24 Nisan 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 14 OCAK 1990 Paris'ten Madrid'den 'Ruslar geliyor'îki ulus arasındaki tarihsel ilişkiler saymakla bitmez. Strateji uzmanları 19. yüzyılda önem kazanan bir Transız-Rus mihrakı'ndan söz ediyorlar yeniden. SABETAY VAROL PAKİS — Batı'da Gorbacov'a takımlacak tavır konusunda deği- şik teoriler var. En güçlü eğilim, Goıbi'ye destek venne yönünde.. Ama bu destek venne işi, sanıldığı kadar basit değil. Kabaca 3 tip rauhaJefetten söz edebiliriz: Birin- cisi düzeni bozulanlar. Birçok ki- şi, kariyerini iki kutuplu diinya- nın yaratüğı gerilim üzerine inşa etmişti. Üstelik bu olgu, her iki kamptan insanlar için geçerli. tkincisi, Mihail Gorbaçov'un "takiyye" yaptığını düşünenler. Bu varsayunın sahiplerine göre, Sovyet bir numarası, gerçekte Marksizm-Leninizme inanmaya devam ediyor, üstelik bunu her yerde söylüyor. Demokrasiye ve yenileşmeye bağhhğını açıklaması içtenlikten uzak. Amacı, "sureti baktan" görünüp sosyalist kam-' pı, ıçinden geçtiği bımalımdan çı- kannak. SSCB'nin kendini güçlü hisset- tiği gün, perestroykayı da glasnos- tu da bir kenara iteceğine inanan bir grup, Gorbaçov'a destek veı- menin, gerçekte düşmanı guçlen- dirmek anlamına geldiğini ileri sü- rüyor. Aym gnıp, yerleşik dçyi- miyle "milliyetler meselesi"nin alevlenmesi karşısında Gorba- çov'un gerçek kirnliğini su yüzü- ne çıkarmasını bekliyor. Ucüncü gnıba gırenler, SBKP liderine ayakta kalma şansı tanımayanlar. Bunlara göre, uluslararası politi- ka bir kişinin iyi niyetine bakarak saptanamaz. Sovyetler'in, eski Sovyetler olmadığını fıiliyatta ispat etmesi gerekiyor. Genel hat- lanyla, Fransızlann, Sovyetler ve Ooğu Avnıpa Ulkelerindeki yeni dönemi hararetle karşılayanlann başında geldigini öne sürebiliriz. Tabii ihtiyatı elden bıraktnadan. Napoleon'un Rusya seferi, Vi- yana Kongresi, Kırım Harbi, Çar Uçüncü Aleksandr'ın ayareti, her iki dünya savaşı ittifaklart, Gene- ral De Gaulle'un ünlü "Atlantik- ten Urallar'a Avnıpa" öngörüsu vb. tki ulus arasındaki tarihsel ilişkiler saymakla bitmez. Strate- ji uzmanları, 19. yüzyılda önem kazanan bir "Fransız - Rus mjh- rakı"ndan söz ediyor yeniden. Yeni Romanya Başbakanı Petre Ronuuı yabancı olduğu güç anla- şılır Fransızcasıyla, "Fransız ko- münistleri gücenmesin ve beni af- fetsinler. Ama FKP. Stalin döoe- minde Sovyetler Birligi ile ozel ilişki kurmaya zorlandı. Staliniz- mi geregi gibi degerteBdirdikJerini sanmıyorum" diye konuşuyor. Hem de Fransız TV'sinin en çok dinlenen programlarından birin- de. Kimdir Petre Roman? Walter Konenhag'dan DAvrupa'ya yardım yarışı Geçen hafta Danimarka'daki iki televizyon kanalı ortaklaşa olarak "Doğu Avrupa'ya Yardım Kampanyası" başlattı. Kampanya Batı'da her ciddi toplumsal olayın iletişim organlarında nasıl büyük şovlara dönüştürüldüğünün iyi bir örneği oldu. FERRUH Y1LMAZ KOPENHAG — Doğu Bloku ulkelerindeki gelişmeler her taraf- ta olduğu gibi Danimarka'da da günün en önemli konulanndan bi- ri. 1990 yılı bütçe görüşmelerinden baslannı kaldıran Danimarkalılar, Doğu Avrupa'yla daha bir yakın- dan ilgilenmeye başladılar. Hem Kraüçe Margrethe hem de Başba- kan Poul Schlüter, televizyonda- ki yılbaşı konuşmalannda Doğu Avnıpa'daki gelişmelere geniş yer verdiler. Her iki konuşma da Doğu Av- nıpa'daki gelişmelerden yola çıka- rak, Danimarkauların "oh, ne ka- dar şansh" olduklarım vurgulu- yordu. Başbakanm deyişiyle, "Da- nimarkalılann sornnlan aslında lüks sonınlar"dı. Kraüçe de Da- nimarka halkma "ne kadar özgür bir ülkede yaşadıklanm" bir kez daha düşünmelerini önerdi. Sadece Kraliçe'nin ve Başba- kan'ın yübaşı konuşmalannda de- ğil, Doğu Avrupa'yla Ugili hemen hemen tüm tartışmalarda Doğu Avrupa'daki gelişmeler, Danimar- ka'daki toplumsal sistemi övme- ye yönelik kullanılıyor. Eskiden belli bir görecelik payı bırakılarak • kullanılan değer yargıları mutlak doğrulara dönüşmeye başladı. "Baülı" değer yargıları artık da- ha açık bir biçimde ve var olan kısmi mesafe de kaldırılmış ola- rak evrensel kriterler olarak sunu- luyor. Toplumsal alanda evrensel kri- terleri tanımlayacak mutlak doğ- rular bulunmadığına göre her top- lumun dünyaya kendi ölçüleriyle yaklaşması bir ölçüde doğaldır. Ama Doğu Avrupa'yla ilgili yak- laşımlarda ölçünün ucu fazleca kaçırümaya başlandı. Geçen haf- ta Danimarka'daki her iki televiz- yon kanahnın ortaklaşa başlattı- ğı '"Dogu Avrapa'ya Yardıra Kampanyası", ölçünün kaçtığımn, Batı'da her ciddi toplumsal olayın iletişim organlannda büyük şov- lara dönüştürüldüğünün iyi bir örneği oldu. Normal olarak birbirlerinin gözünü oyan iki televizyon kana- lı, ortak kampanyaları dolayısıy- la geçen cumartesi gecesi izleyici- lerin telefonla bağışta bulunabile- cekleri ortak bir program yayım- ladılar. Daniraarkalılann tanınmış müzisyenleriyle komedyenlerinin konuk olduğu programın yayım- landığı büyük salonun arkasında- ki dev panoda, telefonla bildirilen bağışlann ulaştığı miktarı anında izlemek mümkündü. Ancak bağışlar sadece telefon- la sınırlı kalraadı. Büyük şirketle- rin temsilcileri ellerindeki devasa çeklere yazdıkları buyük miktar- daki bağ*ışlarla bol bol reklamla- rını yaptılar. Hele aynı kişiye ait iki "»yn" seyahat şirketinin canlı yayın sırasında birbirleriyle "ya- nş" ederek yaptıkları bağışı art- tırmaları, seyredenlerin gözlerini yaşarttı. Diğer şirketler de bağış çekleriyle birlikte ürünlerini de te- levizyon kameralarının karşısında seTgilediler. Devlete bağlı televizyon kanal- lan da reklam furyasına katılmak- tan çekinmedüer. Programda, rö- portaj yaptıkları Romanyalı bir çiftin Romanya'daki çocuklaraı getirterek aileyi kamera önünde birleştirirken, zaten Doğu Avru- pa halkları için kan ağlayan kalp- ler biraz daha eridi, gözler bir kere daha nemlendi. Sonuçta, Doğu Avrupa'ya Danimarka'dan 20 mil- yon krona yakın (yaklaşık 7 mil- yar TL) toplandı. Yardımlann bü- yük bir bölümünün Romanya'ya, bir kısmımn da Polonya'ya gön- derileceği açıklandı. Televizyonda- ki konuya eleştirel yaklaşan mu- habirler, önlerine gelen yetkiliye, "Etiyopya'da insanlar açlıktan ölürken neden Doğu Avrupa'ya öncelik tanıyorsunuz?" diye sor- dular. "Etiyopj^ için de bir bağış kampanyası açmayı düşiinüyo- ruz" yanıtım aldılar. Roman'ın oğlu... 1936'da Fran- sa'y a Rumen Komünist Partisi yayın organının muhabiri olarak gelmiş. Halk Cephesi deneyimini ıziemiş. Daha sonra tspanya tç Sa- vaşı'na, "Uluslararası Tugaylar"a katümış. Yeni Rumen başbakanı, ünlü bir babanın oğlu olmaktan rahatsız değil. Bu tarihi gerçeği anımsatıyor. Ve FKP konusunda fıkir venne hakkını kendinde gö- rüyor. Fransa Başkanı François Mit- terrand, "Avnıpa konfederasyo- nu" fikrini ortaya atıyor. Hemen her fikirle Gorbaçov'un ortak Av- nıpa evi arasında benzerlikler araşürılıyor. MitteiTand'ın baş danışmanı Jacques Attali, "Ufuk Çizgileri" adlı yeni kitabında ge- leceğe yönelik kehanetler ortaya atmaktan kaçınmıyor. Ileri sürdü- ğü en iddialı varsayımlarda biri, önümüzdeki yıllar içinde, SSCB'nin ekonomik planda Batı Avnıpa'nın nüfuz alanına girece- ği. Bu arada Gorbaçov'un geçen temmuz başında yaptığı Fransa gezisi sırasında, Ruslara ödünç verilen şair Puşkin'in tabancala- nnın Fransa'ya geri geldiği haberi veriliyor. Bu iki tabanca, Puşkin'- in ölümüyle biten düelloda kulla- nılmıştı. Sağcı Le Figaro Gazetesi'nin haftada bir verdiği 'eglence yerleri' ekinde kapak konusu, "Ruslar geHyor.." başlığı taşıyor. 'Gelen' Ruslar, yüzyıl başından beri Paris'te açılıp-kapanan Rus eğlence yerleri, lokantaları, kaberderi olduğu kadar, glasnost öncesi ve sonrası Sovyet sinema- sı. Dün gece (cumartesO Ortodoks yılbaşı idi. Votka ve havyar tüke- timinde, Katolik ya da Yahudi kökenli Fransızlar, Slav dostlan- nı yalnız bırakmadı. Perestroyka- ya desteğin çok değişik yollan var biliyorsunuz. "Anna Karenina", "Tchaika", "Raspatia", "Balt- laika", ya da "TrakÜr" gibi res- toran isimleri, bu desteğin bir çe- şit diyetini teşkil etti. Eski Iokan- talara yenilerini eklemek lazım. örneğin Leningradlı Kiraivano- va'nın üç ay önce açtığı Rus lo- kantası aienen "Perestroyka" adı- nı taşıyor. Resim ve heykelcilik de geri kalmıyor. Bilindiği gibi Modigli- ani ve Souüne gibi ressamların başım çektiği "Montparnasse" okulu sanatçılan arasında çok sa- yıda Rus vardı. Modigliani'nin atölyesinin bulunduğu yerde, ya- ni Montparnasse Sokağı 55 numa- rada, yüzyıl mimarisinin en dik- kat çekici örneklerinden bir bina var.. Bu binanın alt katındaki ser- gi salonu, "yeni Montparnasse ekolü" başlığı altında çok sayıda sanatçıyı bir araya getiren bir ser- gi açtı. Erdal Alantar'ın da ara- larında bulunduğu sergide, gene çok sayıda Rus ismi görmek, rast- lantı obnasa gerek.. Aym hafta içinde Rus operalan sahneleniyor Paris'te... Leningrad Maly Tiyat- rosu ve Musorgski'nin "Boris Godunov"u, "Çaykovski'nin "Maça Kızı", Korsakov'un "Çar'ın Nisanlısı." Kadınm kotası var tspanya'da iktidar partisi PSOE'- nin millervekilleri arasında Basba- kan Gonzalez'in kansı Carmen Romero da var. MİNE G.SAULNIER MADRİD — Bir gün, kız arka- daşımla kocalanmızı çekiştiriyor- duk. "Biz onlanköta egittik" de- di. "Analanmız da t»balanmızı kötii eğiünişti" Haklıydı. Femi- nizm olgusuna çoğu kişi, bir erkek-kadın rekabeti olarak yak- laşıyor. Oysa feminizm, her şey- den önce kadınlann kendi kafa- larında yapmalan gereken bir te- mizlik. Kendimizi yuzyıllardır da- var gibi sürülmeye koyverdikten sonra, "kötii yönetiyorsun" de- mek çok kolay. tşte kadm kotala- rının değiştireceğj denge bu; Ka- raı ve yönetitn mekanizmaJarında yer almak, sorumluluk taşımak. 1988 yıh ocak ayında yapılan 31. PSOE Kongresi'nde aynı za- manda iktidar partisi olan Ispan- ya Sosyalist Işçi Partisi'nin tüm organlannda en az ^o 25 oranın- da kadm üyelerin görev alması zo- runluluğu getirildi. Ve bu "sönnet" değil, "farz" olan kara- ra, Sosyalist Enternasyonal'in be' nimsedjği "kadın kotası" adı ve- rildi. Söz konusu kararın tspan- ya ölçeğindeki ilk uygulaması, 29 ekım genel seçimleriydi. Sosyalist Parti, seçim kampanyası başında, her yiiz milletvekili adayından 25'ini kadın bulabilmekte guçlük çekti. Fakat sonunda, PSOE lis- telerinde değil % 25, tam % 28 orarunda kadın adaylar yer aldı. Bu sayısal kota, yeni seçilen mec- Iis tablosuna Sosyalist Parti sıra- larında % 17.6 oranında kadın milletvekili olarak yansımış bulu- nuyor. İktidar Partisi PSOE'nin, şimdiki durumda aralannda Baş- bakan Fdipe Gonzalez'in kansı Carmen Romero'nun da yer aldı- ğı 30 kadın milletvekili var. Hü- kümetteki beş bakan ve hükümet sözcüsü de kadın. Bu arada Sosyal tşler Bakanlı- ğı'na baglı bir Kadın Enstitüsü, se- kiz yüdan bu yana etkinlik göster- mekte. Söz konusu kuruluş, gerek devlet gerekse toplum katında var qlan cinsiyet ayrımına dayalı; alı- şılmış, kanıksanmış tüm kuram- sal ve uygulamalı haksızlıklarla boğuşuyor. Kendi hakkını koru- yup arayamayan hemcinslerinin imdadına yetişiyor. Ispanya'da kadınlara karşı ne Çıtı pıtı enstitü başkanının ka- rizmasına rağmen, Ispanya'nın ulusal ölçekteki feminist lideri Cristina Almeida. Yüz kiloda gü- reşen, dünya şekeri bir hatun. Ağ- zını açtığı zaman, gülmekten kı- np geçiriyor ortalıgı. Aynı zaman- da lspanya Barosu'nun en parlak avukatlanndan biri olan Cristina, son seçimlerde komünist koalis- yon Birleşik Sol saflanndan mil- letvekili seçilerek meclise girdi. Birleşik Sol Koalisyon'un kadın kotası % 35. Cristina, partisi ta- rafından "kota muhtan" olarak görevlendirUdiği gün açıkladr. Sosyalist Enternasyonal'in benimsediği "kadın kotası" kararı, Ispanya'da hâlâtartışıbyor. Sağ partiler 'Bu iş kotayla değil, kafayla olur' derken ünlü Ispanyol feminist Almeida, 'Erkekler kotasızlıktan başka, kafasızlıklarını da yeterince kanıtladılar' diyor. haksızlık olabilirmiş, demeyin. Kadın Enstitüsü Başkanı Carmen Martinez Ten (kendisi pek güzel bir haıumdır), neler anlatıyor ba- kın: "tşsizlik oranı, kadınlar ara- sında % 27.6, erkekler arasında ise r o 15.1. Ve iş bulabdenler ara- sında eşit işe kaı>ın kadınlar, er- keklere oranla r o 18 ila 19 daha dıisük ucretlerle çalıstınlıyorlar. Son >ıllarda tspanyol kadını ola- rak elde ettigimiz haklan düşü- nürsek, kararasar olmaya gerek yok. Ama yolumuz heniiz nzun ve bu yolun gidişine yalnız biz kadın- lann değil, tüm toplumun gelece- gi baglıdır. -Çünku o toplumu bıi- yük ölçüde biz yaraüyoruz." "Yüde 35 1 ; asacafcu. Nufusun ya- nşından fazlasını kadınlann olıış- turdugu bir toplumda, çok bile bekledik. Kota mota diye dndak bükiip, temelinde kadınlann üst vöDerim mekanizmalannda yer al- masını istemeyenler, resmen anti- demokraıiktirler." Sağ partilerin, "Bu iş kotayla defcii, kafayla olnr" yoliu eleştiri- lerine ise söyle yanıt verdi: "Ka- dın kotalan yokken donyayı ve tspanya'yı yöneten. üstelik işbaşı- na kotasız gelen erkeklerin elinde vanlan nokta raeydanda. Kotasız- lıktan başka, kafasızlıklannı da yeterince kanıtladılar. Şimdi sıra biz kaf asız kotahlarda. Daha kö- tii )-apabilecegjmizi hiç sanmıyo- ram." Christina Almeida'nın feminist- lik anıları, halk fıkrası gibi dilden dile geâyor. Bunlardan biri şöy- le: Ünlü avukat, henüz milletvekili değilken Madrid'den Valencia'ya gitmek üzere uçağa biner. Uçak- ta o gün bir hostes değil, erkek ste- ward hizmet etmektedir. Çok ta- nınmış biri olan Cristina'ya büyük izzet ikram gösterilir. Ama Cris- tina bir süre sonra stewardı çağj- rarak kâğat kalem isıer, havayol- larına şikâyet dilekçesi yazacağı- nı belirtir. Erkek görevlinin eli ayağı dolaşır: "Aman efendha, yoksa bir kusur mu işledik?" Cristina, "lfeo." der, "Anw 1J0 boynnda, geniş omuzlu ve güzel yfizlü degilsin." Adamcağızın te- pesi atar: "Ne yani, fizik göriinü- şüm hizraetime etken mi?" Cristina cevabı yapıştırır: "Oy- leyse niye kadın hosteslerin 1.65'ten uznn, gnzd yüzlü ve genç olmalan koşal koyuluyor? Kural buysa, benim de senden daba va- kışıklı bir stevvarda hakkım varP Doğal olarak bütün bu anlat- tıklarımız, etini gül suyunda kay- natıp beynini zemzemle sulandır- dıktan sonra, kendini bir çöp yı- ğım gibi kara torbalara tıkan ka- dınlara değil. Ya da daha kötüsü, sokaklarda "fırsat eşiüigl!' diye bağınp, sonra yatağa teslim olu- - yormuş gibi giren ve "kendi arzu- su dışında zevk alıyormuşçasına" oryantal pornografi yapajvlar için hiç değil. Bunlar, feminizme göl- ge etmesinler, başka ihsan iste- mez. Stuttgart'tan Buz üstündesirksöleniMoskova Devlet Şirki'nde buz üstünde ayaklarmda paten, insanlar ve de hayvanlar en akla gelmez numaraları yapıyorlar. Kocaman ayılar ellerinde sopalar buz hokeyi maçı yapıyor. AHMET ARPAD STUTTGART — Antoşka bir düş mü görmuştu? tnsanlar durup dururken nasıl kaybolurdu? Kar- dan adamlar nasıl paten yapar, havada ters takla atardı? Hele ko- caman ayıların boz hokeyi oyna- ması hiç görülmüş müydü? Evet, bütün bunlar kadın pal- yaço Antoşka'nın duşü değildi. Gerçekti. Moskova Devlet Sir- ki'nde buz üstündeki sirkte ayak- larında paten, insanlar ve de hay- vanlar en akla gelmez numarala- n yapıyor. Bu sirkte filler, kaplaıı- lar ve aslanlar yok. Fakat akıllı- nın akılhsı köpekler, kediler ve maymunlar var. Sirkin yıldızları işe kahverengi kocaman ayılar. El- lerinde sopalar birbirlerini çaüm- lıyor, kaleden kaleye buz hokeyi maçı yapıyorlar. Atılan goller se- yircileri coşturuyor. Sert faul ya- pana hakem iki dakika ceza veri- yor. Ayı da sesini çıkarmadan sa- hayı terk edip sırasına oturuyor. Moskova Devlet Sirki'nin sa- natçılan seyirciye nefes aldırtmı- yor. Peş peşine hokkabazlar, tra- pez ariistleri, akrobatlar, palyaço- lar geleneksel Sovyet sirk sanatı- nı buz üstünde sumıyor. Üç bin ki- şilik çadır her gün iki defa ağzı- na kadar doluyor. Merkezi Moskova'daki Sojus- gozirk, 15 bin sirk sanatçısma gö- rev veriyor. 15 çadır, 70 bina ve 6 sahne sirkinde çahşan bu insan- lar Rusya'nın ünlü okullarında ye- tişiyor. Avrupalı nasıl sinemaya gi- diyorsa, Rus da sirke gidiyor. Sa- dece Moskova'mn beş çadı- ve bi- na sirkindeki 15 bin koltuk her ge- ce doluyor. Biletler bir ay önceden kapışılıyor. 19. yüzyıl Rusyasrnda.irili ufak- h birçok sirk topluluğu vardı. 1919Ma Lenin'in imzaladığı "tiyat- rocnluğun koordinasyonu emri" ile de sirk sanatı devlet desteğine ahndı. Salamonsky ve Nikitin adlı sirkler Moskova Devlet Sirki'nin ilk kuruluşları oldu. Ancak o yıl- larda sanatçılann çoğunluğu Av- rupa ülkelerinden geliyordu. Açı- lan okullar ilk meyvelerini 1930'lu yıllarda vermeye başladı. Bu sirk okullanndan çıkan binlerce akro- bat, sihirbaz ve palyaço yüze ya- kın sirkte görev aldı. Son yıllarda perestroykanın ge- tirdiği yeni olanaklar ile bütün dünya ülkelerine turneye giden sa- natçılara devlet iyi ödeme yapıyor, her türlü sosyal garantiyi sağlıyor. Sadece sanatçılara mı? Buz üstün- de hokey oynayan kocaman a>ı- lara da... SanatçıUr ve hayvanlar bnz üstünde inanılmaz gösterfler yapıyoriar. Balalayka turistik, 'lambada' gündelikAkşamüstü 'RossiyaOteli'nin bannda 'lemonaya' içiliyor. Kadehler kalkıyor, kadehler iniyor. Turist Türklerin hemen hepsi, 1990'da ihracatımızın yüzde lÖ'luk payınıbuülkenin alacağından emin. ÜSTÜN AKMEN MOSKOVA — Moskova'da gökyüzü ağjr kara- bulutlarla yüklü. Her yer buz tutrauş. Ladin ağaç- lan üstünde koyu bir kırağı tabakası var. İğne gibi yapraklar dondan öylesine sertleşmiş ki gagalama- ya gelen kuşlar bu kez kesinkes çok zahmet çeke- cek. Gorbaçov'un acıklık ve ekonomiöe yeniden ya- pılanma programının devreye sokulmasına devam edilen ülkenin başkenti soğuk ve sisli. Beş yüdır he- men her alanda değişiklik yapma isteği ile kıvnm kıvnm kıvranan insanları, daha ileri saatlerde gü- zel, firuze rengi bir gökyüzü karşılayacak. O insan- lar ki tam beş yıldır dışa açılıp saçılmak, yeni tek- nolojiler, know-how'lar ithal etmek için çırpınıyor; dış ticarette yapısal değişiklik kolluyor, ortak yatı- rım yasasını sürekli değiştirip Batılı beyler için al- layıp pulluyor. Otel salonlarında kooperatifler, arzı arttıncı ye- ni bir unsur olarak benimsenmişken, devletin, eko- nomik birimlerinde üretilen malları alıp daha pa- halıya satma yolunu yeğlediği konuşuluyor. Boyle- ce gelir dağılınunda yetmiş yılhk denklik, denge- sizleşip farklı gelir grupları yaratmaya başlamış. Kentin dış kuşağını oluşturan kesimdeki tzmai- lov Parkı'nda her taraf açık hava resim sergisi. Ba- zı ressamlar hera satıyor hem de resim yapıyor. So- kolniki'de, (Hyde-Park örneği) kendi kendine şiir okuyanlar, kar üstünde viyolonsel çalanlar; Gorba- çov'a sövenler, "halk istemeden de yapılır" nutku- nu atanlar birbirine kanşıyor. Esasen halk alışık ol- madığı bir yöntem ile yönetilmeye başlandı mı ki- mi haklı nedenlerle içinden pırpırlanır. Refortnları finanse edecek mali kaynak yok. Kısa vadede cari işlemleri oluşturan kalemlerde gelişme de olanak- sız. Kamu iktisadi teşebbüsleri 20 milyar dolar za- rarla gelirleri ters yönde etkilemekte. Akşamüstü "Rossiya Oteli"nin bannda "temonaya" içiliyor. Buralara gelip "wisky"leri de- viren de var, "malibu" soran da... tçki satışlan tü- ketim vergisi ağırlaştınlarak iki yıldır sınırlanmış. kın elinde harcanabilir gelirin artmasıyla da devlet mağazaları "Gum"a hücumun başladığını anlatı- yor dev yapılı bir Moskovalı. "Mebzul miktarda" biberli Rus votkası içiyoruz ve de iyice ısınıyoruz. "Zaten az olan arz, talebin yoğnn bir şekilde art- ması yüzünden daha da yetmez hale geldi" diyor- lar. Peki, iki yılda yüzde 1.5'lardan yüzde 20"lere ulaştığı fısıldanan enflasyonun nedeni ne? Sokaklar, yüz metreye varan enlilikte geniş cad- deler kar sessizliği içinde. Ve ışıkla yıkanmaktalar. Kızıl Meydan'da insanlar, inatla güzel yapılmış bir dekor önüne yerleştirilmiş biblolar gibi. Havada be- yaz ve hafif billurlar biçiminde donmuş su buhar- cıkları. 15'inci y.y. sonunda kırmızı tuğlalardan ya- pılmış mazgallı ve yinni kuleli duvarla çevreh' Krem- lin... Müthiş görkemli bu akşam. Kremlin'in doğu duvarı boyunca uzanan Kızıl Meydan'ın yanı ba- şında ünlü Anıtmezar. Meydanın güney ucunda Va- sili Blajenni Katedrali bütün güzellikleri süzüm sü- züm süzmekte. Moskovalı ise 1989'da iki yüz mil- yar dolara karşıhk olan yüz yirmi milyar ruble bütçe açığının uysal tedirginliğinde. Dokuz milyon insan yüklü kentin trafığini, sa- atte 60 km. hızla giden ünlü metro hafifletiyor. Dok- tor, hastane, eczane bedelsiz. Beş yılda bir sağlık kontrolünden geçmek herkes için bir zorunluluk. Bu nedenle gelirlerin azaldığını, aynı zamanda hal- , Dört kişilik ailesi ile 60 m ! 'lik evinde elektrik, su, ısıtma, telefon dahil 15 ruble kira ödeyerek yaşa- yan açık renk gözlü, san saçlı, siyah papaklı Bay Vladimir, 4 ruble sayarak bir kilo domates alıyor. Bayağılığı ile güzel, kartopu gibi torabul beyaz tenli kız; siyah smokinli, kuiaklan küpeli sarhoş bir Fin genci ile fingirdiyor. Yirmi yedi yaşından yu- karı olamaz. Beyaz etek, tavşan tüyü kazak, yük- sek ökçeli beyaz potin giymiş. Potininin birinden beyaz ipek çorap içindeki ayak bileği görünüyor. Or- kestra en "forte" gününde. "Nazdrovya." Kadeh- ler kalkıyor, kadehler iniyor. Turist Türklerin he- men hepsi, 1990'da ihracatımızın yüzde 10'luk pa- yını bu ülkenin alacağından kesinkes emin. Biri da- mak zevklerimizin "müşterek" oluşundan dem vu- ruyor. Gıda sektörü ihracatına ağırlık verilmesin- den yana. Önündeki tabakta duran, hayvanın bel- kemiğinin iki yanından aşağıya doğru uzanan ve gevrekliği nedeni ile beğenilen et dilimini böğürt- len reçelli sosundan dolayı fazla "tath" bulmuş ola- cak ki, garsonu çağırarak işaretle "kaldır" diyor. Gecenin tam ortasında Anıtmezar'ın başında as- kerler müthiş bir gösteri ile nobet değiştirmekte. Gü- vercin kanı renkli "jildız", turunu tamamlamakta. Coşkulu bir kar sessizliği. Orkestra "Siyah Gozlef"i "icra etmesini" unutmuş, "La Larabada"yı tıngır- datıyor. "Balalajka"yı sorarsanu, artık turistik bir saz. Ama gövdesi gene üç köşe. BİLİNMEYEN CEMAL SUREYAGüllü'nün oğlu. Dersim'den sürgün. Şiirin göçebesi. Futbolcu. 100 metre şampiyonu. İlk dolmakalem. Her sevgilisinde biraz annesi vardı. Bedavadan torun sahibi. Türkçenin en müstehcen söztüğû? Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, İbrahim Tatlıses, Kibariye, Latite Tekin'e şakalar. Projeleri, anlattıktan, 1 Mayıs, telefon kulübeleri. Doğu Perinçek: "Cemal Siireya ile Ihtetta'dan Göz mütehassısı devlet başkanı gezinmeler". (1ÎHİLEBDE • SABAH1MITARTIŞMA, DjYANET'IN YALANI VE GERÇEK: KUR'AN'DAKİ "ÖLDÜRÜN" BUYRUĞU- TURAN DURSUNUN KALEMİNDEN • TÜRK BASININDA İLK KEZ 2000'E DOĞRU DAĞDAKİ GERİLLAYLA YEDİ, jÇTİ, UYUDU. • 20001 DOĞRUWH ROMANYA İZLENİMLERİ. YENİ DÖNEMİN YENİ NOMENKLATURASI. • İZMİR'DE 6 BİN İŞP0RTAC1 DİRENİYOR. * Fırat nehri kimyasal silah gibi! Uzmanlar: "Önümüzdeki 10 yılda savaş su yüzünden çıkacak" • Abu Firas gıderayak söz verdi: "Yakında Filistınde röportaj yapacağız" • Basın emekçilerinin Ge//ş/m'deki zam eylemi • ANAP'ta gruplar yeniden şekılleniyor. • BBC muhabiri, Bulgaristan izlenimlerini ve Türk azınlığı 2000'e Doğru'ya anlattı • Oğrencı demeklennın temsilcileri konuşuyor. • Necati Cumalı: "Martılar • Den.z Gökçe, "Başarıh" ve "başarısız" çalıştırıcılan yazdı. • Malta Devlet Başkanı Tablore, bu göreve gelmeden önce ülkesinin dokuz göz hekiminden biriymiş.Tablore mesleğini hâlâ sürdürüyor ve göz tansiyonu üzerine konferanslar veriyor. FÜSUNSATEK VALETTA — Eriği, hurması, şövalyeleri, misafirleri ve kuşat- raası ile ünlü Malta'da "göz tansiyonu" konulu bir toplantıya katılan bir göz hekimini bekleyen en şaşutıa sürpriz ne olabilir? El- bette toplantının resmi açıhşını ya- pan devlet başkanının en sevdiği konuyu, göz tansiyonunu anlat- ması. Açıüş konuşması, başka ül- keleıde'adadaki Maltalüardan da- ha çok Maltalı var denilen bu kü- çük illke ve vatandaşlannm yalnız- ca sosyal, ekonomik sorun ve çö- zümlerine değil, gözlerine de yıl- larını veren bir "gözcü" tarafın- dan yapılmakta idi. Devlet Başka- nı Tablore, bu göreve gelmeden önce ülkesinin dokuz göz heki- minden biri olması nedeniyle va- tandaşlannın yalmzca nabzını elinde tutmakla kalmıyor, ama pek çoğunun gönne keskinlikleri- ni, görme alanlarım ve dahi reti- na damarlanndan geçen kan hüc- relerini de büiyordu. Devlet baş- kanının demokratlığı ve meslek sevgisine örnek olarak toplantıya yalmzca açış konuşması yaparak değil, bilimsel tartışmalara çağ- das, hoşgörülü bir bilim adamı olarak katılmasım gösterebiliriz. Bir göz hekiminin Devlet Baş- kanı olmasının Maltalıların göz sağbğına olacak katkıiannı (taraf- sızbk ilkelerini bir tarafa alarak) devlet sektöründe çalışan iki, özel çalışan yedi, Yugoslav>3 ve Polon- ya'dan adaya çalışmak üzere gelen iki göz hekimi heyecanla bekle- mekteler. En büyük beklentileri ise var olan fizik ve insan gücü alt- yapısı yam sıra organizasyon bo- zukluklarının da düzeltilmesi, 1676 yılında Malta şövalyeleri ta- rafından kurulan Malta Tıp Fa- kültesi'ni her yıl elli öğrenci bitir- mekte, ancak daha iyi iş beklen- tisi ile başka ülkelere göç etmek- tedir, ülke yüzölçümü ve nüfus olarak küçük olmakla birlikte, sağlık sorununa henüz iyi bir çö- züm getirebilmiş değil. 300 bin nüfuslu bu adada kar- şılaştığımız tek sürpriz "gözcü devlet başkan" değildi. Malta, di- linden kulturüne kadar yabancı- lar için bir sürprizler adası. Mal- ta dili (Maltese) nerdeyse Latin harfleri ile yazılan Arapça gibi 300 yıl Arap egemenliğinde kalan Malta'da Batı'ya "gharb" bahri- yeye "babrija" dendiği gibi Arap egemenligi sırasında Hz. Muham- med'in peygamberliğini kabul et- meyenlerden alınan vergiye de "harag" deniliyordu. Semitik ko- kenli Maltese'in yanı sıra okullar- da tngilizce ve ital><ıııca da öğre- tilmekte. Ancak nasyonalist yöne- timin bir yasa tasansı Maltese'nin öncelikli dil olarak öğretilmesi ve böylece geleneklerden kopulma tehlikesinin kalkmasııu amaçhyor. Maltalılar her 1000 kişiye bir ki- lisenin düştüğü Malta'>ı "dindar" bir ülke olarak tanımlıyorlar. Mal- talılar aynca bugün daha çok tu- rizme dayalı ekonomüerinin iyili- ğinin göstergesi olarak bankalara yatınlan paralardaki artmayı (top- lam dolanan paranm yüzde 63'ü), ekonomik stabilitenin göstergesi olarak da yabancılann Malta'da mülk edinmelerindeki artışı (1986'da 404, 1988'de 806 kişi) göstermekteler. Son örnek aynca "kalıcı lurisC'e verilen önemi de vurgulamakta. Maltalılar bir ka- lıcı turistin 45 geçici turistin har- cama gucüne sahip olduğuna ina- nıyor ve "ülke>e geiecek turist kiil- lıiriimüzü ve tarihimizi değerlen- direbilmeli ve az harcamıı ile alt- yapımızı yükleyecek türden olmamalı" demektedirler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle