Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 27 TEMMUZ 1986 BrükseVden Kovenhag'dan 'Baba, nasihatı bırak. £19851986 yılında öğrenim gören Belçikalı *I üniversite öğrencileri arasında bir anket düzenlenmiş: 'Seçim olsa kime oy atarsınız?' Genel yanıt: 'Sağ partilere.' Bana göre bu manzara oldukça hazin. Belki gerçekçi, akılcı bir kuşağın aynası bu. Ama bana göre bu oldukça hazin, çünku yine bana göre, çok gerçekçilik ve çok akılcılık gençliğe yaraşmıyor. HADİ ULUENGİN BRUKSKL Nllgiın'Un tspanya iç savaşına ilişkin o güzelim yazısını okurken, benim aklıma ne Lorca'nın şiirleri, ne Frankocuların vahşeti, ne anarşistlerın boğazladığı papazlar, ne "La Passionnara"nın Stalin'e gammazladığı ıhtilalciler ne de Plcasso1 ııun "Guernica"sı geldi. Godard'ın çok önce görülmüş ve şimdi adını unuttuğum bir fılmıni hatırladım. Ya ellili yılların sonunda, ya atmışlı yılların başında çevrilmiş olan o filmdc, üodard, genç kahramanının ağzından umutsuzluğun teorisini yapıyor ve otuzlu yılların kuşağına atıfta bulunarak "Onlann hlç olmazsa bir savaşı vardı. Bizlm bir savaşımız bile yok" diye yakınıyordu. Savaştan da lspanya iç savaşını kastediyordu. Televızyonda, Madonna'yı "Papa don't preach" klipinde dinleyip New York'lu kıza bir daha hayran olmam ise, ne tspanya ıç savaşını ne de umııtsuzluk teorilerini unutmama yetmedi. Ç'ünkü, Madonna'yı bıraz daha haşarı olması için tembihleyip, kızlarına nasihat çeken babalara hayıflandıktan sonra, Belçika ünıvcrsitclerindeki öğrencilerin siyasi tercıhlerine dair bir anketi okumaya başladım. Aslında, sondajın ncticelcrini ana hatlanyla tahmin cdcbıliyorsam da, bu kadaıını beklemiyordum 19851986 yılında öğrenim gören "Bııgıin seçim olsa kime oy atarsımz" sorusuna şu cevapları vermişler: Liberal Parti yüzde 38.6, Sosyal Hıristiyan Parti yüzde 26.4, Çevrecı Parli yüzde 8.6, Sosyalist Parli yüzde 3.6, Feminist Parti yüzde 1, Konıünist Parti yüzde sıfır, boş oy yüzde 13. Londra'dan Susan fotoğmf Yanlış anlaşılmasm, gazetelerde fotoğraf kullanımına karşı değilim. En azından şunu bilirim ki, bazı fotoğraflar vardır, anlattığım kitaplar anlatamaz. Ama gazeteleri televizyon gibi kullanmanm hikmetini de bir türlü anlayamıyorum. Gazetelerde 'resim işleri müdürlüğü'nü kurumlaştıran, 'fotoğraf olmazsa bu haber girmez' anlayışını da... RAGIP DURAN LONDRA Yüzeysellik kö0 tü ve aldatıcıdır. Hele bilgi alanında yüzeysellik, karşımıza görsellik adıyla çıkınca, cilayı parlak gösterse de kavunun içinin kelekliğini gi7İeyemez. Prens Andrcw ile Bayan Sarah Fergusson'un duğünu nedeniyle yıne önemli bir basın olayı yaşandı. Olayın benim dikkatimi çeken yönü fotoğrafçılık ya da basın fotoğrafçılığı. Başbakan Turgut Özal, şubat ayında Londra'ya geldiğinde de bizim meslektaşlarımızın en birinci kaygısı yine 1 fotoğraftı. Arkadaşlar hep "en iyi açıyı yakalamak" hatta mümkünse "kimsede olmayan fotoğrafı" çekmek amacıyla akrobatik girişimlerdc bulunmuşlardı. Kimseyi suçlamıyorum, ^arkadaşlar merkezden aldıkları ^talimatı yerine getirmeye çalışıiyorlardı. Ancak Ingiliz protoko£lü gereği bazı yerlerde sadece iki ,foto muhabirine izin verilmesi, Cdeğerli basınımızda tatsızlıklara kaşık sallamıştı. "Resim sizin gazetede yayımlanır, bizde çıkmazsa bizim genel yayın miidiirii ne biçim fırçalar beni" korkusu, aslında fotoğraf hastalıgının kökünü güzel gösteriyor. Şimdi, örneğin Özal ilk kez bir Batı Avrupa ülkesine resmi ziyaret yapıyor, yetkililerle yaptığı görüşmcler ülkemizin geleceği açısından çok önemli, kulislerde tartışılanlar da tayin edici. Ama bunlar çoğunluğu ilgilendinniyor. Resim de resim... Yanlış anlaşılmasın, gazetelerde fotoğraf ı kullanımına karşı olmak söz konusu değil. özellikle upuzun bir haberin anlatamayacağı olgular, yansıtamayacağı izlenimler bazen bir kare fotoğrafla verilebilir ya da kııllanılan fotoğraf, habere bir ek unsur ya da yeni bir boyut veriyorsa, eyvallah. Ama "ille de ve sadece resim" ilkesi bence okurun tembel yanına seslenmekten başka bir şey değil. Ostelik gazeteııin esas hammaddesi yazı. Resimse televizyonun harcı. Gazeteleri televizyon, teJevizyonları gazete gjbi kullanmanın âlemi yok. "Once resim sonra yazı" ya da "resim olmazsa bu haber girmez" ilkesini uygulayan bir yazı işleri müdUrU bence çaresizce televizyon kompleksinden kıvranmaktadır. Kanadalı ünlü iletişim bılimci Marshall Macluhan sıcak/soğuk medialar, beynin sağ/sol yarım kureleri, algılama/kavrama tanımları üzerinde yeterince durmuştur. Görsel/işitsel medialarla yazılı medialar arasında bence bir ölum kahm savaşı da yok. Daha çok "tamamlayıcılık" ilişkisi gündemde. SarahAndrew çiftinin düğunu esas olarak görsel işitsel medialar için hazırlanmış bir gösteriydi ve en çok foto muhabirleri çalıştı. Ama ozellikle yazılı basında kullanılabilen, hadi bilemcdiniz en fazla 10 kare fotoğraf, televizyonun 3 saat süren naklen yayınıyla rekabet edebilir mi? önümüzdeki yıllarda, ülkenıizde de 24 saat yayın yapan haber telcvizyonları yayına başlayınca, Babıali'nin "resim işleri müdiirleri" ne yapacak acaba? GerÇi şimdilik birçok ulkede olduğu gibi tembel media ya da {embellerin mediası televizyonun pısırıklığı sayesinde bol resimli gazeteler satış yapabiliyor. AnCak uzmanlık alanı resim olan televizyon, bırtakım sınırlaına ve önyargılardan kurtulup resimli gazeteleri, sigara kutusuna çizilfniş şemalar haline soktuğunda şayfalar nasıl ve neyle dolacak? • Görsellik güzcl ve gerekiidir de, yeterli değildir. Zaten yeterli olmadığı için, ABD gibi yüzlerce televizyon istasyonunun olduğu bir ulkede \Vashington Post'lar, New York Times'lar çıkar ve satılır. Fransa'da Le Monde, haber fotoğrafı yayımlamamasına rağnıen yine de en gözde basın organıdır. Görmek duymakla, okumak arasında fark kafalara (gözlere, kulaklara değil) dank edince, duşüncenin kutsal mecrası yazı ve onun kitlesel simgesi yazılı basın, tahttaki konumunu perçinleyecek. Televizyon, video, teletex ve benzeri aygıtlar ki onlar da üretimlerinin bir aşamasında yine yazıya gereksinim duyuyorlarolsa olsa ebedi veliaht olarak fikir bahçesine katkıda bulunabilecekler. Işte o zaman düşunmek eylemi "kafa patlatmak" deyimiyle açıklanmayacak herhalde. "Sen gozlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses ve icimde bir nefes olarak" kaiacaksın. Ama yazı yazıp okumadıkça senın bu mayî mizacın bana çok şey vermeyecek. Çünkü kafam sahraca boş kalacak. 1980 yılında yapılan sondaja oranla ü>e, bülün "sag" partılerın (araflarları arlmış. 1 ıberaller üç misline çıkmış. Hıristiyan parti yüzde 9 oy ka/anmış. Çevreciler ıse, yüzde 22 küsurdan yüzde 8,6'ya duşmü^ Anketin açıklamasını yapan profesör Rezsohazy'yc görc dc, "mevcul saga kayış", "eşilçi ve adalelçi dcgclerin ftuncelligini yilirmesinden, yeni kuşajjın, mevcul ekonomik ve siyasi sistemlcrin varoluş ncdenleri hakkında soru sormak istememesinden" kaynaklanıyormuş. Yani, seksenlı yıllanıı başından berı bütün dünyada esen "sag rüzgarlardan" Belçika Universiteleri de nasibini almış ve ortaya Ulkenin genel sıya.sı yelpazesınden bile daha muhafa/akâr bir tablo vikmış. "Sağ" partilerı "umacı" olarak gördüğUmden ve .sağ partilere oy veren insanların illa "geri kafalı" olduğu önyargısından hareket ettiğımden Tılan değil ama, bana göre, Belçıku üniversılelerınin bu man/arası oldukça hazin. Bu, hıç savaşı olmamış ve hiç savaşı olmadığı için dc hayıflanmayı düşünmemış bir kuşağın objektif siyasi görünümu. Belki gerçekçi, belki de akılcı bir kuşağın aynası. Bana göre, çok gerçekçilik ve çok akılcılık gençliğe fazla yaraşmadığından da, yıne bana göre, ortaya çıkan tablo hazin. Mevcul değerlerle hep uzlaşan ve başkaldırmayan bir gençlik ha/in. Bcn, savaşı olmuş olan bir ncsildenim. Brüksel Universitelerının Vıetnam'a yardım afişleriyle donatıldığı, genç kızların sevişirken bile Filislın kefirlerini başlarından çıkartmadıgı, anfilerin, küllür devrimi hakkında verilen konferanslara sığmadığı bir kuşaktamm. Savaşı ve umudu olan, ısyanın meşru sayıldığı, ama belki de pek o kadar gerçekçi ve akılcı olmayan bir kuşaktamm. Bu yuzden de, (emeli hayalcı olsa dahı, bcn benimsemesenı ve karşı çıksam dahi, hareket noktası dürüst vc mevcut ortamla uzlaşmayan, aykın fıkirlerı hiç olmazsa bir dönem için benımsememiş bir gençliğe gocunuyorum Bu, biraz benim kuşağımın özelliğı. Bana kalırsa. bu kuşağa en çok ben/eyen kuşak da tspanya iç savaşının kuşaftı. Ancak, ne benim kuşağımın, ne de lspanya iç savaşı kuşağının bugüne bakıp dizinı dövmesı, geçmiştcn dem vurması, bııyük nutııklaı atması la/ la dürüst bir yaklaşım değil. Çünkü, bugün Belçika ve diğer dunya unıversıtelerınde muhafazakârlığın şampıyonluğıınu yapan öğrencilerden, sözünü ettiğim iki nesil de büyük ölçüde sorumlu. Umudun yoğunluğuna ve ısyanın meşruluğuna kapılıp, pek çok gerçeğe gözünü kapatmış olduğu ıçın sorumlu. lspanya'da, Slalin ve şürekâsmın kurşuna dızdırdığı ihtilalcilerden, Vielnam'dan kaçan "Boat People" laıdan, "küllur devrimlerlyle" külturlerı tırpanlanmış ınsanlardan sorumlu. Yenilgılcr umutsuzluğa, isyanlar teslımiyele, savaşlar da utanılacak banşlara zemın ha/ırladığı için sorumlu. Bu ıkı ku şak bugünün özeleştirisi. Madonna, "Baba nasihat çekme" diye şaıkı söylüyor. Godard, bir savaşı bile olmadığından yakımycr. Belçikalı öğrencilerin ezıcı çoğunluğu nıuhafa/akaı parlilere oy veriyor Madonna bu hafta lıslelerde yine bırıncı ve ben Madonna'yı çok seviyorum. Güneşe özlenı Daktilomun başma oturuyorum kaçtır ama ilham perilerini yakalamanm mümkünü yok. Konunun ve Danimarka'mn tipik sıkıcı yaz havasından korkuyor olmalı. Meteorologlar, Akdeniz'deki sıcaklann ve güneşli havanın ise devam edeceğini bildiriyor. Darısı Kuzeylilerin başma. FERRUH YILMAZ KOPENHAG Kaçtır daktilonun başına oturuyorum bu haftaki pazar yazısını yazmak için, lakin konunun sıcaklığı Danimarka'mn tipik yaz havasının sıkıcılığıyla birleşince, küçük çay bardaklarında içilen demli çayların zoraki ilham perileıi, terk ediyorlar insanı cascavlak ortada bırakarak. Danimarka iki hafta süren Akdenizvari yaz sıcaklığından kurtulup, teyzemin orospu kadınlara benzettiği " a b u hava"sına döndü geri. Şimdi biz, güneşle çat orada çat burada kapı arkasında oynarken, ikide bir şarıldayıveren yağmur, ruhlarımızı yaz bahar havasının coşkularından bir çırpıda temizliyor. Sunra da kös kös oturup, "Danimarka'ya geldigine mi yanarsın, yoksa yaklaşan tatil giinlerini bir an önce getirmek için her gün takvime bir çarpı işareti koyup kendini mi avutursun" düşünceleriyle iştigal ediyor insan. lşin kötüsü, yazın iyi tarafı olan cüretkâr ve biraz da muzır giyimli dişilerin ortahktan el ayak çekip, yerlerini bütün coğrafi güzellikleri yok eden yağmurluklarıyla, bir an önce eve ulaşabilmek için koşar adım yürüyen hüzünlü canlılara terk etmesi. Yoksa güneşin, ışınlarını biz sevgili kullarından esirgemediği günler, (Burada din değiştiripgune>etapar olduk gibi) üzerinde turist gezdiren yayvan nıotorların yüzdüğü kanallarla çevrili Kopenhag şehir merkezi, bayramlıklarını giyip kordon boylarına inen güneyliler gibi, yaya caddelerinin orasında burasında yer alan beton ya da parke taşı döşemeli meydanlara doluşup, kabak çekirdeği yer gibi, (Hani kabak çekirdeğini de kabuğuyla birlikte atıştmyorlar gerci bulduklarında) biralarını yudumlayan gençlerle, rengârenk bir festival alanına dönüşür. Bu kara meydanlarda oturup, bizim çay bahçelerine burada tekabül eden bira bahçelerindeki görece ucuz birayı içmek istemeyenler, kanal boyundaki Nyhavn'da, oranın yerlilerinden îemizlenip, paralı ve hatta sanatçı kısnıısının ikametine açılmış bira bahçelerinde aynı birayı, kanala bakarak yaptıklarından olacak, daha fazla kuron ödeyerek içıp, başka turlu muhabbetlere takılabilirler. Bir de hafta sonlarında, belediyenin duzenlediği, her an yağmur yağacak da yapılmayacakmış gibi hazırlanan açık hava konserleri var ki, hele bir de çalacak grup sevilen bir gıupsa, dört gözle beklenir yine de. Şöyle yeşil çimenlere uzanıp, (Bu tur konserler çimenlik saha ve parklarda diizenlenir hep) şu son zamanlarda Turkiye'nin de başına musallat olan yeşil yaşamın simgesi Yeşilim Tuborg'u yudıımlanırken, (Reklamlara göre Yeşilim Tuborg hayatı biraz daha yeşil yapıyor) sahneden yükselen ritmlere uygun olarak oturulduğu yerde kalçalar, omuzlar oynatılır, başlar ritmüı elverdiğı ölçü ve şekilde ileri geri çekilerek, musikiden nasıl ilahı bir şekilde etkilenildiği gösterilir. Hele gtıneş o gün biraz daha cömertse, bu cömertlik orada bulunanları da etkiler ve Allah'ın verdiği kuldan saklanmaz olur. Hem tüm yaz boyunca sayısı iki elin parmaklarmı zor geçen bu tür günleri, onca para ödenerek gidilen uzak mekânlarda değerlendirmek yerine, bir bisiklet binimlik yerlerde değerlendirmek varken, ne, kimden saklansın ki. İşte saati saatine uymayan bu melun havaların griye çalan günlerinde oturulup, griye çalmayan gunlerdeki kartpostal kentlerine benzeyen Kopenhag duşunulüp yazılır, ama griye çalmayan günlerde ise ne mutludur ki, griye çalan günlerin kasvetli ruh halleri hiç duşunulmez. Meteorologlar, Akdeniz bölgesindeki sıcaklıklann henüz bir süre devam edeceğini bildiriyorlar. Darısı bizim başimıza. KİMİN MİRASI Sambadan caza, Irinldad'dan Porto Riko'ya birçok müzik türunün, stilinin kökeninde kara kıtanın gerçek sahiplerinin tü, yüregi var. OtekUere, bunu geüştirmek kalmış. (Fotoğntf: LEYLA VURAL) Püristen Afrikcfyı ne yupacağız? Sambadan caza kadar, Batıya damgasını vuran birçok müzik türü şimdiye kadar, Kuzey ve Güney Amerikalı zenciler araalığıyla geliştirilip yaygınlaştırılmıştı. Şimdi ise kara kıtanın gerçek sakinleri miraslarına sahip çıkıyor. SABETAY VAROL PARİS Fransa'nın güneyinde dört bin yıl önce yamyamlann yaşadığı saptandı. Kendi cinsinin etini ycme, tek tanrılı dinlerde ve kendini uygar sayan toplumlarda, ulaşılabilecek vahşiliklerin en büyüğü sayılmıştır. On onbeş yıl kadar önce karlı dağlara düşen bir uçağın, sağ kalan yolculannın kazada ölen yolcuların etini yiyerek kurtulmayı beklediklerini anımsıyorum. Kazazedeler kurtarılıp diğer insanların arasına getirildikten sonra, "insan eti yenebilir mi, yoksa açlıktan ölmek pahasına hemcinslerinin cesetlerine saygı gösterme daha mı önemli?" sorusu büyük polemikler koparmıştı. Bu soruyu yanıtlama konusunda, Katolik kilisesi bile doğru yanıtlar bulmakta güçlük çekmişti. Aç kalma yolu seçildiği takdirde bu, bir yerde intihar anlamına gelecekti ki, dinsel açıdan başka bir günah işleniyor olacaktı. Kişiyi vicdani açıdan açmaza sokacak buna benzer konulara sık sık rastlanır. Bilimin gelişmesiyle birlikte ozellikle genetik mühendisliği alanında yapılan çahşmalar yüzünden çağdaş toplumda vicdani ahlaki bir yığın yeni sorunla karşı karşıya geliniyor. Genetik manipulasyonlara bile gerek kalmadan, tüp bebekler, yapay döllenmeler, kiralık rahimler; siyaset, bilim ve din adamlarına çok sayıda yeni sorun yaratıp duruyor. Çağdaş toplumlardan hiç beklenmeyen, ama bilimsel ve teknolojik ilerlemeler bir yana bırakılırsa, insanoğlunun düşünsel planda binlerce yıldır yerinde saydı jı varsayıldığında, doğal karşılanacak çeşitli vahşilikler de her gün tekrarlanıyor, ama dört bin yıl gibi yakın bir geçmişte, dedelerinden en az bir bölUmUnUn yamyam olduğunu farzetmek Batı toplumlan için kolay sindirilir bir lokma değil. Yamyam deyince aklımıza nedense hep Afrikalı siyahlar gelir. Batılı sömürgeci ülkelerin Afrika'yı köleleştirmesiyle birlikte, koca kazanlarda pişüilen zavalb beyazların karikatUrleri, desenleri, hikâyeleri hiç eksik olmadı. Son yıllarda Afrika'da yamyam kalmadığı iyice kesinlik kazandı ki, artık bu tür yamyam edebiyatına daha ender rastlanır oldu. Afrika sanaü, Afrika müziği son yıllarda Batılı sanatçılar için güçlü bir esin kaynağı oldu. Afrika sanatının Batı sanatını etkilemesi yeni değil. Güney ve Orta Amerika müziği, caz ve daha birçok müzik tUründeki Afrika etkisinden söz etmek bayatlarmş bir konuya el atmak olur. Yeni olan, Afrikalı müzik topluluklarının, geleneksel müziklerini çağdaşlaştırarak uluslararası düzeyde öne çıkmaları. Işte Fransa'nın hemen her yerinde yer alan yaz festivallerinde siyahi gruplar bu yıl sahnelerin göz bebeği. Malili, Zaireli, Senegalli topluluklar sanat peşinde, müzik peşinde yaz festivallerinin olduğu turistik kentlere akın ediyor. Afrikalı orkestraları çılgınca alkışlıyor. Sambadan caza kadar Bauya damgasını vuran birçok müzik türü şimdiye kadar Kuzey ve Güney Amerikalı zenciler aracılığıyla geliştirilip yaygınlaşmıştı. Şimdi ise kara kıtanın gerçek sakinleri miraslarına sahip çıkıyor. Avignon Şenliği'nde, melon şapka ve Pierre Cardin kıyafetleriyle boy gösteren Kinşasalı gruplar, akla hayale gelmeyecek yeni müzik türleri üretiyor. Avrupalıları yeni bir kültür şokuna uğratıyor. Yapılan müzik, folklordan ibaret değil. Yüzlerce yıldır değişmeden tekrarlanan Afrika folkloru çatırdıyor, klasik müzik eğitimi görmüş Afrika kökenli müzisyenlerin elinde belki de 21. yüzyılın yeni müzik türleri yaratılıyor. Bu yaz Fransa'ya akın eden ya da Fransa'daki göçmen Afrikalı topluluklar arasında vücut bulan Afrikalı toplulukların başansı ve uyandırdığı ilgi, yaz festivallerinin sahneleriyle de sınırlı kalmıyor. Gazeteler, TV kanallan çağımızm bu yeni müzik cambazlarını bütün dünyaya tanıtıyor. Açlık ve kuraklık başta olmak uzere salgın hastalık, savaş, ırk aynmı, çekirge sürülerinin mahsulü yok etmesi gibi inanılmaz felaketlere maruz kalan, başı binbir sıkıntıdan kurtulamayan kara kıta, bilim adamlarınca pek az bilinen binlerce yıllık tarihinin derinliklerinden Batı toplumlanna müzik alanında yepyeni bir soluk getiriyor. Batı, Asya'ya ve Islam dünyasına Şarkiyatçı gözüyle bakmaya alışık. Amerika kıtasının gerek kuzeyini gerekse güneyini iyi kötü kendinden sayıyor. Afrika ile olan ilişki ise bambaşka bir nitelik taşıyor. Güney Afrika'daki ırk ayrımı rejiminin, izleri henüz silinmeyen sömürgeciliği anımsatmasıyla, Batı Afrika, Etiyopya ve Sudan için toplanan yardımlarıyla, büyük kentlerde sayıları giderek artan zenci topluluklarıyla Afrika, Avrupa için henüz yerli yerine oturtulamayan dev bir soru işareti gibi duruyor. Stockholm'den Hcunaktaki katil Olof Palme cinayetinden bu yana tam 150 gün geçtu Ve tsveç'te şüpheli insanların sayısı neredeyse şüphe altında olmayanlann sayısından daha fazla olduğu halde katil hâlâ serbest. Hâlâ ortalıkta dolaşıyor. Emniyet Müdürü Holmer'in deyişiyle, 'Hamağmda yatıyor ve bekliyor.' YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Günler birbirini kovalıyor. 15 gün, 2 ay derken, geldik beşinci aya dayandık. Soru hâlâ aynı: Tedgi kim çekti ve neden? Yanıt, geçen zamanın sırtında. Isveç'i felce uğratan, tüm dünyayı sarsan tabanca seslerinin ardından tam 150 gün geçti. Karanlık ve buzlu bir şubat gecesi, eşi Lisbeth'le kent merkezindeki ana caddelerden birinde kol kola yürüyerek, evine gitmekte olan lsveç Başbakanı Olof Palme'yi 9 mm.'lik bir kurşunla cansız yere seren ve birkaç dakika içinde kayıplara karışan katil, aradan geçen bunca zamana karşı n hâlâ serbest. Ustelik oldukça da rahat. Cinayet soruşturmasını yürüten Stockholm Emniyet MUdürU Hans Holmer'in deyimiyle, 'Hamagında yatıyor ve bekliyor.' Cinayetten hemen sonra başlatılan, ancak eldeki veri ve bulguların yetersizliği nedeniyle uzunca bir süre ağır aksak ilerleyen soruşjurma, son haftalarda 'yogun' bir aşamaya girmiş durumda. Holmer'in son açıklamaları, 'somul' bazı ilerlemelerin kaydedildiği yolunda. Gerisi, soruşturmayı dışardan izleyen bizler için, kocaman bir soru işareti. lsveç polisinin katile ne kadar yaklaştığını kestirmek için ya kâhin olmak, ya da Holmer'in 15 kişiden oluşan soruşturma komisyonu içinde süren çaüşmalara katılmak gerekiyor. Yani cinayet sonrası olup bitenlerden bir avuç insan dışında hiç kimsenin haberi yok. Basın mensuplanna yansıtılan ya da sızdırılan bilgilerin hiçbiri şimdiye kadar bilinen şeylerin tekrarı olmaktan öteye geçmiyor. Bu durum, ister istemez yalana ya da çeşitli spekülasyonlara yol açıyor. Ortaya çıkan iddiaJara göre, kuzey kutbu ile güney kutbu arasındaki her kişi ya da örgüt, Palme'yi ortadan kaldırmayı planlamış durumda. Bir başka deyişle, cinayetle ilgili olarak şüphe altında olmayanlann sayısı olanlardan daha az. lsveç kamuoyunda ise genel bir kuşku gözlemleniyor. Katili arama çalışmaları hakkında toplumun duyduğu tedirginliği kendisine dile getiren basın mensuplanna Holmer ve arkadaşlarının verdiği yanıt şu: "Hiçbir polis soruşturması basın yayın organlan aracdıgıyla yürulülemez." Cinayetle ilgili olarak şu ana kadar elde edilen ve kesinlik kazanan bilgileri şöyle toparlamak mümkün: Polis, Palme'nin katilinin ve varsa yardımcılannın Isveçli olduğuna inamyor. Cinayetle ilgili olarak komisyon tarafından saptanan, birbirinden bağımsız 40 genel hipotez var. Şu anda bu hipotezlerden biri üzerinde önemle duruluyor. Diğerleri bir kenara bırakılmış durumda. Yoğun biçimde Üzerinde çalışılan hipoteze göre, Olof Palme çok sayıda kişinin bir araya gelmesinden oluşan fanatik sağcı bir grubun komplosuna kurban gitmiş bulunuyor. Şüphe altında olan kişilerin sürekli takip altında olduğu ve telefonlarının dinlendiği de verilen bilgiler arasında. Takip, lsveç'in çeşitli yörelerinde ve başka ülkelerde sürerken, polisin cinayetten sonra bulunamayan tabanca hakkında önemli bilgiler elde ettiği ve en azından bir kişinin bu konuda sorguya çekileceği öne sürülüyor. Soruşturmanın yepyeni bir aşamaya girdiğini doğrulayan bir güvenlik yetkilisi, "Her şey yolunda giderse, kısa süre içinde genis çaplı bir operasyona girisecegiz" şeklinde konuşuyor. Pekin yanlısı lsveç Komünist Partısi (SKP) yayın organı Gnlstan gazetesine göre, cinayette lsveç'in önemli ilişkileri olan bir Ulkenin parmağı var. Gazetenin bazı kaynaklara dayanarak öne sürdüğüne göre, cinayet soruşturması sonuçlandığında lsveç'in bu ülkeyle ilişkileri önemli ölçüde bozulacak. UTANÇ SINIR1 lnsanhğın yüz karasını insan onurundan ayıran, ötesinde utanç ülkesinln başladığı topUuna kampı çitL Viyana'dan Mauthausen'de duyumsanan... MEHMET İNHAN VtYANA "Ve tüm bunlar Mozart'ın Ulkesinde oluyordu..." Mauthausen toplama kampından kaçan bir tutsağın öyküsünü notalara bu dizeyle birlikte dokuyordu Yunanlı besteci Teodorakis. Kapkara bulutların güneşi örttüğü, çiseleyen bir havada bugün bir müzeye dönüştürülen Mauthausen toplama kampının nöbetçi kulelerinin arasından geçerken Teodorakis'in bestesi çınlıyordu kulaklarımda. Bir kalenin girişini andıran büyük kapısırun üstünde bir zamanlar gamalı haçlı kartal heykelinin bulunduğu yerde şimdi, heykeli tutturan demirler aykın ve çıplak duruyorlar. 'Gamalı haç bir zamanlar buradaydı' der gibiler. Kurtuluştan sonra sağ kalabilen tutsaklar tarafından heykelin devrilişinin fotoğrafını sonradan görüyorum içerde. İnsan böyle bir yerde yürürken bile her bastığı yerde ölümü duyumsuyor. Sayısız insan yaşamının yok edildiğini, sayısız bilincin, düşün, umudun, sevginin mavi çizgili tutsak giysileri içinde, bir deri bir kemik kalıncaya dek kurutulmaya çalışıldığını, ölümün bir kurşun çekirdeği kadar zyklonb gazının üretildiği küçük yeşil kristal tanecikleri kadar basit ve sıradanlaştığını... Karşıdaki yemyeşil tepeliklere bakarken, bu uğursuz yeryuzü parçası üzerinde kimbilir kaç insanın aynı yere bakıp, 'Neden?' sorusunu sorduğunu duşünuyorum. 'Neden?' Heinrich Helne'nin daha 1821 yılında yazdığı dizeler geliyor aklıma: "KJtaplann yakümaya başlandıgı yerde sonunda insanlar da yakılır." On binlerce insanın bilinçli olarak yok edildiği bir gaz odasını içinden gördüğünüz zaman işte Heine'nin sözünü ettiği sonu anlıyorsunuz. Gericiliğin çığırından çıktığı son kerte. Her biri birer müzeye dönüştürülmüş olan tutsak barakalarında bugün toplama kamplarındaki yaşamı anlatan fotoğraflar ve çeşitli eşyalar yer abyor. Büyükçe bir fotoğrafta sıra sıra tutsaklann büyük bir fabrika kapısından girişleri görüntülenmiş. Kapının üzerinde kocaman harflerle yazılmış yazı aslında oldukça tanıdık. Siemens. öyle ya tutsaklar her şeyden önce kole emeği olarak ozellikle de silalı sanayıuıde çalıştırılmışlar. Ancak haftada bir kez gün ışığına çıkılabilen, gıdasızlıktan, yorgunluktan ve hava kirliliğinden günde ortalama dört beş kişinin öldüğü bu yeraltı fabrikalarında tüm duvarlarda "Arbeit macht frei" yani 'emek özgürleştirir' yazılıydı. Köle emeğinin sonuna dek sömürüldüğü bu fabrikalarda tutsaklar kendi yurttaşlanna karşı kullanılacak silahları e cephaneliği üretmişler. Müzede tutsaklann çalıştınldığı ve Nazileri destekleyen firmaların ayrıntıh bir listesı yer aJıyor. Mauthausen'in özelliği ise, kampın hemen kenarında yer alan granit ocakları. Mauthausen toplama kampının kendine özgü idam yöntemlerinden biri de tutsaklara bu ocaklarda ölümüne taş taşıtılması olmuş. Bu yöntem ozellikle Yahudilerin yani sıra en çok kurban veren Sovyet savaş tutsaklarına uygulanmış. Bunun SS Ust yönetiminin kamp komutanlığına gönderdiği özel emirlerden okuyorsunuz. Binlerce insan ölüm merdiveninden yukarı taş taşırken ya kurşunlanarak ya da açlıktan ve yorgunluktan can vermişler. On yedi Ulkeden 110 bin insan yaşamını yitirmiş Mauthausen'de. Yahudiler, savaş tutsakları ve Nazi ideolojisinin toplum dışı ilan ettiği çingeneler, homoseksüeller, sakatlar gibi grupların yani sıra binlerce Alman ve Avusturyalı siyasi tutuklu da kamplarda yok edilmiş. Rejime muhalefet eden bu siyasiler yalnızca sosyalistler ve komünistler miydi? Müzeyi hazırlayanlar bunun böyle olmadığıru göstermek için komünist ve sosyalist partinin yani sıra muhafazakâr partinin de bu kampta yaşamını yitirmiş önde gelenlerini diğerleriyle yan yana sergilemişler. Muhafazakâr partiden eski bakanların, kuvvet komutanlarının, parti ileri gelenlerinin fotoğrafları diğerleriyle yan yana. Bunlar da mavi çizgili tutsak giysileri içinde kafaları kazıtılmış, eski siyasi rakipleriyle aynı kaderi paylaşmışlar. Enselerinden kurşunlanarak öldürülmüşler. Nazilerle işbirliğine gitmeyen ve ülkelerinin bağımsızlığını isteyen herkes ister papaz ister muhafazakâr, herkes yok edilmiş. LİSAN OKULLARI DANIŞMA MERKEZİ Ingıltere nın onde gelen 10 okulunun Turkçe broşurlerınden uçak rezervasyonuna kadar lum hızmetleı Kuflltf nnı B f l ı ^ üouncıl l»rit>ndan 0nannv|tH */•> r « » BTA UyMUII Cumhurıyet Cad 173/1 tlmadaglstanbul , Tel 14839 77148 7913 (Hıllon Olelı karşısıl