23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 1 ARALIK h Gerçegi Görmedikçe».» Gerici akımları teşvik etmenin ABD kaaıuoyunda tepki yaratmamasına da şaşmamak gerekir. Ünlü bilim tarihçisi Isaac Asimov'a göre 75 bilim sorusunun yöneltildiği 2041 yetişkin Amerikalıdan % 21 'ine göre Güneş Dünya etrafında dönüyormuş! BURHAN OĞUZ Y. Mühendis Bugünlerde bazı çevreler tstiklal Marşımıza taktılar. Zor söyleniyormuş, bir sözcüğün hece- lerinin bir böliimü ba$ka, öbür bölümü başka tonda çıkıyormuş... Isemüzikoloğundan, şairin- den, sıradan yurttaştan milletvekiline kadar çok kişi kanjtı; bu, bizim gibi yetmişini aşmış ku- şaklann yaşamı boyunca heyecan kaynağı olmuş olan bu marşa. Şeyhier, loprak agalan engeli Kısa bir süre başka bir konuya geçelim: TV'de, devletin en yüksek kademelerinden bir- çok mektep-medrese görmüş olmasının gerekti- ği kişilere kadar, çok az istisna dışında, hiçbiri- sinin iki satırlık bir metni ezberden söyleyeme- diğine, önündeki kâğıtta yazılı olan sözcüklerin her hecesini başka tonda, kesik kesik okuduğu- na tanık oluyoruz. Her sözcük için başlar bir aşa- ğı, bir yukan kalkıp iniyor. Demek oluyor ki 15, bir eğitim konusuna da- yanıyor. Yüzyıllardan beri sopranosuna, teno- runa, koro üyelerine son derece zor aryalar öğ- retildi ciddi bir eğitim sayesinde. Yine ciddi eği- tim görmilş Baülı adam rahat konuşuyor, yazı- lı metni rahat okuyor, dinleyicinin gözüne ba- ka baka. Bu Istiklal Marşı konusunda belirtilecek yine önemli bir hususa parmak basalım. O da bunun metninin şairinin, şapka giymemek için Mısır'a giden ve açikça söylenmemekle birlikte Atatürk karşıtı olduğu için paralara resmi basılan Meh- met Akifin tam bir antiemperyalist ve bir Müs- Iüman sosyalist oluşudur. O hiçbir zaman zen- ginin şairi olmamış, daima yoksulun yanında yer almıştır. Işin bu yanının farkına vanlmış olsay- dı dünyada paralarda resmi çıkmazdı... Genel eğitim düzeyinin çok dıişük oîuşunun toplumun her kesimini kemirdiği bir gerçektir. Bu düzeyin bu ya da şu önlemlerle düzelmesini beklememelidir, çünkü toplumsal yapı bu düzel- fneye engeldir. Toprak ağaJarının (Batı Anado- lu ağzı ile "büyük aile"lerin), aşiret reisleri ve tarikat şeyhlerinin egemen olduğu bir iilkede bundan fazlası olamaz. Nitekim Dünya Banka- sı'mn yaptığı bir afaştırma sonucunda, 2000 yı- lından sonra birçok ülke, bilim ve teknoloji ala- nında kaydedilen ilerlemeleri kavramakta bile basanlı olamayacak, birçok ülke ise zamanını bunlan kavrayıp anlamakla geçirecek. 1100 fir- ma baz alınarak yapılan arastırmaya göre finna- lanmızın % 66'sı ithal teknoloji ile üretim ya- pıyor. Uzay, çevre, haberleşme, havacüık, kin- ya, elektronik ve metalürji alanlanndaki 61 ay- rı teknoloji ülkemizde ithal yoluyla bile kulla- nılamıyor. Bunda şaşılacak bir şey yok. Baü an- Iamında bir burjuvazinin bulunmadığı bir ülke- de ne bilim, ne teknoloji ve ne de hatta basit yazma okuma olur. Mühendislik dalındaki üni- versite öğrencilerinin yazılanna (kaligrafilerine) ve cümle kuruluşlanna bakmak bu hususta ye- terli fikir verir. Dışandan gazel... Bir türlü ben varım diye ortaya çıkıp iktidara talip olmayan ve dışarıdan gazel okumakla ye- tinen, hiçbir teknoloji üretmeyen ve en basit iş- ler için bile yabancı ortak peşine düşen ve top- rak ağası ile sarmaş dolaş olan kişiye, tarif ge- reğince, burjuva denmez. Gerçek burjuvarun ik- tidara egemen olmadığı bir ülkede de Istiklal Marşı doğru söylenemez, yılda 500 milyar ilâ bir trilyonluk ekmek çöpe atıhr. Halkın ekmek so- nınunu bile çözmekten aciz ve bunu kendine iş edinmeyen bir sistemde, yılın ilk dokuz ayında 42 bin ithal otomobil satışı normaldir. Bu dö- vizlerle fabrika yapdacak değil ya!.. Zaten bir büyük gazete "Fabrika yerine cezaevi yapıyoruz" başlığı altında şunları yazıyor: "ANAP hükümetinin 1991 Mali Y1I1 Bütçe Ta- sarısı'nda fabrika yerine yeni cezaevi yapımına ağırlık verildiği beh'rlendi. Yeni yılda da 22 ce- zaevi yapılacak... Önümüzdeki yıl yapılacak 22 cezaevinden altısı, siyasi tutuklulara ait E tipi olacak..." Hep söylediğimiz gibi, fabrika yapı- lacak olursa maazallah "ırgat", "işçi"ye döaü- şür... 7 şubatta Yeni Çeltek Linyit tşletmesi'nde gri- zu patlaması sonucunda 69 yurttaşımız ölmüş- tü. İş birkaç ah ah, birkaç vah vah, bir iki bağış kampanyası ile kapatıldı gitti, ölenlerüı çoluk ço- cuğu sürünüyor. Işletmeyi gezen Batıh uzman- lar, "Biz buraya köpek bile sokmayız" dediler. Derken Hac faciası oldu, orada da birçok yurt- taşımız yaşanunı yitirdi. Biz her ikisine de aynı derecede acıdık, ama berikinde yer yerinden oy- nadı, Hariciyesi, Dahiüyesi, hukukçusu ortalı- ğa döküldü, Suudilerden tazminat talebinde bu- lunuldu. Sonunda Suudilerden öğtlt alındı: "Takdir-i Uâhî'ye boyun eğin!". Ve eğdik. Saym Evren'in can ve kan kardeşi rahmetli Zi- ya Ül Hak'ın takımı yine Buttolara darbe indir- di. Meğer Benazir'in başını çektiği Pakistan Halk Partisi'ne oy verenfere cennetin kapısı kapalı ola- cakmış!.. Bu oyunun arkasında emperyalist güçlerin ve başta bunlann ağababasırun bulunduğunu bil- meyen kalmadı. Bu oyun artık klasik hale gel- di. Yeraltı, yerüstü servetlerine göz konulan ül- kelerde (örneğin Türkiye'de petrol, volfram, ko- balt, uranyum, bör mineralleri, krom ve daha niceleri) rasyonel düşünceyi ve ciddi bir üretim sürecine girmeyi önleyici akımlan teşvik etmek, o ülkenin genel eğitim düzeyini iyice aşağıda tut- mak bunlann değişmez stratejisi haline gelmiş- tir. Gerici akımları teşvik etmenin ABD kamu- oyunda tepki yaratmamasına da şaşmamak ge- rekir. Ünlü bilim tarihçisi Isaac Asimov'a göre 75 bilim sorusunun yöneltildiği 2041 yetişkin Amerikalıdan % 21'ine göre Güneş Dünya et- rafında dönüyormuş! "Her şey bir yana, bugün ABD'de hâlâ milyonlarca kişi, Incil'in her bir sözcüğünün Tanrı'ya ait olduğuna, bunların mutlak surette ve kelime kelime doğru olduğu- na inanmaktadır..." diye yazıyor Asimov (*). Ama arada bir temel fark var, onlarla bizim ara- rruzda: ABD'nin ileri burjuva-kapitalist düzeni, adam Güneş'i Dünya etrafında döndüredursun, teknoloji ve üretim çarkırun içine sokup onu "akıllı uslu bir işçi" durumuna getirmeyi başar- mış, adamı güneyli toprak ağasının kölesi ohnak- tan çıkarznış. "Kırk yühk Yani" Demirei'in bundan böyle "Kâni olamayacağY'ru yazdık durduk. Sayın Demirel, Saidi Nursi'ye övgü yağdırmakla asün- da hiçbir zaman saklamadığı gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi. Sayın Özal'ın peşinde koştu- ğu başkanlık sistemine "şartlı" da olsa, evet de- di. Meğer Nursî mevlidi için takibat yapılması, ona göre, laikliğe aykırı imiş! Ört ki ölem. Sonuç Bir de Çankaya iizerinde at kişnetecekmiş ve Necip Fazıl'ın bir şiirini okutacakmış mikrofon- Iardan. Önemli olan, bu bizce komik şeyler de- ğil. Herhangi bir yeni seçenek bulmaktan aciz bazı ve özellikle genç işadamlanmız, sanayici- lerimiz, bunlann akıl hocası iktisat uzmanlan- mızın bu Sayın Demirel'in etrafında kümelen- meleridir. Batı anlamında gerçek burjuvazinin ortaya çıkıp masaya yumruğunu vurmadığı yerde ufuk çok yakınlaşıyor, Batı burjuvasmınkinde gördüğumüz enginlikten eser kalmıyor. Sözü, Devlet'i kurtarmak için çaresizlikler içinde çırpınmış padişah III. Mustafa'nın (1757-74, III. Selim'in babası) bir yakmması ile bitireceğiz: "Yıkılübdur bu ciban sanma ki bizden düzele Devleti, çarhı denî (aJcak) verdi kamu müpte- zele (kepazeye) Şimdi edvar-ı saadette (saadet dönemlerinde) bu- lunanlar hep hezele (işi ciddiye almayanlar) İsJmiz kaldı jine merhamet-i Lemyezel'e (Baki, Tann sıfatı)" (•) Cumhuriyet BİLİM TEKNİK eki 115, 13.05.1989, $.5 EVET/HAYIR OKTtf AKBAL Mucize Değil, Bilinç ve Sağduyu... Ahmet Hamdi Tanpınar Adalet Cimcoz'a yazdığı bir mek- tupta şöyie diyor: "Türkiye'de cemiyeti itham etmeden konuşmak kabil de- ğil. Bu sadece cemiyetin kabahati olmasa gerek. Hepimiz nefsimize karşı müdafaa halinde yaşıyoruz ve hepimiz biz- den üstün bir mucize arıyoruz." Tanpınar bu satırları Mart 1960'ta yazmış. 27 Mayıs 1960 olgusundan üç ay önce... Ister istemez 1960 yılına, daha önceki yıllara gittim. Her- kes bir şeyler bekler hale gelmişti. Mucize mi? Bir şeyler, her- şeyi değiştirecek bir şeyler. Yıl 1959'du. 1956'dan beri '\fatan' gazetesinde köşe yaza- rıydım. Ben de Tanpınar gibi bir şeylerin değişmesini bekli- yordum. Bir mucize mi, yoksa sağduyunun uyanışı mı? Dik- tatörce tutumlannı günden güne arttıran Demokrat Parti ik- tidarına karşı savaşım veriyorduk. Menderes, Bayar ve onla- ra körü körüne bağlı milletvekilleri, bakanlar, partizanca tu- tumlannda direniyorlardı. Önlerindeki uçurumun her gün de- rinleştiğini görmüyorlardı. 'Vatan Cephesi'ni kurmuşlardı. Her akşam, her sabah Türkiye Radyoları yurdun dört bir yanırv daki yurttaşların \fetan Cephesi'ne katıldıklarını duyuruyor- d ı. Yaşayanlar, yaşamayanlar, adlarının duyurulmasını iste- ytnler istemeyenler... 'smet İnönü için neler demfyorlardı ki yazmıyorlardı ki! Pa- şa, asker kaçağı imiş! İnönü savaşlarında kaçıp samanlıkta gizlenmış! Peki savaşları nasıl kazanmış! Zuhuri tarihine göre -o dönemde Zuhuri Danışman adlı DP milletvekilinin okul kitabında- Ismet Paşa diye bir kişi yoktu, yaşamamıştı, sa- vaşmamıştı! Stalin gibi tarihsel gerçekleri tepeden tırnağa degiştirmek hevesindeydi 0 günlerin partizanları... 1960 yılı başında yayımlanan 'Vatan' yıllığında Adnan Veli şöyle ya- zıyordu: "Yunan Başkomutanı Trikopis'i Musiafa Kemal'e İsmet Pa- şa teslim etmemiş, iktidar basını bunu iddia ediyor. Olayla- rın şahrtleri de tersini söylüyorlar. İşin doğrusu şudur: Triko- pis'i ilk defa yakalayan DP'nin Uşak ilçe başkanıdır. Esir ge- nerali götürüp DP'nin Uşak İl Başkanına vermiştir. II Başka- nı da, Trikopis'i DP'nin Ankara'daki genel merkezine teslim etmiştir. Tarih gerçeklerini inkâr etmeyelim." 29 Haziran 1959da ben de "Bakalım Ne olacak?" başlık- lı yazımda şöyle demişim: "Bakalım ne olacak? diye beklemenin yeri kaldı mı? Olan oldu biten bitti! Kimin ne yaptığı, kimin ne yapacağı belli ol- du. Bazı liderterin eninde sonunda özlenen yola döneceğini ummak ancak düşlere yakışır bir şey oldu. Bugünkü gidişi- miz tek parti diktasına doğrudur. Vatan Cephesi anlayışı de- mokrasiyi kökünden temizlemek üzeredir. 1946'nın sevip be- ğendiğimiz liderteri artık Vatan Cephesi'nin ve Vatan Cep- hecilerin liderleridir. Muhalefete kendini savunma hakkının bile çok görüldüğü bir duruma girmiş bulunuyoruz. Bakalım ne olacak, diye beklemenin ne kadar safça olduğu artık an- laşılmalıdır." Evet, otuz bir yıl geçti bu yazının, bu gibi diktatörlük he- veslilerini uyaran yazılann yayımlanmasından bu güne... Ne- dir değişen? Yok, çok şey var değişen, ama bu değişim ge- riye doğrudur! Gericilik, açık açık adiyla 'irtica' son basamak- ları tırmanıyor. Bir gün, belki çok yakın bir gün Humeyni İranı'nda olduğu gibi yobazlığa teslim olmak gibi bir durum- la karşılaşabiliriz. Laiklik ve laiklik karşıtı cepheler bugün bir çeşit savaş veriyor. Atatürk ve tüm devrimleri bir yanda; Ab- dülhamit, Vahdettin, Saidi Nursi, Nakşi gibi gerici tarikatlar ve yandaşlan öte yanda!.. O yazımı şu sözlerle bttirmişim: "Gerçeklerin sert görünüşü göze batacak hale gelmiştir. Kimse bunu gizleyemez. İyim- seıiik güzel bir duygudur. Yalnız, süresiz bir iyimserlik en aşın kötümserlikten daha da zararlıdır." Özal diye bir kişi, daha yakın yıllara kadar Takunyalı Kar- deşler diye ün kazanmış, 1977'de MSP'nin milletvekili adayı olup da seçilememiş bir kişi; 12 Eylülcü komutanlann dümen suyunda başbakan yardımcisı, ortalığı boş bularak iktidar par- tisi lideri, derken başbakan olan bir kişi; muhalefetin güç- süzlüğünden yararlanıp Çankaya'ya yerleşen bir kişi, tüm ai- tesi, eşi, çocuklan yakınlanyla bir çeşit hanedan kurmaya ça- lışan bir kişi bugün ülkemizi, halkımızı bir savaş çıkmazına sürüklemek üzeredir. Yüzde yirmi oranda bir oya dayanan bu kişiye 'dur' demenin vakti geldi geçiyor. 1960 öncesinde- ki dikta heveslisi Menderes ye takımı, sonunda kendini çık- maz bir batakta bulduysa, Özal ve takımı da aynı yoldadır. Böyle bir sonucu kimse istemiyor. Otuz bir yıl önceki gibi uyan görevimizi yapıyoruz. Tarih karşısında 'biz, yazar, yurttaş ola- rak üstümüze düşen her şeyi yaptık' diyebilmek için... "Asmayalım da besleyelim mi" derler. Asamadıklarını, kendini asacak hale getirirler. AZMİ PAT için ben de imza veriyorum. YELDA NİMET TANRIKULU SEVİLAY DEMİRCİ Tann Aşkına Evet, bizim de iki yüz yıla varan bir Batılılaşma, modernleşme akımı geleneğimiz var. Yetmiş yıllık ulusal egemenlik sevdamız var. Kırk beş yıllık çok partili demokrasi sürecimiz var. Ve çok şükür bu sevda ve süreç sayesindedir ki 'darbe'leri de atlatma esnekliğimiz oluyor. Prof. BAHRt SAVCI Gene politikacılarımızdan kimilerinin (daha açıkçası Demirel ile Özal'ın) ağzına düştü bu tatsız konu: Cumhurbaşkanı par- tiden gelmeliymiş. (Yani partiden geldiği için önceden beri kendisiyle bütünleştiği parti programı ile bağlı kalmaüymış.) (Sanki olgun, kişilikli, deneyimli bir devlet adamı partiden geldiği halde cumhurbaşkanı ol- duğu zaman bu kurumun gerektirdiği ana- yasal yansızlık erdemini gösteremezmiş gi- bi.) Evet, partiden gelen bu cumhurbaşkanı da yetkili olmahymış. O kadar yetkili olma- sa da ve ancak 1982'deki yetkileriyle kalsa bile mutlaka halk seçiminden gelmeliymiş. Ve böylece partamentarizm ile başkanlı hükümet karması sistemine gitmeliymiş. Fransa'daki gibi olmalıymış. Bu poütikacılar, az çok da olsa, gördük- leri bir direnç yüzünden Amerika'daki baş- kanlık kopyasını ileri süremiyorlar. Ama sözde Fransız örneği ile Türkiye'yi kandır- maya uğraşıyorlar. Evet, Fransa'da cumhurbaşkanı halk se- çiminden gelir. Siyasal yapıda da 1875-1946 parlamentarizminin kimi mekanizma ve ku- rumları da sürmektedir: Böylece hükümeti denetleme gücü olan meclisle, meclise kar- şı sorumlu olan ve fakat meclisi de etkile- yen hükümet dengeleri sürmüş olur da... Bizim bu yüzeysel poütikacılar gibi (özel- likle Özal Bey gibi yüzde yetmiş sekizlik bir halk desteksizliği ile malul olduğundan her- hangi bir kimseden ayrımh olarak öyle yu- kandan pozlarla, rejimsel tasanlar üretmeye hakkı da yoktur ya...) bizde de "öyle olsun" demek için kimi gelişimleri bilmek gerekir: Halk seçiminden gelen bir cumhurbaşkanı- na Fransa'nın rejimi önce nasıl kaptırdığı- nı ve sonra da nasıl bir 'kaptırmazlık' ka- zandığını bilmek gerekir. (Bunlardan bizim de nasıl kaptırdığımız gerçeği belirir.) Fransa aydınlıklar çağının baş meşaleci- sidir. Usun, toplumsal doğanın zorunlu ya- salarının egemenliğini öngörücüdür. (Bun- lar bizde t#m yürürlükte değildir.) Fransa çağdaş demokrasinin beş temel il- kesi olan özgürlük, eşitlik, güvence, sosyal içerikli mülkiyet, zalimlerin baskısına diren- me ilkelerini bulan ve yayandır. (Bunlarda da pek zengin değilizdir.) Fransa çoğulcu toplumun, ulusal ege- menlik ilkesi içinde, demokratik ve siyasal örgütlenmeciliğin de baş yürütücülerinden- dir. Ait sosyal katmanların siyasaya katıl- masını 1789-1830-1848 devrimleri ile evren- selleştirendir. Yani ulusal egemenlik -onun temsili hükümet çerçevesinde uygulanması- onun da parlamentarizm yapısını kurandır. (Biz de 1876'dan beri bu yoldaysak da hâlâ ancak yüzde 21 ile 'ben halic temsilcisi- yim'cilik hüküm fermanıdır.) Bütün bu kazanım ve birikimlere karşın iki kez de bunlan elinden kaçırandır. Birinci görkemli Napolyon ile onun gölge kurnazı durumunda olan 3. Napolyon 'imparator' adı altında Fransa'>'a totaüterci bir otoriter- yanizmi hem de 'darbeler'le getirmişlerdir. (Bizde darbesiz, ama yeni beşer yıldan on yıllık bir yeni 'hanedan'uk tasarımlan ileri sürülebiliyor.) Gene bu Fransa bu kez, adı geçen kaza- nım ve birikimleriyle modern demokrasi il- kelerini yeniden su yüzüne çıkarandır. 3. Napolyon'dan sonra demokrasisini görkem- li bir yolda kurarak General de Gaulle'ü ik- tidardan ayırıp bütün karizmasıyla birlikte köyüne istirahata göndererek. (Bizde ancak yüzde 2Plerde kalan oy sa- hipliklerinin anayasa düzeninin üstüne çı- kıp orada bağdaş kurmalan hâlâ önlenemi- yor.) Bu küçük karşılaştırma şunu göstermek- tedir: Fransa halk seçiminden gelen cumhur- başkanına hiçbir zaman, ama hiçbir zaman özgürlük-eşitÛk-güvence-sosyalman anlamh mülkiyet -direnme ilkeleri ile- bütün sosyal katmanların siyasaya katıhmcılığı ilkeleri- ni ve mekanizmalannı önleyen, sıfırlayan bir etkililik, bir prestij ve bir karizma ver- mez. Çünkü vaktiyle krallık içinde kurulup işlemeye başlamış olan 'parhman'lan; ay- dınlıklar çağı 1789-1830-1848 devrimlerinin birikimleriyle, 1875'te parlamentarizmin parlamentosuna çevirmiştir. Böylece böyle- bir parlamento temsilciliğine dayalı bir ulus egemenliği demokrasisi kurmuştur. Yukanda saydığımız beş ilke ile bütün sosyal katmanların siyasaya katılmasını sağ- layan modern siyasal yapılaşma demokra- sisinin sahibi bir kamuoyunu da yaratmış- tır. Türkiyemize gelince ne aydınlıklar cağın- dan önce 'kurumlaşmış müzakere meclis- leri' var; ne bu meclislerden üretilmiş par- lamento geleneği var, ne de aydınlıklar ça- ğının felsefesine- onun yarattığı o beş ilke- ye, başlangıcından beri sahipliği var ve ne de bütün bunları tümüyle özümsemiş, bun- lann sahibi ve bekçisi düzeyine gelmiş bir kamuoyu var. Yani Fransa gelişimi ile bir tıpkılılığımız yok ve oradaki gibi halk seçiminden gelen bir cumhurbaşkanının 1875, 1946 parla- mentari«mterim«ilip süpörnıesini önleme- ye yarayan olanaklarımız yok. Yine orada- ki gibi halk seçiminden gden bir başkanın, halk seçiminden aldığı güç ile kendi totaü- terci otoriteryanizmini kurmasını önleme şansımız da yok. Evet, bizim de iki yüz yıla varan bir Ba- tılılaşma, modernleşme akımı geleneğimiz var. Yetmiş yıllık ulusal egemenlik sevdamız var. Kırk beş yıllık çok partili demokrasi sü- recimiz var. Ve çok şükür bu sevda ve süreç sayesindedir ki 'darbe"leri de atlatma esnek- liğimiz oluyor. Ama adı geçen o tıpkıhlık da hâlâ ola- madığı içindir ki; parlamenter yapının içi- ne kendi bireysel totaliteryanizmciliğinin otoriteryanizmini oturtmaya uğraşan Ev- ren'leri-ÖzaPları da durduramıyoruz. Şimdi bir de bu gibi zatlara halk seçimin- den gelen bir anayasal yetki ile bir de siya- sal güç tanırsak onlan tut tutabilirsen. Onun için diyoruz ki sadece partiler de- ğil, bütün sosyopolitik dinamikler ile bilim- basm çevreleri görüşlerini anlatsınlar Tan- rı aşkına. Ulusumuzu aydınlatsınlar Tann aşkma. Ve böylece madem ki cumhurbaş- kanı meclise karşı sorumsuzdur, öyleyse onu halk seçsin şurada burada olduğu gibi al- datmacasının bu alaturka politikacılann ka- rihalannın kavrayamadığı sakıncalarını gös- tersinler. PENCERE Bu kitabı okurken kendinizi bazen üşümüş bir yavru penguen, bazen sinirli bir beyin cerrahı, ara sıra fetbaz, belki, silgisini kaybetmiş küçük bir çocuk, ya da kamyon sürücüsü gibi duyumsayacaksınız. Kimilerinizin canı şalgam suyu isteyecek, kimileriniz yaşamın anlamını çözmeye çok yaklaşacaklar... 184 sayfada 55 mizah öyküsü, kıssalar, hisseler, uçurum duvanndaki kasisler.. SELÇUK YAYINLARI çağımızda îtikadî İSLÂM mezhepleri TUrkfyede Alevîlik İlâhiyatçılık açısından ilmî metod- la bu konuda hazırlanmış ilk telif Genel Dağıtım: Cemmay Tel: 527 01 53 Ankara dağıtım. Adaş Tel: 134 46 24 izmir dağıtım: Kabile Tel: 25 37 58 DUYURU VE TEŞEKKÜR Moda Sineması ile temsilcilik anlaşmamız sona ermiştir. Bugüne kadarki başarılı çafışmaları için Moda Sineması yönetici ve çalışanlarına teşekkür ederiz. CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ İslâmdaki çeşitli itikadî mezhep- lerin bugüne gelmiş bütün akım- ları.. Kaynak eser. (383 sayfa). Genel Dağıtım: Boğaziçi Yayınlan A Ş. Kâzım ismail Gûrkan Cad. 12/25 34410 Cağaloğlu-istanbul, Tel: 526 09 77 P.K. 1397 Sırkeci TEŞEKKÜR Ameliyatımı başarı ile gerçekleştiren, SSK Istanbul Hastanesi'nden, Saym Opr. Dr. GÜNGÖR ALKAN'a Dr. HALDUN BAIİM'a, Anestezist Dr. RIFKJ UYGUR'a Anestezi hemşiresi NURAN KORKMAZ'a, hemşire GÜNAY KAŞIKÇI'ya ve personel REMZt HAVANLA'ya göstermiş oldukları yakın ilgilerinden dolayı, sonsuz teşekkürlerimi sunanm. AYDIN TÜYSÜZ Türkiye'nin Nabzı Zonguldak!... Batı Avrupa'dan gelen uzmanı bizim madene indiriyorsun. Kömür ocağı kör kuyu gibi. Adam Nuh-u Nebi'den kalma iş- letmeye bakıyor. Ölüm pusuda!.. Her dehliz bir tuzak. Kim çalışıyor bu karanlık zındanda? Eski çağların gözleri bağlı kö- leleri mi? Ayak bileğine demir bukağı vurulmuş torsalar mı? Hollandalı madencinin gözleri faltaşı: — Biz buraya köpek bile bağlamayız." Frengistan'dan gelen herif, Manyas gölünde kelaynak ku- şuna. Oalyan'da caretta kaplumbağasına, siyasal zındanda açlık grevine yatan gence, Zonguldak'ta ölümle burun buru- na maden işçisine sahip çıkıyor da bizim yüreğimiz neden titremiyor? Eski işveren sendikası müdürü yeni Cumhurbaş- kanı Özal'ın söylediğine bakın: — Bugün Zonguldak kömjr havzasında işçiye verilen üc- ret sattığımız kömürün maliyetini karşılamıyor. Bırakınız amor- tismanı. elektriği, diğer hizmetleri, sattığınız kömür işçi ücret- lerini karşılamıyorsa ne yapacaksın!.. Zararı 500-600 milyarı buluyorsa, yarın yüzde 60 zam verdiğin zaman bu açık trifyo- nun üstüne çıkar. Kim ödeyecek bu parayı? Devlet nasıl vere- cek? Ya vergi arttıracak, ya para basacak. Para basılması enf- lasyonu arttınyor. Üretim olmayan yere haddinden fazla para verirseniz enflasyonu körüklersiniz." Doğru, değil mi!.. Özal "maliyet" hesabı yapıyor, "Kaça mal oluyor?" Gerçekçi bir soru. Peki, Sayın Özal'ın maliyeti ne? Cumhurbaşkanlığı devlete kaça mal oluyor? Bütçeye bu bölümde konan har- camaları kim ödüyor? — Üretim olmayan yere haddinden fazla para verirseniz, enflasyonu körüklersiniz." Çankaya'da üretim yok; yalnız laf var. Özel uçaklar, pahalı geziler, gereksiz harcamalar, gösteriş, propaganda sonun- da cumhurbaşkanlığı bütçesi şiştikçe şişiyor. Kömür made- nindeki işçiye karm tokluğuna ücreti çok gören Özal, kendi- sine dönük maliyet hesabını niçin yapmıyor? • Kimi devlet sosyal ve çağdaştır, işsiz kalan yurttaşına da aylık bağlar. Çünkü devlet ülkedeki işsizlikten sorumludur. Sosyal dev- letin anlamı da budur. Yoksa Batı'da işsizlik sigortası neden icat edilip uygulansın? Kimi devlet de maden işçilerini çalı- şırken açlığa mahkûm eder, hem de yüreği titremeden ve gözünü kırpmadan... 12 Eylül kafası çağdışılığın en çarpıcı göstergelerini ser- giliyor. Evren: — Avrupa Konseyi araya girdiği için ıdam mahkûmlannı asa- madığıma çok üzgünüm diyor. Özal: — İşçiye verilen ücret çıkardığı kömürün maliyetini karşıla- mıyor, zam yapm^ın diyor. Evren, fikir özgürlüğünün var olmadığı bir ütkede adam asarak düzeni yürütecek; Özal, enflasyonun yüzde 70'e tır- mandığı bir ekonomide işçiye zam yapmadan maden ocağı çalıstıracak; oysa enflasyonu yüzde 70'e çıkaran ekonomi- nin patronu Ozal değil mi? Kendi beceriksizliğini işçiye ödetecekl.. • Zonguldak'ta atıyor Türkiye'nin yüreği!.. Halk gerçekleri biliyor? Emekçiler el ele. Ereğli Demir-Çelik, Türkiye Kömür İşletmeleri, Karabük Demir-Çelik Fabrikalan'yla bölge bir bütün oluşturuyor. Maden işçisi, ne işletmeciliğin kusurlarmdan ne teknolo- jinin geriliğinden ne de enflasyonun azgınlığından sorumlu- dur. Kendi dışındaki koşullar yüzünden yer altında ölümle bu- run buruna çalışan emekçiyi sürüm sürüm süründürmek yet- kisini kendisinde gören kişi ne devtetin ne hükümetin ne ( bir partinin başına yakışır. Türkiye'de insana insan gibi yaklaşan bir yönetim kurul- malıdır. Çağdaşlığın birinci koşulu bu... CİHAN Nereye uçar gökyüzü Ses nereye uçar öyle sevmişim ki seni Ölüm nereye bensiz Seni unutmadık, unutmayacağız CEYDA-BEDRt-TAMER BAŞSAĞLIĞI Çalışma arkadaşımız, değerli insan UĞUR ALPER'İ kaybettik. YokJuğunu her zaman hissedeceğiz. Ailesine ve dostlarına başsağlığı dileriz. YATAŞ AŞ YÖN. KUR. BŞK. YILMAZ ÖZTAŞKIN BAŞSAĞUĞI Mensuplarımızdan Tahire Alper'in eşi UĞUR ALPER'in vefatını üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Kederli ailesine ve dostlarına başsağlığı dileriz. tSTANBUL İLKÖCRETMEN OKULU MENSUPLARI TEŞEKKÜR Torunumun dünyaya merhaba deyişine yardımeı olan Şişli EtfaJ Hastanesi Başhekimi Dr. RASİM TORUlVa ve 2. Doğum Kliniği döKtor ve personeline yürekten teşekkür ederim. Dr. ADİL MANZAKOCLU Sevgili Halam Emekli Opera Sanatçısı NERİMAN SAN'ı kaybettik. Güzel sesi bizimle kalacak. OYA SAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle