18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 10 ARALIK 1989 Türk aydını, Türkiye'de sürgün Yazar Demir Özlü tam lÖyıldıryurtdışındaydı. Özlü, 1986 yılında bir bakanlar kurulu kararnamesiyle yurttaşlık hakkmı yitirmişti. Özlü, 12 aralık salı günü yurda dönüyor. "Stockholm Öyküleri" adlı yapıtıyla geçen yıl Sait Faik Hikâye Armağanı'na değer görülen Özlü, yurtdışında kaldığı . şüre içinde en çok İstanbullu olduğunu anladığını söylüyor. Özlü, şu sıralar yeni bir romanın çalışmaları içinde. Yazarın yeni yapıtı, Stockholm'deki sürgün yıllarından yola çıkan ve Odisseus'un yolculuğuna göndermeler yapan bir roman olacak. Özlü, Stockholm muhabirimiz Yavuz Baydar'a, yurtdışındaki sürgün yıllarını, İstanbul kentiyle ilgili duygu ve düşüncelerini, Avrupa'daki yeni gelişmelere ilişkin görüşlerini anlattı. Salı günü, 10 yü önce terk ettiği ülkesine geri dönecek olan Demir Özlü PAZAR KONUĞU SÖYLEŞİ YAVUZ BAYDAR \Saym özlü, 12 aralık salı günü Türkiye'ye dönmüş olacaksınız. Neden daha önceya da sonra değil de 12 aralıkta donüyorsunuz? Babamın ölümünün 5. yıldönümil olan 5 Mayıs 1988'de dönmek için bir dilekçe vermiştim. Fakat buna hiçbir hükümet makamından cevap gelmedi. Döniiş bu yüzden sonraya kalmıştı. Aslında eylül ayı başlarında dönmek istemiştim, ancak kanm işinden izin alamıyordu. Böylece 12 arabk gününe kaldı. Kalmak üzere 11 Aralık 1979'da Isveç'e gelmiştim. Yani tam 10 yü bir gün sonra kentim Istanbul'a döneceğim. WEEKM Başka bir deyişle, bu ilginç tarihi seçmenizin ardında sadece teknik bazı nedenler var. Başka bir nedeni yok, çünkü hakkımda askeri savcılığın sarunm 1981'de giriştiği ve 1983'te ortaya çıkan kovuşturma, dava açılma safhasına bile girmemişti. Fakat askeri mahkemelerin fazla uyguladıkları bir yöntemle, savcılık, gıyabımda bir tutuklama karan almıştı. Ancak bana resmi yoldan hiçbir duyuru yapılmamıştı, o zamanki askeri makamlar tarafından. 1985'te, yurda dön, çağrısı ile duyurdular bunu. 1986 sonbahannda da bir bakanlar kurulu kararnamesi ile yurttaşlık hakkımı kaybettirdiler. Daha sonra hakkımdaki gıyabi tevkif karan, avukatım Turgut Kazaı£ ın girişimleri ile İstanbul asliye ceza ve ağır ceza mahkemelerince kaldınlmıştı. O zaman dönebilirdim Türkiye'ye. Fakat 1983'te duyuru yapılsaydı da dönmezdim. Çünkü askeri yönetimin olduğu, işkencelerin fazlasıyla duyulduğu bir dönemdi. însana hemen hemen hiç» değer vermeyen bir ortam... Öte yandan 12 Eylül'den sonra Türkiye'ye dönmek istemememde daha birçok duygusal ve düşünsel nedenler vardı. Örneğin idam cezalarının uygulandığı bir ülkede yaşamak istemiyordum, işkence yaptığı duyulan bir askeri rejim altında da yaşamak istemiyordum. 85'teki çağrıdan sonra dönmek de bir onur sonınu oluyor. Çünkü siz burada yasamayı seçmişken, ülkenin içine sürüklendiği duruma karşı bir kırgınlık ve küskünlük duyarken, Türk insanının böyle bir duruma layık olmadığıru düşünürken böyle bir çağrı almak, insanın onunına dokunuyor. Başka ülkelerin insanları düşünce ve söz özgürlüklerini diledikleri gibi kullanıyorlar, fakat siz Türk olduğunuz için bundan yoksunsunuz. Hatta yurtdışında, Türkiye'de kullandığınız ölçüde dahi kullanamıyorsunuz ve radyolar vasıtasıyla Türkiye'deki devlet mekanizmasımn işleyişini küçük düşüren bir yöntemle çağnlıyorsunuz. Bu, kişi için de onur kıncı oluyor. Asbnda yurttaşlığın kaybettirilmesi gibi bir idari muameİenin de bence hiçbir fiili ve maddi sonucu yoktu. Çünkü, anababası Türk olan ve Türkiye'de doğan bir insanın yurttaşlığı kaybettirilemez ki! Kafkaesk saçmalık içindeki bu çağnya uymayı da bu nedenle gereksiz buldum. " ^ • • İ H Tam 10 yıllık bir zaman dilimi oluyor tsveç'te geçirdiğiniz süre. Tarih içinde 10 yıllık zaman dilimlerinin önemi hemen her defasında yeniden kanıtlanıyor. Yapıtlarmızm ana mekânını oluşturan, hatta bir tür kahramanı olan kente, Istanbul'a, böyle bir zaman diliminden sonra dönmek nasıl duygular yarattı sizde? Duygularımzda beklentiler mi, kaygılar mt, yoksa başka öğeler mi egemen? Yurtdışında kaldığım süre içinde en çok İstanbullu olduğumu anladım. Bu bilinç bende daha da arttı, yoğunlaştı. Kendinde Bizans'tan az da olsa bazı unsurlar taşımak, Cenevizlilerin kurduğu Galata ile ilintisi olmak... Ondan sonraki yüzyıllann Istanbul'undan bazı kalıtımsal, kültürel motifler, renkler taşımak... Sonra Istanbul'un Tanzimat, 1. ve 2. Meşrutiyet dönemlerindeki özgürleşme çabalanndan ve bütün bu siyasi hayatın ötesinde büyük önem taşıyan kozmopolit Istanbulun kültürel unsurlarını devralmış olmak... beni köklü bir İstanbul bilincine götürdü. Fakat doğrusu Istanbul'a şimdi hiçbir önemli beklenti taşımadan gidiyorum. Çünkü şöyle bir psikolojik sürece girmiştim: 10 yıl insan hayatı için çok önemli bir zaman parçası. Hayata bunlardan altı, yedi, çok çok sekiz tanesi sığıyor. Geriye dönüp baktığı zaman kişi, bu on yılın sürgünlükteki acılan içine sürüklenebilir. Ben buna girer gibi oldum, fakat aşabildim. Çünkü böyle bir bakış açısı haksız olurdu. Bu on yıl içinde yer yer zor ve acılı dönemler olduğu gibi, çok iyi dönemler de oldu. Kötümser bir bakış açısı haksızlık olacaktı bu on yıla. Bu eğilimi bir yana bıraktım ve belki bu yüzden Istanbul'a dönerken "Türkiyçi de şunlan özledim, beni şunlar ügüendiriyor, onlara nihayet kavuşuyonım" gibi bir acelecilik de yok içimde. Tam tersine, çok tarafstz olarak kendimi denemek istiyorum. 44 yaşında terk ettiğim kendi kentim Istanbul'u nasıl bulacağrm? Projektörü kendi üzerimde tutarak yeniden tanımaya çalışacağım Istanbul'u. Kentin benim için en gizemli yerlerine gideceğim. Önyargıları tümüyle bir kenara bırakarak tstanbul'u değerlendireceğim. ^ ^ ^ • • f i u arada, kenti kişilikli kılan bazı unsurların artık var olmadığını bir şok olarak yaşama olasılığı da var galiba. Sanıyorum. Kavafis'in ünlü şiirinde söylediği gibi. "Kendi kentini biraz barap göriirsen de şaşırma" diyordu Kavafis. Buna hazırlıklıyım, fakat bazı şeylerin kaybolduğunu gördüğüm zaman üzüntü duyacağım da muhakkak. Bunların, üzerimdeki etkisini edebi yaratıya dönüştürmek istiyorum. • • 1 H Bütün bu on yıllık süre içinde, sürgündeki hemen heryazan derin derin düşündüren özlem olgusu üzerinde siz de düşünmüş olmalısımz. Bu düşünce süreci içinde özleme bakışınızda önemli bir değişiklik oldu mu? Dilerseniz özlemin kisa bir anatomisini çıkaralım. 10 yıl sonra dönerken mümkün olduğunca gerçeğe uygun konuşabilmek gerekli. özlemi ben de bu dönemde tanıdım. Çünkü Paris'te kalışım sırasında yasadığım özlem, uzun süreli değildi. Kronikleşen ve çok ağırlaşan duygular değildi. Son on yıl içinde özlemin sayısız cephesini tanıdığımı söylersem abartmış olmam. Bazen yurda dönmenin hiç mümkün olamayacağını düşündüğüm zamanlar vardı ve en korkunç zamanlar bunlardı. 39 yıl sürgunde yaşamış olan Ispanyol ozanı Rafael Alberti, "Dönüşün imkânsız olduğunu anladığmız zaman asıl sürgün başlar" diyordu. Ben buraya sürgün olarak gelmemiştim, Stockholm'deki varoluş, Türkiye'deki siyasi çalkantılar yüzünden sürgünlüğe de dönüştü sonradan. Benim gelişim toplumsal motifleri de taşıyan, fakat bireysel olan bir yolculuktu. Sürgüniük, ülkeniz hükümeti ya da bazı siyasi çevreler size cephe aldığı zaman başhyor yurtdışında. Kimi zaman ülkeye hiçbir zaman dönemeyeceğimi duyumsadığım oldu, fakat bu duygulara sık sürüklenmedim. Genel olarak özleme karşı bazı direnişlerim de var. Bu geçen on yıl içinde sandığım kadar zayıf bir insan olmadığımı da anladım. Bazı düşünce ve ilkelere, tavırlara inandığım için özlemi büyüterek kendi bireysel yapunı bazı şeylerin peşinde sürüklenen bir hale getirmiyorum. Fakat öyle sanıyorum ki ozlemin şu boyutu çok önemli: Çocukluğumuz ve o dönemde size yakın olan öğeler, motifler, kişinin peşini hiçbir zaman bırakmıyor. ISürgünlük, dar siyasi boyutlarının da ölesinde, varoluşsal bir tavır. Bunu bilinçli olarak sürdürmeyi seçenler de oldu ve oluyor. Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Adonis, Beckett, Boratav, Gazi Yaşargil ve diğerleri... Evet, onlann tutumunu da takdir ediyorum. Topluma karşı birtakım eleştirel duşüncelere vardıktan sonra oraya dönmemek, bunu seçmek, beğendiğim bir tutum. En tipik örneği Muzaffer Şerif tir elbette... Fakat dönmek ve sorunlan büyüt Öncelfkle dünyada olup bitenler hakkında çok şey oğrendim tsveç'te. Hem Üçüncü Dünya'dan, hem sosyalist bloktan hem de Batı'dan büyuk enformasyon var burada. Türkiye'de olmayan bir biçimde... Sonra oluşturulan tezler, antitezler, çeşitli görüşler. Bu, dünyaya bakışta büyuk bir zenginlik veriyor ve rahatlatıyor insanı. Hiçbir zaman insan çok doğru düşündüğünu iddia edemez, bu belki mümkün de değildir. Fakat hiç olmazsa bu çeşitlilik içinde kişi doğruya yakın duşüncelere uzanabiliyor. Türkiye'de enformasyon yoktu. Bunun yanında, çeşitli ülkelerden yazarlarla karşılaşarak edebiyata bakışunda büyük rahatlamalar oldu. Çünkü o yazarların tekniklerini de araştınyorsunuz, küçük ölçüde de olsa. Kendi edebiyatınızı da karşılaştırmak olanağım buluyorsunuz. Bu her zaman öğretici bir şey oluyor. Böylece, bizlerin 1950'lerde başlattığunız edebiyatın hiç de boş bir şey olmadığını ve dünyadaki modernizmlerle çok iyi bir şekilde çakıştığını geniş çerçevesiyle öğrenmiş oldum. Bu da güven veriyor tabii insana. Modernizm, Türkiye'de devam etmelidir ve her gelen kuşak buna başka açılardan bir şeyler eklemelidir diye düşünüyorum. Dışarıdaki modernizmi çok iyi izleyerek. Bir de burada yazmayı "derinleştirmeyi" öğrendim diyeceğim. Ozellikle Almanya'da kaldığım sürelerde. Ortaya çıkardıkları yapıtın değeri ve tarzı ne olursa olsun, Alman yazarlannın üzerinde çok çalıştıklarını görmek benim için çok yararü oldu. Bizdeki acelecilik ve "hemen işi bitirme" eğilimi yok onlarda. Onun için son romanımı bitirmek için hiç acele etmiyorum. ^ggl^Teması yine Stockholm mü olacak bu romanın? Evet. Stockholm'deki sürgüniük yıllanndan yola çıkan ve Odisseus'un yolculuğuna göndermeler yapan bir 'yeni roman' olacak. ^^^KMSayın Özlü, dilerseniz İstanbul ve Stockholm'ün dünyastndan daha geniş bir düzlemeyönelelim. On yıllık zaman diliminin ozellikle ikinciyansu sosyalist ve kapitalist nüfuz bölgeleri arasında derin değişıkliklere de sahne oldu. Sıntrlar çözülüyor gibi... ve "tek dünya" düşüncesi giderek ağırlık kazantyor. Üstelik bütün bunlar Fransız Devrimi'nin 200. yıldönümünde oluyor, tuhaf bir rastlantı sonucu... Doğrusu giderek yoğunlaşan bir biçimde çok önemli şeyler yaşanıyor. Bir kere, AT'nin "tek pazar" projesi gerçekleşme yo'unda. Sadece, askeri düşmanlığa da dönüşen IngilizFransız düşmanlığının ortadan kalkışı değil bu; Avrupa ülkeleri ilk defa ulusalcılığı da aşıyorlar. Hem ekonomik alanda hem de kültürel aianda. 1992'den sonra AT'nin çok verimli bir şekilde gelişeceğini ve dünyanın en gelişmiş bölgesi olan Avrupa'ya çok büyük bir zenginlik getireceğini düşünüyorum. Avrupa ulkelerinin her alanda çok üretimli bir bütünleşmeye yönelmesi bence son derece lAvrupalı aydınlar arasında, son yıllarda, çağımızın temel çelişkisinin sermayeemek çelişkisi olmadığı, demokrasi ile diktatörlük, kimilerine göre ise insan hakları ile totalitarizm arasındaki çelişki olduğu düşüncesi ağırlık kazandı. Siz katılıyor musunuz bu duşüncelere? Katıhyorum, çünkü, çok açık bir şekilde belli ki burjuva demokrasisi ve sosyalist demokrasi diye iki demokrasi modelini birbirinden çok ayırdılar. Kapitalist ülkeler, geçen yüzyıldan bu yana sosyalizmden çok şeyler öğrendi; öte yandan kapitalist ülkelerde verilen toplumsal mücadeleler, kapitalizme temel hak ve özgürlükler açısından çok şeyler kazandırdı. Bunlar uzun süre çok gözardı edildi. Sosyalist demokrasi ise 1930'lara giden dönemden başlayarak sadece bir işçi sınıfı diktatörlüğüne dönüştürüldü. ^ H H H l â f l ^ gelişmekte olan ülkeler, uygarlık hedefıne doğru ilerlerken, öncelikle Fransız Devrimi'nden kaynaklanan temel liberal değerleri mi oluşturmak zorunda? Zor, çözüm olarak tarihe mi karışıyor? Aslında Fransız Devrimi'nin getirdiği yeni düşünceler, Fransa'da hemen eleştirilmeye başlanmıştı. Bu ilkelerin sosyal bir özle doldurulması da gerçekten zorunludur. Fakat bütünüyle sosyal bir özle doldurmuş olmasa bile, Batı Avnıpa ülkeleri, bu yolda belli bir mesafe aldı. Fransız Devrimi, bugün daha enternasyonalist bir ihtilal olarak görülüyor. Bu şundan da belli: 1917'den sonra Sovyetler'de ilan edilen birçok emekçi hakkı bildirisi var, bu bildiriler dünya ölçüsünde fazla anılmıyor ve genelgeçerlik de kazanmış değil. Manc'ın düşünceleri sadece bir ekonomizme ve üretim araçlanmn devlet mülkiyetine geçmesine bağlanamazdı. Bütün sosyalist kuramiarın içinde olan ve Marx'ın gençlik yazılannda da görülen liberal demokrat yan, aydınlanma düşüncesinden gelen yan, gözardı edilemezdi. Fakat gözardı edildi. ^^^^•/Ivrupa, köklü bir tarih dönüşümü yaşıyor. Coğrafya da zorlanıyor. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, vahşi antikomünizmi ile Batı'mn gözüne batmakta olan Türkiye'nin, bu tarih ve coğrafya içindeki yeri ne olacak sizce? Biz genç yaştan beri Stalinizme karşı eleştirel olduğumuz halde, bunu 1960'tan önce yazdık, sonra da yazmadık. Niçin? Çünkü ülkede o kadar büyük bir antikomünizm vardı ki, bunun Stalinizmden bir farkı yoktu zaten. Her çeşit fikri bastıran bir antikomünizm... Burada liberal ve demokratik bir tavır almak çok zordu. Daha çok susma tercih ediliyordu... Sanıyorum, Türkiye'nin bugün en büyuk sonınu kendi gelişme yöntemini ve modelini saptamamasıdır. "Türkiye, Batı ile Doğu'nun neresindedir?" sorusunun yanıtı saptanmış değildir diye düşünüyorum. Çeşitli siyasi gruplar var, bunlar en çağdaş gelişme ve değer ölçülerini anlayabilmekten uzak uldukları gibi Türkiye'nin modeli ko 9 Eylül I935'te îstanbul'da doğan Demir özlü, ortaöğrenimini 1953"te Kabataş Lisesi'nde tamamladıktan sonra 1959'da îstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir süre Fransa'da kala'n özlü, dönüşünde hukuk fakültesinde bir yıl kadar asistanlık görevi üstlendi, daha sonra avukatlık yaptı. 195355 yıllarmda Türk Dili Dergisi'nde çıkan şiirleriyle edebiyat dünyasına giren özlü, asıl 1955'ten sonra yaytmladığı öyküleriyle tanındı. llk kıtabı "Bunaliı"da (1958) varoluşçu felsefenin ilkelerini benimsedi. Kendi deyişiyle "gerçekçiliği, fotoğraf gerçekçiliğinden kurtararak" ele aldığı kişileri çözümleme savıyla çevre, toplum, doğa bağlarından soyutlayarak işledi. Demir özlü, "Mavi", "Pazar Postası", "Yeni Ufuklar" ve "Türk Dili" dergilerinde çıkan bu tür orneklerin ardından topluma, çevre koşullanna daha çok açılan yapıtlara yöneldi. 1963'te "Soluma" adlı öykü kitabıyla Türk Dil Kurumu Öykü Odülü'nü alan özlü, geçen yıl da "Stockholm öyküleri" adlı yapıtıyla Sait Faik Hikâye Armağanı'm kazandı. Bünyada olup bitenler hakkında İsveç'teçok şey oğrendim. Hem Üçüncü Dünya'dan, hem sosyalist bloktan hemdeBatıdan büyük enformasyon var burada. Türkiye'de olmayan biçimde. Bu, dünyaya bakışta büyük bir zenginlik veriyor, rahatlatıyor insanı. nusunda bir düşünceye de sahip değillerdir kanısındayım. Anarşik divebileceğim bir siyasi yaşam var Türkiye'de. Ne iktidar ne de muhalefet kendisine bir kimlik, bir model seçmiş değil. Bizim burjuvazimizin en dinamik, en ilerici kesimlerinin örneğin sanayicilerin açıklamalanna bakıyorum da, onlann Türk toplumunu hangi modele göre oluşturmak istedikleri konusunda da bir görüş açısına rastlamıyorum. Ne Türkiye üzerine, ne de dünya üzerine bütünsel bir bakışlan yok. Mücadelesini verdikleri bir şey yok. Kapitalizmin kurulması çağjndaki devrimci burjuvazinin taşıdığı hayal gücünü ve idealizmi hiç bulamıyorum onlarda. Bu yüzden siyasi liberalizm de onlan pek az ilgilendiriyor. Sadece, maddi ve kısa vadeli çıkarların ardından koşan bir sıruf izlenimi veriyorlar. Doğu ile Batı arasındaki konunun saptanmamış olması da böyle bir çalkantıya yol açıyor. Kimi hükümetler, sözgelimi Arap ülkelerine yakın pohtikalar, kimileri de sosyal demokrat hükümetlere yakın politikalar gütmek istiyor. Modeldeki bu belirsizlik, hem kaotik bir ortam hem de kimliksizlik yaraüyor. Ozellikle bizim gibi kültür değiştiren toplumlann, seçimini artık tam yapması gerekiyor bence. W^^KMBazı Batılı politikacılar, Türkiye'nin ikinci bir Atatürk devrimine gereksinimi olduğundan söz etmekte... Ben kendi fikrimi söylemek zorunda kalırsam, Türkiye, Batı modelini seçmek zorundadır. Bu kimliğini yitirmesine neden olmaz. Bunu net bir şekilde görrnek lazım. AT ile kurulan ilişkiler, Türkiye'nin tarihinde yakaladığı en büyük şanstır diye düşünüyorum. Ne İstanbul'un fethi, ne Viyana kuşatması ne de Tanzimat ilanı sırasında Türkiye'nin bu kadar büyük bir şansı olmuştu. Bu şansı iyi değerlendirirken, en sağlıklı çözüm demokrasi yolunda kalıcı uygulamalara geçebilmektir. Dankert'in de aralarında yer aldığı iyiniyetli pek çok Batılı politikacı, bu anayasa ve ceza yasası ile AT'ye giremeyeceğimizi söylüyor. Türkiye bu sorunlan göremiyor, ulkeyi belli bir modele doğru geliştirme bilincinden uzak olduğu için... Öyle anlaşıhyor ki Türkiye"yi AT kapısında 1990'lann sonuna kadar oyalayacaklar. Sonra da hükümetin performansma göre karar verecekler. ^••^•PeA:/, Türkiye'deki yönetici kadro, 1980'ler boyunca gösterdiğiperformansm çerçevesini genişletmezse, Türkiye Avrupa ile bütünleşemeyecek mi? . Zannetmiyorum. Şimdi yönetici kadro AT'nin üye ülkelere neler getirebileceğini kanımca tam olarak değerlendiremiyor. Dar bir cerçeveden bakıyor, sözgelimi işsizliği azaltabilmek ve ticareti geliştirmek gibi amaçlarla AT'ye yaklaşıyor diye düşünüyorum. Sorunun öteki yanlannı, köklü yanlannı görmüyor. Ticaret, elbette ki çok önemli, ticaret olmadan sivil toplum ohnuyor. Sorunun temel hak ve özgürlükler, anayasaya, ceza kanunu ve insan hakları gibi sivil toplumun ana öğeleri ile güçlu bağlantıları olduğunun tam olarak bilincinde değiller. Bilincine varmalan için de Türkiye'de çok açık bir tartışma ortamı doğması gerekir. Kavafis'in'kendi kentini biraz harap göriirsen de şaşırma'dizesini hatıriatan Özlii.bu duruma İstanbul için hazırlıklı olduğunu ama yine de üziileceğini söylüyor. meden, eleştirdiğiniz şeyleri yakından görmek de seçilecek bir davranış olabüir. tkisi arasındaki alan aslında sanıldığından da dardır diyeceğim. Bir de şu var: Bizim durumumuzdaki, yani Türkiye'de yetişmiş, aydın olmak ve entelijansiya içinde yer almak istemiş, barışçı ve en ileri Avrupa ulkelerinin düzeyine ulaşmış bir Türkiye arzulamış, hiç olmazsa bazı dallarda bunun hayalini kurmuş, sozgelimı Türk edebiyatı, Fransız edebiyatı kadar zengin olsun diye düşünmüş... Bütün bu insanlar içinde Türkiye'de yaşarken de, hatta çok genç yaşlarda belli bir sürgüniük duygusu vardı. Türkiye'de çok büyük bir kültürel çatışma vardır, \Birparça da bu on yıllık süre içinde sizae oluşan Stockholm'den söz edelim dilerseniz. Ne gibi Stockholm imgeleriyle donüyorsunuz İstanbul'a? Bunu uzaklaştıktan sonra anlayacağım. llk geldiğimde karanhk ve hiç ahşamadığım bir Stockholm söz konusuydu. Dili biraz anlamaya ve kenti tanımaya başladıktan sonra rahatladım. Derin ilişkilere girmeden, daha çok kendi başıma çalışma olanakları yaratarak yasamayı seçtim burada. Sonralan, kentin bana daha rahat ve güzel göründüğü dönemler de oldu, zaten çoğunlukla böyle olmasaydı yasayamazdım. Stockholm'de ozellikle erkeklerin yaşarnına giren unsur, güzel kadın fıgürleri. Bu kadınlar, yapısal olarak çok güzeller ve tuhaf bir şekilde İcent üzerinde savrulan renklerle, güneşin renkleriyle kadmların ten rengi uyuyor birbirine. Bu, ozellikle mayıs ve haziran aylannda kent üzerinde adeta bir büyü yaratıyor. Bunu kente gelen bazı yabancı yazarlar da söylediler. ^EBHMİstanbul'la Isveçli yazarlar arasında da bir ilişki doğmuş ve sürüyor. Bunun nedeni ne olabilir acaba? Evet, Gunnar Ekelöf en önemli şiirlerini Îstanbul'da Tokatlıyan'da yazmıştı sözgelimi. Dışarıdan gelenler için büyüleyici bir kenttir İstanbul. Büyüsünü, bana kalırsa dışarıdan gelen insanlar ve İstanbul'u çok seven gerçek Istanbullular çok iyi görebilirler. Çok güzel siluetler veren bir kent... Çok iyi renkler verir, ışık çoktur orada. 1979'a yaklaşan yıllarda Bebek Oteli'nin terasında otururdum ve Boğaz'daki renk değişimlerinin akıl almayacak kadar geniş olduğunu düşünürdüm. Gemiyle Haliç"e doğru yaklaşan b"ır yabancı düşünün, günbatımına yakın bir saatte, ne kadar etkilenecektir. Tarih de var ve tarih siluetleri korunmuş ayrıca. Hiçbir zaman bakımlı bir kent olmamış, ama büyük binaları yapanlar en çok da Osmanlılar bu siluetleri korumuşlar. iStockholm'de geçen yıllarda düşunsel ve edebi çahşmalanmz hangi yöne doğru gelişti? önemli. 1992 sonrasında kültür ve sanat alanında doğabilecek mutlak profesyonelleşmenin üstesinden gelineceğine de inanıyorum. Doğu Bloku'ndaki gelişmelerin de ortasındayız. Doğrusu, Stalin döneminin Sovyetler Birliği'ne sosyalist bir ülke gözüyle bakılamazdı. 1930'lardân itibaren sosyalizm Sovyetler'de çok şey kaybetmişti. Ekonomiye uyguladıkları sert müdahale yöntemlerinin yersizliği de ortaya çıktı. Verimlüiğin iyi olduğu alanlara fazla müdahale etmemek gerektiği de anlaşıhyor. Fakat bunu bir yana bırakalım. 1930'larda Sovyetler'den büyük bir beyin göçü olmuştu. Kandinsk'den dilbilimci Yurttaşlığın kaybettirilmesi gibi bir idari muamelenin bence hiçbir fiili ve maddi sonucu yoktu. Çünkü ana babası Türk olan ve Türkiye'de doğan bir insanın yurttaşhğı kaybettirilemez ki! Kafkaesk saçmalık içindeki bu çağrıya uymayı bu nedenle gereksiz buldum. ozellikle Tanzimat'tan beri. Bir yanda Türkiye*yi Batı modeline göre oluşturmak isteyen aydınlar, ki biz onlann devamcısıyız; öbür yanda da gelenekler içinde yaşamak isteyenler. Namık Kemal döneminden beri, Batılı eğilimler taşıyan aydınlar için sürgüniük duygusu kalıcı olmuştur. Bunu 1950'den sonra edebiyat yapan kuşakta, onlann yazılarında da görüyoruz. Başta Ferit Edgü olmak üzere benim kuşağımın yazarlan, kendi öz ülkesinde surgünde olma temasını çok benimsemişti. Bu sadece öykülerde değil, makalelerde de acıkça vardır. Doğrusu şimdi İstanbul'a hiçbir önemli beklenti taşımadan gidiyorum. Tam tersine, çok tarafsız olarak kendimi denemek istiyorum. Bakalım 44 yaşında terk ettiğim kendi kentim İstanbul'u nasıl bulacağım? Projektörü kendi üzerimde tutarak İstanbul'u yeniden tanımaya çalışacağım. Jakobson'a kadar. Bilim adamlan, Yahudi kökenli aydınlar ve diğerlerinin kaybından sonra sosyalizm bir diktatörlük haline dönüşmüştü. Şimdi onun düzeltilmesi sürecini yaşıyoruz ki bu sevindirici. Bu beyin göçü ve 193638 yargılamalarıyla gerçek komünistlerin tasfiyesi üzerinde bizde yeterince durulduğunu sanmıyorum. Marksizmi özünden uzaklaştıncı, sosyalizmi diktatörlüğe dönüştüren, kemikleştiren gelişmeler bizlerin aittan alta izlediği geüşmelerdi, ama Türkiye'de yeterince incelenmedi kanımca.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle