18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 ARALIK 1988 KÜLTÜRYAŞAM CUMHURİYET/5 ISMAİL GÜLGEÇ SİNEMA ATILLA DORSAY HAYVANLAR Hector Babenco'nun "Örümcek Kadının Öpücüğü " 4 yıl sonra sinemalanmızda Örümeeh Kadtntn Öpücüğü (Kiss of the Spider's Woman) / Yönetmen: Hector Babenco / Oyuncular: William Hurt, Raul Julia, Sonia Braga, Jose Lewgoy, Milton Gonçalves, Carlos Strazzer, Miriam Pires / Bir Amerikan Brezilya ortak yapımı / 2 saat (Diinya, Moda) Sorulması zor sorular T"" ™ " Brezilyalı yönetmen Hector Babenco'nun Manuel PuigMn bizde de yayımlanmış olan "Örümcek Kadının Öpücüğü" adlı romanından yaptığı uyarlama, ilk başta kestirilen kimi aksaklıkları (tek bir mekânda geçmenin getirdiği kaçınılmaz tekdüzelik, iki baş kişisinin bir politik eylemci ve bir eşcinsel kişiliklerinin getirdiği, kolay ve ucuz çelişkilere gebe temel farklılık, vb.) aşarak alabildiğine önemli, çağdaş ve evrensel şeylere ulaşmayı başaran bir fîlm oluyor. Bu nedenle, 4 yıl gecikmeyle de olsa, bu fîlmin gösterilmesi sinemaseverleriraiz için kaçırılmayacak bir fırsat. Evet, Brezilya'mn çalkantılı yakın tarihi içinde tutuklamalann, işkencelerin gırla gittiği bir do denin nostaljısine sığınan, toplum ve siyaset uzerinde hiç kafa yormamış, ama bir yanıyla da ayaklan daha sağlam yere basan, daha hayatın içinden biri... Hücrede Valentin'e kimi acılannı, hastalığını, iç sıkıntısım unutturmak amacıyla surekli eski film anılarını anlatan, ona gerçek bir dost, bir "insan" gibi davranmasını bilen Molina, genç eylemcinin "kato" yanlannı törpüleyerek belki onu daha "insanlaştınrken", kendisi de başka türlü bir dönüşüm yaşayacak ve hayatı pahasına da olsa, bir amaç, bir "dava" için savaşmanın güzelliğini öğrenecektir. Bu öğrenmeyi, bu "ders"i, ne denli boş geçtiğini kavradığı hayatına anlamlı bir "son" yaratma girişimine döııdurmeyi de kabullenerek. KİM KİME DUM DUMA 6h'ct"cocük hikayeıirı ' 'ym. fcıkai yayın'a'a' mtyordiM"~"^ BEHIÇ AK .„.„..., „.. .,, ,. hurçyırr)*. Fakat, Ocf yok tabn g,, dasto anhşıp,once B>r ıkı J # * sonra. ip ıst böijo/du*p faAhd* £$A, hr oraba HepSı <fe dışarıa/dk Her hpfh dan 4eMuorfat»ilatntfaye laşmmaya "(j/cmdeâm. 6v aşladım Bv t>raiq parc"alcırı Me botin fa ht Eşdnsel rotöyle Oscaf almışt Wılliam Hurt. Hector Babenco'nun "Orunv cek Kadının Opucuğu' adlı filmındeki eşcinsel rolüyte yılın En lyi Erkek Oyuncu Oscarı'nadeğer görulmuştu. nem. Siyasal eylemci, "devrimci" yüklendiği toplumsaJ sorumluluk Valentin'le, bu tıir konularla hiç nedeniyle her şeye daha "makro" ilişkisi olmayan, yaşamı cinselli düzeyde bakan, daha akıllı ve ğin, yerleşik ahlaka karşı savaşı akılcı, ama belki de biraz gerçek mın ve kişisel bir "mutlaluk ara yaşama yabancılaşmış bir tip. yışı"nın belirlediği bir çerçeveden Molina ise tüm tipik ve evrensel gören Molina, bir tutukevi hücre "eşcinsel söylemi" içinde, sık sık sinde buluşuyorlar. Valentin, duygusalhğa, filmlere, beyazper Umut ve Zafer (Hope and Glory) / Yönetmen: John Boorman / Oyuncular: Sarah Miles, David Hayman, Derrick O'Connor, Susan Woolhdge, Sammi Davis, Ian Bannen, Annie Leon / Bir Ingilizfılmi / 110 dakika (Gazi, Lâle). Boorman'ın 'Amarcord'u "Umut ve Zafer" nostaljik biryolculuk "Umnt ve Zafer", önemli lngiliz yönetmeni John Boorman'ı "Dönüsü Olmayan Nokta", "Kurtuluş", "Zardoz", "Eıcalibur", "Zıimrüt Ormanı" gibi filmleriyle tanıyıp sevmiş olanlan şaşırtacak bir film. Glağandışının, fantezinin, hayalgucünun peşine takılıp gitmeyi seven yönetmen, esinini bu kez uzak kültürlerde, geçmişin efsanelerinde veya "tür sineması"nı yenilemede değil, kendi çocukluğunun amlarında aramış. Savaş içinde geçen çocukluk günlerinden aklında kalanları kâğıda, oradaıı da perdeye dökmuş. Ortaya çıkan, izlenimci bir anılar filmi, gecmişe doğru nostaljik bir yolculuk. Boorman1 •n "Amarcortf'u sanki. "Umut ve Zafer"in başlıca özelliği, genelde hep biiyükler tarafından görülüp anlatılan, giderek soz gelimi Clement'ın "Yasak Oyunlar" veya Tarkovski'nin "İvan'ın Çocuklugu" vb. fılmlerde bile kahramanlannın çocuk olmasına karşın, yine de "buyuk" gözüyle görulmüş olan savaşı, bu kez 7 yaşında bir çocuğun bakışıyla vermeyi bihnesinde... 3 çocuklu Rohan ailesi için savaş, babanın cepheye gidişiyle bu uzak Londra taşrasında tam bir tatile, bir oyuna dönüşüyor... Bombardımanlar sanki bir havai fişek şenliğidir, şarapnel parçalan yeni oyuncakJar, saldın alarmları ise bir saklambaç oyunu. Ablaları, bir Kanadalı pilotla savaşın romantizmini arttırdığı bir büyük aşk yaşarken, anne de komşu bir erkeğin açıklayamadığı gizli aşkımn nesnesi olacaktır... Evlerinin yanmasıyla birlikte yanına sığınılan büyükbaba ise (Ian Bannen'in çok hoş kompozisyonu), bu "tki Yıl Okul Tatili" (Jules Verae) atmosferini daha da pekiştirecek kendine ozgu bir diğer kişiliktir... Boorman'ın filmi, diğer filmlerindeki kadar görkemli, dolayısıyla etkili olmayan, çok daha yalın bir anlatımı tutturmuş. Ama bu incelikli gözlem ve deşilen anılar sineması, aslında az ustalık içermiyor. Konuya daha bir yedirilmiş, daha ince bir ustalık.. Savaşa çocuk gözüyle bu bakış, içerdiği mizah/drama karışımı ve en zor anlarda bile koruduğu iyimserliğiyle, savaş üzerine filmlere yepyeni ve değişik bir örnek kalıyor. Sinemaseverlerin görmesi gereken yılın bir diğer ilginç filmi... Oziedığimiz Sarah Miles ("İrlandalı Kız") ve tüm bu çocuk oyuncular, özellikle başarılı... "Örümcek Kadının Öpücüğü", sinemalaştırması oldukça zor bir konuyu doğrusu bir sinemasal anlatım başyapıtına donüştüremiyor. ("tçeride" hep biraz eksik kalan gerilimle. film (düş) sahnelerinin yine hep biraz yanm kalan fantezisiyle.) Ama Babenco, belki bundan da daha onemli bir şeyi başarıyor. Filminin gelişimi içine birçok önemli soruyu sıkıştmyor. Yanıtlan belkı de seyirciye bırakılan, ama bir film çerçevesi içinde sonılabilmesi bile önem taşıyan sorular. ömeğin: "eşdnsel" olmak (veya daha genel biçimde, cinsel seçimlerimiz ve deneylerimiz) "toplumsal" kaygılardan ve sorumiuluktan bireyi kurtarabilir mi? "Devrimci" olmak, yani dünyayı değiştirmek için yola çıkmış biri, ters bulduğu bir cinsel seçim karşısında geleneksel ahlaka sığınarak "lanet ibne" diyebilir mi? (Bu açıdan, Valentin'le faşist ajanın aynı deyimde buluşmaları oldukça ilginç!) Siyasal eylemler, davalar karşısında bireyin ve yaşamın önemi hiç yok mudur? Devrimcilik, ayaklan yerden kesilmiş olmayı, insandan ve toplumdan kopmuş olmayı ıru gerektirir? Eşcinsellik, yerleşik ahlak düzenine karşı bir başkaldırı olarak düzeni başka yönlerden değiştirmek isteyen siyasal söylemle (giderek eylemle) bir yerlerde buluşabilir mi? Buluşmalı mı? Görüldüğü gibi, başka duzeylerde (özellikle Batı'da) sorulmuş sorular, ele alınmış konular. Ama sinemada, bir film çerçevesinde sorulduğuna hemen hiç tanık olmadığımız... Bu sorular ve filmin yamtlamasa bile düşündürdüğü olası yanıtlan, "Örümcek Kadının Öpücüğü"ne sinemasal önemini aşan bir çağdaş sorgulama, duşünme ve araştırma çabası niteliği kazandmyor. Hele Türkiye gibi, bu tıir kavramlann (eşcinsel, devrimci) çok kolay kullanıldığı, ama uzerinde hiç duşünülmediği bir ulkede! (ferfhane a^maya kaıar Pershancyi en ioaifocei PtKNİK PtYALE MADRA MIS6I K4HE.UA1E GÜVENİM KAUAADİ. HIZLI GAZETECİAECDETŞEA ÇIKTıNIZ.. SİZİ OAUA ÖHCE P £ &UAT5IZ ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACl Özellikle bu açıdan bu filmi görün ve söz konusu sorular uzerinde düşünün derim. Bunu yapmak için de ne "eşcinsel", ne de "devrimci" olmak gerekiyor. VVilliam Hurt'un çok ölçulü, çok düşünülmüş, "Çdgınlar Kuliibü" vb. filmlerin grotesk yaklaşımıııdan çok farklı "eşcinsel" tipi de Ç i gtziyte sam* John Boorman, geneıde hep ouyuklerın gözüyle anlatılan savaş), bu kez yedi yaşında haklı olarak aldığı Oscar öduluyle bir çocuğun gözüyle veriyor. Ûç çocuklu Rohan ailesi için savaş, babanın cepheye gidişiyle, Londra taşrasında bir de desteklenerek ayn bir dikkati "tatil"e, bir "oyun'a dönüşüyor. gerektiriyor. NantesFilm Şenliği onuncu yıldönümünü kutladı AGAÇ YAŞKEN EGILIR KEMAL GÖKHAN GÜRSES Sinemamız yanşmasa da vardı Türk sineması, Nantes'ın yarışmalı bölümünde yoktu. ününü yapan ilk filmlerden biri olan çarpıcı "TörenLa CeremoAma Türkân Şoray her yerde büyük bir "star" gibi karşılandı. Metin Erksan, geçen yılki toplu gösterisi ve nıe", Brezilyalı Nelson Pereira dos Santos'un, geçmiş yüzyıllarbu yıl gösterilen "Susuz Yaz" dolayısıyla hayranlık da Güney Amerika'daki kavimler kazandı. "Selâmsız Bandosu"ndan büyük övgüyle söz tarafından "yenen" bir Fransızın edildi. öyküsünu anlatırken, uygarlık 10. yıldönümünü kutlayan Nantes Şenliği, Avrupa'daki şenlikler arasında sinemamıza en çok yakınlık gösteren ve sinemamızı tanıtmaya en çok çaba gösteren şenliklerden biri, belki de birincisi. Bu mevsimin Fransız şenlikleri gerçi Türk sinemasına özel bir yer verdi, hemen hepsinde bir Türk filmi vardı: Bastia'da "Herşeye Rağmen", Montpellier'de Ömer Kavur toplu gösterisi, Amiens'te "Bez Bebek"... Nantes 88'de ise yanşmada Türk filmi yoktu (Yanşan filmlerin genel duzeyini gördükten sonra buna üzülmeden edemedik). Ancak değişik bölümlerde 3 filmimiz vardı: Yonetmenlere Saygı'da Metin Erksan'ın "Susuz Yaz", Oyunculara Saygı'da Türkân Şoray'ın filmi olarak "Selvi Boylum, Al Yazmalım" ve Erksan'ın seçtiği film olarak da, "Selâmsız Bandosu." Nantes'tan çeşitli anılar, izlenimlerle yüklü olarak döndük. Önce bizim sanatçılanmızla ilgili olanlar: Türkân Şoray'ın her yerde bir büyük "star" davramşıyla karşılanması: Metin Erksan'ın geçen yıl yapılan toplugösterisi ve bu yıl yinelenen "Susuz Yaz"la kazandığı hayranlık (Erksan 10 yıldır şenliğin "onur başkanı" M. Barreaux'nun evine yemeğe çağrılan ilk konuk oldu; yemekte biz de bulunduğumuz için tanıklık edcbiliriz!); Meltem Savcı ile şenlik lokantasında aynı masaya duştüğümuz iki yaşlı Nanteslı hanım seyircinin "Selâmsız Bandosu"ndan buyuk bir övguyle söz etmeleri. Tüm bunlar, "Üç Kıta Şenliği "ne Türkiye'nin her zaman önem vermesinin gerekliliğini gosteriyor. Aslında, elbette tüm şenliklere de... Biz bu yıl, yarışma filmlerinden çok, 10. yıl dolayısıyla gosterileu, ün kazanmış veya geçmiş yıllarda odul almış Üçuncü Dünya Sineması klasiklerini izlemeyi yeğledik. Böylece önemli kimi fılmleri tanıdık: Hong Konglu King Hu'nun "karate filmleri" nin başyapıtı sayılan "A Touch of Zen" adlı dev filmi, Filipinli Lino Brocka'nın bu ülkenin sosyal yaşamından ve erkek egemenliğinden acılı bir kesit \eren "Bona"sı, Japon Nagisa Oshima'nın farklılıklarına alaylı bir bakış attığı "Benim Küçük Fransızım Ne Kadar da Lezzetli>di"... Ve benim için gerçek bir surpriz, yalnız Üçüncü Dünya'dan değil, hayatımda görduğum tumfilmlerinen güzellerinden biri olan Hintli Mrnal Sen'in "YıkıntılarLes Ruines" adlı filmi... lardan biri olan Faten Hamama'nın oldukça gösterişli bir başrol v n'diği "Acı Günler, Tatlı Günler", şenliğin Enformasyon bölümünde ızlediğim Hüseyin Kemai'in "Haremin Parmaklıklan" filmiyle de birleşerek, günümuz Mısır sineması üzerine hiç de olumsuz olmayan bir gömnüm çiziyordu... Tunuslu genç bir oyuncuyönetmen kadın olan Necla bin Mabruk'un 5 yıllık bir uğraşla gerçekleştirebildiği " I z " , bu ülkedeki kadınerkek ilişkilerine yaklaşan, biraz yoğun ve kapalı, ama ilginç bir filmdi.. Ülkede faşizmin güçlenmesini, genç bir askerin seruveni içinde anlatan, son derete usta işi sinemasıyla dikkati çeken Peru filmi, Fransisco Lombardi'nin yönettiği "Kurdun Ağzı"yla birlikte, yanşmanın en ilginç filmi, İranlı Behram Beyzai'nin "Belki Başka Bir Zaman" adlı yapıtıydı. Daha önce de bir kaç filminde tutturduğu Ken Russell'vari barok, lirik, coşkulu anlatımla ve dışavurumcu öğeler içeren sinemasıyla tanınan Beyzai, günümuz İran'ından kadın düzeyinde bir kesit verdiği bu şaşırtıcı filminde, kimi zaman sessiz film estetiğine yaklaşan bir melodram anlayışını oldukça kişisel bir sinemaya dönüşturebiliyordu. Ancak Nantes'taki juri, benim kişisel tercihlerime tümüyle ters kararlar verdi. İran ve Peru filmleri ödül listesine bile girmedi. Hong Kong filmi "Rouge" ve Şili filmi "tmage Latente"ın ilk 2 ödülü paylaştığı listede, Tunus filmi " İ z " , Mısır filmi "Acı Günler, Tatlı Günler" ve Kızıl Çin filmi "Aşk Acısı" mansiyonları paylaştılar. Ama ben, Nantes 88'den geriye en çok İran ve PeGünumüz İraıfıada kadın Nantes Şenliği'nin yarışmalı bölümünde en il ru filmlerinin kalacağına ve en ginç filmlerden biri de, Iranlı yönetmen Behrarn Beyzai'nin "Belki Başka Bir azından İstanbul seyircisinin bu Zaman" adlı yapıtıydı. Beyzaı, günumüz iran'ında kadın dünyasından bir ka filmleri izleme olasılığım bulacasit verdiği bu şaşırtıcı filminde kişisel bir sinemanın ömeğini sunuyordu. ğına i.ıanıyorum. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ 2 Arahk 18OA'TE 8UGÜU, NAPOLEON (NAPOLYON)80NAPAR TB,PARİS'TBKİ MOTR£ DAMB KATEDBAÜ'HDE FRAHSİ2 İMPARATVRLUĞU TACINI GİYOİ. IOJÇÛK RÛTSBLİ SlR SUBAYt£EN,SAyAÇ YETSNeĞİYLS, KISA SÜkEDE GEMERALÜGE YUKSELMİŞ OLAU NAPOLEOU, 1794'TSM SOUHA, OUNYA ÇAPINDA ÛAJ KAZANDI AVEUPA VE AFfİıKA ' PAfd 2AFERLEHİNIM ARPIMDAN, gİZ HUIOJMET DARgESİYLEQf?99^, FE4U£A'DA YÖHE TfAJİ £LE GSÇlRPİ.SUMU, MAYIS i8O4'rE IMPARATO& OLUÇU IZLEPL YAPTLAM HALK OYLAMASI M, BÜYÜK ÇDGUULUKLA DESTEKLENPİĞIŞİı GÖSTEglfJCE IMF¥\RATO£LU< TAClMI GiyPİ. BU ARADA, EŞl JOSEPHIHE 'İ DE İMPARATORtÇE ILAN ETTİ.. NAPOLYON TAÇ GIYIYOR.. Yarışma filmleri ise aynı düzeyde değildi. Sri Lanka'dan gelen ve ünlu Lester James Peries'in senaryosunu yazıp karısı Sumitra Peries'in yönettiği "Kuma Yazılan Meklup", Tayland filmi "Çiçekler ve Kelebekler", oldukça ilkei yapımlardı... Mısır filmi, Kaiiri Beşara'nın yönettiği ve şenlikte çağnb olarak bulunan ünlu yüdız 60 YIL ONCE Cumhuriyet başlaüı. Gene bir velvele yükseldi... Gene ayıptır! dediler, bu devirde böyle şey olmaz, Ktsa etek mi, uzun etek mi kadın supur eteklerle meselesi öteden beri uzun dolaşamaz! münakaşalan mucip olmuştur. Kadınlar nasıl etek Bu sefer moda denilen perdeci tekrar iplere asıldı ve kullanmalıdırlar? Kadın bacakları örten kumaşlar etekleri, topukların aşık sıyrılarak diz kapaklarımn kemiğinden ıtibaren göze boğumunda kaldı. görünmeyen bir zevk makasile kesilip ya\aş yavaş Bunu "bacaklar abidei diz kapaklanna çıkınca hüsnün sütunlarıdır" diyen umumi bir velvele koptu... muharririn sözlerini Ayıptır dediler... Ve terbiye hatırlamadan, birçok mefhumunu kumaş tacirleri alkışlayanlar bulundu... hesabına alkışladılar. Bittabi ipek çorap Bunun üzerine etekler tekrar fabrikatörteri bunlann ele perde perde inmeye ve başısı idi. topuklarda surünmeye Acaba hangisi güzeldir? 2 Arahk 1928 Uzun etek mi, kısa etek mi? Bize kalacak olursa kalırsa bu hususta hükmü bulacak olan muhitin zevkidir. Yoksa diz kapaklannı geçmeyen etekler terbiye halatı çeken bir sporcu gibi yarışamaz... Kısa etek, uzun etek istanbul Maarif emaneti muallimlerinden hanımların şapka giymelerini ve mekteblerde başı açık ders vermelerini tamim etmişti. Bu tamim muallim hanımlar Kumaş tacirleri ne yaparlarsa tarafından husnü suretle karşılanmış ve muallimler yapsınlar, gaiebe ten rengi derhai şapka giymeğe ıpek çorapları icat eden başlamışlardır. dehanındır... Çünkü... Hükmü verecek muhitin zevkidir! Demiştik. Hiç bir muhitin zevki de narin ve mezun bacakları kalın kumaşlarla örtecek kadar müteassıp ve muflıs değıldir. Ayırma kabiln etli Hassas Şapka vemuaUim hanunlar UCUZ PKILIPEtI2l
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle