25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
İOEYLÜL 1989 PAZAR KONUGU CUMHURİYET/13 Cezaevleri insanileştirilnıeli Eskişehir Cezaevi'nde başlayıp bir geceyarısı tutuklu ve hükümlülerin Aydın Cezaevi'ne sevkedilmeleriyle iyice büyüyen bir açlık grevi yaşandı Türkiye'de. 52 gün süren direniş, Türkiye'de cezaevlerinin durumunu da yeniden gündeme getirdi. Başlıca şikâyet konusu olan 1 Ağustos Genelgesi'nin değiştirilmesi ve yeni bir genelge hazırlanması için çalışmalar sürüyor. İstanbul Barosu Başkanı Avukat Turgut Kazan, kendisi de uzun süre cezaevinde yatmış bir kişi olarak, cezaevlerinin durumunu, yazarımız Ali Sirmen'le konuştu. İstanbul Barosu Başkanı Avukat Turgut Kazan: PAZAR KONUGU SÖYLEŞİ ALİ SİRMEN ayın Başkan siz bir yandan İstanbul Barosu Başkanı olarak, bir yandan ceza avukatlığı yaptığınız için cezaevteriyle yakından ilgilisiniz. Bir de kendi yaşamımz dolayısıyla cezaevleri gerçeğini yaşayarak gördünüz, önce isterseniz Türkiye'deki cezaevleri konumunun Batı ülkelerinden hangi açıdan değişik olduğunu ele alalım. Türkiye'de de elbette ki, bütün dünyada olduğu gibi, cezaevleri sorunu bir insan hakları sorunudur. Ama bizde cezaevleri aynı zamanda bir demokrasi sorunudur da. Çünkiı bizde demokrasi ya da siyasal mücadelenin uğrak yeri hep cezaevleri olmuştur. Türkiye'de siyasete ilgi duyan insanın cezaevine sıcak bakışı var. Örneğin biz Curahurbaşkanımızı hapsetmişiz, başbakanlanmızı hapsetmişiz, genelkurmay başkammızı hapsetmişiz, bugunkü başbakanın kardeşini hapsetmişiz. Daha ekleyeyim, eğer bugünkü Başbakan geçmişte girdiği bir seçim mücadelesini kazanmış olsaydı, büyük bir olasılıkla onu da hapsetmiş olacaktık. Ama kaybettiği için kurtulmuş "Yani Grabam Green'ın romanı gibi, "kaybeden kazuuyor". Evet olabilir. Tabii bu durum bizde siyasetçinin olaya sıcak bakmasına neden oluyor. Tabii aslolan ülkede demokrasiyi sağlam kunnak, onu rayına oturtmak. Ama şimdilik onu oturtamadığımıza göre, bir yandan demokrasiyi oturtmaya çalışırken, öte yandan da o zamana kadar cezaevlerini insancıl kılmak ayn bir önem kazanıyor. Erdal Atabek'in kullandığı bindeyim var "herkese laam olabilir" der cezaevleri için. Hiç değilse böyle düşunerek, bu nedenle olsun demokrasiyi rayına oturtmaya çalışırken, daha sağlıklı, daha insancıl bir cezaevi sistemi oluşturmamız lazım. Yani cezaevi sorunu bizde aynı zamanda bir demokrasi sorunu. B ^ H H f i u noktada bir şey sormak istiyorum. Türkiye'nin bu kendineya da daha doğru deyişle azgelişmişliğine özgü yapısının bir de yararı olmadı mı acaba? Çünkü karakolda kötü davranış, karakolda polis dayağı, cezaevlerinde yaşanmaz cehennemi koşullar daha önce de vardı, ama kamuoyunu çok ilgilendirmiyordu. Ta ki, aydınlar, siyasiler de, bu uygulamanın kurbam olana kadar. Hatta bu konuda 12 Eyliti'ün bir anlamda yararı olduğunu düşünüyorum. Acaba yamlıyor muyum? Hayır yanılmıyorsunuz. Dediğiniz faktör güzelleştirme, iyileştirme vesilesi olabilir. Ama iyileştirme için bu kadar talihsizliği yaşamak şart olmasa gerek. Örneğin bu söyleşiyi yapan çok etkin bir gazetenin köşe yazan olan siz uzun yıllar cezaevinde yattınız. Bir baro başkanı olarak ben 3 y»l cezaevinde yattım. Bütün bunlar demin sözunü ettiğim Turkiye gerçeğinin birer parçası. Burada bir anımı nakletmek istiyorum. 12 Mart döneminden çıkıhyordu. Ben cezaevinde yatıyordum. O dönemin Adalet Bakanı bizimle görüşmeye geldi. Hepimizi topladı bir söyleşi yaptık. Tabii karşısındakiler, yani bizler siyasi tutuklulardık. "Arkadaşlar dedi inşallah af çıkacak ve özgürlüğünüze kavuşacaksınız. Yalnız ne olur sizden istirham ediyorum, çıküğınız zaman uslu durun, huzuru bozmayın, yüzümüzU kara çıkarmayın" dedi. Bu sözler üzerine ben elimi kaldırdım ve "Affedersiniz, bu söylediğinizin genel hükümlülere söylendiğini kabul etmek istiyorum çünkü huzuru bozmak, uslu durmak gibi değişken kavramlann tartışmasına girmek istemiyorum, ama Türkiye'de iktidar olmakla siyasal suçlu sayümak arasındaki kılpayı ve haksız farkı siz benden daha iyi takdir edersiniz" dedim. "Peki öyleyse siz öyle anlaym" dedi ve söyleşi bitti ve 12 Mart dönemi kapandı, 12 Eylul dönemi geldi, bu söyleşiyi yaptığımız bakan cezaevindeyken, Mustafa Ekmekçi olayı sütununda yayınladı. Bunu tabii ki güzel bir hikâye diye anlatmıyorum. Sırf sözünü ettiğim, Tüıkiye'deki cezaevlerinin farkhhğını gösteren bir örnek diye aktarıyorum o kadar. Şimdi bu tablo tabii ki haksızlık. Çunkü siz yalnız siyasal amaçlı şiddet unsurlarını hapsedip bırakrruyorsunuz, onlarla birlikte düşünce suçlusunu ve düşünce etrafında birleşme suçunu da kabul ettiğiniz için hepsini cezaevine atıyorsunuz. Şimdi bir kısım insanları asıyorsunuz, şiir yazanı hapsediyorsunuz. Lise öğrencisiyken bir eyleme girmiş, aradan geçen zamanda sonradan doktor olmuş, avukat olmuş kişileri 146. maddeden hapsediyorsunuz. Böylece eğrilerle dogrular birbirine kanşıyor ve tabii çok ilginç yanlışlar yapıyorsunuz. Örneğin 1402 sayılı yasanın 17. maddesine göre devletin çağnstna uyanı tutuyorsunuz, sıkıyönetim mahkemesinde yargılayıp hapsediyorsunuz. Ama kaçan kurtutuyor. Son zamanlarda TÖBDER karannda gördünüz, yakalananları askeri Mahkemenin karanna göre cezaevinde infaz ettir yorsunuz, kaçanları sivil mahkeme beraat ettiri or ve siz buna adalet diyorsunuz. Bin sanıkh davalarda adalet dağıtıyorsunuz. Bin sanığın içinde kimin hakh kimin haksız olduğunu, bin sanık için yeterli zaman ayınp, saptamak mümkün değildir. Buna adalet demek mümkün değüdir. böylece sonuçta adaletsiz adalet yaratmış oluyorsunuz. İ H M B £ u n a bir nokta daha ekleyebilir miyiz? Şimdi tüketimde dayanıkh maldan yaz tatüine kadar uygulanan bir formül var. "Şimdi al sonra öde" ya da "Şimdi gez sonra öde" diye bir yöntem var. Bizde ise bu yöntemin benzeri olarak "Şimdi yat sonra yargılan" uygulaması geçerlı galiba. Evet, ben iki yıl yattıktan sonra hakkında kesin hüküm olmadan beraat edenler gördüm. Bu tabii hem yatan insanda hem çevresinde rahatsızhklar yaratıyor. Bir de birtakım kurallarla cezaevlerinde yaşamı cehenneme çevirdiler mi cezaevleri her an patlamaya hazır barut fıçısı oluyor. Bu durumda da cezaevleri Türkiye'de her zaman siyasal konumlann merkezi olarak kullanılabilir bir hale geliyor. ••IH^/m^/, bizim cezaevlerimızin fıziki koşularmı bir an için bir yana bırakalım ve önce tüzitk konusunu ele alalım. Bizde tüzük temetindeki düzenlemelerin evrensel oiçütlerden farkları nelerdir? TUZUK Bu konuda elimizde bir 3 Ağustos 1955 tarihli Birleşmiş Milletler Asgari Standartlan denen belge var. Bu 55 maddelik belge cezaevleri kurallar zinciri getiriyor. Bu ana kurallar, bannma, sağUk, giyim, yatak, yiyecek, egzersiz, spor, tıbbi yardım, disiplin ve ceza, kısıtlayıcı araçlar, bilgi verme, şikâyet hakkı, dışanyla temas, kitap bulundurma, yakınlarına haber verilmesi, personelin durumu, niteliği, uygulamanın denetimi gibi başlıkları kapsamakta Birleşmiş Milletler Standartları. Şimdi, oda ve koğuşlann temizliği, metreküp olarak hava durumu, yeterli besin konusu, spor ve idman konusu, mahkum ve tutukluların cezalandırılmalan, savunmalannm alınması gibi olaylar açısından baktığımızda çok farklı bir durumla karşılaşıyoruz. örneğin ailelerle görüşme hakkı, yazışma hakkı, gazete, dergi, özel yayınlar bulundurma hakkı bizde büyük sorunlar yaratan ve gerilime yol açan olaylardır. Şimdi müşahede alanı diye bilinen alanların metreküp alanı olarak uluslararası standartlara uymadığı müşahede odasında iki kişi kalınmayacağı halde iki kişiylc birlikte kabndığı hep görülüyor Türkiye'de. Spor olanagı mahkuma muüaka sağlanacak, tıbbi olanak mutlaka sağlanacak, mahpusun cezaevinde bulunması yargılama biçiminde olacak. Cezaevin dinlenmiş, bantlar çözüldükten sonra dosyalara konulmuş, soruşturmalar açılmıştır. Bu bakımdan görüşmeyle ilgili standartlar Birleşmiş Milletler kurallannda açıkça yazılmamış olmasına rağmen, Türkiye'de yapılan görüşme göruşme değildir. Başka bir uygulama daha var. Örneğin disiplin kurulu ki başgardiyanla hapishane müdüründen oluşur çoğunlukla milli değerlere aykırı bulduğu yayını içeri sokmayabiliyor. Bu nasıl iştir? Dışandaki insan için milli değerlere uygun olan bir yayın içerideki insan için aykın sayıhyor. Bu düpedüz keyfı bir cezadır. Birleşmiş Milletler Standartlan nakil, sevk sorununu da ele almıştır. Türkiye'de en büyük sorunlardan biri bu sevklerdir. Birleşmiş Milletler kurallannda sevkin daha önceden yakınlarına haber verilmesi zorunluğu vardır. Sevkten önce, mahkumun yakmlanyla görüşme hakkı vardır. Sevk sırasında ise, sevkin ışık durumu dahil fiziki koşullar altında yapılmaması kuralı vardır. Ama bizde bunların hiçbirine uyulmaz. Genellikle son zamanlarda yapılan nakillerde bu kurallara hiç uyulmamıştır. Insanlar örneğin son Eskişehir'den Aydın'a nakil olaymda 35 gün açlık grevi yapmış, beslenme yetersizligi içinde olan insanlar ring araçlarla; kapalı, havasız, karanhk, o bildiğiniz araçlara doldurularak ağustos sıcağmda, saatlerce süren bir yolculuktan sonra Eskişehir'den Aydın'a gönderilmişlerdir. Basından öğrendiğimize göre, bazı doktorlar, gidemezler, götürülemezler, demişler, ama buna rağmen bazı başka doktorlardan raporlar bulup buluşturularak götürülmüşlerdir ve iki kişi bu sevk sırasında yaşamını kaybetmiştir. Bu sözünü ettiğimiz kurallara açıkça aykın bir davramştır ve suçtur. Şimdi de isterseniz, şu "1 Ağustos Genelgesi" diye anılan unlu genelgeye geletim. Berlin Kongresinde alınan karar ile bu ceza adaleti infazm yargı denetiminde olması, cezalann kanuniliği ilkesine de uygun olduğu için sağlanmış olur. Çünkü cezalann kanuniliği, içeri giren adamın cezasını ne zaman bitireceğini, ne kadar yatacağmı, ne zaman çıkacağını bilmesiyle mümkün olur. Yani mutlaka ve mutlaka infaz yargı denetiminde olmalıdır. Eğer bugunku gibi başgardiyan ve müdürden oluşan disiplin kurulu bir ceza verecekse bile, buna karşı yargıya başvurma yolu açık olmalıdır. •HHHftf&ı bütün bu söyledikterinizden sonra bir soru geliyor akla: 1 Ağustos Genelgesi uygulanabilir bir genelge midir ve cezaevlerinde patlak veren olaylar, bu genelgeden mi kaynaklanmaktadır? Sayın Sirmen, olaylar zaten buradan, bu genelgeden patlak veriyor. Şimdi eğer bir kurallar manzumesi hayatın pratiğini kucaklamıyorsa, uygulanamaz. Bu tüzüğün sözünü ettiğimiz maddeleri uygulanmamaktadır. Yani cezaevlerinin birçoğunda insanlar istedikleri kadar mektup yazmakta, daktilo kullanmakta, radyo dinlemekte, çay yapmakta, yakmlanyla görüş olanağını kullanmakta, olabildiğince insanca ilişkiler ve sıcaklık sürmektedir. Ancak cezaevlerinin bu durumda bırakılması, yani kurallar manzumesinin hep varlıklannı sürdürmeleri ve Türkiye'de siyasete sıcak bakan insanlann hep cezaevleriyle uyarılı olması nedeniyle cezaevlerini her an patlamaya hazır bir tehlikeli oyun odağı haline getiriyor. Bazen istihbarat birimleri, bazen iktidardaki çevreler, bazen başka bazı örgutler çeşitli hesaplarla söylediğim özelükleri nedeniyle buralara el atıp, Türkiye'de şiddeti tırmandırmayı ya da kendi çıkarlarına uygun bir ortamı yaratmayı hesaplamaktadırlar diye bir kaygı, kuşku doğuyor insanm içinde. O zaman ne oluyor? Örneğin, iktidardaki biri eğer bir seçim hazırlığı içinde, gerilimi yükseltmeyi kendisi için elverişü sayarsa, kurallar belli, yapacağı şey genelgeyi hatırlatmaktır. Genelgeyi hatırlatınca, içeriye bir dalış yapılır, çunkü genelgeye göre "didik didik ararur"; deyim budur. Daktüolar ahnır, radyolar alınır, ısıtıcılar alınır, mektuplar, savunmalar alınır, haliaç pamuğu gibi dört bir ta TURGUT K A Z A N Banş Derneği davasında avukathk kürsüsünden sanık sandalyesine oturtulan Turgut Kazan, 1940 yılında Adana'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk FakUltesi'ni bitirdikten sonra serbest avukatlığa başladı. Turkiye Işçi Partisi davasında tutuklanıp mahkum edildi. Kayseri Cezaevi'nde yattı. Afla cezaevinden çıktı. Orhan Apaydın'm başkanlığı döneminde tstanbul Barosu Yönetim Kurulu'nda bulundu. Ikiçocuk babası Turgut Kazan geçen yıl Çağdaş Avukatlar Grubu 'nun adayı olarak İstanbul Barosu Başkanlığı 'na seçildi. Sayın Sirmen aslında 1 Ağustos Genelgesi denen bu genelge 17.7.1988 tarihli olup, cezaevleri disiplini için çıkarılmış ve tüzüğun çeşitli cezaevlerinde farklı uygulandığından şikâyetle, bu farklıüğın giderilmesini amaçlayan bir belgedir. Farklı uygulamaların giderilmesi için neler yapılması gerektiğini vurgulayan belgede, ziyarete ilişkin düzenlemeler var ve bunun içinde ziyaretçilerin yiyecek getirmesine ilişkin kurallar var, radyo wolkmen, daktilo, bilgisayar, müzik aleti gibi şeylerin sokuknasını, kullanılnrjsını yasaklayan kurallar var ve çeşitli disiplin cezalannın altını çizerek tekrarlayan kurallar var. 'u disiplin cezalan hangi türsuçlan kapsıyor ve kimler tarafmdan veriliyor? ürkiye^de sıkıyönetim yakalayabildiğini yargıladı, kaçanlar kurtuldu. TÖBDER davasım gördünüz. Yıllarca yargılandılar ve beraat ettiler. Bin sanıkh davada adalet dağıtılamaz. rafa dağıtılır, yakıhr, yıkılır ve birdenbire neye uğradığını şaşıran hükümlü ve tutuklu öfkeye kapılır, durup^lururken, patlamaya hazır olan dinamit veya barut fıçısı ateşlenir. O zaman yapılacak ilk iş, cezaevini patlamaya hazır barut fıçısı durumundan çıkarmaktır ki, o da sözü edilen genelgeyi kaldırmak, cezaevlerini hukuka uygun ve insanca kurallarla donatılmış, bir tüzüğe kavuşturmakla sağlanır. u düzenlemenin ölçütü ne? Kabaca uluslararası standartlar. Birleşmiş Milletler standartlanna uyulacak, içerideki insanlann radyolan olacak, yakmlanyla diledikleri kadar mektuplaşacaklar, aileleriyle, dostlanyla, nişanlılarıyla görüşebilecekler, daktilolannı kullanabilecekler, kitaplan olacak, gazeteleri olacak, şiir, roman yazıyorlarsa yazacaklar. Bunlar sağlanınca cezaevleri insanca bir ortama kavuşacak ve kimse bunalmayacak. İçerideki insanlann yazgısı üzerinde oyun oynayanlar kimlerdir? Sayıyorum. Bir istihbarat birimleri, Türkiye'de gerilimi ve şiddeti arttırmak istedikleri zaman bu patlamaya hazır barut fıçısını, yukardaki çevreler ya da başka bazı örgütler hemen ateşlemektedirler. Aynı şey şiddeti model olarak benimseyen bazı siyasal görüşlerin hoşuna giden bir ortam yaratmak için de kullanılmaktadır. Çünkü cezaevindeki gerilim, dışanda şiddetin tırmanmasına yardımcı olacağı için, örneğin cezaevindeki açlık grevinde insanlar ölse diye beklenti içinde bulunanlann varhğını düşünüyorum ve hatta bunu gördüğümü de söylemek istiyorum. tKKKKMBütün' bu verdiğiniz bilgilerin ışığında Aydın Cezaevi'ni de ziyaret ettiğinize göre, bize orada neler olduğunu anlatır mısınız? Aydın'la ilgili izlenimlerimi anlatmadan önce, basından izlediklerimi vurgulamak istiyorum. Basına resmi ağızlardan yansıyan Eskişehir'den Aydın'a, hangi koşullar altında götürüldüklerini daha önce anlattığım, göturülen kişilerin tüpgaz istedikleri ve sonra ölmek için bazı fedailerin seçildiğiydi. Ben Barolar Birliği Başkanı ve bir baro başkanı başka bir arkadaşımla birlikte 100'ü aşkın kişiyle konuştum. Aralannda açlık grevini bırakmış olanlar vardı, sürdürenler vardı, revirde yatanlar vardı, hastanede olanlar vardı. Orada gordüm ki, kimse tüp falan istemiyor. Ben bir baro başkanı olarak cezaevine tüp sokulmasından yana değilim. Ve orada yatanlara "ama siz tüp istiyormuşsunuz" dediğimiz zaman, bize "olur mu öyle şey, cezaevine tüp girer mi?" dediler. Orada ölmek için fedailer seçildiğini de görmedim. Gördüğüm insanlann hepsi, açlık grevini sürdürenler de yaşamak istiyorlardı. T, Sııur çok iace Turgut Kazan bir anısını anlatıyor: "12 Mart cöneminin sonuydu. Adalet Ba kavramlar, Türkiye'de iktidar olmakla siyasi suçju olmak arasında kıl payı bir fark var" dedım. Bakan kanı cezaevine geldi ve bizlerle görüştu. 'Yakında af çıkanyomz, aman uslu durun da bir daha bana kızdı. Oysa 12 Eylül döneminde kendisi hapse girdi." içeri girmeyirî gibi bir şeyler söytedi. Ben de cevap olarak 'Huzuru bozmak, uslu durmak çok göreli (Fotograf:VedatYenerer) de yiyeceği kısıtlama bile mutlaka dok.or denetiminde ve tavsiyesiyle uygulanacak. Oysa bizde, adından da anlaşılıyor, kaüksız hücre cezası. örneğin uluslararası standartlara göre kelepçe, zincir ceza olarak kuUanılamaz. Oysa bizde demire vurma cezası vardır. örneğin fırara teşebbüs edene demire vurma cezası verilir. Uluslararası standartlarda ise kelepçe ve zincir sevklerde kaçmayı önlemek üzere başvurulan bir önlemdir. Şimdi uluslararası standartlarda mahkumlann aileleriyle görüşme hakkı vardır, kesin haberleşme hakkı vardır, kitap, dergi, özel yayın bulundurma hakkı vardır. Bunlar cezaevindeki insanlann moral zenginliklerini koruyabilmek ve geliştirebihnek için gegöre, hapishane yönetimi bunlan okuyamıyor bfle. Ancak kaçmayla ilgili, suça teşvik gibi şeyler olduğu zaman mektubun içinde bu konuda bir ihbar ya da kuvvetli emareler varsa açılıp okunabiliyor mektuplar. Haklısınız, ben cezaevinde bulunan bir insanın dışarıdaki insanlar gibi serbestçe mektup yazabilmesinden, böyle bir hakka sahip olmasından yanayım, kural da budur. Eğer suç işleyeceği yolunda inandıncı bilgiler varsa bu kısıtlanabilir. Bunun dışında getirilen kısıtlamalar birer cezadır. Oysa kimsenin mahkuma böyle bir ceza vermeye hakkı yoktur. Onun aldığı ceza belirli bir süre cezaevinde kalma cezasıdır. Yoksa haberleşme konusunda diğer insanlann sahip olduğu haklara sahiptir. Öyle olması gerekir diye düşünüyorum. HHHH$//n<fr bir de görüşme konusunagelmek istiyorum. Amerika'da kanlı katillerin de katdığı ünlu San Çuentin Hapishanesi'nde mahkumlar, zaman tahdıdi olmaksızın yakmlanyla, kendilerine ayrümış bir salonda yüz yuze, el ele, diz dize görüşüyorlardı. Şimdi acaba bizde 15 günde bir tel örgülerin arkasından yapılan görüşmenin uluslararası standartlara uygun olduğu söylenebilir mi? Şimdi Ali Bey bu iki uygulama arasında büyük farklar var. Görüşmeler insanın hasretini giderebilmesi, insanın konuşma ihtiyacını giderebilmesi, insarun birbirini görme, birbirine dokunma ihtiyacını giderebilmesi demektir. Birbirinize özleminizi gidereceksiniz. Bizde ise 40 kişi bir tarafta, 40 kişi obür tarafta herkes birbirine bağınyor, kimse kimseyi duymuyor, annenizin ya da karınızın yuzünü hayal meyal görebiliyorsunuz. \fe görüşme böyle başlıyor, kısa süre içinde de bitiyor. Göruşme insani bir ihtiyaçtır. Uluslararası kurallarda bundan söz edilir, Ama artık bunun daha fazla tanımlanmasına gerek duyulmaz. Çünkü amaç belirtilmiştir. Yapılacak düzenlemenin de bu amaca uygun olması asıldır. •HHB/VArı ya avukat görüşmeleri? Avukat görüşmeleri yasaya göre yüz yüze olur, özel odada olur ve dinlenemez. Ama Türkiye'de özellikle bir dönem dinleme cihazları konulmuş, avukatla müvekkili arasında yapılan görüşmeler Örneğin genelgeye baktığmız zaman, izin almadan koğuşa girmek suçtur. Yüksek sesle konuşmak suçtur. Disiplini ihlal edenlere engel olmamak suçtur. Laubali davranmak suçtur, siyaset konuşmak suçtur, uyku zamanında uyumamak suçtur. Laubali konuşmak ne demektir? Uyku zamanı uyumamak ne demektir? Ödunç alınan kitabı yitirmek ne demektir? Siyaset konuşmak ne demektir? Biliyorsunuz cezaevlerinde en çok af konuşulur. Filanca parti aftan yanadır, falanca parti affa karşıdır. Şimdi bunu konuşmak siyaset konuşmaktır ve bu suçtur. Bu suçu kim belirler ve cezasıru kim verir sorusuna gelince: Tüzüğe gore bunlan disiplin kurulu yapar ki, bu da ürkiye'de bugün iktidarda olan yann hapse girebiliyor, bugün hapiste olan yann bakan olabiliyor. Bu nedenle, Türkiye'de cezaevi herkese lazım olabilir. Hiç değilse bu yüzden cezaevi koşullarım düzeltmeliyiz. tirilmiş önlemlerdir. Cezaevindeki insanın dostuyla yakınıyla konuşmasmı, görüşmesini mektuplaşmasını teşvik etmek gerekir. Oysa biz tüzükle yasaklıyoruz. Aile yakmlanyla 15 günde bir görüşebilir diyoruz. O da şu kadar süre görüşebilir diyoruz. Oysa insanın ailesinin dışında yakınlan olabilir. Birleşmiş Milletler kuralı yakınlanyla diyoT, insanın yakını dostu olabilir, arkadaşları olabilir, nişanlısı olabilir, sevgilisi olabilir. Birleşmiş Milletler kurallan, mahkumun haberleşme hakkmı koruyacaksınız diyor, oysa biz genelgeye göre bunu sınırlıyoruz. Ancak bir mektuba musaade ediyoruz ve onu da iki kâğıdın ön sayfalanna yazılacak diye sınırlıyoruz. IBen ABD'deki cezaevlerini gördüm. Orada mektuplaşmak tümüyle serbest olduğuna Ağustos Genelgesi'ne göre neredeyse her şey suç. Ve suçun suç olduğunu saptayacak kurul da başgardiyanla cezaevi müdürü. Öyle bir durum ki, bir yanda insanlık dışı yasaklar, öte yanda bu yasağa hükmedecek akıl dışı bir kurul. başgardiyan ve cezaevi müduründen oluşur. Yani mi'.dürle başgardiyanın insafına bırakılmış bir infazla karşı karşıyayız. Öyle bir durum ki, bir yanda insanlık dışı yasaklar, öte yanda bu yasağa hükmedecek akıl dışı bir kurul. • • • • f i u kurulun verdiği cezalar yalnızca disiplin cezası mı oluyor? Yoksa başka etkiieri de var mı cezalann? Tabii bu disiplin cezaları ister istemez beraberlerinde, şartlı salıverilme hakkından yoksun olma sonucunu da getirir. Yani uygulamada kullanılan dille infazın yanması sonucunu da doğurur. Tabii işte bu da büyük bir öfke yaratır ve buyük mutsuzlukların nedeni olur. Oysa 1935 Berlin Kongresi'nden bu yana dunyada butün insanlık infazın yargıya emanet edilmesinden yanadır. 1935 1 ••••/V/k/ ıstekleri neydi? Onlar diyorlardı ki, biz ne istiyoruz? Istiyoruz ki radyo dinleyebilelim. Neden biz de haftada 23 mektup yazamayalım? Neden şuraya PTT bir jetonlu telefon koymasın? Bizim yakınlanmızla telefon bağlantısı kurma olanağımız neden yaratılmasın? Hikâye yazacaksak neden yazmayalım? Bir ısıtıcı istiyoruz. lsıtıcı tüp değildir, herhangi bir ısıtıcı olsun yeter. Kimilerimizin midesinde hastalık var, gece yansı süt ısıtmak bize neden çok görülsün? Hepsi hepsi bunlan istiyoruz. Bizim ana babamız altı ayda bir gelirler, bir tencere yemek getirdiklerinde neden içeri alınmasın? İşte bunlan gordüm Aydın'da. Bu kadarcık istekler için yaşanan o dramı hiç anlayamadım. Bu kadarcık isteklerle greve katılmış insanlann Aydıp Cezaevi'ne gittikleri zaman karşı karşıya kaldıkları muameleyi hiç anlayamadım. Doğrusu sayın bakana yanlış bilgi verenleT var diye düşünüyorum. O zaman da üzülüyorum. Ya bu açıklamalarda bir hesap var diye düşünüyorum. Ama sonunda Avdın grevinin, resmi açıklamalarda belirtildiği gibi siyasal bir mücadelenin amaçlandığı, fedailerin seçildiği savlarının doğru olmadığı ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle