01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 18 KASIM 1990 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KALKINMA TEŞKİLATI (UNDP)JÜRKİYE TEMSİLCİSİEDMUND CAIN: Kalkınma hedefi: InsanıngelişmesiKalkınma yardımı gelişmekte olan ülkeler için önemli bir destek. îki ülke arasındaki ilişkilerde 'siyasal hesaplar' önemli rol oynadığı için kalkınma yardımmda 'tarafsız' kurumlarm önemi artıyor. Bu amaçla kunılan Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı (UNDP) Türkiye Temsilcisi Edmund Cain ile kalkınma yardımının türü ve hedefleri üzerine Eğitim Servisi şefimiz Gencay Şaylan'la konuştu. SCMEŞI GBCfly ŞBflAN PAZAR KONUĞU \Kalkınma kavramı esas olarak bu yüz- yüırt ikinciyansında gündeme gelmiş ve içeriğinde yoğun bir siyasallık var. Klasik ya da neo-klasik ekonomi kuramında böyle bir kavram yok. Men- sup olduğunuz Birleşmiş Milletler Kalkınma Teş- kilatı (UNDP/ bu kavramı nasıl tanımlıyor? Kavramsal tanım açısından kuramda bir kar- maşa olduğu açık. Ancak bizim, yani (Birleşmiş Mületler Kalkınma Teşkilatı) UNDP açısından îki eşzamanlı eğilim ağırhklı. Bunlardan biri ekono- mik büyüme anlamında ekonomik kalkınma, di- ğeri insanın gelişimi. Biz ikinci eğilime çok daha sıcak bakıyoruz, büyümenin insanoğlunun içinde bulunduğu ko- şullan iyileştirme açısından büyük önem taşıdı- ğını kabul etmekle birlikte bunun yeterli bir çö- zûm olmadığım düşünüyoruz. Yayımlamaya başladığımız yülık "tnsani Ge- Hşnıe Raporunda" bu durum çok açık bir biçimde ortaya konmuştur. Bakıyorsunuz, birçok toplum- da ekonomik büyüme açısından önemli mesafe- ler alınmış, ama insanın yaşamı açısından fazla bir değişiklik olmamış, insan malzemesi çok ge- lişmemiş. Konuya sadece ekonomik büyüme açısından yaklaşan çok sayıda kurum var. Ama bizim için Önemli olan, toplum; bireylerin yaşamlannı uzat- mak için, eğitim dUzeylerini yükseltmek için ne- ler yapmış, daha çeşitli mallara yönelebilmeleri ya da satın alma güçlerini arttırabilmek için ne- ler sağlamış gibi sorular çok önem kazamyor. Bir ülkeye bakıyorsunuz GSMH'si oldukça yüksek, ama kadın-erkek eşitsizliği çok büyük, bölgeler arası dengesizlikler var, gelir dağılımın- da adalet yok. Böyle bir ülkeye kalkınmış demek, bizim açımızdan güç. Bilmiyorum sorunuzun ya- nıtı oldu mu bu? ••••.PeArı bir de kalkınma ile ilgili başka bir yöne bakalım. Bazı görüşlere göre kalkınma doğ- rusal bir süreç, yani kalkınma için kalkınmış sa- yüanlann yolundan gitmek gerekiyor. Siz UNDP olarak kalkınma sorununa böyle mi yaklaşı- yorsunuz? Her şeyden önce şu önemli ilkeyi belirtmem ge- rek: UNDP'de bizler kendi ekonomik teori ya da felsefemiz ile çalışamayız. Temel ilkemiz, prog- raırumızı yardım sağladığımız 152 ülkenin eko- nomik programlanna göre ayarlamaktır. Türkiye de bu 152 ulkeden biridir örneğin. Bu- rada benim görevim Türkiye'nin ulusal kalkın- ma planım anlamak ve ona katkı yollan bulmak- tır. Yardım götürülen ülkenin egemenlik hakla- nna son derece saygılı olmamız gerekiyor. Ben Türkiye'de çok rahat çahşma olanağı buluyorum, çünkü ekonomi politikalan açısından bir zengin- lik söz konusu ve pazann taşıdığı önemin farkı- na varılmış. Dünya da aynı yönde ilerliyor, ekonomik kal- kınmamn ve büyümenin sadece devlet kuruluş- lan ile sağlanamayacağı görüşü giderek daha faz- la taraftar kazamyor. ISirçok toplumda ekonomik büyüme açısından önemli mesafeler alınmış, ama insanın yaşamı açısından fazla bir değişiklik olmamış, insan malzemesi çok gelişmemiş. Toplum, bireylerin yaşamlannı ve niteliklerini geliştirmek için neler yapmış, buna bakılmalı. IBurayı biraz daha açalım. örneğin ül- kenin ihracata yönelmesi ya da ithal ikamesi po- litikalan uygulaması sizin tutumlanmzı hiç etki- lemiyor mu? Bizim Küba'da da, Vietnam'da da ofislerimiz var. UNDP olarak çok büyük kaynaklara sahip değiliz, ancak hükümetlerin kalkınma, büyüme politikalanna destek sağlayabiliyoruz. Ama ta- bii bu, bizim her gelen proje önerisini onayladı- ğımız anlamına gelmiyor, mutlak olarak teknik bir değerlendirmeye tabi tutuyoruz. Ekonomi felsefesi açısından bir değerlendirme- miz oknuyor. Ben kişisel olarak büyümenin itici gücünün özel kesim olduğunu düşünüyorum. Bi- reyin dusenme, yaratma ve ekonomiyi geliştirme yeteneği esas olmalı. Kamu kesimi ise toplumun genel çıkarlannı gözetmeli ve genel kaynak de- netimi yapmalı. Çünkü dengeleri gözetmeksizin her şeyi başı- boş bırakırsanız birtakım aksaklıklar çıkar. ör- neğin Türkiye'nin son yıllardaki başansı birçok çevrede övgii toplamış durumda, ama biz Birleş- miş Milletler olarak tarafsız olmak zorundayız. Her ülke kalkımrken tamamen kendine özgü se- naryolan izleyebilir ve bizim görevimiz bu senar- yolara uyum sağlamak ve yardıma olmaktır. İHMMKaym Büyükelçi, bu yıl UNDP'nin 40. yıldönümünü kutluyorsunuz. Bu yarım yüzyıla yakın geçmişi nasıl değerlendiriyorsunuz, size gö- re kalkınma yolunda gerçek başarılar sağlandı mı? Genel bir değerlendirme yapacak olursak olum- lu bir tablodan söz edebiliriz sanıyorum. Bence en önemli katkımız ekonomik büyümenin yanın- da insana yönelik gelişmenin de üzerinde durma- mız. Bu yıldan başlamak üzere yılhk bir rapor ya- yımlıyonız. "lnsani Gelişme Raporu." Bu raporda ülkeleri kalkınmanın insana yan- sıması ölçüsünde başarıya göre sıralıyoruz. Ya- şam beklentisi, eğitim-öğretim durumu, kişi ba- şına düşen gelir gibi değişkenleri bir arada değer- lendirip bir insana yönelik gelişme endeksi yapı- yoruz. Bu endekse baktığınuzda gelir olarak çok zen- gin ülkelerin çok daha düşük gelirli ülkelerden ge- ride kaldığı ortaya çıkıyor. örneğin Birleşik Arap Emirliği, Suudi Arabis- tan gelir açısından çok zengin ülkeler, ama insa- ni gelişmişlik açısından aynı düzeyde değiller. Bu- gün dünyada hâlâ 1 milyar insan koyu bir yok- sulluk altında yaşıyor, 1 milyar kişinin temiz su içme olanağı yok, 900 milyon kişi her türlü eği- tim olanağından yoksun. Yani geçmiş 40 yıl içinde her ülke şu ya da bu ölçüde kalkındı, bir ekonomik büyüme sağladı. Ama daha alınacak çok yol var. Biz UNDP ola- rak son 10 yılda kalkınma için bize sağlanan kay- naklann azalmasmdan ciddi endişeler duyuyoruz. Bir taraftan gelişmekte olan ülkelerin süahlanma harcamalanndaki yükselme de bizi korkutuyor. 1960 yıhnda bütün gelişmekte olan ülkelerin si- lahlanma için yaptıkları toplam harcama 1 mil- yar dolar idi. Bu rakam 1987 yılında 35 milyar dolara çıktı. Halen dünyadaki silah ticaretinin dörtte üçünü gelişmekte olan ülkeler yapıyor. Bu durum gercekten gelecek için umutlu olmayı zorlaştınyor. Ülkelerin bölgeler arası dengesizlik- leri bir başka sıkıntı ve bu açıdan gelişmiş ülke- lerin gelişmekte olanlardan pek farkı yok. Ama her şeye karşın 40 yıllık deneye bakınca hem bir büyümenin hem de insan yaşamı açısından bir ge- lişmenin sağlandığını söylemek mümkün. Buradan bir ders çıkıyor, ulusal ve uluslarara- sı düzeyde uygun politikalann izlenmesine ola- nak sağlandığı ve yeterli kaynak bulunduğu tak- dirde kalkınma çabaları meyve veriyor. WKKf^Efendim, UNDP'nin kaynaklan nere- den geliyor? Bizim ayn bir finansman sistemimiz var. Ör- neğin Birleşmiş Milletler Sekretaryası, Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul, Birleşmiş Milletler ta- rafından belirlenen katkılar ile finanse edilir; yani her ülkenin katkısı BM tarafından belirlenir, bu bir tür vergi sistemidir. UNDP'ye gelince gönüllü katkılar söz konu- sudur. Her yıl ekim ayında New York'ta bir ta- ahhüt toplantısı yapıiır, her ülke gönüllü katkı- sını belirler. örneğin 1989 yılı mali katkılan için en büyük katkıyı ABD yapmış, 116.3 milyon do- lar vermiş. Onu 115.7 milyon dolar ile lsveç izli- yor. Iskandinav ülkeleri en büyük katkıyı sağla- yan gruptur. örneğin 1989 mali yılında bütçenin üçte biri- ne yaklaşık bölfimünü dört Iskandinav ülkesi sağ- E D M U N D C A I N Bir Amerikan yurtdaşı olan Edmund Cain üniversiteden mezun olduktan sonra Birleşmiş Milletler 'e stajyer memur olarak katıldı. Stajyerlik dönemini tamamladıktan sonra birkaç yıl ABD Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştı ve 1972 yılında tekrar Birleşmiş Milletler'e döndü. Kalkınma sorunları üzerinde uzman olarak merkezde, Filipin masasında çalıştı. Daha sonra Malezya, Senikor ve Burnei'de kalkınma sorunları uzmanı olarak görev yaptı. Kısa bir süre Burma ve Afganistan 'da bulunduktan sonra tekrar ABD'ye döndü ve Harvard Üniversitesi'nde Uluslararası tlişkiler Merkezi'nde akademik çalışmalar yaptı. Harvard'daki çalışmalardan sonra tekrar Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı'na (UNDP) dönen Edmund Cain merkezde görev yaptı. tki yıllık geçici bir görevle Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin ofisinde, genel sekreterlik ile genel kurul arasındaki ilişkiler üzerinde çalışan Cain geçen yıl UNDP daimi temsilcisi olarak Türkiye 'ye atandı. hipti. Daha doğrusu birbiri ileyanşan iki sistem ve bir de Üçüncü Dünya vardı. Şimdi iki gelişmiş sistem birleşiyor, merkezi planlı ekonomiler büyük bir değişim yaşıyor. Ya- ni Birinci ve İkinci Dünya bütünleşiyor. Ülkele- rin sanayi altyapılanna, insan kaynağının duru- muna baktığımızda bu bütünleşmenin yürüyece- ği söylenebiliyor. Peki bu durum kalkınma sıkın- tısı içinde olan ülkeleri nasıl etkileyecek? Ya da bir başka deyişle siyasal alanda ortaya çıkan kök- lü değisiklikler nedeni ile kalkınmakta olan ül- keler açısından olumlu mu, yoksa daha olumsuz bir tablo mu gündeme geliyor? Bence çok daha olumlu bir tablo gündeme ge- liyor. Ben birkaç yıl UNDP merkez ofisinde ça- hştım, orada surekli karşı karşıya olduğumuz iki- lemlerden biriydi bu iki kutuplu dünya. Yani biz UNDP olarak hem merkezi planlama- ya hem de pazar ekonomisine karşı duyarh ol- mak zorundaydık, bunlardan birine angaje olmak diye bir şey söz konusu olamazdı ve olmaması da gerekirdi. Yalnız o dönemlerde, gayet iyi hatırh- yonım, pazara yönelik politika ya da proje öne- rilerinde pek rahat davranamazdık. özel kesime vardımcı olmak, hatta özel kesim sözcüğünü bile kullanmak sorun yaratabiliyordu. Şimdi o ortam önemli ölçüde değişti. UNDP ra- porunun kapağma küçük ve orta ölçekli girişim- leri güçlendirmek için gelişmekte olan ülkelerin özel kesimleri ile işbirliği yapılacağı ifadesi ko- nabiliyor. Yani artık BM terminolojisi içinde özel kesi- me karşı daha sıcak ve açık bir tutum ortaya çıktı. Tabü bu, özel kesimin özellikle uluslararası alan- daki sermaye akımı ile ilgili sorunlann ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. BM sisteminin bu ko- nuda oldukça duyarh olduğunu ifade etmek isterim. r endim, bu noktayı biraz daha açmak mümkün mü? Biz bugün bir şirketin başka bir ülkeye yatı- rım yapması halinde orada bir şeyler kalması ge- rektiğini savunuyoruz. 20 yıl önce bir elektronik şirket bir ülkeye gider, bir baraka kiralar, ucuz işgücünü kullanır ve birtakım mallar üretir, son- ra da elde ettiği büyük kârlann tamamım dışan- ya transfer ederdi. Yani yatınm yapılan ülkede, kısa süreli bir is- tihdam yaratılmanın dışında hiçbir şey kalmaz- dı. Yatınmcı, doğal olarak kâr için bir ülkeye ge- lir, ama o ülkede de bir şeyler bırakmahdır. BM sistemi büyümenin önemli bir itici gücü olan özel kesime şimdi çok daha fazla ağırhk ve önem vermektedir, ama değindiğim noktalan da gözardı etmemektedir. Tabii dünyadaki siyasal değişmelerin BM sis- temi, örneğin UNDP üzerinde ek bir yük yarat- tığım da unutmamak gerekir. Şimdi Doğu Avru- pa ülkeleri özellikle ufak sermaye ile girişimcilik yapma konusunda bizlerden teknik yardım talep ediyorlar. Çünkü bu alanda bilgi ve becerileri çok eksik. Bu, kısıtlı kaynaklar üzerinde ek bir talep demek- tir ve umanm gelişmiş Ülkeler durumu görerek BM Kalkınma Teşkilatı Türkiye Temsilc.ii Cain, arkadaşımız Şaylan ile yaptıgı söyleşide, Türkiye'nin orta düzeyde gelişmiş bir ülke olduğunu söyledi. lamış bulunmaktadır. Ekonomik büyüklüklerini göz önüne alırsanız bu Ülkelerin ne kadar eli açık davrandıklan ortaya çıkmaktadır. BM Genel Ku- rulu birkaç yıl önce aldığı bir kararla gelişmiş ül- kelerin GSMH'lerinin yüzde birini çok taraflı kal- kınma yardımına ayınnalanm istemişti. Kimi ülkeler bu hedefe yaklaştı. Kimileri ise . geçti. 1989 yılında sağlanan katkı 1.2 milyar do- lar civanndaydı. UNDP, dünyanm en büyük çok taraflı teknik yardım kuruluşudur ve diğer BM kunıluşlan, FAO, ILO, WHO da uyguladıklan projelerde genellikle UNDP kaynaklarını kulla- nırlar. BM Genel Kurulu, bize BM sistemine bağb tüm kalkınma çabalannın koordinasyonu göre- vini vermiştir. Dünyadaki siyasal gelişmelerin BM sistemi, örneğin UNDP üzerinde ek bir yük yarattığını da unutmamak gerekir. Şimdi Doğu Avrupa ülkeleri, özellikle ufak sermaye ile girişimcilik yapma konusunda bizlerden teknik yardım talep ediyorlar. Çünkü bu alanda bilgi ve becerileri çok eksik. Yani örneğin ben burada hem UNDP daimi temsilcisi olarak görev yapıyorum hem de diğer BM sistemi kalkınma çalışmalannın koordinatör- lüğünü yürütüyorum. ^K^EKMEfendim, zengin ve gelişmiş uluslar yar- dımlannın galiba ufak bir bölümünü UNDP gi- bi tarafsız, çok taraflı kuruluşlar aracıtığı ile ya- pıyorlar. Ama büyük bölümünü, siyasi amaçla- nna hizmet edecek şekilde ikili yardım çerçeve- sinde veriyorlar. Tüm kalkınma yardımlarımn UNDP gibi tarafsız kuruluşlar eli ile kullanılma- 57 daha doğru ve akılcı olmaz mı? Evet, kuşkusuz ideal olan budur. Bir UNDP görevlisi olarak konuya baktığım zaman başka bir şey söylemem mümkün değil, tüm teknik yar- dımların UNDP çatısı altında yoğunlaşmasını is- teriz. Ama şunu hatırlamakta da yarar var, her hükümet UNDP'ye katkıda bulunduğu ya da kendi ikili yardım progranunı yürüttüğü zaman ortada bir çıkar söz konusu olmaktadır. İkili yar- dımlarda genellikle birtakım koşullar vardır. i^HBHH Yani hep siyasi hedefler öncelik alır mı demek istiyorsunuz? Evet, ama siyasi tercihler de ticari gelişmeyi teş- vik edebiür. Sorunu net gören bazı hükümetler yardımlan ikili yapmanın yararsızlığını ve sıkın- tılanru görmüşlerdir; bazı kaynaklann, uluslara- rası topluluk kanalı ile hükümetlere sağlanması gerektiğini, bu kaynaklann kullanımı için önko- şul aranmaması gerektiğini anlamışlardır. Bu nedenle de dış yardım ya da kalkınma yar- dımı kaynaklarını BM mekanizması aracılığı ile kullandırmayı tercih ederler. Çünkü UNDP'nin bir projesi söz konusu olduğu zaman örneğin biz Devlet Planlama Teşkilatı'na ya da ilgili bakan- lığa kendi gündemimiz ile gitmeyiz. Amaç Türk ekonomisine, Türkiye'deki insan yaşamına katkıda bulunmaktır. Yoksa Japonya'- daki bir toplu taşıma firması ya da Kanada'daki orman ürünleri üzerinde çalışan şirkete iş yarat- mak değildir. Yardım için aynlan kaynaklan hiç- bir koşula bağlı olmadan hükümetlerin emrine vermek önem taşıyor. Yardım alan hükümet bu kaynağı nasıl kulla- nacağına kendi karar vermelidir. Bir önkoşul de- ğil bir hükümet karan geçerli olmalıdır. Örneğin proje için bir Iskandinav, Amerikan ya da Japon önerisi olabilir ve biz bunları hükümete sunanz. Seçimi hükümet yapar. daha eliaçık davranma yoluna gıderler. dünyanm siyasal yapısında çok önemli değisiklikler oluyor. 1980'lerin orta- stna kadar dûnya iki kutuplu bir görünüme sa- mmi^Efendım, galiba iş geliyor, zengin ülke- lerir. dahafedakâr ve eliaçık davranması nokta- smda düğümleniyor. Sizce burada bir ahlaki il- ke mi söz konusu olmalı, yoksa eliaçık davran- ma rasyonel bir politika olarak mı algılanmalı? Bence Jcritik sorun bodur, kalkınma için daha fazla kaynak aynlmaüdır. Geçmiş 40 yıla baktı- ğımızda bize sağlanan kaynaklann oransal ola- rak çok az arttığını görüyonız. Bu kaynaklar ile oldukça önemli işler yapılmıştır, ama daha kat edilecek çok mesafe var. Gelişmiş ekonomilerin geri kalmışlann kalkm- Amaç, Türk ekonomisine, Türkiye'deki insan yaşamına katkıda bulunmaktır. Yoksa Japonya'daki bir toplu taşıma firması ya da Kanada'daki orman ürünleri üzerinde çalışan şirkete iş yaratmak değildir. Yardım için aynlan kaynaklan hiçbir koşula bağlı olmadan hükümetlerin emrine vermek önem taşıyor. maları ile sağlayacaklan yaran görmemelerini an- lamak bana gerçekten güç geliyor. Her şey bir ya- na, karşüıklı bağımlıhğın giderek yoğunlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. ABD'deki çevre kirlenmesi sorunları Ue yalnızca ABD smırlan içinde ve ABD çevre koruma kurumuna destek sağlayarak baş edemezsiniz. Kanada'da, Meksika'da da olanlar ABD'deki çevreyi çok yakmdan etkilemektedir. Ozon tabakası deliniyorsa bu herkesin sorunu- dur. Tek bir ülke içinde önlem alarak bunun üs- tesinden gelemezsiniz. Nüfus artışı için de aynı şeyleri söyleyebüiriz. Bir A ülkesinde nüfus artış hızı istenen düzeyde, komşu B ülkesinde ise yûk- sekse bu, artık A ülkesini de ilgilendiren bir so- rundur. Çünkü ortaya bir göç olayı çıkacaktır, eko sis- temler üzerinde bir baskı oluşacakür. Yani A ül- kesi de B ülkesindeki geri kalmışhktan ve yük- sek nüfus artışından kaçmıhnaz olarak etkilene- cektir. öyleyse B'nin geri kalmışhğı aynı zamanda A'nın da sorunudur. Bu bakımdan kalkınma için aynlacak kaynak aynı zamanda gelişmiş ülkelerin de karşılaştıkla- n ve zaman içinde giderek ağırlaşarak karşılaşa- caklan sorunlara da çözüm getirmektedir. Ayrı- ca daha önce de değindim, katkılann önemli bir bölümü katkıyı sağlayan ülkeye geri dönmekte- dir. örneğin burada DSl'nin sulama projeleri için ABD'den gelen teknik yardım kaynağı Nebras- ka Üniversitesi'nin burslan ile tekrar ABD'ye geri dönmektedir. Dolayısı ile gelişmiş ülkelerin yap- tıklan katkılan eliaçık ve geri dönmeyen kaynak tahsisleri olarak düşünemeyiz. Yardımlann büyük bir bölümü, verilen hizmet ya da satılan mal olarak yardım veren ülkeye ge- ri dönmektedir. Şu gerçek çok açık olarak görül- melidir, kalkınma bir ya da bir grup ülkeyi ilgi- lendiren bir sorun değildir, tüm dünyanın so- runudur. ^ ^ ^ ^ * Efendim, acaba kalkınma için aynlan kaynaklar ve bunlann kullanımı açısından yep- yeni bir anlayış ve sistemin gerekli olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Evet. Kalkınmakta olan ülkeler arasında önem- li farklılıklar var. örneğin Türkiye orta düzeyde gelişmiş bir ülke. Yani kalkınma için yardım alı- yor, buna gereksinmesi var, ama aynı zamanda birçok gelişmekte olan ülkeye göre çok daha ile- ride bulunuyor. Yani hem yardım alıyor hem de yardım veriyor. Nitekim Türkiye'nin gelişmekte olan ülkelere sağladığı uzmanlık hizmetleri giderek artmakta- dır, kalkınma yardımı taahhütlerinin de artması beklenir. m^m^muNDP'nin "tnsana Yönelik Kalkınma Raporu'na" bakınca Türkiye'nin söylenenlerin aksine büyük bir sıçrama yapmadığı, yirmiyıl ön- ce kalkınma sıralamasmda neredeyse yine orada durduğu söylenebilir gibi gözüküyor. Sizin bu ko- nudaki izlenimleriniz ve değerlendirmeleriniz nedir? UNDP'nin raporu 130 ülkedeki politika tayin edicilere yardımcı olmak amacı ile hazırlandı. Bu raporla ilişkili çeşitli eleştiriler yapılabilir. örneğin Türkiye miUi eğitime ayırdığı kaynak- lar ile yirmi yılda toplumun çok daha büyük ke- simine hizmet götürmeyi başarmış. Kuşkusuz aynı ya da yaklaşık oranda kaynak ile daha geniş ke- sim lere hizmet götürmenin ömeğin eğitimin ka- litesini düşürdüğunden söz edebilirsiniz ve hakh olabilirsiniz. Eğitim sorununu işsizlik, düşük is- tihdam gibi sorunlarla birlikte ele almak gerek. Samyonım bizim rapordaki veriler işte bu tür değerlendirmeler için bir olanak sağlayacak. Türkiye'ye gelince; size kişisel izlenimimı akta^- rayım. Buraya geldiğimde BM sisteminin rolünün hızla değişmekte olduğunu gördüm. Biz artık sa- dece Türkiye'ye kalkınma yardımı vermiyoruz, aynı zamanda Türkiye'nin başka ülkelere hizmet ve danışmanlık ihracına da katkıda bulunuyoruz. Yani iki yönlü hizmet veren bir kuruluş haline dönüşüyoruz. Gelişmişlikte belli bir çizgiyi aşan Türkiye'ye yardım birkaç alanda yoğunlaşmalı- dır diye düşünüyorum. örneğin çevre sorunlan, Türkiye'nin kendi teknolojisini geliştirmesi için araştırma ve kadın sorunlan sözünü ettiğim te- mel ilgi alanlannı oluşturmaktadır. Bunlara ek olarak yönetim bilgi ve becerisi üze- Ozon tabakası deliniyorsa bu, herkesin sorunudur. Tek bir ülke içinde önlem alarak bunun üstesinden gelemezsiniz. Nüfus artışı için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Bir A ülkesinde nüfus artışı istenen düzeyde, ancak B ülkesinde yüksekse bu artık A ülkesini de ilgilendiren bir sorundur. rinde de durmak gerekmektedir. Biz UNDP ola- rak projelerimizin bu dört alanda yoğunlaşması gerektiğini düşünüyoruz. ^n^^Efendim, son olarak bir noktaya değin- mek istiyorum. Sizin burada iki kimliğiniz var. Birincisi kalkınma sorunlan ile ilgili bir ulusla- rarası kurumun uzmanı olarak görev yapıyorsu- nuz, ikinci olarak büyükelçi statüsü ile bir dip- lomat kimliğinizden söz edilebilir gibime geliyor. Bu iki kimliğiniz çerçevesinde Türkiye'nin A T'- ye üye olma tartışmalannı nasıl değerlendiri- yorsunuz? Biz AT'ye giriş olanaklannı güçlendirmek için Türkiye'ye yardımda bulunuyoruz. örneğin DPT ve çeşitli bakanlıklardan elemanların AT tanm politikalan, AT çevre standartlan ve başka stan- dartlar konusunda eğitimini sağlayan projeleri- miz var; bunlan yürütüyoruz. Bu amaçla küçümsenmeyecek paralar harcıyo- ruz. Sanıyorum bu projeler Türkiye'nin AT'ye giriş olanaklannı güçlendirmede kararlıhğmı gös- teriyor ve umuyorum ki giriş aşamasında bu pro- jeler ile sağlanan eğitim çok işe yarar. Takdir edersiniz ki işin siyasal yamna girmek pek doğru olmaz. Ama mutlaka şu noktanın altını çizmek isterim: Türkiye'yi Doğu Avrupa ülkelerinin kal- kınma, Batı ile bütünleşme sürecine katmanın yollannın bulunması konusunda çok duyarhyım. Bu duyarlılığı öyle samyonım DPT'deki uz- manlar da paylaşıyor. Çok zengin olanaklann söz konusu olduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye'- nin AT'ye girmesi ya da girmemesi gerektiği ko- nusunda bir şey söyleyemem. Bu, hükümetin ter- cihidir. Eğer hükümet bizden AT'ye katılma ye- teneğinin geliştirUmesi için teknik düzeyde yar- dım isterse, gerekli araçlan ve kaynaklan sağla- maya çahşınz. Sözünü ettiğim projeler de bu konuda yardı- ma hazır olduğumuzu göstermektedir. Türkiye'- nin ekonomisine, AT için oluşturduğu geniş pa- zara bakınca, giderek bütünleşen dünyamızda Türkiye ile Batı Avrupa arasında bir tür ekono- mik ortaklık kumlması bana, bir uzman olarak kaçınılmaz gibi geliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle