çatılmasında, belirli bir soy/kavim belirleyici rol oynamış ve ulus birli- ğine bu soyun/kavmin adı verilmiş olsa da ulus, artık bir soy birliği ya da bir kavim birliği değil- dir. Türkiye Cumhuriyeti de bu anlayış üzerine kurulmuştur. Bir ulusun Uyesi olmak için nasıl aynı soy- dan/ırktan olmak zorunluğu yoksa, aynı dilden oima (anadilin aynı olması) zorunluğu da yok- tur. Irk birliği ile ulus birliğıni özdeşlemek, ye- ni ve modern bir birlik olan ulus birliğini, ırk birliğini temel alan ilkel ve gerici bir zırh içine sokmak demektir. Bir ulusun üyesi olmak; soy işi değil, bilinç işidir; biyolojik değil, tinsel bir gerçektir. "Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayın- lar Hakkında Kanun"un, düşüncelerin özellik- le Kürtçe açıklanması ve yayılmasını yasaklamak amacıyla çıkarıldığı bilinmektedir. Gene bu ya- sanın dayandmldığı, "Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan her- hangi bir dil kullanılamaz" (madde 26) ve "Ka- nunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde ya- yım yapılamaz" (madde 28) hükümlerirün, 1982 Anayasası'na aynı özel amaçla konduğu da bi- linmektedir. Kürtçe ile düşüncelerin açıklanmasını ve ya- yımlann\asını yasaklayan bu yasanın, ülke bü- tünlüğünü korumak alt düşüncesiyle çıkanldı- ğı, yasa gerekçesinde de belirtilmektedir. Böyle bir yasaklama, anayasanın eşitlik ilke- sine ve Birleşmiş Milletler bildirgelerine aykırı- dır. Anadilleri yasaklayan yasanın, demokratik ve özgür bir toplumla çeliştiğini ileri sürenler, salt bu düşünceleri nedeniyle açık ya da örtülü olarak, ülkenin bölünmesini bir alt duşünce ola- rak içinde taşımakla suçlanmaktadırlar. Ülke butünluğunü korumak için anadilleri ya- saklamanm yanlış olduğu, pratik yaşamın somut sonuçlarından çıkanlabilir. Bunun gibi salt, bu yasaklamanın yanhş olduğunu ve demokratik bir yöntem olmadığını söyleyenlerin, ülkeyi bölmek düşüncesiyle davrandıklannı ileri sürmek de doğ- ruları yansıtmaktan uzak olduğu kadar, demok- ratikleşme arayışları üzerinde baskıcı bir tehdit kabuğu oluşturmaktadır. (*) 13.10.1983'te kabul edılen 2932 sayılı bu yasaya göre. "3'üncü maddenın (a) bendi ile yasaklanan hususlarda hcr ne suretle olursa olsun faaliyette bulunanlar hakkında, frillerı bas- ka bir suç olustursa bile aynca bir yıldan uç yıla kadar hapıs (...) cezası hükmolunur." (madde 4/b). EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Şu Değişen Dünyada... Bugün Asyalı, Afrikalı yazarlar AKM'de "Değişen Dünya- da Yazarın \feri" konusunu tartışacaklar. Değişen dünya!.. Dünya mı değişiyor, yoksa o dünyada yaşayan insanlar mı? Dünyanın sürekli değişım içinde çırpındığı açıktır. Doğa de- ğişti, doğanın alışılagelen koşulları altüst oldu. Bilimsel iler- lemeler, teknik gelişmeler dünyayi, dolayısıyla ınsanları da değiştiriyor. Anımsıyorum o 1930'lu yılları... İstanbul en çok bir milyon insanın yaşadığı bir kentti. Taksiler parmakla sayılırdı. Oto- büsler varla yok arasıydı. Başlıca taşıt tramvay idi. Fatih'ten Harbiye'ye, Sirkeci'den Edirnekapı'ya, Topkapı'ya, Eminönü- nden Bebek'e ikili, üçlü vagonların takılı olduğu tramvaylar işlerdi. Yeşilli kırmızılı tramvaylar İstanbul'un en yararlı taşıt araçianydı. Hem de güzellikleri... Ne çok kar yağardı Istanbul'a! Günlerce kalkmazdı kar so- kaklardan, caddelerden. Çocukların mahalle aralarındaki boş arsalarda yaptığı kardan adamlar günlerce erimeden kalır- dı. Şehzadebaşı'ndan Kumkapı'ya kadar karları eze eze, buz- lu rüzgârlara karşı kendimi koruyarak gider gelırdim. Beya- zrt Meydam'nın o soluk kesici, acı mı acı şubat, mart rüzgâr- larını hâiâ hissederim. Bir kapalı yer, bir saçak altı bulup sı- ğınmak, bir an önce kendimi okula atmak bir mucize yarat- mak gibiydi. Hele o Gedikpaşa yokuşu! Günlerdir kalkma- yan kar buzlaşır, daha doğrusu taşlaşırdı. Basar basmaz ka- yardmız yokuştan aşağı! Şimdilerde eski karlar yok. Bir iki gün serpiştiriyor, sonra yok otuyor. Mevsimler vardı. Belırlı zamanlarda başlar, belirli zaman- da biterdı. Saat gibi işlerdi güz, kış, ilkyaz, yaz... İnsanlar bu düzene uyarlardı. Şimdi mevsim diye bir şey var mı? Kimi yıllarda yazı hiç mi hiç yaşamıyoruz, kimi yıllarda ilk yaz or- tadan kalkıyor! Doğa bu denlı değişmışse suç kimde? Yine insanlarda!.. Bilimsel araştırmalar dünyanın dengesini boz- muştur dersek yanlış bir şey soylemış olmayız sanınm. Atom- lar, hıdrojenler, kobaltlar, zehırli türlü gazlar, hava kirlenme- leri, denizlerin birer bataklık halıne gelmeleri, bitkilerin, ba- lıkların türlü yiyeceklerin zehırleşmeleri... Öte yandan açlık- tan kırılan milyonlar... Dünyanın her yerinde irili ufaklı insan topluluklarının yeni ve garip bir ulusalcılık tutkusuyla bağım- sızlıklarını aramaları, bu yüzden kendileri gibi küçük başka topluluklarla acımasız kavgaiara gihşmeleri... Terör denen ca- navarın pençelerini bütün yeryüzüne salması... Resmi yarı resmi örgütlerin kimlerin çıkanna, kimlerin yaranna olduğu bilinmeyen cinayet şebekelerı haline gelmeleri... Doğruları yazan, içinde yaşadığımız toplumun, toplumların kanayan ya- ralarını gözler önüne sererek çözümler arayan yazarlar, dü- şünürler ölüm gözdağları altında savaşım vermeleri... İşte 'de- ğişen dünyamız'da olumsuzlukların kısa bir özeti... Ne yapacak yazar bu dünyada? Önce kendini koruması gerekiyor. Duyuyoruz herkes silahlanmakta. Kendilerinı teh- likede gören kişiler, özellikle gazeteciler, yazarlar, politikacı- lar zırhiı yelekler giymekte... Kapıların önünde karakollar bek- letilmekte... Koruma önlemlerı alınmakta... Öldürmeler sü- rüp gidiyor. Hiçbirinin suçlusu ele geçirilmiyor. Soygunlar sü- rüp gidiyor. Hiçbirinin suçlusu yakalanmıyor. Özellikle Türki- ye'de halkın yüzde 82'sinin, belki daha da çoğunun 'seni is- temiyoruz, seni ve takımını istemiyoruz' dediği bir kişi ve onun takımı seçimden kaçıyor, gerçeklere göz yumuyor, diktatör- ce bir tutumu benımseyerek ülkemizi bir çıkmaza, hem de bir savaş çıkmazına, haksız, yanlış bir savaş çıkmazına sü- rüklemeye kalkışıyor. Evet, bugün bizler, Asya'nın Afrika'nın uzak yakın ülkele- rinden ülkemize gelen yazarlar şairler ile 'Değişen Dünyada Yazarın Yeri'nı konuşacağız, tartışacağız. Yazarın etkisi ne- dir? Daha doğrusu yazıyla bir yerlere varmak, bir şeyleri de- ğiştirmek olası mıdır? Yazariarın etkisi geçmiş yüzyıllarda- kinden daha mı güçlüdür? Yoksa teknik uygarlığın gelişme- si, iletişim araçlannın etkinliğinin artması yazarın, edebiyat- çının, sanatçının varlığını gereksiz mi kılmıştır ya da kılmak üzere midir? Konu önemlidir. Yalnız yazaıiarı, düşünürieri değil, bütün bilinçli halkı yakından ilgilendiren bir sorundur bu. Yazının eski etkisini yitirmesi söz konusu ise gerçek uygartık, ger- çek kültür de yok yitip gidecektir yeryüzünden... Çünkü uy- garlık o teknik araçlarda, o teknik ilerlemenin büyüsüne ken- dini kaptırmış kişi ve çevrelerde değildir. Georges Duhamel'in dediği gibi 'uygarlık, insanoğlunun yüreğınde yoksa, hiçbir yerde olamaz." OiK*e Barış, Oııee Bağış (Af>! Unutmamalıyız; 'haklı savunma'lar sığınağına girmemiş 'savaş'lar, kesinliklehaksızdır. İSMET KEMAL KARADAYI Emekli C. Savcısı "Savaş"m, ulusal açıdan ölüm kahm de- recesine varmamışsa, haklı ve zorunlu sa- vunma içine girmemişse, "insanlık suçu" ve de insanlan ölduren, sakat bırakan, yok- sulluğa iten davranışlar toplamı olduğu bi- linmektedir. "Banş" nedir? Hemen şunları sormalıyız birbirimize: Acaba bizler, "söz"deki anlamıyla "ba- rış"tan yana mı olmalıyız, "savaş"tan ya- na mı? Kaç kişi öyle "hoop" diye "savaş"ın içi- ne atlanz, kaçımız ona "dur" deriz? Bilinçli olan "savaş yılgını"ndan acaba hep "inadım başa baş, ille de savaş" yanı- tı gelebilecek midir? "Savaşa hayır" dediği için kimler erkek- liğini ya da kadınlığmı yitirmiş sayılacak- tır? Evet, yüzyıllar boyunca savaş kaçınılmaz olmuştur. Ne ki usa, tüzeye ilişkin gözlemlerimizle anımsıyoruz: Atomu, uzayı ele geçirmiş ça- ğımızda değil, daha önceki dönemlerde bı- le geçerli olan konu "banş" ve onun ozle- midir. Çunkü insanı insana kazandıran go- rüş, düşünüş ve uygulama "savaş"ı değil "banş"ı doğrulamaktadır. Ulusal olsun uluslararası olsun, bunca banş kuruluşlan, bildirgeler, konferanslar, anlaşmalar, törenler acaba niçindir, ne di- yedir ki? Insan haklannda Nobel Banş ödülleri'n- de görkemlice yer almış bu konuya ilişkin anlam, amaç, acaba bizlere neleri getiriyor? Unutmamalıyız; "haklı savunma"lar sı- ğınağına girmemiş "savaş"lar, kesinlikle haksızdır. Sayıları nerelere varırsa varsın insanla: n, kan güderek, tasarlayarak ya da kızgın- hklar, kıskırtılar, dürtüler içine iterek bir de kişisel çıkarlar, sayrıhklar, korkular et- kisiyle ölume, o her turlü yıkıma sürükle- meler haksızlıktan öte, kuşku yok "cina- yet'*tir, "denaet"tir, "hıyanet"tir, "dev- lete karşı işlenmiş suçlar" bakımından •"anayasayı ihlal"dir, "vatana ihanet"tir... Otuz yıl "Cumhuriyet Savcısı" olarak görev yapmış bir kişi iyiniyetiyle soruyo- rum: "Savaş"ı çıkartanlar, türlü yıkımla- ra neden oldukları için belki yargılanabi- lirler. "Barış!" ya da aynı anlamdaki "Sa- vaşa hayır!" demekte nasıl bir "suç" bu- lunabilir? Dünya tarihinde "savaş suçlusu" örneği vardır, "barış suçlusu" olabilir mi? Suçlulann ayağa kaldınldıklan sandalyeler- de açık, kapalı "savaş" mı yazılıdır "ba- rış mı?" Hemen de "savaş çığırtkanları"nı uyar- mahyız: Atatürk'ün o evrensel, ünlü "Yurt- ta banş, dünyada barış" demecini anladı- nız mı, uyguluyor musunuz? Siz şu çocuk ve din kitapları dışında bilimsel, çağdaş, gerçekçi bir şeyler örneğin tek başına Tols- toy'ün ünlü evrensel "Savaş ve Banş" ro- manını okuyup gereğince yorumlayabildi- niz mi? "Saldın"nın durdurulması mı isteniyor? Aynı görüşten yanayım. Ne var ki saldın önlenememişse, herkes için "yaşam sakıncası" yaratmışsa onu kim durduracak, kimler bu onaylanmış görevi üstlenecektir? Bilmeyen kalmadı ya yineleyelim: Savaş, özunde "petrol ve silah" satışıdır. Yani dar geürli ulusların sömürüsu, onlann ölüme ve açlığa yargılanmasıdır. Oysa çılgınlığı çılgınlıkla önleyemeyiz. Öylesine kötu, çirkin, yanlış, haksız dav- ranışı, ancak ulusal ve uluslararası güç bir- likleriyle önleyebilir, iyileştirebiliriz. Asıl yurdunu, insanını sevmek, korumak da budur. Birliğin, kurtuluşun bir başka adı sanı çok kesindir, bilelim; adam asmak, yani devlet eliyle adam öldurmeklerden değil, politik duygusallıklardan uzak tutulmuş ge- nel bağışlardan (aflardan) geçer... PENCERE SANTRAL -*-•"«' Bir Savaş Sevdalısı! TÖ uyandı, gözlerini oğuşturdu, esnedi, gerindi, yatağın- da oturdu, sonra kalktı, şıpıdık terliklerini giydi, banyoya gir- di, dişlerini fırçaladı, elini yüzünü yıkadı, pijamasını çıkarıp giyinmeye başladı, pantolonunu ayağına çektikten sonra ba- ğırdı: — Nerde benim çizmelerim!.. Koştular, TÖ'nün gıcır gıcır yepyeni çizmelerini getirdiler. — Nerde bunun mahmuzları? Mahmuzlar geldi, çizmeler körüklüydü, pırıl pırıldı, yürür- ken sesler çıkarıyordu: — Garç gurç, garç gurç... TÖ çizmelerini ayağına geçirdi. Pantolonun iki yanında iki kırmızı şerit vardı. Apoletli ceketini düğmeledi. Sırmaları göz kamaştırıyordu. Manevra kayışını omzuna taktı, yıldızlarını okşadı, göğsündeki sıram sıram madalyalar her bir adımda göz kırpıyorlardı. TÖ aynada alıcı gözle kendisini seyredip beğendikten sonra buyurdu: — Bana dostum Bush'u bulun!.. — Emredersiniz Başkanım!.. Bush'u buldular. TÖ kıl pıranga kızıl çengi telefonun başı- na oturdu: — Alooo Bush, ben hazırım.. — Neye? — Savaşa!.. * Son günlerde TÖ'ye bir haller olmuştu, her sabah kalkı- yor, üniformasını giyiyor, çizmelerini çekiyor, sonra ABD Baş- kanı Bush'u telefonla arayarak tekmil veriyordu: — Ben hazırım!.. TÖ, harp tarihine de merak sarmıştı. Napolyon'u okuyor- du; ama, merakı daha çok Stalin, Mao, Giap, Hitler üzerin- de yoğunlaşıyordu. Çevresinde el pençe divan duranlarla Ba- bıâli'deki yağdanlıklarına önemli açıklamalar yapıyordu: — Savaş askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. — Çok doğru buyurdunuz.. — Ben anadan doğma komutanım.. — 41 kere maşallah.. — Hem Irak ordusunu herkes gözünde büyütüyor. Ben Bush'a dedim ki Saddam'ı fazla önemsemeyin. Ben bu işle- ri bilirim. En üstün komutanlar sivıller arasından çıkar. İşte Mao, Giap, Stalin, Hitler!.. Şimdi sıra bende!.. Türkiye'nin çe- kingen dış politikasına son vereceğim, savaşla tarihe yazı- lacağım, alnımda zafer çelengiyle ülkemin yazgısının ortalık yerine iktidar koltuğumu oturtacağım. Savaşsız yaşayamam ben... • TÖ'nünVzrneleri gıcırdadıkça yüreğindeki istek dayanıl- maz bir arzuya dönüştü. Artık çizmeleriyle yatıp kalkıyordu. Rüyalarında hep savaşı görüyor, uyanınca bağınyordu: — Ateş.. ateş.... Durup dururken, sıralı sırasız geriye doğru saymaya baş- lıyordu: — 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1, 0... — Ne yapıyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanım? Enflasyon hesabı mı? — Hayır, savaş gününe doğru geriye saymaya başladım. TÖ her gece çizmeleriyle yatağa giren bir savaş tutkunu- na dönüştü. Bildiğimiz bir "Nobel Banş Ödülü" var; ama bil- mediğimiz bir savaş ödülü varsa TÖ'ye verilmeli, çünkü la- yıktır. Savaşçı TÖ günde beş vakit harp tanrısına dua ediyor — Savaşsız yaşayamam!.. Atilla AKAR, Mehmet Ali AYBAR, Semih BALCIOĞLU, Tank BUĞRA, Pierre BROUE, Coşkun BÜKTEL, Merin CELÂL, Hüseyin Avnl ÇİNOZOĞLU, Hadi ÇAMAN, Nu- ray ÇİFTÇİ, Necati GÜNGÖR. Aytekin HATİPOĞLU, Fehmi IŞIKLAR, Hasan Bülent KAHRAMAN, Ülkü KA- RAOSMANOĞLU, Iraz KARASU, Kandemir KONDUK, Haydar KUTLU, Yalçın Küçük, Seyyit NEZİR, Halit RE- FİG, Haluk ŞAHİN, Cankut ŞAMLI, Önder ŞENYAPILI, Aykut TANKUTER, Hasan YALÇIN, Yasemin YAZICI, Hüseyin YURTTAŞ, Esra ZEYNEP... " " A T T İ L Â İLHAN'ın yayın danışmanlığında^ BAKIS Aralık '90 sayısında buluştular. Cağaloğlu Yokuşu 6 - 8 / İstanbul, Tel.:522 89 90 BAYILERDE ÖLÜM VE TEŞEKKÜR Ani ölümüyle bizleri yalnız bırakan sevgili YÜKSEL AinOK'umuzıuı son yolculuğunda acımızı paylaşan dostlarımıza, yakınlarımıza teşekkürü bir borç biliriz. . AİLESİ BAŞSAĞUĞI YÜKSEL ALTIOK'un ölümünü üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Ailesine, akrabalarına ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz. ÇETKVKAYA AİLESİ "Uyanmış patikaya Serpilip giden yola • Hincahınç meydanlara Yazarım adını" Seni unutmayacağım PERUŞKA Arkadaşın, Ağabeyin İsmet Çolak 1986 YIU VE 86/10911 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARINA GÖRE SIGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle