29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER sorular sordular. Soru, ama ne sonı! Meğer bizim müdür, ilk şikâyet düekçesine imza koyan on iki öğrenci için: "Hep bunlar kışkırtıyor. Bunlann hepsi Bolşevik" demiş. O tarihte bugunkü gibi, "komünist" denmez, "Bolşevik" deyimi kullanılırdı. Sorulan doğrudan doğruya Milli Eğitim Bakanı Rıza Nur Bey'in hazırladığını Maarif Müdüru bize açıklayarak dosdoğru cevap vermemizi söyledi. Kâğıtlan aldık; dediğim gibi neler, neler sorulmuyordu ki: "Bolşeviklik ne idi? Ne zamandan beri Bolşevik olmuştuk? Kimlerie ve nerelerde toplanıyorduk? vb. vb." Hepimiz şaşırıp kalmıştık. Ne yazacağunızı bilemiyorduk. Bu da neyin nesiydi ve nereden çıkmıştı? Müdürün ne denli alçakça bir iftira yapacağı aklımıza gelmediğinden, ben kendimce bunu zaten Mecliste antipatik bulduğum Bakan Rıza Nur'un kuruntulu yaradıbşına yormuştum. Bizleri aldıkları odaya gözcü olarak birkaç memur geldi ve birbirimizle konuşmayı durdurdu. Görüşüp danışarak değil, herkes kendi hesabına cevap yaanalıymış. Ben şöyle bir yanıt yazdım: "Hak aramam ve şikâyette bulunmanın Bolşeviklik demek oldugunu bilmiyordum. Bolşevikik, bugün Rus>a'da talbik edilen devlel idaresidir. Fakat bunun ne biçim bir idare oldugunu bilmiyorum. Hiç kimse ile bu yolda bir (oplantıda bulunmadım. Yalnız arkadaşlarla müdür beyi şikâyet etmek için bir defa okulda toplandık. Başka hiçbir şey bilmiyorum." O tarihte 16 yaşımı yeni doldurmuştum. Bolseviklik hakkındaki ba üstünkörii bilgiyi, okulan yaz tatili sırasında TBMM'de memur olarak çalıştıgım sırada Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'dan TBMM Başkanlığı'na gelen bir telgraf üzerine kiirsüde konuşan milletvekillerinden ögrenmişüm. Bizim arkadaşlardan he arasındaydım. Buna karşılık, men hepsi bu kadarcık da yaz müdüre dalkavukluk, yaltaklık mamışlar. edenler, espiyonluk yapanlar el Sonunda ne oldu biliyor mu üstünde tutuluyordu. Acaba ilesunuz? (Günümuzdeki dilekçe riki yaşamda da bu hep boyle mi davalılan aklanıp cezadan kur olacaktı? tulduklanna şukretsinler!) Bizler • •• kurtulamadık; Milli Eğitim BaOkurlanm, acaba müdüre ne kaniığı'na ilk dilekçeyi veren o oldu? diye merak edeceklerdir. iki öğrenciye, Bakan Rıza Nur Onu da Milli Mücadele Anılatarafından başka yatılı liseiere rım'da şöyle anlattım: "Yazgı"sürgün" cezası verildi. Ben, nın a a bir cilvesidir ki, Müdür Eski Milli Eğitim Bakaniığı Or Ali Haydar, benim Avrupa'da taöğretim Genel Müdürleri'nden hukuk doktorası yaptığım yıllarKalecikli Mehmet Doğan dışın da, her gittiği okulda ahlaka ayda şimdi hepsi de rahmetli olan kırı davranışları görüldüğu için, beş arkadaşımla birlikte Konya 'Bir daha Milli Eğitim mesleğinLisesi'ne sürgün edildim. Düşü de çalıştırılmamak üzere' görevnüyorum: öğretmen olan baba den atılmış. Meğer lisedeki kömı, daha ben doğmadan önce tü söylentiler uzun yıllar sonra Abdülhamit, Istanbul'dan Trab doğrulanmış. Ali Haydar, Malusşam'a sürgün etmiş. Şimdi de liye Bakanlığı'nda küçük bir meRıza Nur beni Konya'ya sürgün murluk bularak çalışmaya başediyordu. Aslında bizleri okul lamış. Buna karşılık onun o zadan temelli kovacaklarmış, ama manki Milli Eğitim Bakanı Rıza hepimiz de çalışkan ve daha ön Nur Bey'e yanaşarak Ankara Lice okulda hiçbir disiplin cezası sesi'nden başka liseiere sürdüralmamış öğrenciler olduğumuz düğü öğrencilerden hemen hepdan acımışlar, 1920 yılının kış si, Milli Eğitim mesleğine girip başlangıcmdaki o soğuk günler şerefle öğretmenlik, genel müde, sürgun cezasını yeterli gör dürlük, başmüfettişlik ve en müşlerî (Bu yaşantınm bir yan önemlisi bunlardan iki arkadadan acıklı, öte yandan eğlenceli şımız, Cemal Gökçe ve Mehmet öyküsünü, Milli Mücadele Anı Doğan, 1920'de bizleri "Bolseları kitabımda anlattığımdan, viklik" iftirası ile attıran Ali burada yinelemiyorum). Bu anı Haydar'ın müdürlük yapmış ollarda ceza bölümünü şöyle bitir duğu Ankara Lisesi'nde 1930'mişim: "Ne bazindir ki Yozgat dan sonra yıllarca ve başarıyla LJsesi'nden beri möli mücadeky müdürlük ve öğretmenlik yaptıle yakından ilgilenmeyi kendile lar. Ali Haydar ise yalnızlık ve ri için hava, su, ekmek kadar ge sefillik içinde bu dünyadan görekli bir ihtiyaç halinde gören, çüp gitti. Buna rastlantı mı, daha birkaç ay önce o kutsal yoksa Tanrı adaleti mi demeli, mücadeieye eytemli olarak katıl bilmiyorum." mak için Kuvayi Milliye'ye yazılıp, bir böhımü Yunanlılaria flk gençliğimdeki düşünme ve cephede savaşarak iki şehit ver olayları değerlendirme yeteneğidikten sonra okula dönen ülkii min gelişmesi bakımından benim cü altı liseli, şimdi ceza görenler için yararh olduğuna sonradan arasında idi." Yaşımm küçükiü inandığım bu sürgün olgusunğü dolayısıyla beni Kuvayi Mil dan yaklaşık yedi ay önce geçen, liye'ye yazmamışlardı, ama ben bir yönüyle biz öğrencilerin, yude ilk açıldığı günden başlayarak kanda anlatmış olduğum olaymilli mücadelenin ruhu olan da Milli Eğitim Bakanlığı'nda Türkiye Buyük Millet Meclisi'n sorguya çekilmemizle ilgili bulude çalışmıştım ve ceza görenler nan tarihsel olayı da gelecek hafta anlatayım. 13 NİSAN 19& HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Kendimce ilginç saydığım bir anıyı ve onunla bağlantılı bir tarihsel olayı iki yazı içinde özeıiemek istiyorum: Ankara Lisesi'nde 1920 yılının sonlanna doğru müdürümuz değişti, AIi Haydar adında yeni bir müdür geldi. Bu zat aynı zamanda orta sınıflara tarih dersine giderdi. Aradan bir ay geçmeden okulda düzen bozuldu, disiplin kalmadj, yemekler, yenecek durumdan çıktı. Biz, yüksek sınıf öğrenciİeri, birkaç kez müdüre çıkıp durumu anlattık. Son gidijimizde: "Efendim, hiçbir netice çıkmıyor, hiçbir şey değişmiyor" dediğimiz için bizleri odasından dışarı çıkardı. Oysa orta sınıflardan iki öğrenci her gün birkaç kez müdürün odasına girer çıkardı. Biz bunlara espiyon gözüyle bakardık. Hatta arkadaşlar arasında daha kötü söylentiler de olurdu. En sonunda dayanamadık; okulun durumu ve müdürün tutumu üzerine Milli Eğitim Bakanlağı'na bir şikâyet dilekçesi verdik. Bakan, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin ilk kabinesinin ilk Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur idi. Eski yazım diizgün olduğu için, benim temize çektiğim dilekçeyi 12 arkadaş imzaladı. Götürüp bakanlığa verdik. Bir süre sonra okula iki müfettiş geldi, soruşturma yapıldı; bizlerden de aksamalar hakkında bilgi aldılar. Okul muhasebesinin defterleri ve hesapları incelendi; sonunda müdür kusurlu bulunarak disiplin cezası niteliğinde olmak üzere, maaşından bir haftalık "tostelyevm" (kesinti) yapıldığını duyduk. Eh, artık umutlu idik; okul düzelecekti. Fakat negezer! Müdür baskısını daha da arttırdı. Özellikle, "Bütün öğrenciler adına" diyerek dilekçeyi imzalamış olanlar hakkında olmadık bahanelerle suçlamalar yaratıyor, cezalar veriyordu. Biz bu haksızlıklara daha fazla katlanamadık. Bir gün sıruflardan birinde gizlice toplandık, durumu gözden geçirdik. Sonunda Milli Eğitim Bakanlığı'ndan bir sonuç alma olanağj bulunmadığı, doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi BaşkanlığTna başvurmak gerektiği sonucuna vardık. Bu Meclisin ilk açılışında orada memur olarak çakşnuş olduğum için, gözlerimle görmüştüm ki, halktan herkes dilekçe iie Meclise basvurabiliyordu ve o zamanki adıyla, "İstida Encümeni" (Dilekçe Komisyonu) bunları inceleyerek karara bağlıyordu. Çünkü ilk Meclis yalnız yasama organı değil, aynı zamanda bakanları teker teker seçen bir yüretme organı idi. Başka bir deyişle, yasama ve yürütme erkleri Mecliste birleşmişti. Hiç aklımdan çıkmaz, sekiz madde içeren bir dilekçe kaleme aldık, okuyup uygun gördük ve dağıldık. Bunu yine ben temize çektim. On iki arkadaşın hepsi imzaladı. Artık öteki yatılı öğrencilere de haber vermek gerekiyordu. Öğle tatülerinden birinde bütün yatılı öğrencileri yine gizlice bir sınıfta topladık, durumu anlattık, arzu edenin, okuduğumuz dilekçeyi imza edebileceğini söyledik. Elliyi aşkın öğrencinin hepsi, dilekçenin altına, sınıfını ve numarasırü yazarak imza koydu. Dilekçeyi Meclisin Baskâtibi'ne götürüp verdik. Ama dilekçemiz, Dilekçe Komisyonu'na sunulacak yerde, Bakanlar Kurulu Başkanhğı 'nı ilgiIendirdiği düşüncesiyle oraya gd'nderildi. Bu kurülun Özel Kalem Müdürü Hayati Bey, dilekçenin ilk maddelerini okuyunca bunun Milli Eğitim BakanlığVyla ilgili bir iş olduğu görüşune kapılarak onu resmi bir yazı iie bu bakanlığa yollamış. Oysa bizim sekiz maddelik dilekçenin son maddesi harfî harfine şöyleydi: "Bu şikâyetlerimiz Maarif Vekaleti Cehlesi'ne arz edildi ise de, müspet bir netice hasıl olmamıştır." (Yani, bu yakınmalanmız Milli Eğitim Bakaniığı yüksek katına arz olundu ise de olumlu sonuç alınamamıştır.) Milli Eğitim Bakanı Rıza Nur, bu dilekçeyi okuyunca, bir halkdeyişiyJe, küplere binmis: Nasıl olur da lise öğrencileri bir bakanı TBMM Başkanlığı'na şikâyet edebilirmiş! Bu büyük bir küstahlıkmış. Doğrusunu söylemek gerekirse Rjza Nur Bey haklı idi. Fakat zulüm gören biz öğrenciler, en son çare olarak TBMM Başkanlığı'na dilekçe sunmuşsak, "Çocuklann bu davraıuşında berhalde bir bif yeoiği olsa gerek" diye düşünebilirdi. Ne var ki onun ruhu böyle babacanca ve hoşgörülü bir insanlık niteliğinden yoksundu... Bir gün okulumuza Ankara Maarif Müdürü Hilmi Bey başkanlığında birkaç kişi geldi. Bunlar müfettişrniş. Sabahtan akşama değin, dilekçede imzası bulunan elliden fazla öğrenciyi birer birer sorguya çektikten sonra içlerinde benim de bulunduğum o ikisini ayınp, ertesi günü sabahı Maarif Müdürlüğü binasında bulunmamızı söylediler... Gittik. Ellerimize birer kâğıt kalem verip birtakım Bolşeviklikle tki Anı I PENCERE Reagan Deli mi? Dış ve iç basın ABD Başkanı Reagan ve Libya lideri Kaddafi'ye ilişkin çeşitlemelerle dolu. Her ikisinin de renkli kişilikleri var. Kaddafi çol kaplanı, Reagan Holivut kovboyu. Yıldızlara çengel atmış bir süper güçle, sanayi asamasına bile ulaşmamış bir küçücük devletin çatışması insanda degişik duygular uyandırıyor; dünyanın ne kadar değiştiğini vurguiuyor. ABD 230 milyonluk bir dev, bir süper guç; 3 milyonluk Libya'dan ne istiyor? Bu soruya yalnız siyaset bilimiyle yanıt bulabilmek güç. Olayın ardında Amerikan toplumunun ruhsal sayrılığı yatıyor, Reagan'ın kimliğindeki dengesizlik demeçlerine yansıyor; Beyaz Saray'ına kurulmuş Başkan ne dryor: Kaddafi kudurmuş köpek... Ya da: Ortadoğu'nun uyuz köpeği.. Aklı başında bir devlet başkanının ağzına bu tür sözler yak> şır mı? Reagan'ı önce, Amerikan toplumunun, eleştiri ve teşrih masasına yatırması gerekir. Ne var ki Yankeeler yeryüzu egemenliği düşleminin şartlanmışlığında yaşıyorlar. Reagan güç gösterisine giriştiğinde, "En Büyük Amerika" sloganı ruhuna işlenmiş kitlelerin gözüne, en hızlı silah çeken kovboy gibi görünüyor; terbiyesizliğin ve külhanbeyliğin uluslararası ilişkiler edebiyatındaki yeri boylece genişliyor. • Hitler deli miydi? Bu soruya yanıt vermek için çok geç kalındı; bütün dünyayı kana bulayan ruh hastası adamın "normalbir insan olmadığı" ancak 40 milyon kişinin ölümünden sonra anlaşıldı. Bugün tehlike daha büyüktür. Bir nükleer savaşın kıyametinde insanlık ve uygarlığın sonunun ne olacağı bilinemiyor. "En büyük Amerika" sloganına ruhunu adamış bir kovboyun, okyanus ötesindeki küçük islam devletine hotzotla gücünü kanrtlamak için dünyayı ayağa kaldırması çılgınlığın ta kendisidir. Gazetelerin yazdıklarına göre Kaddafi, düzenlediği son basın toplantısında açtklamış: "ScvyetİBr Birtiği ile göruşmelerimiz sürüyor. Çatışma Altına Filoyia sınııiı kalırsa herhangi bir desteğe gereksinmemiz yok; ama genişlerse Sovyetler mudahale edecekler." Yine gazeteler, Sovyetler Birliği'nin, "olası bir çatışmaya müdahale edebileceğini" belirttiğini söyiüyorlar. Akdeniz'de kardeş islam ülkesine yapılacak Amerikan saldırısında Türkiye1 nin durumu ne olacak? • NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması) birinci maddesinde şu>. lan yazmaktadır: "Madde 1: Birleşmiş Milletler AnOaşması'nda karaıiaşmış olduğu üzere (bu anttaşmayı imzalamış) taraflar, karışabilecekleri bütün uluslararası anlaşmazlıklan; barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye koymayacak biçimde barışçı yollar ile çözumlemeyi ve uluslararası ilişkilerinde BM amaçlarıyla herhangi bir biçimde bağdaşmayacak tehdit veya kuvvet kullanmakta çekinmeye söz verirler" NATO'daki mürtefikimiz ABD ise Sirte Körfezi sorununu NATO'nun temel ilkesine kökünden ters bir biçimde çözmek istiyor, tehditlerini doruğa çıkarıyor. Ne var ki olumsuzluk bu noktada durmuyor; NATO Antlaşması'nın 5'inci ve 6'ncı maddeleri okunduğunda görülecektir ki, ABD'nin Libya'ya karşı silahlı eylemi, Türkiye'yi tüm varlığıyla bir dünya savaşının ilk asamasına sürecek tehlikeyi içermektedir. Açıkçası kovboy, Amerikan halkına büyüklüğünü kanıtlamak için Türkiye'yi de ateşe atmaktadır. • İsmet Paşa'nın bir sözü var: Hep 'savaş çıkmaz' derler; sonra bakarsınız ki savaş birdenbire çıkıvermiş. Peki, hayatımız, davranışlarıyla dengesizliği belirgınleşen bir Holivut kovboyunun elinde oyuncak mı? ARADABİR Prof. BAHRİ SAVCI OKURLARDAN Koskoca Kadıköy AdliyesVnde tuvaletler haika kapalıdır. Bir tanıkhk için gitmiştim, gereksinmemi giderecek yerin kapısını butacağım diye canım çıktı. Hızlı çekim güldürü filmlerini andırır bir devinimle kattan kata seyirttim durdum. Yok, yok, yok... Dış kapt En doğal gereksinitn Finans Dünyamızın Düşü! Yerli finans dünyamız, engin seçenekler bulma dehası ile Türk demokrasisınin kurucusu geliştiricisi koruyucusu gelenekçiliğini yine sürdürmek istiyor. orarsan: Sovyet komünizmine dönük bir ekonomik ve sosyaı utarşi olan devletçilikten Türkiye'yi kurtarma özgörevi, kendisinindir. Zaten Türkiye'yi İsmet Paşa'nın kişisel otoritaryanizmi ile bütünleşen Halk Partisi'nin bürokratik sultasmdan da gene kendisi kurtarmıştır. Boylece ülkeyi liberal ve dışa açılık bir cumhuriyete yine o dönüştürmuştür. Bu gelişmecilikten sonra da, bu liberal ve açılık cumhuriyeti; 27 Mayıs'ın karşısına geçerek; 12 Mart'ın yanında yer alarak; 12 Eylül'ün koltuğu altına girerek; solun, laiklik örtüsü altındaki "maneviyat karşıtçılığı"ndan, o kurtarmıştır. Şimdi de, bir "sosyal demokrasi" çerçevesi içinde, ülkeyi sola açacak olan tehlikeden korumak da ona düşer. Bunun için 1988 seçimlerinde, liberal muhafazakâr gelenekçi maneviyatçı cephenin kesin utkusunu sağlamak gerekir. Nasıl mı? Finans dünyamızın heyamolasıyla, Özal'ın ANAP'ı ile Demirel'in koruması altındaki DYP'yi, bir münasip yolda bütünleştirerek, sağ oyları yüzde 50'nin üstüne çrkararak... Bu "düş"ün ilk amacı, Çankaya'daki iki Köşke, mutlak finans kapitalci iki sahip çıkarmaktadır: Amerika'nın güvenini "haiz!" tutucu gelenekçi maneviyatçı halk kesimlerinin sevgisini kazanmış; din gibi, militarizmcilik gibi, dinamik görüşlülere sempatik gözükecek olan iki sahip... Bilindiği gibi, Çankaya'da bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü vardır, bir de Başbakanlığa özgüleştirilmiş köşk... Bunlardan ikincisine, 1988 seçimlerinde Ozal'ı oturtmak, birincisine de kısa bir süre ve kısa bir kombinezondan sonra Demirel'i oturtmak, "sağın selameti için zorunludur" diye düşünür, finans dünyamız... Bu, seçmeni, kendisindeki "taman" güdüsünü, türlü kombinezonlarla dürtükleyerek, gerçek "oy"undan saptırıcı bir etkilemedir ve bu nitelıği ile kendisine, oyuna yabancılaştırmadır Evet, politikada dehakâr olan finans dünyamız, biliyorsunuz demokrasinin de "hadimi"dir, ya (!) düşünmüş ki, hokjingçi bir siyasal ikîıdann tabanı olan "sağ", tehlikededir. Öyle ise, ya Mehmet Yazar'm kişiliğinde bir "sağ bütünieşmesi" ya da Demirel'i siyasanın patronluğuna yeniden getirerek, ama Özal'ı da koruyaraK bir ANAPDYP bütünieşmesi ile sir holding demokrasisini, bu kez daha güçlü olarak kurmak zamanı gelmiştir. Mehmet Yazar'ın "kuvvei harbiyesi", pek belli olmaz. Onun üzerine oynamak, verimli olmayabilir. Ama ANAP'ın arkasında, iç ve dış destekler, az değildir. Bunlar iyi kullanabiliriik içindedirler. Öyleyse onlan işletmek, daha iyi olmaz mı? Evet, DYP sağ kesime, bir türlü egemen olamıyor, ama nedense ve nasıl oluyorsa, DYP'nin asıl patronu olan Demirel'in prestiji artıyor. Bundan yararlanmak, daha akıllı ve beceriye yetenekli bir iş olmaz mı? önündeki görevliye sordum: Oğhım bu binada tuvalet yok mu? Olmaz olur mu amca, her katta var. Ama ben bulamadım. Küitlidir, anahtarlan görevlilerde. Olur mu böyie şey? Adliye kapısında bu türlü bir ayırım nasıl yapıhr? Hak aramaya, tanıkhk, bilirkişilik gibi bir kamu yükümlülüğünü yerine getirmeye gelen bunca insanı kaçınılmaz bir gereksinmeden yoksun bırakarak, kıvrandırmak işkence değil de nedir? Bu durum çoğu yargı yerlerinde böyle. Bütçeden her bakanlığa ödenek ayv, her tuvalete bir bakıcı koy, yap bir yönetmelik, denetle sıkı sıkıya, gör bakalım sorun çözümlenir mi? Ama bunun için para gerekirmiş.. Peki hangi hiunet için gerekmez? Halka saygıa olmayı ne taman öğreneceğiz? RIFA T VERDİGİL ÇORLU SATDLIK Az kullanılmış Pioneer marka müzik seti Tel: 147 90 43 Saat 20.00'den sonra BODRUM'DAKİ EVİNİZİN BahçeAvlu düzenlenmesinde, tamir ve restorasyonunda, zeminden ısıtansoğutan kaloriferinde, taban döşemesindenabajuruna kadar iç dekorasyonunda siz işin başında olmasanız da otuz yıllık deneyim birikimimle bana güvenebilirsiniz. Adres: Oral GÖNENÇ GÜMÜŞLÜK/BODRUM Tel: 3ten tSTANBUL TEKNtK ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ'NDEN 1092/6586 sayılı diploması kaybolan Mimarlık Fakültesi 196364 Haziran dönemi mezunlarından İbrahim Güner Okçugil'e duplicat diplo ma verileceği bu husustaki" Yönetmeliğin 6. maddesi uyannca ilan olunur. Basın: 4110 AMATÖR BALIKÇILAR SUALTI SPORCULARI WINDSURFÇÜLER Olur. Öyleyse, finans dünyamızın dışa açılmışlık ve destek buluşluk istidadını; Özal'ın, "iş bilirlik ve bitirirlik" lafazanlığını; Demirel'in yeniden yükselmekte olan prestijinin mayasında bütünleştirerek, sağ oyları yükseltmek yolu, en iyi bir taktik olur. Ya boyle işte, finans dünyamızın "düş"ü!.. Bu bir "holding demokrasisi"dir: Finans dünyasının olanakları ve gücü ile seçmeni yönlendirerek ve yöneterek, finans iktidannı kurmak. » Bunun liberallik ile hiç ilgisi yoktur. Tersine liberallikte, düşünsel olarak inandırmaların ötesinde, imrendirici yoüarla oyu avlamak, liberal demokrasiyi saptırmak sayılır. Çünkü bu yol, emeğe, sosyal ve ekonomik bakımlardan güçsüz olanların durumlarına bakmadan, bir finansçı oligarşinin egemenliğini kurmaya açılır. Bir demokrasi içinde, türlü sosyal kesitlerin oy ibresini, belli yönlerde etkileme hakları, elbet de vardır. Fakat finans dünyasının bir seçimi, özel kombinezonlar ve propagandalarla egemenliği ve bunu verecek bir yönlendirme yoktur. Çünkü bu bir finans oligarşisine gidiş ve onun egemenliğini kuruş oluşturacaktır. Çağdaş demokrasi: Bütün sosyal kesitler kesimler tabakalar arasındaki uyuşumu, birfeşik rızayı (konsensüsü) yaratma sistemi olmuştur; özü ile ilkeleri ile yöntemleri ile yaşam tavırları ve yaşam ılişkileri ile... Bu demokrasi, sözde "inandırılmış' seçmenin, sözde "elde edilmiş" oyları ile tepeden inme, "monolitik" egemenliğini kurma manevraları değildir. Finans kapitalin, seçmen tamahları ve moral konseptleri üzerinde. yoğun ve karşıtı olmayan bir etkileme baskısı gütmesi. gerçek oyun ve onun sahibi seçmenin, demokrasiden dışlanması olur. NİSAN 1986•'SAYI: 2jl Dıunusı Aflres AcıoaOtTİ C*1 S VEHl HIZUETIMiZ SATILIK TEKNELEfl 'nj ARAPÇA dersi verecek özel ÖĞRETMEN ARANIYOR Tel: 358 84 81 (Mesai saati dışında) Telefona bakacak sekreter aranıyor. Bakırköy çevresinde oturanlar tercih edilir. VAKIFLAR BANKASI TeL 583 46 29 Y.Ü. kimliği, 1.E.TT. Pasomu, hüviyet cüzdarumı kaybettim. Hükümsüzdür. SONNUR BAHÇEKAPILI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle