19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURlYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ma aşılamasına yonelik bir niyeti yuceltebilir. Abidin Dino'nun sergisine gelince... Harbiye'deki Garanti Sanat Galerisi'nde düzenlenen bu serginin konusunu, yıllar önce dostumun başından geçen ameliyat olayı dolayısiyle bilirdim, ama bu sergiyi tanıtmak uzere Ada Yayınlan'nın baslırdığı o guzel kitaptaki sunu yazısı beni ta baştan duygulandırdı. Eski günlere uzandım, kimi desenler geldi gözümün onüne. Sonra Zürih hastanesinde yattığım günleri ansıdım. Ben de o zaman desenler çizmek hevesini duymuştum. Bir kaçı hâlâ durur. Anı defteri gibi. Abidin Dino, türlü sanat dallanndaki yetenekleri yanında, kendine özgü bir biçerai olan, etkin ve duyarlı bir yazar kimliği ile çok iyi tanınır, onun kaleminden çıkanı, resmini görmüş gibi ayırt ederim: Kestirme, dokunaklı ve gülümser bir söylemdir bu. "Sunu Gibi" başlığını taşıyan giriş yazısında Abidin, ba, şından geçen ameliyatı ve bu olayın esınledıği resimleri anlattıktan sonra şöyle diyor: "67'de yaptığım boyalar Paris'te Casanova Galerisi'nde sergilendi ve elden çıktı. Çizgilere gelince, onlan sergilemedim, hatta pek az dosta gösterdim. Belki 'sanatsal'dan çok, 'yaşamsal' nitelikleri olduğu için. Gerçi bu kara şakalar kimsenin yabancısı değil, hastane kapısını kim bilmez ki! Bense Montpellier ve Cannes'dan sonra kaç kez daha hastanelik oldum. Ameliyat masasına yattım, tekrar çizdim acıyı. Güzel ya da çirkin, resim veya değil, çizdiğim bu acı tutanaklarımı görün bakalım, ne diyeceksiniz? Nedenini bir türlü anlayamadığım bir çeşit mutluluk duyuyorum bu sergi yüzünden." Ve kitap bir " E l " ile başlıyor, bu resim serginin de en gözalıcı ışığını yakıyordu. Tanıdım, Abidin'in eli, sol eli... O sırada sağ el, bu sol eli çiziyordu. Bilekte iğne ve iğneyi tutan sargı. Üç parmak ileri çıkmış, baş ve işaret arasında bir tüp (olabilir). İkinci resim, aynı el ve gene iğne, elin üstüne batınlrruş olan iğne. Sonra yataklar ve hastalar, tüpler, tekerlekli arabalar, çıplak ayaklar. Sergide büyülenmiş gibi gene "el"lere yöneldim. Abidin'in "eP'lerini eskiden beri bilirim, "ayak"larını da. Büklumleri, tırnaklan, çizgileri ile. Bir şeye fazla bakmaya gelmez, aklı karışır insanın. " E l " Türkçe "eliğ"den gelmedir ve birçok deyimin kuruluşuna katılmıştır. El emeği, el elden üstündür, el yordamı, elde bir, elden ağıza yaşamak (sadece günlük yaşayışı sürdürmek), elden ayaktan düşmek, eli ayağı bağlı kalmak, eli darda olmak, eli işte gözü oynaşta olmak, eli kalem tutmak... Buracıkta ben de Abidin'e bir dileğimi ileteyim: "Ellerin dert gormesin". El deyip de geçmeyelim; el bileği kemiklerini saymaya kalksak elimize yabancı düşeriz: Yamuk, kayıksı, aysı, piramit, nohutsu, çengelli, bükücübas... Bana ne! Ben elimi kendi halinde severim. Abidin Dino'nun "el"e düşkünlüğüne dikkat edin; bizim rakamlar parmak adlanndan çıkmadır. Serçe parmaktan başlayalım: " P ı r " , ondan sonra yüzük parmağı "ekki", sonra orta parmak " u ç " , sonra işaret parmağı " d ü r t " ve baş parmak "baş". Demek "pır, ekki, uç, dürt, baş" sözcükleri oluyor size "bir, iki, üç, dört, beş". Gençliğimde yazdığım (Abidin bilir) şiirlerden biri şöyle başlar: Hayvanlar konuşmadıkları için Kim bilir ne guzel düşünürler ••Tıpkı ellerimiz gibi. Ellerin düşündüğünü ilk çakan Abidin Dino'dur; yoksa bunca el resmi çizer miydi! Yalnız " e l " mi samyorsunuz, hayır, "ayak" da " e l " gibi önemli yerini alır onun resminde. Özellikle bu sergi, "Acıyı Çizmek" sergisi "ayak"a bütün görkemini vermiş durumda. "Ayağa kalkmak" deyimi, hastanın iyi olduğunu anlatır. El, insanı insan etmişse, ayak da ozan etmiştir: Ayak, ayağ, uyak, kafıye. El ayak eskimez. Bir gün Abidin ile Paris'in eski sokaklannda dolaşıyorduk; karşımıza çok eski bir kilise çıkıverdi, büyülenmiştim. Abidin'e: Çabuk soyle, dedim, bu kilise neden bu kadar guzel? Abidin hiç duraksamadan: Yeni de ondan, dedi. 3 HAZİRAN 1988 Paris'ten Ikî Ressamımız MELİH CEVDET ANDAY Paris'te oturmakta olan iki ressamıraızın yeni Jstanbul sergileri aynı günlere düştü. Bunlardan biri Abidin Dino'nun "Acıyı Çizmek" adını taşıyan ve Harbiye'deki Garanti Sanat Galerisi'nde düzenlenen sergisi, öteki de Tera Sanat Galerisi'nde açılan Mehmet Nazım sergisi. Mehmet Nazım'ın bundan önce Ankara'da (1985) "SiyahBeyaz" adı ile bir sergisi açılmıştı, onu görememiştim. Ama bundan on yıl ön. ce Paris'te iken, bsbekliğinden bildiğim Mehmet Nazım'ın resimleri ile de tanıştım. Güney Fransa'daki Tarbes Belediyesi 1978'de bir Nazım Hikmet hafta. sı düzenJetnişti, o haftaya ben de katılnuştım. Bu mü; nasebetle orada bir Türk ressamları sergisi açılmıştı, bu sergide Mehmet Nazım'ın da bir kaç resmi var. dı. Tarbes, ünlü Fransız ozanı Lautreamont'un yurdudur. Bundan söz açarsanız Tarbes köylüleri "Bizde ozan çok" derlermiş. Ne guzel bir yolculuktu, aklımdan çıkmaz. Trenle bütün Fransa'yı boydan boya geçmiştik. lstanbul'daki sergi için bastınlan davetiyeyi görünce hemen tanıdım Mehmet Nazım'ın resmini; Tarbes'teki resimlerinden biri değildi, hayır, Mehmet Nazım'ın biçemi idi tanış olduğum. Sonra Tem Sanat Galerisi'ne gittim, uzun uzun gezdim sergiyi, hem teker teker baktım resimlere, hem de topluca inceledim onları. Hoşlanma hoşlanmama ölçutu ile yetinmiyor, Mehmet Nazım'ın ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordum. Ilgimi ilk çeken, Mehmet Nazım'ın, figürleri renkle bölmekte direnmesi oldu. Serginin sanırım en göze çarpan yanı idi bu. Insan ve eli, at, deve, kuş, organik bütünluklerini, renkli olarak verilen parçacıklardan alıyorlardı. Elbet bu yaklaşım nesneyi derinüğinden soyutluyor, yüzeyleştiriyordu. Bu yüzeyleştirici renkli parçacıklar ise figüriin bölümlenmiş olduğu izlenimini çok vurgulu olarak ortaya koyuyordu. Ama bu, Mehmet Nazım'ın fıgürü başaramadığı, ondan korktuğu anlamına gelmiyordu hiç de. Karagöz figürlerinin büyük etkisi idi burada başlıca rolü oynayan; hayal oyunu ressamın imgeleminde devinmeye başlıyordu, ama her parçacık ayrı oynamıyor, figürün tümü harekete geçiyordu sanki ve bakışımızın sınırlanmasına razı olmayan sanatçı, çubukları ile kuklayı ve minyatür saflığını da katıyordu kompozisyona. Ben bu resimlerden Mehmet Nazım'ın anatomiyi içrek olarak benimsediği kanısına vardım, bunu bana figürlerin yere sağlamca basmış oldukları görüniimü duyurdu. Mehmet Nazım'ın gelişimini merakla izleyeceğim; çünkü onun bu evrede kalmayacağını sanıyorum, bir giin anatomi patlayıp çıkacak ortaya. Anatomiyi çok aradığımdan mı böyle konuşuyorum, hayır, yüzeyde direniş renkçiliğe götünir de ondan, oysa Mehmet Nazım desenin dinamiğine daha yatkın gibi geldi bana. Bir duygu, bir seziş. Derken galeri sahibi Sayın Besi Hanımefendi, benim not aldığımı da görünce, "Bir de kasetimiz var, onu dinlemek istemez misiniz?" diye sordu. Bir de ne göreyim, elli yıllık arkadaşım Abidin Dino karşımda değil mi? Nasıl sevindim, bilemezsiniz! Mehmet Nazım'ın resmini anlatıyor, aşağı yukarı benim yukarda yazdıklanma benzer sözler söyluyor, fakat konuyu daha çok "nakış"a, "minyatiir"e bağlamak ister görünüyordu. Destekliyor muydu bu yaklaşımı? Açıkçâ değil, belki sadece olanı saptıyordu. Ama, bana kalırsa, bu noktada fazlaca dirençli görünmek, Mehmet Nazım resmini "bağlamak" dokuncasını içinde taşır, geleceği şimdiden durullaştır PENCERE SHP İçin... Bir süreden beri başta Tercüman olmak üzere sermayeden yana gazeteler, SHP'de BaykalTopuz ikilisini destekliyorlar. Son günlerde bu destek öylesine yoğun bir propagandaya dönüştü ki, insan ister istemez tedirginleşiyor ve düşünmeye başlıyor. Kendi kendime soruyorum: Niçin böyle yapıyorlar? • Yanıt arıyorum: Bu gazeteler soldan yana mı? Hayır. Sosyal demokrat mı? Hayır. SHP'nin programını beğeniyorlar mı? Hayır. Tersine sol karşı gazeteler... Peki neden? Birkaç gün önce bu gazetelerde Baykalcı SHP'lilerin listeleri yayımlandı. Sermaye, o listelerde adı geçenleri belirli bir amaç için kullanabileceğini sanıyorsa yanılıyor; ama ortada tedirgin edici bir soru da sallanıyor: Sağcı basın Baykalcıları niçin ille de SHP'de yönetime geçırmek istiyor? * Düşünüyorum: Baykalcılann karşısında bir sol kanat oluştu. Saptandığı kadarıyla sermaye basını sağ kanadı tutuyor; biz de sol kanadı mı destekleyelim? Geçmişte böyte yaptık. CHP'nin içinde hep ilerici kadroları, sol hareketleri tuttuk; kimi zaman da partiyi ağır biçimde eleştirdik ismet Paşa, en sonunda o yıllann Türkiyesi'nde bomba gibi patlayan bir açıklama yaparak yerini belli etti: Ben, dedi, kırk yıllık solcuyum. Peki şimdi ne oluyor? Aradan bunca yıl geçmişken, köprülerin altından bunca su akmışken, Türkiye'de kamuoyu solun ne demek olduğunu anlamışken geriye mi çark? Yoksa işin içinde bir başka iş mi var? Sermaye SHP'nin içinde kazan mı kaynatmak istiyor? Fokurdayan tartışmayı kasıtla mı körükluyor? Solun bir kez daha bölünmesini tezgâhlamak için mi çabalıyor? Bütünleşme sürecine girdiği gözlenen demokratik sol, bir çatlamaya daha dayanabilir mi? • Bir sosyal demokrat partide sol ve sağ kanatlar bulunabilir; istanbul'da SHP'nin Kartal'daki üye dokusuyla Fatih'teki eş değildir; parti kimi yerde daha ilerici, kimi yerde daha ılımlı bir tabana yaslanacaktır; işçi kitlelerinin yoğunlukla yaşadığı bölgelerde örgütün yapısı köktenci sendikal güçleri içerecekiir. Bu doğal... Doğal olan başka şeyler de var. Türkiye'de Aleviler öteden beri eziliyor; dinsel yasamda du> lan baskılan dile getirmek mezhepçilik değildir Doğu'da halk basn altında yaşatılıyor; insan haklannı istemek bölgecilik değildir. Bu konuda saldırısavunma dengesine dikkat etmek gerekir. Amerika'da ya da Güney Afrika'da siyahlar ne diyorlar: Eziliyoruz.. Irkçılık mı bu? Ancak solculukta, vicdan özgürlüğünde, Doğu sorununda politika yaparken parti içinde ve parti programı dışında olunamaz. Bu yollara sapmak, toyluğu ya da kışkırtıcılığı vurgular. * Parlamentodakı partiler içinde programı demokratik olan yalnız SHP'dir. SHP'nin gücü, parti iktidarına dönük koltuk kavgasında sermayenin körüklemesiyle parçalanırsa, demokrasiyi hangi kuvvet kuracak? ARADA BİR OKTAY EKİNCİ OKURLARDAJN Harika çocukluk TV 1. Kanalı'nda pazar günleri Bir Konser adıyla Prof. Hikmet Şimşek tarafından sunulan 1 program ve bu programın belirli müzik kültüru seviyesine ulaşmış mahdul izleyicisi vardır. 24 Nisan 1988 günü yayımlanan programda 3 harika çocuk tanıtudı biziere; bunlardan Cihat Afkuı 'ın yetenekleri hakkmda hiç kuşkumuz yok, ancak diğer ikisinin harikahğı hatta tdil Biret'le kıyaslanmaya kalktlrnası büyük bir gafttr. Prof. Hikmet Şimşek gibi devlet sanatçtsı unvanım kazanmış bir kıymetin harika çocukluğun bu kadar kolay olmadığını bümesi gerekirdi. Zaten çocuklann çalış hızlan ve yorumları bırakalım harikahğı normalin de altında idi. Prof. Hikmet Şimşek'in yaptığı kulak hassasiyeti imtihanı öğrendlerde bulunması gereken asgari şartttr, aksi takdirde konservatuvar eğitimi yürütülemez. Bu eğitimin ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu bilen bir kişi olarak maksadım böyle bir girişimi baltalamak değildir. Ancak birkaç defadır aynı şahıslar lanse edilmektedir; eğer Prof. Hikmet Şimşek diğer konservatuvarlarla da alâkalanırsa bu seviyenin çok üstünde birçok genç yetenekle karşılaşacağı tabüdir. Saygılanmla. GÜLNUR EKtT tSTANBUL Başkonsolosluğu 'ndan hizmet sürelerini belirten çalışma belgelerinin geçerli sayılacağı açıklanmıştır. Borçlanma teklifi Sağlık ve Sosyal tşleri Komisyonu 'nda kabul edildiğine dair 12 Haziran 1987 tarihinde basında yer almasına rağmen bugüne kadar olumlu bir netice alınmamıştır. ANAP Eskişehir Miüetvekili Mustafa Balcılar ve arkadaşları tarafından teklif edilen borçlanma ile ilgili mevzuatın Plan ve Bütçe Komisyonu 'ndan bir an evvel bizleri memnun edici şekilde geçmesi umudundayız. NİYAZİ AKKILIÇ / Istanbul Y. Mimar, Mimarlar Odası 2. Başkanı Her yıl 5 haziranda Dünya Çevre Günü'nü kutluyoruz. Doğayı, tarihsel ve kültürel değerlerimizi, denizlerimizi, göllerimizi kirietenlere, bozanlara, yok edenlere kızıyoruz. Kalan 364 günde ise yine bildiğimizi okuyoruz. Daha çok kirleterek, daha çok yok ederek... Pek çok konuda olduğu gibi "Çevre Koruması"rtda da "gelişmeler" iyiye doğru gitmesi gerekirken bu olmuyor. Sorunları "içinden çıkılamaz" duruma sokan uygulamalar alabildiğine yaygınlaşıyor. Biryandan Haliç'teki sağlıksızyapı yığınlarını "tüm yasal engelleri aşarak" yıkıp, yerlerinde "yemyeşil alanlar" düzenliyoruz. Beri yandan da, kıyılarımızdaki binlerce dönüm orman alanını turistik tesis için gözden çıkartıp, yüzterce yılda oluşmuş doğaya dozerleri sokuyoruz. Yine "tüm yasal engelleri aşarak..." 1988'in 5 haziranına ulaşılırken; Marmaris'in Pamucak'ında, Yalancıboğaz'ında, Fethiye'nin Göcek'inde, Kalemye limanında, Paçarız Burnu'nda, Bodrum'un Çiflikyalısı'nda, Anamadası'nda... ve daha pek çok ormanlık kıyılarımızda halkımız bir iki yaz öncesine dek özgürce yararlandığı denıze artık ulaşamıyor. Ya bekçiler ve köpeklere aldırmadan dikenli telleri geçip kıyıya koşacak ve kendinizi "ülkemizin mavi sulanna" attıktan sonra "dışarı atılmayı" onurunuza yedireceksıniz ya da, kişi başına günde en az altmışyetmiş dolar ödeyerek tesisin "müşterisi" olacak, böylece, "kamu yararı için turistik yatınma izin verilen" ormandan "özgürce" yararlanabileceksiniz. Çünkü, yapılanların tumü "çok yıldızlı" oteller, tatil köyleri ve "apart otel ünitesi" adı altında özel tatil konutları. Tek amaçları en kısa sürede en çok geliri elde etmek. (Bağışlayin!.. Ülkemize döviz kazandırmak...) Önlerinde, "çok değil", 44 yıl kaldı. Proje ve inşaat üç yılı götürdü. En çok iki yılda yatırım giderlerinı geri alıp kâra geçmeliler. "Kamu görevinin" böyle güç yanları da var. Kendi toplumuna, kendine ait kıyıları ve ormanları yasaklamak kolay bir ış olmasa gerek. Dünya Çevre Günü ve "Biz" Göçmen emektiük Bulgaristan ile Türkiye arasında imzatanan GöçAnlaşması'nın 12. maddesine gore Bulgaristan 'dan Türkiye'ye göç edenlerin Türkiye Cumhuriyeti'nde geçerli sayılabilmesi amacıyla Bulgaristan Içişleri Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Çevre Yasası 1983 ağustosunda yürürlüğe girdi. Amacını özetleyen 1. maddesinde; "bütün vatandaşların ortak varlığı olan çev•renin korunması, iyileştirilmesi... doğal ve tarihsel zenginliklerin tkorunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve ya>am düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması..." gibi sözHer yer alıyor. • Aradan beş tam yıl geçmedi. Uygulama öyle bir yere geldi ki Moğal çevre "bütün vatandaşların ortak varlığı" olmaktan çıktı, güçHü girişimcilere ve yabancı ortaklarına "tahsis edilir" oldu. Doğal Ve tarihsel zenginliklerin korunması bir yana, onları korumak iste^enler "korunamıyor". "Gelecek kuşakların durumu" ise yorum«uz. Ve Çevre Yasası yürüriükte. Ancak yürüyemiyor... Bir başka "yürüyemeyen" ise Turizmi Teşvik Yasası. 1982'de ResJfrıi Gazete'de yayımlandığında, "Doğal Turizm Kaynaklarının KoTunması ve Kullanılması" baslığını taşıyan 6. maddesi tüm çevrecileri sevince boğmuştu. Bugün de "yürüriükte" olan madde şöy3e: "Turizm bölgelerinde ve turizm merkezlerinde; devletın hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin kamu yararına korunmasına veya •kamu yararına kullanılmasına katkıda bulunacak yapı ve tesisler... Vapılabilir ve işletilebilir... (Aynı yerlerde) bölgenin doğal ve kültüT6İ özelliklerini bozmamak... kaydıyla kamuya yararlı diğer yapı ve •tesisler yapılabilir ve işletilebilir..." '. Bu yasa da altı yıldır "uygulanıyor." Turistik tesis için yerli ve yaî>ancı firmalara kiraya verilen "devletin hüküm ve tasarrufu •altındaki" binlerce dönüm arazi ve orman alanlarının hangisinde hu ilkeler yaşama geçmiştir? Doğal çevreyi koruyan ve dahası, kaJnu yararına kullanılmasına katkıda bulunan bir tek ömek tesis gösJerilebilir mi? * "Müracaat" başlığı altındaki 33. maddeye göre; "Turizm alan ye merkezleri dışında kalan devlet ormanlarında en az 100 yataklı lurizm tesisi kurmak isteyenlerin" başvurmaları öngörülüyor. Bu•rada iki yeni "karar" ortaya çıkıyor. I Birincisi, ülke çapında turizme yönelik fiziksel planlamayı "100 yatak isteği" uğruna çiğneyen karardır. Turizmi Teşvik Yasası'nın •A. maddesine göre, "ülkenın doğal, tarihi, arkeolojik ve sosyoScültürel turizm değerleri dikkate alınarak turizm alan ve merkezJerinin saptanması" gerekiyor. Nitekim, 1/25000 ölcekli Çevre Dü^eni Planları'nda da bu ilkeler ışığında turizm bölgeleri belirleniVor. Başka deyişle. "turizm açısından önemi daha ağır basan" yerjerde yatırımlann yoğuniaşması, böylece gelişigüzel bir yayılmay1a, her akla gelen yerde turizmin doğal zenginliklere yeğlenmeVnesi amaçlanıyor. Yönetmelikte ise ormanlık bir kıyıda doğanın lyok edilmesi için "100 yatak" yetiyor. Neden 90 ya da 50 yatak TJegil? Amacın "niteliği", bu tür bilimdışı ve göreceli kuralların ya•salarımıza kadar girmesine yol açıyor. Ve buradan da ikinci ;"kararın" ipuçları yakalanıyor. Turizm alan ve merkezleri dışında kalan ormanlanmız da turizrne açılacaksa, "100 yataklı tesis" gibi gerek kütlesi, gerekse yoğunluğu açısından çok sayıda ağacın zorunlu olarak kesilmesini gerektirecek yatırım türteri yerıne, ağaçların arasına gizlenmiş kamping düzenlemelerine, pansiyon türü küçük konaklama ünitelerine ya da lokanta, kır kahvesi vb. gibi günübirlik gereksinimleri karşılayan, böylece halka doğrudan açık olan, doğayı koruyan ve çevreyle bütünleşen, yerliyabancı turistlerin bir arada olmalarına ve yakınlaşmalanna olanak sağlayan, kamu yararı tartışılmaz derecede güçlü türlere öncelik tanımak gerekmez mi? Ne ki "en az 100 yatak" anlayışı, bir yandan ormanı yok ederken, diğer yandan belli bir düzeyin üzerinde sermaye gücü olan çevrelere olanaklar sağlıyor. Orta gelir gruplarının (dar gelirliler bağışlasınlar) ve küçük işletmecilerin turizm sektörüne katılmaları üstelik öz kaynak yetersizliklerinden ötürü kamu arazilerini kiralamaları onlar için daha uygun iken engelleniyor. Yani kısaca, halkımız ne turist olabiliyor ne de "turizm yatırımcısı..." Böylesine "rastlantılara" ve "özel istemlere" açık bir yönetmelikle, doğal değerlerimizin "kamu yararına korunarak" turizme açılmasını savunmanın bilimsel hiçbir temeli yoktur. Dünya güzeli kıyılarımızın ve ormanlarımızın korunabilmesi için, girişimcılerin "doğayı seven insanlar" olmasına ve ilişki kurdukları bürolarda da "duyartı mimarlann" denetımmde planlar üretilmesine dua etmek, eldeki tek seçenek gibi görünüyor... BBC'nin ülkemizdeki turizm yatırımlarını konu alan ocak ayındaki bir programında şu söylendi: "Türkiye'ye turistlerden önce buldozerler giriyor!.." Karayollarımızın kenarlanna dikilen Orman Genel Müdürlüğü' nün panolarında ise şöyle yazıyor: "Ormansız bir ülke vatan değildir." Dövız uğruna ormansızlaşan koylarımız yoksa artık vatan değil mi? Dünya Çevre Günlerini, "misakı milli hudutlarımız" içinde kutlamak dileğiyle... BROŞÜR ISTEYIN Kurslarcmız Brıtısh Councıl tafilından onanmıştrr İNGİÜZ USAN OKULLARI DANIŞMAMERKEZİ CumhurıyetCad 173.1B Etmadağ 80230 Istanbul Hılton Otelı Karşısı tursem Tel (1)148 39 77148 79 431329684 Tl> 27498 TUSMTR Fax: (1)132 97 29 ArelsFrtco uyesıOır BTA HM AJANS Reklam, oyun, skeç, parodi Yazabilecek yetenekli, deneyimli Metin Yazarları aranmaktadır. istektilerin 151 68 69'dan randevu alarak, Beyoğlu Mis sok. 11 /9'a şahsen müracaatları rica olunur. DIRECT MAILING Profesyonel anlamda hizmetinizde ADRESBANK 570 11 89 542 50 09
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle