Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
T/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 ARALIK 1990
Anadili Y asagı Lzerino...
Türkçenin, resmi dil olduğu kadar ulus ölçeğinde toplumsal anlaşma
dili (ve bu anlamda) "üst dil" olması, ulus ölçeğinde anlaşma dili
olmayan anadilleri yokumsamanın, yadsımamn nedeni olamaz.
MUZAFFER İLHAN ERDOST İHD Ankara Şube Başkanı
"Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayın-
lar Hakkında Kanun" ile "Türk devleti tarafm-
dan tanınmış bulunan devletlerin resmi dilleri dı-
şındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklan-
ması, yayılması ve yayımlanması" yasaklanmak-
tadır. (madde 2)
Gene bu yasaya göre "Türk vatandaşlarının
anadili Türkçedir" (madde 3) ve "Türkçeden
başka dillerin anadili olarak kullanılmasına ve
yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulun-
mak yasaktı^' (madde 3/a) (*)
1961 Anayasası'nda yer alan "Türkiye dev-
leti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Resmi dil Türkçedir" (madde 3) anlatımı, 1982
Anayasası'nda, "Türkiye devleti, ülkesi ve mil-
letiyle bölünmez bir bütündür. Dili Turkçedir"
biçimine dönüşmüş olmakla birlikte, bu, "Tür-
kiye devletinin dili Türkçedir" diye okunmak-
ta, bundan da ancak resmi dilin Turkçe olduğu
anlamı çıkmaktadır.
Ne var ki söz konusu yasa tasarısı Danışma
Meclisi'nde görüşülürken Komisyon Başkanı,
1982 Anayasası'nda yer alan "Türkiye devle-
ti(nin) dili Türkçedir" sözlerinden, "Halkımı-
zın konuştuğu anadilin Türkçe olduğu"nun
"açık ve kesin bir şekilde ifade edildiği" sonu-
cunu çıkanr. Yasa, anayasal dayanağını bu yo-
rurndan alır.
(Resmi dilin Türkçe olması anlamında) "Tür-
kiye devletinin dili Türkçedir" sözlerini, halkı-
mızın konuştuğu anadilinin Türkçe olduğu bi-
çiminde anlamak olanaklı defcildir. Hele, ana-
yasadaki "Türkiye devleti(nin) dili Turkçedir"
sözlerini, söz konusu yasaya, "Turk vatandaş-
lannın anadili Türkçedir" biçiminde aktarabil-
mek için devlet ile vatandaş'ın ve 'resmi' dil ile
'anadil'in özdeşleştirilmesi gerekir ki bu da an-
cak bilim-dışı bir yaklaşımla olanaklı olabilir.
Anayasada (1982), "Türk devletine vatandaş-
hk bağ'ı ile bağlı olan herkes Turktür" (madde
66) anlatımmda olduğu gibi soy belirleyen
"Türk" sözünün, yurttaşlığı belirlemesi amacıy-
la kullanılması, yanlış anlamalara ve değerlen-
dirmelere neden olmaktadır. Türkiye dışında,
dünyada, soy bakımından Türk olan nice insan
(Sovyetler Birliği'ndeki Turk soylarınm ağırlık-
h olduğu cumhuriyetler anımsansın) vardır ki
bunlar Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı değildir.
Yurttaşhk bağı ile Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlı
olan bir Ermeni, bir Rum, soy bakımından na*
sıl Türk olamazsa, bir Türk de diyelim Isveç ya
da Kanada yurttaşhğına girdiği zaman soy de-
ğiştirmiş olmaz, yani Türk olmaktan çıkmaz.
Soy, doğal bir olgudur, doğa yasalarıyla be-
lirlenir. Yurttaşlık ise siyasal bir olgudur, siya-
sal yasalarla belirlenir. Siyasal yasalarla bir in-
sanın doğal özellikleri değiştirilemez. Toplum-
sal yasalar açısından soruna baktığımızda, Müs-
lümanlaşmak gibi Turkleşmekten ve Turkleştir-
mekten de söz etmek olanaküdır. Ama bu, (zorla
olsun, gönüllü olsun, doğal olsun) toplumsal ba-
kımdan asimilasyonu açıklar, biyolojik anlam-
da bir soy değişikliğini değil.
Türkçenin, resmi dil olduğu kadar ulus ölçe-
ğinde toplumsal anlaşma dili (ve bu anlamda)
"ust dil" olması, ulus ölçeğinde anlaşma dili ol-
mayan anadilleri yokumsamanın, yadsımamn
nedeni olamaz. Pazarda ya da gundelik yaşam-
da bir araya gelen, diyelim bir Kurt ile bir Çer-
kezin ya da bir Yahudinin, kendi anadilleriyle
değil, Turkçe ile anlaşmalan da Türkçe dışındaki
anadilleri, yasa ile yok saymaya neden oluş-
turmaz.
İnsan doğadan dil değil, ancak konuşabilme
yeteneği almıştır. İnsan toplulukları, dfllerini, ge-
lişmeleri sürecinde üretmişlerdir. Topluluğun sü-
rekliliğini dilin sürekliliğiyle sürdürmeye yargıh
olan çocuk, topluluğun dilini öğrenirken bu di-
li, doğrudan doğadan almış gibi görünur. Çun-
kü nasıl kendi istenci (iradesi) dışında doğal ko-
şulların bir ürünü olarak yaşama gelirse dili de
onun istenci dışında ve tarihsel süreci içinde be-
lirlenmiştir. Bu nedenle çocuğun dili, ananın dili,
yani rahmin dili olmaya yargılıdır. Ailenin ko-
nuştuğu dil Türkçe değilse, çocuğun doğal ola-
rak edineceği dil, yani anadili, aynı çocuk Tür-
kiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğu için bu neden-
le, Türkçe olarak nitelenebilir mi?
Ulusun, iletişim ve ulaşımın gelişmesine ko-
şut olarak kapitalizmin şafak vaktinde oluşma-
ya başlayan tarihsel bir kategori olduğu bilinir.
Modern ulus, ozgür bireylerin, siyasal ve eko-
nomik olarak oluşturdukları örgenlenmiş birli-
ğidir. Kendisinden önceki birliklere (ya da dev-
letlere) göre yalnızca biçimsel bakımdan değil,
iç oluşumu bakımından da yeni ve daha üstün
bir birliktir. Bu yeni birliğin (ulus birliğinin) oluş-
masmda, çatısının çatılmasında, belirli bir
soy/kavim belirleyici rol oynamış ve ulus birli-
ğine bu soyun/kavmin adı verilmiş olsa da ulus,
artık bir soy birliği ya da bir kavim birliği değil-
dir. Türkiye Cumhuriyeti de bu anlayış üzerine
kurulmuştur.
Bir ulusun Uyesi olmak için nasıl aynı soy-
dan/ırktan olmak zorunluğu yoksa, aynı dilden
oima (anadilin aynı olması) zorunluğu da yok-
tur. Irk birliği ile ulus birliğıni özdeşlemek, ye-
ni ve modern bir birlik olan ulus birliğini, ırk
birliğini temel alan ilkel ve gerici bir zırh içine
sokmak demektir. Bir ulusun üyesi olmak; soy
işi değil, bilinç işidir; biyolojik değil, tinsel bir
gerçektir.
"Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayın-
lar Hakkında Kanun"un, düşüncelerin özellik-
le Kürtçe açıklanması ve yayılmasını yasaklamak
amacıyla çıkarıldığı bilinmektedir. Gene bu ya-
sanın dayandmldığı, "Düşüncelerin açıklanması
ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan her-
hangi bir dil kullanılamaz" (madde 26) ve "Ka-
nunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde ya-
yım yapılamaz" (madde 28) hükümlerirün, 1982
Anayasası'na aynı özel amaçla konduğu da bi-
linmektedir.
Kürtçe ile düşüncelerin açıklanmasını ve ya-
yımlann\asını yasaklayan bu yasanın, ülke bü-
tünlüğünü korumak alt düşüncesiyle çıkanldı-
ğı, yasa gerekçesinde de belirtilmektedir.
Böyle bir yasaklama, anayasanın eşitlik ilke-
sine ve Birleşmiş Milletler bildirgelerine aykırı-
dır. Anadilleri yasaklayan yasanın, demokratik
ve özgür bir toplumla çeliştiğini ileri sürenler,
salt bu düşünceleri nedeniyle açık ya da örtülü
olarak, ülkenin bölünmesini bir alt duşünce ola-
rak içinde taşımakla suçlanmaktadırlar.
Ülke butünluğunü korumak için anadilleri ya-
saklamanm yanlış olduğu, pratik yaşamın somut
sonuçlarından çıkanlabilir. Bunun gibi salt, bu
yasaklamanın yanhş olduğunu ve demokratik bir
yöntem olmadığını söyleyenlerin, ülkeyi bölmek
düşüncesiyle davrandıklannı ileri sürmek de doğ-
ruları yansıtmaktan uzak olduğu kadar, demok-
ratikleşme arayışları üzerinde baskıcı bir tehdit
kabuğu oluşturmaktadır.
(*) 13.10.1983'te kabul edılen 2932 sayılı bu yasaya göre.
"3'üncü maddenın (a) bendi ile yasaklanan hususlarda hcr ne
suretle olursa olsun faaliyette bulunanlar hakkında, frillerı bas-
ka bir suç olustursa bile aynca bir yıldan uç yıla kadar hapıs
(...) cezası hükmolunur." (madde 4/b).
EVET/HAYIR
OKTAYAKBAL
Şu Değişen Dünyada...
Bugün Asyalı, Afrikalı yazarlar AKM'de "Değişen Dünya-
da Yazarın \feri" konusunu tartışacaklar. Değişen dünya!..
Dünya mı değişiyor, yoksa o dünyada yaşayan insanlar mı?
Dünyanın sürekli değişım içinde çırpındığı açıktır. Doğa de-
ğişti, doğanın alışılagelen koşulları altüst oldu. Bilimsel iler-
lemeler, teknik gelişmeler dünyayi, dolayısıyla ınsanları da
değiştiriyor.
Anımsıyorum o 1930'lu yılları... İstanbul en çok bir milyon
insanın yaşadığı bir kentti. Taksiler parmakla sayılırdı. Oto-
büsler varla yok arasıydı. Başlıca taşıt tramvay idi. Fatih'ten
Harbiye'ye, Sirkeci'den Edirnekapı'ya, Topkapı'ya, Eminönü-
nden Bebek'e ikili, üçlü vagonların takılı olduğu tramvaylar
işlerdi. Yeşilli kırmızılı tramvaylar İstanbul'un en yararlı taşıt
araçianydı. Hem de güzellikleri...
Ne çok kar yağardı Istanbul'a! Günlerce kalkmazdı kar so-
kaklardan, caddelerden. Çocukların mahalle aralarındaki boş
arsalarda yaptığı kardan adamlar günlerce erimeden kalır-
dı. Şehzadebaşı'ndan Kumkapı'ya kadar karları eze eze, buz-
lu rüzgârlara karşı kendimi koruyarak gider gelırdim. Beya-
zrt Meydam'nın o soluk kesici, acı mı acı şubat, mart rüzgâr-
larını hâiâ hissederim. Bir kapalı yer, bir saçak altı bulup sı-
ğınmak, bir an önce kendimi okula atmak bir mucize yarat-
mak gibiydi. Hele o Gedikpaşa yokuşu! Günlerdir kalkma-
yan kar buzlaşır, daha doğrusu taşlaşırdı. Basar basmaz ka-
yardmız yokuştan aşağı! Şimdilerde eski karlar yok. Bir iki
gün serpiştiriyor, sonra yok otuyor.
Mevsimler vardı. Belırlı zamanlarda başlar, belirli zaman-
da biterdı. Saat gibi işlerdi güz, kış, ilkyaz, yaz... İnsanlar bu
düzene uyarlardı. Şimdi mevsim diye bir şey var mı? Kimi
yıllarda yazı hiç mi hiç yaşamıyoruz, kimi yıllarda ilk yaz or-
tadan kalkıyor! Doğa bu denlı değişmışse suç kimde? Yine
insanlarda!.. Bilimsel araştırmalar dünyanın dengesini boz-
muştur dersek yanlış bir şey soylemış olmayız sanınm. Atom-
lar, hıdrojenler, kobaltlar, zehırli türlü gazlar, hava kirlenme-
leri, denizlerin birer bataklık halıne gelmeleri, bitkilerin, ba-
lıkların türlü yiyeceklerin zehırleşmeleri... Öte yandan açlık-
tan kırılan milyonlar... Dünyanın her yerinde irili ufaklı insan
topluluklarının yeni ve garip bir ulusalcılık tutkusuyla bağım-
sızlıklarını aramaları, bu yüzden kendileri gibi küçük başka
topluluklarla acımasız kavgaiara gihşmeleri... Terör denen ca-
navarın pençelerini bütün yeryüzüne salması... Resmi yarı
resmi örgütlerin kimlerin çıkanna, kimlerin yaranna olduğu
bilinmeyen cinayet şebekelerı haline gelmeleri... Doğruları
yazan, içinde yaşadığımız toplumun, toplumların kanayan ya-
ralarını gözler önüne sererek çözümler arayan yazarlar, dü-
şünürler ölüm gözdağları altında savaşım vermeleri... İşte 'de-
ğişen dünyamız'da olumsuzlukların kısa bir özeti...
Ne yapacak yazar bu dünyada? Önce kendini koruması
gerekiyor. Duyuyoruz herkes silahlanmakta. Kendilerinı teh-
likede gören kişiler, özellikle gazeteciler, yazarlar, politikacı-
lar zırhiı yelekler giymekte... Kapıların önünde karakollar bek-
letilmekte... Koruma önlemlerı alınmakta... Öldürmeler sü-
rüp gidiyor. Hiçbirinin suçlusu ele geçirilmiyor. Soygunlar sü-
rüp gidiyor. Hiçbirinin suçlusu yakalanmıyor. Özellikle Türki-
ye'de halkın yüzde 82'sinin, belki daha da çoğunun 'seni is-
temiyoruz, seni ve takımını istemiyoruz' dediği bir kişi ve onun
takımı seçimden kaçıyor, gerçeklere göz yumuyor, diktatör-
ce bir tutumu benımseyerek ülkemizi bir çıkmaza, hem de
bir savaş çıkmazına, haksız, yanlış bir savaş çıkmazına sü-
rüklemeye kalkışıyor.
Evet, bugün bizler, Asya'nın Afrika'nın uzak yakın ülkele-
rinden ülkemize gelen yazarlar şairler ile 'Değişen Dünyada
Yazarın Yeri'nı konuşacağız, tartışacağız. Yazarın etkisi ne-
dir? Daha doğrusu yazıyla bir yerlere varmak, bir şeyleri de-
ğiştirmek olası mıdır? Yazariarın etkisi geçmiş yüzyıllarda-
kinden daha mı güçlüdür? Yoksa teknik uygarlığın gelişme-
si, iletişim araçlannın etkinliğinin artması yazarın, edebiyat-
çının, sanatçının varlığını gereksiz mi kılmıştır ya da kılmak
üzere midir?
Konu önemlidir. Yalnız yazaıiarı, düşünürieri değil, bütün
bilinçli halkı yakından ilgilendiren bir sorundur bu. Yazının
eski etkisini yitirmesi söz konusu ise gerçek uygartık, ger-
çek kültür de yok yitip gidecektir yeryüzünden... Çünkü uy-
garlık o teknik araçlarda, o teknik ilerlemenin büyüsüne ken-
dini kaptırmış kişi ve çevrelerde değildir. Georges Duhamel'in
dediği gibi 'uygarlık, insanoğlunun yüreğınde yoksa, hiçbir
yerde olamaz."
OiK*e Barış, Oııee Bağış (Af>!
Unutmamalıyız; 'haklı savunma'lar sığınağına girmemiş
'savaş'lar, kesinliklehaksızdır.
İSMET KEMAL KARADAYI Emekli C. Savcısı
"Savaş"m, ulusal açıdan ölüm kahm de-
recesine varmamışsa, haklı ve zorunlu sa-
vunma içine girmemişse, "insanlık suçu"
ve de insanlan ölduren, sakat bırakan, yok-
sulluğa iten davranışlar toplamı olduğu bi-
linmektedir.
"Banş" nedir?
Hemen şunları sormalıyız birbirimize:
Acaba bizler, "söz"deki anlamıyla "ba-
rış"tan yana mı olmalıyız, "savaş"tan ya-
na mı?
Kaç kişi öyle "hoop" diye "savaş"ın içi-
ne atlanz, kaçımız ona "dur" deriz?
Bilinçli olan "savaş yılgını"ndan acaba
hep "inadım başa baş, ille de savaş" yanı-
tı gelebilecek midir?
"Savaşa hayır" dediği için kimler erkek-
liğini ya da kadınlığmı yitirmiş sayılacak-
tır?
Evet, yüzyıllar boyunca savaş kaçınılmaz
olmuştur.
Ne ki usa, tüzeye ilişkin gözlemlerimizle
anımsıyoruz: Atomu, uzayı ele geçirmiş ça-
ğımızda değil, daha önceki dönemlerde bı-
le geçerli olan konu "banş" ve onun ozle-
midir. Çunkü insanı insana kazandıran go-
rüş, düşünüş ve uygulama "savaş"ı değil
"banş"ı doğrulamaktadır.
Ulusal olsun uluslararası olsun, bunca
banş kuruluşlan, bildirgeler, konferanslar,
anlaşmalar, törenler acaba niçindir, ne di-
yedir ki?
Insan haklannda Nobel Banş ödülleri'n-
de görkemlice yer almış bu konuya ilişkin
anlam, amaç, acaba bizlere neleri getiriyor?
Unutmamalıyız; "haklı savunma"lar sı-
ğınağına girmemiş "savaş"lar, kesinlikle
haksızdır.
Sayıları nerelere varırsa varsın insanla:
n, kan güderek, tasarlayarak ya da kızgın-
hklar, kıskırtılar, dürtüler içine iterek bir
de kişisel çıkarlar, sayrıhklar, korkular et-
kisiyle ölume, o her turlü yıkıma sürükle-
meler haksızlıktan öte, kuşku yok "cina-
yet'*tir, "denaet"tir, "hıyanet"tir, "dev-
lete karşı işlenmiş suçlar" bakımından
•"anayasayı ihlal"dir, "vatana ihanet"tir...
Otuz yıl "Cumhuriyet Savcısı" olarak
görev yapmış bir kişi iyiniyetiyle soruyo-
rum: "Savaş"ı çıkartanlar, türlü yıkımla-
ra neden oldukları için belki yargılanabi-
lirler. "Barış!" ya da aynı anlamdaki "Sa-
vaşa hayır!" demekte nasıl bir "suç" bu-
lunabilir? Dünya tarihinde "savaş suçlusu"
örneği vardır, "barış suçlusu" olabilir mi?
Suçlulann ayağa kaldınldıklan sandalyeler-
de açık, kapalı "savaş" mı yazılıdır "ba-
rış mı?"
Hemen de "savaş çığırtkanları"nı uyar-
mahyız: Atatürk'ün o evrensel, ünlü "Yurt-
ta banş, dünyada barış" demecini anladı-
nız mı, uyguluyor musunuz? Siz şu çocuk
ve din kitapları dışında bilimsel, çağdaş,
gerçekçi bir şeyler örneğin tek başına Tols-
toy'ün ünlü evrensel "Savaş ve Banş" ro-
manını okuyup gereğince yorumlayabildi-
niz mi?
"Saldın"nın durdurulması mı isteniyor?
Aynı görüşten yanayım. Ne var ki saldın
önlenememişse, herkes için "yaşam
sakıncası" yaratmışsa onu kim durduracak,
kimler bu onaylanmış görevi üstlenecektir?
Bilmeyen kalmadı ya yineleyelim: Savaş,
özunde "petrol ve silah" satışıdır. Yani dar
geürli ulusların sömürüsu, onlann ölüme ve
açlığa yargılanmasıdır.
Oysa çılgınlığı çılgınlıkla önleyemeyiz.
Öylesine kötu, çirkin, yanlış, haksız dav-
ranışı, ancak ulusal ve uluslararası güç bir-
likleriyle önleyebilir, iyileştirebiliriz. Asıl
yurdunu, insanını sevmek, korumak da
budur.
Birliğin, kurtuluşun bir başka adı sanı
çok kesindir, bilelim; adam asmak, yani
devlet eliyle adam öldurmeklerden değil,
politik duygusallıklardan uzak tutulmuş ge-
nel bağışlardan (aflardan) geçer...
PENCERE
SANTRAL -*-•"«'
Bir Savaş Sevdalısı!
TÖ uyandı, gözlerini oğuşturdu, esnedi, gerindi, yatağın-
da oturdu, sonra kalktı, şıpıdık terliklerini giydi, banyoya gir-
di, dişlerini fırçaladı, elini yüzünü yıkadı, pijamasını çıkarıp
giyinmeye başladı, pantolonunu ayağına çektikten sonra ba-
ğırdı:
— Nerde benim çizmelerim!..
Koştular, TÖ'nün gıcır gıcır yepyeni çizmelerini getirdiler.
— Nerde bunun mahmuzları?
Mahmuzlar geldi, çizmeler körüklüydü, pırıl pırıldı, yürür-
ken sesler çıkarıyordu:
— Garç gurç, garç gurç...
TÖ çizmelerini ayağına geçirdi. Pantolonun iki yanında iki
kırmızı şerit vardı. Apoletli ceketini düğmeledi. Sırmaları göz
kamaştırıyordu. Manevra kayışını omzuna taktı, yıldızlarını
okşadı, göğsündeki sıram sıram madalyalar her bir adımda
göz kırpıyorlardı. TÖ aynada alıcı gözle kendisini seyredip
beğendikten sonra buyurdu:
— Bana dostum Bush'u bulun!..
— Emredersiniz Başkanım!..
Bush'u buldular. TÖ kıl pıranga kızıl çengi telefonun başı-
na oturdu:
— Alooo Bush, ben hazırım..
— Neye?
— Savaşa!..
*
Son günlerde TÖ'ye bir haller olmuştu, her sabah kalkı-
yor, üniformasını giyiyor, çizmelerini çekiyor, sonra ABD Baş-
kanı Bush'u telefonla arayarak tekmil veriyordu:
— Ben hazırım!..
TÖ, harp tarihine de merak sarmıştı. Napolyon'u okuyor-
du; ama, merakı daha çok Stalin, Mao, Giap, Hitler üzerin-
de yoğunlaşıyordu. Çevresinde el pençe divan duranlarla Ba-
bıâli'deki yağdanlıklarına önemli açıklamalar yapıyordu:
— Savaş askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.
— Çok doğru buyurdunuz..
— Ben anadan doğma komutanım..
— 41 kere maşallah..
— Hem Irak ordusunu herkes gözünde büyütüyor. Ben
Bush'a dedim ki Saddam'ı fazla önemsemeyin. Ben bu işle-
ri bilirim. En üstün komutanlar sivıller arasından çıkar. İşte
Mao, Giap, Stalin, Hitler!.. Şimdi sıra bende!.. Türkiye'nin çe-
kingen dış politikasına son vereceğim, savaşla tarihe yazı-
lacağım, alnımda zafer çelengiyle ülkemin yazgısının ortalık
yerine iktidar koltuğumu oturtacağım. Savaşsız yaşayamam
ben...
•
TÖ'nünVzrneleri gıcırdadıkça yüreğindeki istek dayanıl-
maz bir arzuya dönüştü. Artık çizmeleriyle yatıp kalkıyordu.
Rüyalarında hep savaşı görüyor, uyanınca bağınyordu:
— Ateş.. ateş....
Durup dururken, sıralı sırasız geriye doğru saymaya baş-
lıyordu:
— 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1, 0...
— Ne yapıyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanım? Enflasyon
hesabı mı?
— Hayır, savaş gününe doğru geriye saymaya başladım.
TÖ her gece çizmeleriyle yatağa giren bir savaş tutkunu-
na dönüştü. Bildiğimiz bir "Nobel Banş Ödülü" var; ama bil-
mediğimiz bir savaş ödülü varsa TÖ'ye verilmeli, çünkü la-
yıktır.
Savaşçı TÖ günde beş vakit harp tanrısına dua ediyor
— Savaşsız yaşayamam!..
Atilla AKAR, Mehmet Ali AYBAR, Semih BALCIOĞLU,
Tank BUĞRA, Pierre BROUE, Coşkun BÜKTEL, Merin
CELÂL, Hüseyin Avnl ÇİNOZOĞLU, Hadi ÇAMAN, Nu-
ray ÇİFTÇİ, Necati GÜNGÖR. Aytekin HATİPOĞLU,
Fehmi IŞIKLAR, Hasan Bülent KAHRAMAN, Ülkü KA-
RAOSMANOĞLU, Iraz KARASU, Kandemir KONDUK,
Haydar KUTLU, Yalçın Küçük, Seyyit NEZİR, Halit RE-
FİG, Haluk ŞAHİN, Cankut ŞAMLI, Önder ŞENYAPILI,
Aykut TANKUTER, Hasan YALÇIN, Yasemin YAZICI,
Hüseyin YURTTAŞ, Esra ZEYNEP...
" " A T T İ L Â İLHAN'ın
yayın danışmanlığında^
BAKIS
Aralık '90 sayısında buluştular.
Cağaloğlu Yokuşu 6 - 8 / İstanbul, Tel.:522 89 90
BAYILERDE
ÖLÜM VE TEŞEKKÜR
Ani ölümüyle bizleri yalnız bırakan sevgili
YÜKSEL
AinOK'umuzıuı
son yolculuğunda acımızı paylaşan dostlarımıza,
yakınlarımıza teşekkürü bir borç biliriz.
. AİLESİ
BAŞSAĞUĞI
YÜKSEL ALTIOK'un
ölümünü üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz.
Ailesine, akrabalarına ve yakınlarına başsağlığı
diliyoruz.
ÇETKVKAYA AİLESİ
"Uyanmış patikaya
Serpilip giden yola •
Hincahınç meydanlara
Yazarım adını"
Seni unutmayacağım
PERUŞKA
Arkadaşın, Ağabeyin
İsmet Çolak
1986 YIU VE 86/10911 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARINA GÖRE SIGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR