Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
/ EKİM 1990 HABERLER CUMHURİYET/11
SHP kurultayından notlar
Zamanın kilitlendiği anonuçlar ahndığında MYK masasında
tituranlar, oldukları yere çakılıp kalmışlardı
sanki. Fatma Girik bir noktaya gözünü
dikmiş, öyle duruyordu. Birgen Keleş'in başı
iki elinin arasında, dirsekleri masaya
dayahydı. Fuat Atalay sandık sonuçlarını
defalarca topluyordu.
ninde bir tek MYK üyelerinin
oturduğu masa kalmıştı. Çevre-
si, oynayanlar, halay çekenler ve
"Halkçı Baykal" diye bağıran-
larla sanlmıştı.
Listeler sonunda geldi. Bu kez
de "oy kuflamna gerilimi"ne gir-
mişti salondakiler. Delegeler
"kara kutu"lara girip oylarını
kullanırken tribündekiler, dele-
geleri etkilemek istercesine des-
tekledikleri aday için gösteri ya-
pıyorlardı. Seçimin hâkimi sa-
londakileri "oy kullanma süre-
ci başladı. Lehte ya da aleyhte
tezabürat yasaktur" diye uyar-
mıştı. Ama salondakileri dur-
durmak olanaksızdı.
"Oy kullanma süreci"nde
fnönü yanlılarının temposu gi-
derek düştü; Baykal'ı destekle-
yenlerin gösterileri daha da yo-
ğunlaştı. Saionda bir "Baykal
kazandı" havası esmeye başla-
mıştı. MYK masasında oturan-
Iar birbirlerini kutluyorlar, çev-
relerinde halay çekenlerle birlik-
te oynuyorlardı.
Sandıklar birer birer açılma-
ya başlandı. Sonuçlar parça par-
ça geliyordu' 13. sandıktan da
sonuç alınınca, işte o an Adanalı
Özer sevinçle havaya fırladı;
"Bu iş bitti, tamam" diye.
"Kilitlenen zamarun" şoku at-
latıhnca, salonun bıçakla orta-
dan ikiye bölünmüş görüntüsü
daha bir belirginleşti. Bir yanda
alkışlayanlar, oynayanlar, "Dağ
başını duman almış" diye marş
söyleyenler; diğer yanda da dü-
şük omuzları, donuk yüz çizgi-
leriyle birbirlerine ne söyleyece-
ğini bilmeden bakanlar... Kaza-
nanlann şenliği aynı saionda 24
saate yakm bir süre yaşanan ger-
ginliğin bir patlamasıydı.
Sonuçlar açıklandığında
MYK masasında oturanlar, ol-
dukları yere çakılıp kalmışlardı
sanki. Fatma Girik bir noktaya
gözünü dikmiş, öyle bakıyordu.
Birgen Keleş'in başı iki elinin
arasında, dirsekleri masaya da-
yahydı. Fuat Atalay sandık so-
nuçlarını defalarca topluyordu.
Adnan Keskin masanın önünde
bir aşağı bir yukan yürürken
"Bize kinf kaybettirdi" sonısu-
nun yanıtını arıyordu. Baykal'ı
destekleyenler MYK masasırun
çevresindeki sandalyelere yığılıp
kalmışlardı. Salonun diğer ya-
nındaki coşkuya karşılık, MYK
masasının olduğu bölümde or-
taya bomba düşmüş gibi bir gö-
rüntü vardı.
Sonuçlar alındıktan sonra
İnönü salona geldiğinde üzgün-
lerin çoğu gitmişti. Artık ege-
men olan bir coşku seliydi. Inö-
nü, kutlayanlardaki sevinç taş-
kıniığınm altında ezilmeden
kürsüye doğru yürüyordu. Bu
arada bir kişi fırladı mikrofona.
"Arkadaşlar" dedi "hep
bcraber" sonra da salondakile-
re söyletmeye başladı:
CELAL BAŞLANGIÇ
ANKARA — Zamanın kilit-
lendiği baa anlar vardır. Anka-
ra'daki Atatürk Spor Salo-
nu'nda bulunan sosyal demok-
ratlar dün sabaha karşı bu anı
yaşadılar.
Tribünlerin önüne, "kara
kutu" gibi yerleştirilmişti siyah
örtülü oy kullanma yerleri.
önündeki sandıklar açılmış, sa-
yım yapılıyordu. Adanalı Bekir
Sıtkı Özer, dün saat tam 04.00'ıe
iki eli havada, tribünlerden ne-
redeyse gökyürüne sıçradı:
— Bu iş bitti, tamam...
İşte zamarun kilitlendiği an-
dı bu. Bu ses birdenbire ikiye
ayınverdi salondaki sosyal de-
mokratları. Bir bölümünün yü-
züne o anda bir güJümseme ko-
nuverdi. Anlatımlannda bir
boşluk, gözlerinde pırıltı vardı.
Diğer bir böiümünün yüzünde
çizgileri donup kalmıştı. Ama
bu an öyle kısa sürdü ki yüzün-
de gülümseme olanlar büyük bir
patlamayla birbilerine aktarma-
ya başladılar coşkularını. Do-
nup kalanlann da omuzlan duş-
tü, kiminin gözleri doldu. San-
ki bir anda - biraz daha yaş-
'indılar.
"Zamanın kUitlenroesi" dün
adım adun tırmanmıştı kurultay
salonunda. Başmdan sonuna
dek kuruitayı izleyenler yaklaşık
24 saatlerini saionda geçirdiler.
Sabah yaşanan "içeri girebilme
geriMmi", saionda yerini "tribün
savaşı"na bıraktı. "slogan
savaşı" konuşmalar sırasında da
artarak sürdü. Sıra oy kullanma-
ya geldiğinde saionda "liste
gerilimi" yaşanıyordu.
Adaylar belirlenmiş, ortak lis-
te bastınlmak için matbaaya
gönderiimişt.. Oy pusuiaian ŞEÇİM SONUCUNU ÖĞRENEN ERDAL İNÖNÜ'DEN tLK DEĞERLENDİRME
beklemrken "anahtar listeltf" •*•
getiriliyor, delegelere, izleyicile-
re "gökten yagmur" gibi yağdı-
nlıyordu. Saatler geçmesine kar-
şm oy pusulası gelmek bilmiyor-
du. Divan Başkanı Hasan Feh-
mi Güneş "tşte bunu anllyamı-
yorum" diyordu.
Oy pusulası geciktikçe tribün-
de gerilim artıyor, karşılıklı slo-
gan savaşı tribünden tribüne sal-
dınya dönüşüyordu. Görüntü-
den Güneş de telaşlanmıştı; "Bu
çapulculuk. Birbirimize bu ka-
dar bakaret edemeyiz" diyordu.
Yakışıksız sloganlann bastınl-
ması için ses yükseltici nerede>-se
sonuna kadar açıldı. Bangır
bangır bir türkü yükseliyordu:
"Gel, gel, bize gel..."
Bütün salon oynamaya başla-
dı. tnönü yanlılan tribünlerde,
Baykal yanlılan salonun zemi-
ninde oynuyorlar, halay çekiyor-
lardı. Gören de iki taraf birden
kazandı sanırdı. Salonun zemi-
'Dağ başını duman almış"
SHP'nin yeni genel başkanı-
nın "Başbakan Inönii" gösteri-
leriyle çıktığı kürsüde ilk tüm-
cesi "Gösterdiniz ki benim mis-
yonum bitmemiştir" oluyordu.
Kısa konuşmasım bitirip geldi-
ği gibi aynı coşkun gösterilerle
înönü salondan ayrılınca, geri-
ye diğer sonuçlan bekleyen dur-
gun insanlar, kurultay için uzak
yerlerden geldikleri için geri dö-
nemeyip koltuklann, meşrubat
kasalannın Uzerinde uyuyanla-
nn, yerlerde buruşturulup atıl-
mış "Türkiye'yi kurtarma pro-
jekri", kazanan, kaybeden liste-
ler kalmıştı. Bir de bir duyuru:
"SHP Yozgat Merkez Ilçe
Başkanı, annesi için taze kan
anyor. Yardımlannızı bekleriz."
1 m
SICAKTAN BUNALDJ — Olağanüstü Kumltay'ı izleyen Sevinç tnönü elindeki gazeteyi sallayarak serinleme>e çalıştı. (Banş Bil)
Kazandık ama uykudan kaybettik...
ÜMİT ASLANBAY
ALt
ANKARA — Eiini başına
götürerek, küçük odanın kapı-
sında bekleyenleri selamladı. Ki-
barca esnedi. Saatler 02.50 ya da
03.00 falandı. Gazetecilere ilk
değerlendirmeyi yaptı:
—Kazandık, ama uykudan
kaybettik. Yapa> bir hazanç...
Sonra, sonra, salondan "Baş-
bakan tnönü" sloganlarıyla
kendisine ulaşmaya çalışanlara
kavuştu. Tek tek ellerini sıktı.
Erişemediklerine uzaktan, yine
elini başına götürerek ulaştı.
Kürsüye yeniden çıkması için, el
ele oluşturuian koridora girer-
ken, spor salonunun kürsüye ya-
kın tarafındaki uzun masada bir
başka hava esiyordu. Nail Giir-
man, Mustafa Timisi. Pakize
Ömer, Fuat Atalaj, Fatma Gi-
rik, Adnan Keskin, Eşref Erdem
ve Tufan Dogu... Bir kısmı san-
dalyelerden bir çember oluştur-
muşlar, patlayan flaşlara karşı,
yüzlerindeki üzüntüy-ü gizleme-
den sessizce konuşuyorlardı.
Atalay ve Erdem masa başında
il il delege kaybını saptamaya
çabşıyordu. Girik'in ünlü gözleri
hayli hüzünlüydü. En çok da
onun fotoğrafı çekiliyordu. Inö-
nü'yü destekleyenler yine de kız-
gındılar biraz ona:
"PoKökajı öfrenmeden, gnıp
desteklemeyi ögrendi" demeden
geçemedi birisi.
Üzgündüler, ama umutsuz
değil. Bu işin bir de hazjranı var-
dı. Mesela Atila Sav hiç de üz-
gün durmuyordu. Oturdukları
yerden kalkmayacaklardı. Ta ki
Erdal Bey'i kürsüye taşıyan ka-
labalık, onlan önüne katıp, sa-
lonun kenarlarına savurana
dek...
— Başbakan tnönü...
Saat 04.30... Înönü kürsüde.
SHP'nin "Gel gel bize gd" türk-
üsü susmuş, partililerle birlikte,
beklenen ses tek sözcükJe baş-
ladı:
— Merhaba...
Sonra sloganlar, türküler, ha-
laylar. Kısa bir "teşekkür" ko-
nuşması. Ercan Karâkaş, Ertug-
nıl Günay, Hikmet Cetin. Gü-
neş Gürseler, Nurettin Sözen
kürsüdeler. Gürseler ve Sözen,
Erdal Bey'den boşalan mikrofo-
nu kapıyorlar, "Dag Başını Du-
man almış'ı başlatıyorlar. Hik-
met Çetin biraz kenarda. Göz-
leri dolmuş gibi... Baykal'm üze-
rinde "örgüt" yazılı mavi aday
listesi havalarda uçuşuyor. Inö-
nü'nün "Demokrasi için Örgüt"
yazılı pembe listesi hatıra diye
katlanarak ceplere yerleştirili-
yor. Salonun kürsüye göre saS
tarafında kümelenen Baykal ta-
raftarlan yukarıdan manzarayı
seyrediyorlar. Bazılan salonu
terk ediyor, büyük bir olgunluk-
la. Belli ki alışıklar kazanıimış
olduğu kadar kaybedilmiş ku-
rultaylara da... "Biz partiliyiz,
partide kalacagız. örgüt
bizimie" diyorlar bir yandan.
Günay, tezahüratı bırakmış
birkaç kişiyi buluyor. Koyu bir
çay demletmeye hazırlanıyor.
Bir "kısa konuşmalar kunıMayı"
idi bu. lnonu'nun, "sataşmala-
n janıt" gerekçesiyle ikinci kez
çıktığı kürsüden >aptığı kısa ko-
nuşma, ilgililerine göre çok et-
kili olmuştu. Adnan Keskin'in
"sert" eleştirilerine "yumuşak"
bir yanıt vermişti, Erdal Bey. Üs-
telik cevap için kürsüye çıkma-
dan evvel de Keskin'e "tyi bas-
tırdın yanu!" demeyi ihmal et-
memişti. Kısa ve sert eleştirilere
kısa ve yumuşak bir yanıt; uy-
kudan kaybettirmişti, ama ku-
ruitayı kazandırmıştı...
ANKARA'dan HİKMETÇETİHKAYA
Zonı Aşmak
ANKARA — Sonuç on gün
önceden belirginleşmişti. Ibre
günbegün Erdal Inönü'ye doğ-
ru kayıyordu. Hele Konya, Ga-
ziantep ve Trabzon toplantıla-
rırtdan sonra açıkça şu soyie-
niyordu:
— İnönü kazanacak, öyle
görülüyor.
Deniz Baykal ve arkadaşlan
olaya farklı bakıyordu. Baykal
yanına ismail Cem'i almış
uçakla Diyarbakır'a gitmişti.
Biz Gaziantep'te Urfa, Adıya-
man, Adana ve İçel'den gelen
delegelerle konuşuyorduk.
— Baykal'm ismail Cem'i ya-
nına almasına ne diyorsunuz?
İlk tepki Baykal'a sempatiy-
le bakan. ancak fanatik olma-
yan delegelerden gelmişti:
— Bu görüntü yanlış. Anla-
şıfdı, Sayın Baykal kendisine
güvenemiyor..
SHP'de örgütler, yani taban
İnönü'nün yanında yer alıyor-
du. Hele Deniz Baykal'ın Anka-
ra'da düzenlediği "İnönü'nün
misyonu bitmiştir" tümceleri il,
ilçe örgütlerine dalga dalga
yansıyınca, işin rengi değişme-
ye başlıyordu.
Birkaç gün sonra Halil Ak-
yüz'ün sözleri bardağı taşıran
son damla oldu. Akyüz, İnönü
:
yü Evren'e benzetiyordu. İşte
bu noktada delege dengeleri
de hızla oynuyordu. En katı
Baykalcılar bile düşünmeye
başlamıştı:
. — Bu kin ve öfke niye?
Baykal gezilerinde önce
açık, ardından kapalı kapılar
ardında delegelerle, il, ilçe baş-
kanlarıyla, belediye başkanla-
rıyla konuşuyor, İnönü'yü suç-
luyordu. Oysa İnönü, her gitti-
ği yerde açık sohbet toplantıları
düzenliyordu. SHP'nin niçin
eriyip küçüldüğünü anla-
tıyordu.
Delegeler bunun ayrımın-
daydı. Hem saydamlık yani
açıklıktan sözedeceksin, hem
de kapalı kapılar ardında he-
saplar yapacaksın.
Evet böyle düşünmeye baş-
lamıştı delegeler...
Kurultaya doğru "Kim
kazanacak" sorusu gündeme
gelirken gezileri izleyen gaze-
teciler, yazartar gerçeği yazdık-
larında Deniz Baykal ve arka-
daşlarının eleştirisine uğ-
«•uyordu:
— Taraf tutuyorsunuz, bizi
görmezlikten geliyorsunuz...
Biz de eleştiri payını alan ga-
zetecilerdendik. Özellikle Trab-
zon'da bu eleştiri noktası doru-
ğa ulaşmıştı.
Şöyle diyorlardı bize:
— Deniz Bey kazanınca ne
yazacaksınız, merak ediyo-
ruz...
Oysa bizim taraf olmadığımı-
zı, gerçekleri yansıttığımızı an-
layabilselerdi, Baykal yine ge-
Artık SHP'de 'çift başlılık'
sona erdi. SHP'nin tek
genel başkanı var bundan
böyle. Bu gerçeği Deniz
Baykal ve arkadaşlan da
gömelidirler.
nel başkan seçilemezdi ama
PM'ye dört değil, daha fazla
üye sokabiliıierdi.
Öncekı gün değindik. Baykal
konuşması sırasında sinirii ve
hırçındı. Baykal kadar oğlu da
sinirii ve hırçın sanırız. Çünkü
bir delegeyi tekme tokat
dövmüş.
Deniz Baykal yetenekli, de-
neyimli bir politikacı. Kendisini
bu noktaya getirenleri eski bir
milletvekili arkadaşı -hâlâ Bay-
kal'm yanında- şöyle açıkladı:
— Onlar Deniz Bey'in ete-
ğindeki taşlardır. Sayın Baykal
o taşları dökmek istemez. Boy-
lece de 20 yıllık emeği boşa
gider...
Şu soruyu sorduk:
— Baykal neden sinirii ve
hırçın?
Yanıtı şu oldu:
— Çevresinden kaynaklanı-
yor. Zaten yapısı öyledir. Politi-
kada hep ürkek çizgi sürdür-
müştür. Sinirii oluşu kararsızlı-
ğını gösteriyor...
Dün öğle saatlerinde Erdal
İnönü'nün basın toptantısını iz-
lerken ne denli rahat olduğunu
bir kez daha gözledik. Önceki
gün kurultayda da aynı havj-
daydı İnönü. Bu yüzden salo-
na, delegelere güven verdi.
Artık SHP'de "çift başlılık"
sona erdi. SHP'nin tek genel
başkanı var bundan böyle.
Bu gerçeği, Deniz Baykal ve
arkadaşlan da görmeliler. Bay-
kal'a destek veren SHP'liler de
kendi kendilerine sormalılar:
— 20 yılın deneyimi, birikimi
acaba neden delegelerce
onaylanmadı? Baykal, İnönü1
nün karşısında 100 oyla neden
y^nik düştü?
Eğer bu soruya yanıt bulabi-
lirlerse İnönü'nün genel baş-
kanlığından hoşnut olacaklar,
SHP'de kendilerine daha rahat
yer bulabilecekler...
İnönü dün şöyle diyordu:
— Yaptsal kusurum, iki baş-
lı yönetimin düzeltilmesi için
kurultay istedim. Meseleyi
açıkça anlatmıştım. Uyumlu bir
PM istemiştim. Delegelerim
beni yeniden genel başkan
seçtiler. Öbür listeden dört ar-
kadaşım seçildi. Ben SHP'nin
genel başkanıyım. Kimseyi dış-
layacak değilim. Kim beni des-
tekledı, desteklemedi diye ha-
tırlayacak değilim. SHP'de hi-
zipçilik dönemi bitmiştir. Hiçbir
partili bulunduğu yer için kuş-
ku duymasın.
Erdal İnönü özetle bunları
söyfüyor SHP'de İnönü'lü bir
dönem başlıyor. Sanırız yarın
da "iktidara yürüyüşte uygula-
malı program" açıkJanıyor.
uıyeceksınız kı genye kalan
nedir?
Söyleyelim:
Küs, kırgın, kavgalı hiziplerin
birfikteliği. Aşılması zor görün-
se bile, kolayca gerçekle-
şebilir...
CUNEYT ARCAYUREKyanyor
İş Başı
ANKARA — Şu benzetme ne ölçüde gecer-
li, elbet karar vermek zor. Dünkü basın top-
lantısında Erdal İnönü, genel başkan olarak
konumunu tanımlarken, bir yerde cumhurbas-
kanına anayasanın çizdiği görev ve işlevleri
sıralıyordu.
Anayasa, cumhurbaşkanına ulusun simge-
si olmayı, bireyler arasında aynm gözetmeme-
yi buyuruyor. İnönü, kurultayda kendisini des-
tekleyen ve desteklemeyen delegeden millet-
vekiline kadar "herkesin genel başkanı" ola-
cağını özenle yineliyordu.
Çankaya'da hasretini çektiğimiz insanı, Ne-
catibey Caddesi'nde bir parti merkezinde bu-
luyorduk.
Tarafsız bir cumhurbaşkanından yoksun
kalmıştıK, ama kendisine destek veren ya da
vermeyenleri bir arada kucaklamayı vaat eden
bir genel başkan yakalamıştık.
Bu duyurumlar uygar particiliğin özlemini
çekenleri rahatlatacak nitelikteydi. İnönü'ye
göre genel başkanlık yarışıyla, partideki iki
başlılık, "arkadaş grubu" diye adlandırdığı hi-
zipçilik sona ermişti. Parti içinde uygulayacağı
siyaseti açıklarken vurgulamalarıyla "bir
çağnda" bulunuyordu. Birleştiriciliğe yönelen,
ayrımcılığa son veren "yeni politika" acaba
hedefini bulacak mıydı?
Kurultaydaki hezimetin sarsıntılannı geçir-
mekte olanlar bir süre sonra nasıl davrana-
caklar. Daha önemlisi İnönü'nün koyduğu ku-
ralı yeni ekibi ne denli başarıyla yürütecekti?
Soruların yanıtını zaman içinde bulacaktık.
İnönü, 30 eylül sabahı "geçmişe bir çizgi
çekiyordu". Kuşkusuz bu, tanımlanan konu-
muna uygun düşüyordu. Oysa Baykal, oy dar-
besinin etkilerini henüz üzerinden atamamıstı.
Dün dinlediğimiz bir iki cümlesi, bugün his-
sedilmeyen sert rüzgârların bir süre sonra
esemeyeceğinin kanıtı değildi.
İnönü'ye "sosyal demokratları birleştirme ve
SHP'yi iktidara getirme" vaatlerinde başarı-
lar diliyordu. Bu sözlerin altında yatan şöyle
yorumlanabıfirdi: Kurultaydan istediklerini akjı,
işte uyumlu çalışacağı kadro.
Partiyi DSP ile birleştirsin, SHP'yi iktidara
taşısın. Hadi görelim:
Bugün için "telaşlan, sıkıntıları" yoktu, ge-
lişmeleri izleyeceklerdi. Buna karşı İnönü ilk
kez "karartı bir lider" görüntüsü veriyor, 'Türk-
iye'de içinde hizip olmayan bir parti
yaratacağını" inançla söylüyordu. Sosyal de-
mokratlar birleşmeden önce SHP içinde bir
bütünleşme, bir arada uygarca yaşama kura-
lının bütünüyle gerçekleşmesi gerekiyordu.
Kendine güveni daha olgunlaşmış bir insan
izlenimi yansıtan İnönü; (a)- Güvence veriyor-
du. Parti içindeki haksızlıkların önüne geçe-
cekti. (b)- Bir ideal söylüyordu. Türkiye'ye için-
de hiziplerin çarpışmadığı bir parti göstere-
cekti. (c)- Parti içine vedışayönelikprogram-
lardan söz ediyordu. Üye listelerinin düzen-
leneceğini, parti içi eğitim başlatılacağını,
önümüzdeki çarşamba günü PM'de "iktida-
ra yürüyüşün programlı uygulamalarını" açık-
layacağını bildiriyordu. (d)- Bir özlemin üzeri-
ne basıyor, şimdilik hangi düzey ve koşullar-
da yürüteceğini bilemediği yöntemlerle sos-
yal demokratları "bir araya getirme" umudu-
nu güçlendiriyordu.
Son olarak parti içi sorunlan çözmenin "ik-
tidar yolunu açacağını" vurguluyordu. Söyle-
diklerinden çıkan bir başka anlam şuydu:
Bundan böyle SHP'nin başarısızlıklarını ne
uyumsuzluğa ne hizipçiliğe bağlayabilirdi. Ku-
rultay, üstün bir bilinçle İnönü'ye istediğini tam
anlamıyla vermişti.
Baykal, İnönü'ye 'sosyal demokratları
birleştirme ve SHP'yi iktidara getirme'
vaatiennde başanlar diliyordu. Bu
sözlerin altında yatan şöyle
yorumlanabilirdi; Kuruftaydan istediğini
aldı, işte uyumlu çalışacağı kadro.
Partiyi DSP ile birleştirsin, SHPy'i
iktidara taşısın. Hadi görelim.
Uyumsa uyum, yetkıyse yetkı. İnönü'nün
önüne başarıya ulaşmak için engin bir alan
açmıştı. Yeni ekibin aynı inançla, yan tutma-
maya özen gösterecek uygulamalarla İnönü-
ye ayak uydurup uyduramayacaklannı önü-
müzdeki aylarda görecektik.
Particiliğin dar sınırları dışında kalanlar için
İnönü'nün ana çizgilerini açıkladığı programa
olumlu gözle bakmamak olanaksız. SHP'nin
canlanıp büyümesi, iç kaygılardan uzaklaşa-
rak dışa, tabii almış başını giden her yönüyle
çarpık TÖ uygulamalarına karşı halkın bekle-
diği ölçüde savaşım vermesi sade insanların
başlıca özlemi.
Bu açıdan bakılınca kurultayın verdiği ka-
rar SHP'ye gönül veren veya vermeyen birey-
leri, özde toplumu rahatlatacak, gönlüne hap-
settiği duyguları okşayacak, yarına umutla
baktıracak nitelikler içeriyor.
Sanırız İnönü de kabul ediyor. Yakınılar,
özürler dönemi kapandı. Kitfeleri doyurucu
uygulamalar dönemi açıldı.
Yakalanan bu fırsatı başta İnönü, yeni kad-
rosu heba etmemeli.
GU1NLERIN KOPUGU
AHMET TAN
NEW YORK — Cumhurbaşkanı Özal, yarın Türkiye'ye
8 günlük gezisinden. ne getiriyor?
Şunu belirtelim ki Özal'ın bagajında büyük paketler yok.
Ama gezi belli çerçevede yararlı olmuştur.
Körfez kriziyle dünyanın içine düştüğü belirsizlik orta-
mmda Özal'ın, Beyaz Saray'daki havayı koklaması, IMFve
Dünya Bankası başkanlarının nabzını tutması ve BM "Ço-
cuk Doruğu" için New York'a gelen bazı devlet adamla-
rıyla görüşmesi yerindedir.
İleride karşılaşabileceği polrtik ve ekonomik açmazlara
karşı bu temaslar Türkiye'ye hazırlık yapma olanağı ver-
mektedir. VVashington ve New York'tan toplanan malzemey-
le Körfez krizinin en az zararla atlatılması için gerçekçi he-
saplar yapma olanağı elde edilmiştir.
Ancak bu hesapları Özal'ın tek başına yapma olasılığı
vardır.
Bu anlamda gezide altı çizilecek iki önemli öğe ortaya
çıkmıstır:
— Cumhurbaşkanı Özal, ekonomiden sonra dış politi-
kayı da tek başına yürütme karannı artık kesinleştirmiştir.
— Bu gezide Özal dış politikadaki tek adamlığını ulus-
larararası planda ve özellikle de Amerika nezdinde tescil
ettirmiştir.
Artık Amerikan Dışişleri, Amerikan Kongresi ve Ameri-
kan başını için Türkiye dış politikasının vapımcısı ve yürü-
tücüsü Amerika'da olduğu gibi "başkandır". Bu başkan
da Özal'dır Türkiye'de bir "Başbakan" bir "hükümet
başkanı" olduğunu bilen, anımsayan Amerikalı kalmamış-
tır. Türkiye'yi en iyi tanıyanlardan Senatör Byrd bile Kong-
re'de Özal'a verdiği yemekteki yazılı konuşmasında "Özal
ve hükümeti" deyimini kullandı.
Bolgenin uzmanı gazetecilerin yazdığı haber-yorumlarda
ciddi Amerikan gazete. dergi ve TV kanalları "özal ve
hükümeti" deyiminde ısrarlıdır.
Amerikalılar Türkiye'yi de kendileri gibi "Başbakansız"
bir ülke olarak görmektedir Günün birinde bir Türk Baş-
bakanı Amerika'ya gelırse kimliğini ispat etmekte çok güç-
lük çekecektir.
Ama asıl güçlük bir gün iktidar başka bir partiye geçer-
se o zaman yaşanacaktır Türkiye "başkan"ını kendisine
muhatap görmeye devam edecek olan Amerika, Türkiye1
deki hükümeti fiilen tanımaz duruma düşecektir.
Dışişleri Bakanı'nın Ameri-
kalı muhatabı içeride olduğu — ^ — — ^ — — — • — —
;d İ
£; ş ^ y
çağr.lmay.şı veya unutulmuş
olmas.) resmi görüşmenin bir
bölümünün hükümetsiz yürü-
tülmesi anlamına gelmiyor
mu?
Üst düzey bir ABD Dışişle-
ri yetkilisine Türkiye'deki ana-
yasaya göre dış poiitikamn
nıyla yürütülmesi gerektiğini
özel bir söyleşide anımsattık.
Omuz silkerek, "Türktye'de-
ki anayasa Türkiye'nin Iç
sorunudur" dedi.
Amerikalı haklı idi.
Özal "başkan" gibi politi-
ka yürütüyor, buna Meclis,
muhalefet veya kurufu yasal
düzen engel olamıyorsa,
Cumhurbaşkanlığı makamı-
nın anayasa çızgisinde tutul-
tek
adamlığını uluslararası
planda ve özellikle de
Amerika nezdinde tescil
ettirmiştir. Artık Amerikan
Dtşişleri, Amerikan
Kongresi ve Amerikan
politikasının yapımcısı ve
yürûtücüsü Amerika'da
olduğu gibi "başkandır".
Türkiye'de bir "Başbakan
bir hükümet başkanı"
olduğunu bilen,
anımsayan Amerikalı
kalmamıştır. Türkiye'yi en
İyi tanıyanlardan Senatöf
Byrd bile Kongre'de
Özal'ın bagajına gelince... Y*?
1
',
konu
Ş™
asında
Bagajda içlerinden ne çıka- T>»/ ve hukumeti"
cağı belli olmayan üç ayn pa- deyişini kullandı.
ket var: _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _
— Türk-ABD ilişkileri,
— Körfez krizi için uluslararası yardım,
— Kimi ülkelerle politik-ekonomik işbirliği.
Körfez krizi konusundaki yardım paketine şu an için bir
şey konulmuş değil. ABD, Körfez'in zenginlerinden, AT
1
den, Japonya'dan "Körfez bağışı" toplamayı sürdürüyor.
Toplanan paralardan Türkiye'nin payına ne düşeceği bi-
linmiyor. Ama Özal'ın "Zararı bir nevi abartryoruz" de-
mesinden, miktarın birkaç milyara çok zor varacağını kes-
tirmek mümkün.
Bulgaristan, Romanya ve Arnavutluk devlet başkanla-
rıyla Özal'ın yaptığı görüşmeler yararlı olmuştur. Şekille-
nen yeni Avrupa'da bu üç ülkeyle Türkiye'nin başlatacağı
işbirliğinin, Balkan birlığine ulaşması olasılığını zorlamakta
yarar bulunmaktadır.
ABD'nin yardım paketine gelince:
Başkan Bush'un Beyaz Saray bahçesinde açıkladığı pa-
kette bilindiği gibi dört vaat var. ABD'nin bu vaatlere ne
ölçüde uyacağı ve paketleri ne kadar doldu racağı, Beyaz
Saray'ın Körfez'le ilgili önümüzdekı dönemde vereceği ka-
rarlara Türkiye'nin ne kadar destek olacağına bağlı.
Bush'un vaatleri arasında en dişe dokunuru tekstil an-
laşması gibi görünüyor. Ama Özal daha fazlasının peşin-
de. "Yardım değil ticaret" diyen Cumhurbaşkam'nın he-
defi, kriz bitse de bir daha kapatılamayacak olan Irak'la
ve öteki bazı Ortadoğu ülkeleriyle olan dış ticaret açığını,
ABD piyasasıyla kapatmak... Bu hedefin gerçekleşmesi
için ABD ile Türkiye'nin serbest ticaret anlaşması imzala-
ması gerek.
Ordunun modernizasyon konusu da öyle. ABD Türkiye1
nin silah gücünün artmasına, Körfez'deki desteği ölçüsün-
de katkıda bulunacak. Yani, tekstil, modernizasyon paket-
lerinin dolması Körfez krizinin "Amerikan usulü" çözül-
mesine Türkiye'nin ne ölçüde yardımcı olacağına bağlı.
AT üyeliğine ABD destegine gelince. İçi en boş olan va-
at bu. Amerikan yetkilileri, desteğin bıçimi konusunda üst-
lerine gidilince "92'ye dek yapılacak bir şey yok" diyor-
lar. Oysa ki bu yeterli bir özür değil. Türkiye, Batı ile, ABD
ile ekonomik, siyasal ve özellikle askeri yazgısını birleştir-
diyse Türkiye'ye verilecek bazı somut şeyler olmalı. Örne-
ğin, Batı Avrupa Birlığı (BAB) üyeliğine kabul. Türkiye'nin
BAB'a üyeliği için hiçbir engel yok.
Körfez'deki sıkıntı bitince Türkiye Batı'nın kendisine "ha-
yatta başanlar" demeyeceğinin güvencesini almalıdır. Bu
güvence ise Beyaz Saray bahçesinde yapılmış vaatler de-
ğil, masada anlaşmalara atılan imzalardır.
Özetle Özal'ın Amerika bagajı bu tür imzalar atılıncaya
kadar dolu sayılamayacaktır.
Haftanın davaları
ANKARA (AA) - Anayasa
Mahkemesi, Yargıtay Cumhuri-
yet Başsavcısı'nın, TBKP'nin
kapatılması istemiyle ilgili ola-
rak parti temsilcilerinin sözlü
savunmalaruıı dinleyecek.
Yüksek Mahkeme, aynca sü-
per emeklilik uygulamasım ge-
tiren 3395 sayılı yasanın bazı
maddelerinin iptali istemi konu-
sunda da Çalışma ve Sosyal Gü-
venlik Bakanlığı temsilcilerinin
görüşünü alacak.
Yargıtay Cumhuriyet Başsav-
ası'nın, TBKP'nin kapatılması
istemi ile ilgili olarak parti tem-
silcileri, yarın Anayasa Mahke-
mesi'nde sözlü savunma yapa-
caklar.
Anayasa Mahkemesi, Yargı-
tay 10. Hukuk Dairesi'nin, sü-
per emeklilik konusunu diizen-
leyen 3395 sayüı yasamn 5 mad-
desinin anayasaya aykın oldu-
ğu iddiasıyla yaptığı başvuru ile
ilgili olarak, 4 ekim perşembe
günü de Çalışma ve Sosyal Gü-
venlik Bakanlığı yetkililerini
dinleyecek.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi,
söz konusu yasanın,"nonnal
gösterge" tablosunun yani sı-
ra 'üst gösterge' tablosu oluştu-
rulmasını Ongoren nuKumıen-
nin iptalini istiyor.
Yargıtay aynca, emekli ayh-
ğı başlama oranının, normal ve
üst gösterge tablosundan emekli
olan sigortalılara farklı biçimde
uygulanmasını öngören yasa
hükmünün de anayasaya aykj-
rı olduğunu iddia ediyor.
Ufak ihmaller büyük
sorunlar yaratır.
TT£3758600 Fax 384 42 13