02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 18 KASIM 1990 Tavşana Kaç, Tazı>a Tut Politika*! HIFZIVELDET VELİDEDEOĞLU "Tavşana kaç, tazıya tut" deyişi, karşıt düşünce taşıyan iki kişiye ya da iki topluluğa, her ikisi- nin görüşlerini benimsediği izlenimini vererek iki- yüzlülük yapanlar için kullanılır. Bu ikivüzlülüğü kişiler yapabileceği gibi, dev- leti yönetenJer de yapabilir. AsıLtehlikeli olanı da budur. Osmanlı'nın çökuş döneminde bunun çeşitli örneklerine rastlanır. Sultan tkinci Mahmut za- manında bir kısım yenilik yanlılan, artık orta- çağdan kalma giysileri bırakıp Avrupalılar gibi ceket pantolon gdyümesini önerirler. Sultan Mah- mut az çok yenileşme yanlısı bir padişahtır. Böyle bir uygulama onun anlayışına ters düşmeyecek- tir. Ama yine de ihtiyath davranırlar, önce bir deneme ile halkın tepkisini öğrenmek isterler. Aralanndan iki kişiye (birinûı adı Üsküdark Avni Bey) -o zaroanın deyişiyle- "setre, pantolon ve fes" giydirip, kalabalık bir yerde onları halkın arasına salarlar. Ama öte yandan da önceden buyruk verdikleri yeterli güvenlik görevlilerine bu iki kişiyi yakından izleterek herhangi bir saldı- rıya karşı onların korunmasını sağlarlar. Halk ceket pantolon ve kunduralı bu iki kişinin birer Müslüman olduğunu anlayınca, "gâvur kıyafeti giydikleri için" yörelerinde toplanıp homurdan- maya başlar. Neredeyse saldırıya geçecekler; iş- te bu sırada güvenlik görevlileri halktan güya (!) durumu öğrenince, Üsküdarlı Avni ve arkadaşı- nın yanlanna vanp, "Vay imansızlar, bu kıyafetle gezilir mi buralarda, haydi karakola" diyerek on- lan halkın saldınsmdan kurtanp götürurler. Du- rum yönetimin yukan katlanna yansır; genişle- yen hoşnutsuzlugu yatıştırmak için denek olarak kullanılan bu iki kişiyi bir süre için Istanbul'dan uzaklaştırıp Izmit'e sürerler. Ooğal olarak, uğ- radıklan sıkıntmın zararlarını ödeyerek... Bu olayda "tavşana kaç, tazıya tut" politikası izlen- miştir. Tanzimat Fermanı ilan edilirken padişahın des- pot iktidannın yasalarla sınırlanması, askerlik yukümlülüğünün ve vergi adaletinin düzenlen- mesi gibi amaçlar güdulüyordu. Bu amaçlara ulaşmak için elbette Batı yasalarından yararla- nılacaktı. Ama din bağnazlarını ürkütmemek için Tahzimat Fermanı da denilen Gülhane Hattı Hümayûnu'nda, devletin gerilemesine neden ola- rak ' yüz elli yıldan beri şeriat knrallanna uyulmaması" gösterilmiştir. Bu durumda bile Tanzimat Fermanı'nı Gülhane Meydanı'nda oku- yacak olan Mustafa Reşit Paşa, bu girişimden sağ salim çıkabileceğinden kuşkulandığını, evinde- ki yardımcısına, törene gitmeden önce söyledıği sözlerle açıklamıştır. Görülüyor ki bir yanda yeni yasaların çıkanlmasını isteyenlerin öte yanda da şeriat yanlılannın omuzlan okşanmıştır. Meşrutiyet döneminin son yülarında aile hu- kukunda, özellikle evlenme, boşanma ve çok ka- rılılık sisteminde bazı düzenleme ve düzeltmeler yapılmak istenerek "Hukuku Aile Kararnamesi" başlıklı bir "kanun hükmünde kararname" çı- kanlrruş, Şeyhülislamlığın da onayı ahnnuştı. An- cak bu kararname, "şeriat hükümlerinden aynldığı" savıyla din bağnazlanrun saJdırı hedefı olmuş, Ittihatçılann yönetimi sona erince, 1919'da yürürlükten kaldırılmıştır. Görülüyor ki şeyhülislamın onayı ile uygulanan "tavşana kaç, tazıya tut" politikası bile yobazlan tatmin etme- miştir. • • * Cumhuriyet döneminde "tavşana kaç tazıya tut" deyişiyle niteledjgimiz ikiyüzlü politika 19*5, özellikle 1950'den sonra başka biçimde sürdü git- ti. Bir yanda bütün yönetici ve politikacılar Ata- türkçü olduklannı ileri sürerken öte yanda, Türk Devrimi'nin en önemli ilkesi olan laikliğe karşı tavır takınanlara göz kırpıyorlar, böylece şeriat- çılıga yavaştan yavaştan ödün vermeye başhyor- lardı. Bu tutum 27 Mayıs 1960 devrimine değin böylece sürüp gitti. Atatürk Devrimi'nin sosyal hukuk alanında ileri bir aşaması olan 27 Mayıs 1960 devriminin getirdiği anayasa, ne yazık ki tam uygulama alanı bulamadı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin önderliğindeki karma iktidann yaşamı pek az sürdü. 196S seçimlerinde iktidara gelen tutucu Adalet Partisi, 1960'ta yıkılan Demokrat Parti'nin siyasal mirasına konmak için kendisi- nin o partinin devamı olduğu savını ileri sürdü ve 1961 Anayasası'mn sosyal hükümlerini uygu- lamasız bıraktı. Üstelik her vesileyle "Bu anaya- sa değişmelidir, icra kuvvetlendiriİmelidir" savıru işledi durdu. Yeni kurulan Anayasa Mahkeme- si'nce yasama tasarruflannın, Danıştayca da yü- rütme tasarruflannın denetlenmesine karşı çık- tı, bunların yetkisinin kısılmasını savundu dur- du. Ülkedeki huzursuzluk ve terör ortamı 12 Mart 1971 askeri müdahalesine yol açtı ve böy- lece 1946'da rayına oturmuş, 195O'de az çok pe- kişmiş gibi görünen demokratik uygulama 1971'de yeniden kesintiye uğradı. Anayasada de- ğişiklikler yapıldı. Yan askeri nitelikli Devlet Gü- venlik Mahkemeleri'ne yer verilerek sivil yargı sis- temi zedelendi. Bütün bu işler yapılırken gerek Adalet Partisi gerek 12 Mart darbecileri, tıpkı vaktiyle Atatürk Devrimi'nden ödünler veren Demokrat Parti'nin yolunu tutarak Atatürk Devrimi'nden yanaymış gibi nunıklar atıyorlardı. örneğin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "Atatürk ilke ve inkılaplarma" bağlı olduğu söyleniyor, oysa 1. Ordu ve Sıkıyö- netim Komutanı olan bir orgeneralin, Atatürk ve ilkelerinin can düşmanı, Nakşibendi tarikatı- na bağlı olduğu ortaya çıkıyordu. "Tavşana kaç, tazıya tut" politikası Türkiye- yi 12 Ey4ül 1980 darbesine teslim etti. Bu darbe 12 Mart 1971 darbesinin eksiklerini (!) tamam- ladı, TBMM'nin kapısma kilit vurdu; tüm ülke- yi, üniversiteleri, dahası, ekonomiyi bir "kışla disiplini" içinde yüriitmeyi amaçladı. Bütün bunlara ilişkin icraatın "Atatürk ilke ve inkılaplan" doğrultusunda yürütüldüğü, darbe- nin Iideri orgeneral Kenan Evren'in meydan ko- nuşmalannda halka açıklanırken ve laiklik ilke- sine sımsıkı bağlılıkları belirtilirken aynı zaman- da Kuran ayetlerinden, hadislerden örnekler ve- rilerek Türk halkının da Atatürk'e ve laiklik il- kesine sahip çıkması isteniyordu! Atatürk'Un vasiyetnamesi ve kurmuş olduğu, amaç ve görevlerini belirttiği çağdaş kurumlar, bu amaçlanndan saptınlıp birer devlet dairesi du- rumuna getirilerek Türk-lslam sentezcilerinin el- lerine teslim edildi. Dahası, 12 Eylül'ün beş generali, Temsilciler Meclisi'ne hazırlattıkları anayasada, okullarda din öğretiminin zorunlu din dersleriyle yapılma- sını düzenleyen bir yasanın yer almasını gerçek- leştirip laik öğretim ve öğrenim birliğini kökiin- den baltaladılar. Yine bütün bunların da "Ata- türk ilke ve inkılapları" uğruna yapıldığı, mey- danlarda halkın gözünün içine baka baka söy- lendi. • • * Politika yaşamı da 12 Eylül zihniyetiyle yürü- tülmek isteniyor, bir orgenerale parti İcurduru- luyor, 1983 seçimleri beş generalin vetosundan kurtulup, bu barajı aşabilenlerin katılmasıyla ya- pılıyor, bunun adına da "demokrasi" deniliyor- du. Vetoyu rahatça atlatan Turgut özal'ın kurdu- ğu parti (ANAP) çoğunluğu kazarunca, başlan- gıçta darbeci generallerin amacı bozulur gibi ol- du; sonra anlaşıldı ki, özal 12 Eylül rejimine en iyi uyum sağlayan adamdı. Ağzından "Atatürk ilke ve inkılaplarma" bağlıhk sözü düşmemek- te, ama Atatürk'ün değil, "12 Eylül'ün ilkelerini" yürütmekteydi. •O günden bu yana sürüp gelen rejimin tek par- ti diktasından farkı yoktur. Muhalefetin deneti- mi etkisizdir. özal'ın başkanlığındaki çoğunlu- ğun her arzusu yasalaşünlmaktadır. Hele şimdi Turgut özal'ın arzusu çoğunluğun da arzusu olu- yor. Kısacası, ülkede "tek adam yönetimi" apa- çık biçimde hilküm sürüyor ve özal'ın konuşma- larında da "Atatürk ilke ve inkılaplarınm izindeyiz" sözü eksik olmuyor. Şeriat yanlılannın yönetimde köprübaşlarını tutup, ileriye dönük programlannı başlattıklan, anayasal devlet kuruluşlanndan Diyanet Işleri BaşkanlığYnı sardıklan, dahası, silahlı kuvvet- lerin içine sızdıklan, Türk halkının gözleri önün- de olup biterken, son Cumhuriyet Bayramı tö- renlerinde ve Atatürk'ün ölüm günündeki anma toplantılannda, başta özal olmak üzere, >11ksek yetkili ANAP yöneticilerince yapılan konuşma- lar, yer yer sanırsınız ki Atatürk Devrimi'nin he- nüz yara almadığı dönemlerde yapılmaktadır. Bunlardan bazılan kâğıda dokülse, insanın im- za koymaktan çekinmeyeceği geliyor. Ne var ki özal ve yandaşlan, tıpkı 12 Eylülcüler gibi, "Ata- türk diye diye!" büyük kurtarıcının çağdaş uy- garlık değerlerinin, laiklik ilkesinin, O'nun düş- manlannca adım adım yok edilmesi doğrultusun- da yaptıklan girişimlere göz yummaktadırlar. Sultan II. Mahmut döneminden beri verdiğim bütün bu panoramik örnekler, ülkemizde "Tav- şana kaç, tazıya tut" politikasının (Atatürk ve İnönü dönemleri dışında) hâlâ sürüp gittiğini acı acı gösteriyor. EVET/HAY1R OKLff AKBAL Ali Ulvi 4a YıhndaNeden o kadar geç kaimıştık, bilmiyorum. Gece yarısıydı. Belkı daha da fazla... Ali Ulvi ile Kadıköy vapur iskelesinde karşılaş- tık. Kadıköy'e gideceğiz. Ama sis kaplamış her yanı. Bekledik. Vapur kalkmıyor. Zaten son vapurdu. Sabaha az kalmış. Ne yap- malı? Eve gitmekten vazgeçmelı mi, yoksa sabahı bekleyen va- pura girmenin yolunu bulup, koltukta kestirmeli mi?_ Ali Ulvi birden "Kabataş'a gidelim. Araba vapuruyla Üsküdar'a geçip, ordan otomobile bineriz" dedi. Bir taksiye atlayıp Kaba- taş'a gittik. Göz gözü görmüyordu. Sis daha da yoğunlasmış. Araba vapuru iskelede duruyor. Yblcu falan da görülmûyor. Kû- çük kulübemsi yerde denizciler oturmuş çay içiyorlar. Buradan da vapurun kalkmayacağı açıktı. Ne yapmalı? "Gidip kaptanı bulalım" dedi dostum. Oradaki çımacılar, "Bu havada kaptan gemiyi kaldırmaz" diyorlardı. Hem bizden baş- ka yolcu da ortalıkta görülmüyordu. Ali Ulvi ile gemiye atladık, kaptan kamarasında çay içiyordu. Tipik bir Karadenizli. 'Merhaba' deyip girdik yanına. O da "Bu havada gemi kalkmaz" dedi. "Bak- sanıza şu sise." Ali Ulvi başladı Söyteşiye. Memleketini sordu, kaç yıllık kaptan olduğu, sisli havalarda yolcuiuk yapıp yapma- dtğrnı... Kaptan anlatryordu eski serûvenleri. Konuşa konuşa so- nuca varıyorduk. Birden "Sen Karadenizli kaptansın, bu hava- da kim bilir kaç kez açık denizlerde gemi yonettin. Kabataş'tan Üsküdar'a geçmekten nasıl çekinirsin" demez mi? Kaptan kı- zacak sandım, ama hiç de öyle olmadı. "Peki, dedi, haydi yola çıkalım." Bir iki yolcu daha gelmisti. Hepimiz kaptan köşkündeydik. Ağır ağır kalktık iskeleden. Sis içinde hiçbir şey görülmüyordu. Bir karanlığa doğru gidiyorduk. Ulvi "İste Karadeniz kaptanı böyle olur" diyordu. Kaptansa gevrek gevrek gülüyordu. On beş daki- kalık yol nerdeyse bir saat sürdü. Ama sonunda iskeleye yanaş- tık. Ne zaman Ulvi'yle karşılaşsam bu eski antyı konuşuruz. Ul- vi'nin cana yakın kişiliği, Karadenizli kaptanı kandırışı unutulur gibi değil! Ali Ulvi 'Curnhuriyette başlayıp sürdürdüğü çalışmasının tam kırkıncı yıhnda... Kırk yil! Dile kolay, kırk yıl hernen her gün 'Cumhuriyet' gibi bir gazetenin baş sayfasında birbirinden ilginç karikatürler yayınlamak... İnsan bunca yılın nasıl geçtiğini bilemi- yor! Yirmi yaşlarında bir genç çi- zer birdenbire 'Cumhuriyet' gibi önemli bir gazetenin baş sayfa- sında başladığı çizerlik yaşamı- nı, aksatmadan, kendi sanatsal düzeyini düşürmeden yanm yüz- yıla yakın bir zaman sürdürmesi büyük bir başarı değilse nedir? Ulvi, gözünü bu gazetede açtı. Bugün de, yarın da okurlarının sevgiyle beklediği, izlediği çizgi- leriyle olayların yorumunu yapa- cak, anlamını duyuracak. Ati Ulvi usta bir çizer olduğu kadar etkifi bir köşe yazarıdır da... Ama yazısını harfterle yaz- maz, çizgıyle gerçekleştirir. Hem sanat düzeyini korumak, öte yan- dan güncel olaylar, kişiler üstü- ne okurlannı aydınlatmak... Zaman zaman Ali Ulvi'nin ka- rikatürlerindeki derin anlamı gö- rünce işte bunu sözcüklerle ya- şatmak çok zor olur' diye düşün- müşümdür. Birkaç çizgiyle çok şey anlatmak. Bu büyük bir us- talık işidir. Ali Ulvi somut tema- ları işler. Günün anlamını çizgi- leriyie verir. Öylesine verir ki, koskoca makaleler, hatta kitapla- rın anlatamadığını, duyuramadı- ğını birkaç çizgiyle ölümsüzleş- tirir. 1960 mayısındaki bir karikatü- rünü anımsryorum. "Uçtu uçtu' alt yazılı bu karikatürde uçup gi- den diktatörteri belirtmisti. DP hûkümetinin bu karikatüre tepki- si çok ağır ofdu. 'Cumhuriyet' ka- patıldı. 'Uçtu uçtu'daki diktatör- ler, bu arada bizdeki diktatör tas- laklan sıra ile ortadan kayboldu- lar, çoğunun adı bile anımsan- maz oldu. Ama Ulvi'nin 'Uçtu uç- tu'su yakın tarihin bir sanatsal belgesi olarak bugün de bellek- lerde... Değerli dostum Ali Ulvi Ersoy1 un en yakın izleyicisi oldum bu geçen kırk yıl boyunca... Kimi za- man aynı konuları işlediğimiz ol- du, ama onun birkaç çizgide ver- diğini bir köşe yazısında dile ge- tirme güçlüğünü duymuşumdur. Karikatür sanatının önemini an- lamışımdır. Ali Utvi'ye nice başa- nlı yıllar dileyerek... KLIYIZ KAZANACAĞIZ İŞÇİLER "GENEL GREV"' SLOGANI ATIYOR • Oğrencltor YÖK yıkılsın diyor, memurlar insanca yaşam ve sendika hakkı istfyor, sefalet ûcretine karşı geiiyor, halk hakkım aramaya başlıyor, genel boytot ve protestolar yaygınlasırken kitle hareketi bir yükseliş sOredne glrlyor.» Şhndl de Işçiler tepMlerlnl dile getlri- yor, "GENEL GREV sloganı atıyor. • Savaş hall uygulamalan artarak sürûyor, baskılar sOrekll hale geliyor... Kontrgeıilla tartışmalan hız ka- zarurken CiA paûvnu Webster TOrkiye'yl mekan tutu- yor... DemeMer kapatlıyor, gözarbtor, tutuldamalar blr- birlnl kovalıyor. Tüm bunlara karsın kltleler seslerini yOkaeitiyorlar... Memurlar, Isçlter, kAylüler, öğrençiler tepktsiz kaimıyorlar. YOK BOYKOTU GENEL BİR DİRENİŞ HAVASINA DÖNÜŞÜYOR bayrağı DİRENİŞLER YAYILIYOR DİRENİŞ SAFURI GENİŞ- ÜYOR lşçHer, öğrençiler, Cezaevleri, Memurlar Eylemde • METİN TÛRKER'LE RÖ- PORTAJ • İHD MERKEZİN- DE LİBERALLER Muhalofet Saflarında Dağınıklık • LÜBNAN •BİRLEŞTİRİLDİ" • TÜRBAN NURCULAR DİNİ FİUMLER • BOTAN İNSANSIZLAŞTIRILIYOR • SAVAŞ VE TÜRKİYE'DE ÜS1ER • İŞÇİ KIYIMLARI SÜRÜYOR • 46. YILINDA ARNAVUTLUK DEVRİMİ • DERNEKLER PLATFORMU/BİR BİRLİK BÖYLE YIKILIR. B A Y İ L E R D E Tei 510 oe 34 AZMPAT Ölümünü üzüntüyle öğrendik. Sen mücadelemizde sonsuza dek yaşayacaksın. tNGİLTERE'DEKt MÜCADELE ARKADAŞLARI ADIIVA SELAMt ÇAKAR, F. ÖZGÜR, ORHAıN ADANALI VE ARKADAŞLARI Ağır ağır dolanarak akan kıvrımları göz alıcı bir suyun öyküsüdür bu Sevgili AZMİ Yeni tahışmıştık. Ancak bu kısacık zamanda bizlere her yerde insan olmaya, sevgiye dair çok şey öğrettin. Tercih ettiğin bu son cümleye ise, saygı duymakla bırlikte çok zor alışacağız. AYŞE FÜSUN BİBER, SELİM ESKİİZMİRLİLER, MURAT IRMAK ALANYA SULH HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN Dosya No: 1990/460 Davacı Hastürk Koçak Burdur Türk Ticaret Bankası Şubesi 25 seri 66 noya yaalmış 833767 ve 833768 numaralı 1.900.000^ TL. kıy- metli çekleri kaybettiğini büdirerek Mahkememize çek iptal davası açmıştır. Bu çekleri elinde bulunduranlar ve\a bulanların ilanı takip eden üç ay içinde Mahkememizin 1990/460 sayılı dosyasına müracaat et- meleri ilan olunur. Basın: 48588 PENCERE Gelecek İktidann Dış Dengeleri?.. 19. yüzyılın sonuna doğru "Düvel-i Muazzama" (süper dev- letler) Babıâli ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya baş- lamışlardı. Osmanlı paşalan; Ingiltere, Rusya, Fransa, Alman- ya arastndaki çelişkilerden yararlanarak imparatortuöu ayakta tutmaya çabalıyorlardı. 20. yüzyılın başında, "Ittihak ve Terakkr yönetimi Enver Paşa'nın lideıiiğinde Almancılığa kay- dı. Çöken devlet, sınır ötesi bir serüvende kurtuluş çaresi an- yordu. Birinci Dünya Savaşı sonunda oyun noktalandı. Ancak Türkiye için yeni bir olanak doğdu; 1917 devrimi pat- lamıştı. Dünya dengelerindeki değişimi Mustafa Kemal, hemen sezdi; 1923 devrimi başarısını büyük çapta bu sezgiye borç- ludur. Gazi, Türkiye Cumhuriyeti'ni kapitalist-sosyalist dün- yalar arasındaki çelişkrye oturttu. Ankara "kapitatizmin emper- yalizmine karşı" bir savaşla başkent olrnuştu; "Dûvel-i Muazzama" kavramı devletin dış politikasından tasfiye edil- di; Sovyetler ile Batı arasındaki terazinin dengelerinde ba- ğımsız doğrultuya kavuştuk. İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar süren bu denge "so- ğuk savaş" döneminde bozuldu. • "Amerikan mandacılığı"n\n Türkiye'de kökeni var. Osman- lı, devletin ancak "himaye" attında yaşayabileceğine inanı- yordu. Yabancı bir üstün güç (Dûvel-i Muazzama ya da sü- per devlet) güdümünde varlığımızı koruyup "medenileşmek" olanağına kavuşacağımıza inanmış olanlar, Türkiye'de "komp- rador kapitalizmi"ri\r\ siyasal gücünü oluşturmuşlardır. Soğuk Savaş bitinceye kadar, Türkiye Arnerikan güdümün- de yönetildi. UlusaJ Kurtuluş Savaşı'nın ve bağımsız cumhu- riyetin kazanımları elden gitti; dış politikamız Osmanlı Babı- âlisi'nden de gerideydi. Çünkü Babıâli paşalan Düvel-i Mu- azzama içindeki çelişkilerden yararlanarak iyi-kötü manev- ra alanları yaratabiliyorlardı. Soğuk savaş sürecinde Anka- ra, tek boyutlu bir dış politikayı benimsedi; Batı bloku için- deki olanaklarımızı bile kullanamadık. Ne var ki artık soğuk savaş da bitti; sosyalist blokun yenil- gisi, Batı'nın yengisiyle... • Dünya artık Batı-Doğu çelişkisini aşmış görünüyor; yeryü- zünde yeni dengeler oluşuyor; Güney-Kuzey çelişkisinden söz açılıyor; İsmet Paşa'nın deyişiyle "Yeni bir dünya kurulu- yorf' Peki, Türkiye bu yeni dünyanın neresindedir? Soru günceldir; çünkü, ülkemizde ilk kez iktidar ile muha- lefet arasında birbirine zıt iki siyasetin altı iki sözcükle çizili- yor: İktidar, savaş diyor. Muhalefet barış.. Nedir bunun anlamı? İktidar —ya da başka deyişle Özal— savaşla ne istiyor? "Sorumsuz Cumhurbaşkanı" açıkça ABD : ye oynuyor. Çünkü "Sovyetler yıkılmış, Vaşington dünyanın tek egemenine dönüşmüştür; Ortadoğu'da pek yakında "Pax Americana"nın öngördüğü bir düzen —gerekirse savaşla— kurulacaktır. Türkiye bu düzende "alt sûper güç" olarak rolü- nü üstlenirse elbette ödüllendirilecektir. Bu süreçte "Bush'un yakın dostu özal" Vaşington'un desteğiyle Türkiye'de "baş- kancı sistemi" kurarak yönetimini pekiştirecektin" Peki, Özal'ın bu hesabı gerçekçi midir? Yeni dünyanın den- gelerine oturuyor mu? • Dünya bütünleşiyor; Batı-Doğu çelişkisi ortadan kalkıyor; yeni dünya kapsamında, Ortadoğu'da bir "kapalı bölge" mi oluşturulacak? Yeni Almanya, ileride büyük bir güç niteliğiyle ortaya çıka- kcak. Avrupa'nın batısıyla doğusu arasındaki duvartar yıkıldı. Ortadoğu, Amerika'nın öngördüğü duvarlar içine mi hapse- dilecek? Türkiye, Avrupa'dan uzaklaşarak, Ortadoğu'daki "ka- palı böfge"de Amerikan jandarmalığı mı yapacak? Dünya si- lahsızlanmaya giderken, Bush Türkiye'yi silahlandırarak ül- kemizi vaşington'un hizmetinde ne kadar tutabilecek? ABD'nin artık dünyanın tek süper gücü olduğunu dûşü- nenler yanılmıyoriar mı? Türkiye'nın solu, geleceğin iktidarını oluşturmak için, "ye- ni bir dünya kurulunten" yeni dış dengelerin hesabını çok iyi yapmak gereksinimi içindedir. Özal, geleceğinı bir macera- ya bağlamış görünüyor. Bu serüvenin karşısına gerçekçi bir hesapla çıkmak zorunluğu büyüktür. OMKİDEN ONİKİYE TÜRKİYE Ali Sirmen 3. bası 5000 lira (KDV jçinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad 39-41 Cağaloğlu-lstanbul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle