16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 NÎSAN 1986 CUMHURÎYET/13 Bonn 'dan Solla yazıp sağla yapnıak ULYA ÜÇER BONN Almanlar, Avrupa'da savaşçı bır halk olarak tanınır. Daha devlet kurmadan önce, Alemanlar, Übierler, Gotlar, Germenler olarak kabOe halinde yayıldıklan dönemlerde savaşçılıklarıyla ün salmışlar. Sonraki yüzyıllarda, Avrupa kültürüne damgalarını vuran Almanlar, bu niteliklerini koruduklarını yüzyılımızda da yeterince kanıüadılar. Asker nitelikleri açısından Almanlan Tttrklere benzetenler bile var. Almanlann savaşcüıklanyla övündükleri ise pek göriilmez. Okul tarih kitaplannda da geçmişteki askeri zaferlerinden çok kültür etkinliklerine ağırlık veriyorlar. Kendilerini bü>1ik bir gururla "Düşiinürter ve Şairler UIUSB" diye tammlıyorlar. Beethoven, Bach, Goeth, Schiller, Hegel, Marx, Einstein gibi dahileri olan Almanlar, düşünürleri, bilimadamlan ve sanatçılanyla ne kadar övünseler, kuşkusuz haklılar. Yalnız uzak geçmişte değil, çağımızda da dünya çapında çığır açmış kişiler yetiştirmişler. Felsefede Jaspers, Horkheimer, Bloch; edebiyatta Böll ve Grass; mürikte Stockhausen, Orff, resimde Klee, Ernst Beuys, uluslararası düzeyde doruğa ulaşmış dünya kültüriinün parçası olmuş kişiler. Affla Almanlar memnun değil. Şikâyetleri, o kadar gunır duyduklan düsünür ve şairlerinin arkasının gelmemesi, dünya külturu altında, Alman isirruerinin azalması, kimine kalırsa bu, eğitimdeki bozukluktan, seçkin kultürün yerini daha düşük düzeyde yaygın kültüre terketmesinden kaynaklanıyor. Kimi üstün yeteneklerin teşvik edilmediğini öne sürtlyor, kimi de popülist "tdevizyon kiütttrü"nUn insanlan köreltüğınden söz «liyor. Alman halkı kültürden ne anlıyor, günlük yasamında sanatın yeri ne? Federal Almanya'nın büyük kamuoyu araştırraa kururnlarından Allensbach'ın bir anketinden çıkan sonuçlar "Biz artık düşünüıier ve şairler ulusu olmaktan çıktık" diyenleri haklı çıkartacak nitelikte. Gerçi TV ve video seyretmeyi kültürden sayanlar az. Kultürün bir parçası olarak TV 20. sırada geliyor. Aroa boş zamanların en S€v ilen uğraşı yine de TV seyretmek. Müzik dirüemek 7. sırada, kitap okumak 8., tiyatro 17., konser de 18. sırada yer alıyorlar. "Kiiltür dânyasının vazgecilmcz isimleri" deyince de Almanların akhna güncel kültürden çok, kurumlaşmış klasik adlar geliyor. tlk sırada yüzde 84.5 ile Goethe var. Onu Mozart, Bach, Rembrandt ve Luther izliyor. Frankfurt Kitap Fuan 9. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Böll 10. sırada. Genç kuşak Alman filmlerini kültürden sayanlar, yüzde 15 ile listenin düşme hattında, Einstein'v kultürün parçası olarak görenler ise sıfır. Araştırma Almanlan n yabancı kültürlere açık olmadığını da ortaya koyuyor. Hele Avrupa dışı külturlere. Yaklaşık yuzde 35 Fransız, yüzde 25 de tngilız ve ltalyan kültürlerine yakmlık duyduklarıru belirtiyorlar. Ama "Dattas", "Hanedan" gibi Amerikan dizilerinin milyonlarca seyirci çektiği Almanya'da, Amerikan kültürünü sevdiğini söyleyenler, yüzde 17'yi geçmiyor. Kültür ve saast, çoguntugun gozttnde, boş zamanlara özgü bir uğraş. Aynca rahat eden, eleştiri yanı ağır basan sanat da sevilmiyor. Haftahk "Stern" dergisinin son sayısmda yayunlanan bir incetaneye göre, Hıristiyan Demokrat Bonn politikacıları da eleştiren avangard sanatı sevmemekte geniş kitieyle birleşiyorlar. ZamanUnnın avangard ve devrimci sanatçılan olduklarını unutup Goethe, Schiller ve Heine'yi benimsiyorlar, ama bugünün eleştiren sanatına da, sanatçısına da karşılar. Hıristiyan Demokrat politikaalann kültür ve sanatla ilişkilerini inceleyerek bu sonuca varan Stern, ünlü mizah yazan Kurt Tucholsky'nin bir sözünu anımsatıyor: "Almanya soluyla yazar, sagıyla yapar" demış. Kat komşum emekli sendikacı geçen gün apartman sahanhğındaydı ve anlaüyordu: "Şimdi Altmcı Filo'nun atası olan gemilerimiz 1801'de Kaptan Edward Ebble'nin komutasında denize açıldı... Libya açıklarında dört yıl savaştık... Sonunda boyun eğdiler... 185 yü önce ne yaptıysak, şimdi de onu yapıyoruz." Zenci kapıcı ilk kez uzata uzata "okey" demedi. Ve sordu: "Ya Ruslar?" TANJU AKERSON WASHINGTON Ilık havalarda kaldıgım apartmanm üniformalı zenci kapıcısı, ayakta durmak yerine girişteki döner iskemleye otumyor. Boydan boya camlı iki giriş kapısını birden ardına kadar aralıyor.. Ve gi1970'ü yıllarda tspanya 'da pek çok şeyin simgesi olan El Cordobes, 15 yü sonra yeniden arenaya çıktı çıkanlara kapı açma derdinden rip ğmda, hiç kuşkusuz biraz yaşlt bir El Cordobes'ti, ama o ünlü tebessümü hiç eskimemişti. kurtuluyor.. Kıvırak saçlan beyazlaşmış zenci kapıcı orta yaşın üzerinde.. Tüm görevi, 450 dairelik binada oturan yaklaşık bin kisiye gidip gelirlerken gevrek bir sesle "okey" demek.. Bunu söylerken sözcügün ikinci hecesirü bastıra bastıra uzatıyor.. Sabahın erken saatlerinde çöktüğü iskemlesinden akşarrun yedisine kadar süren mesaisi içinde çok az kalkıyor.. yıllann Madrid'ini yaşayanlann kendi geçmişle Kalktığı zaman yaptığı i$, kapının Yaşlanmıştı. Ama aynı gamsız, rine duyduklan bir özlemdi bu. önüne çıkıp şöyle bir havayı koklaaynı genç kahkaha vardı "Beatles"h yıllarda gözlerinin üzerine düşen mak, binde bir bir sigara tüttürmek.. dudaklarında. Saçları seyrelmiş, uzun gür saçlan ile arenaların "Beatle"ı olarak Bina trarığinin azaldığı saatlerde de yüzünün çizgileri derinleşmişti. On arulan El Cordebes'in fotoğraflarını kolej yatak haftahk dedikodu magazir. dergihanelerinde dolaplannın içine asan çeyrek asır ön leri okuyor.. Ama kendisine asıl vabeş yü sonra yine arenadaydı. cesinin genç kızlannın, genç kızlık günlerine dön kit geçinen olay, bazı kiracıların özellikle binanın lobisine inip kendisiymeleri için tanınan bir fırsattı bu. NtLGÜN CERRAHOĞLU le çene çalmaları.. Genellikle daireMAORlD "Ba beye 500 p«seU (yaklaşık 2 Saçlan azalmış, biraz kilo almış da olsa, El Cor lerinde bütün gün televizyon seyretbin Türk Lirası) verin." D Cordobes, yardırnadobes'i arenada bir boğanın karşısında gönnek, mekten sıkılan emekli takımı, çevrede hafif bir yürüyüş sına dönüp, o sırada ayakkabüanru cilalamakta Franco yıllan Ispanya'sına dönmekti tamamen. akşamüsıüsonra, zenci kapıcımn bayaptıktan olan boyacı için söylüyordu bunu. Hayatından lspanyollann dişinden tırnağından arttırarak kü şına dıkılip gevezelik ediyorlar.. Bu memnundu. Gazetecilere kendini nasü formda tutçük bir Fiat araba sahibi olmayı yaşamlanmn en konuşmalarda daha çok kiracılar antuğunu, günlerini spor yaparak, gitar, tngilizce ve büyuk düşüne erişmek olarak gördüğü yıllarda, latıyor, zenci kapıcı başım sallayıp "genel kültür" dersleri alarak geçirdiğini anlatıyoksulluğun en dibinden gelerek özel uçak sahibi "okey" diyerek söylenenleri yordu. olacak denli zenginleşen El Cordobes efsanesinin onayhyor. Altmcı Filo'nıuı ataları JVashington 'dan MadritVden dı Libya açridannda tam dört yıl sarsştık.. Bu arada Bingazi korsanlan bizim Philadelphia adlı fırkateyni ek geçirdikr ve kendi kuvvetlerine kattüar. Tegmen Stepben Decatur 16 Şubat 1804'le bir baskın yaparak "Philadelphia" yı korsanlann elinden kurtardı.. Gemilerimiz Libya'yı açık denize kapattı. Tam bir abluka uyguladık. Sonunda boyun eğdiler. 4 Haziran lSOS'le savaş sona erdi.. tmzalanao banş anlaşmasında Libyadaki dayı, Amerikan gemilerinden baraç almamayı kabul etti." Zenci kapıcı tarihsel olayı hiç tepki göstermeden dinledi. Emekli sedikacı "Biraz dnr, gidip yukardan tarih ansiklopedisi getireyim.. Orada daha geniş bilgi var" diyerek kapıcının merakını deşmek istedi.. Sonra bir an durakladı.. Aklına daha iyi bic düşünce gelmişcesine sevinçle, "Ha, aoımsadın mı deniz piyade marsını.. Orada 'Bingazi açıklannda' diye başlayan bir dize vardır.. Bu olayla Ugiii" diye bağırdı. Kapıcı döner iskemlesinde ellerini cebine sokarak hafifçe iki yana yaylandı. "Eskiden böyle olmuş demek" dedi.. Kafasından birşeyler geçiriyormuş gibiydi.. Emekli sendikacı sarkmış gerdanını göğsüne yapıştırarak "tabü" diye doğruladı, "Hakkını almak için güç kullanmak gerek. 185 yıl önce ne yaptıysak, şimdi de bunu yapıyoruz." Yaşlı zenci kapıcı ük kez ikinci heceyi uzata uzata "okey" demedi.. Gevrek sesine kuşkulu bir ton katarak "Ya Ruslar?" diye sordu... . Ya da şöhretin fotoğrafi BrükseVden Kokteyi manzandarı HAOt ULUENGtN BSÜKSEL Gazetecilik biraz zor bir zenaattır. Ayıya dayı, gidene a|am. geJene pa>am demek, her nabza göre serbet vermek, agız kokıuu çekümez insaniann agız kokusunu cekmek, sahte ve latıhta dostluklar kurmak, gazete muhabirligi yapan kimsenin zoraki görevleri arasındadır Bu isın en bariz şekilde yapıldığı mekinlardan biri de davet ve kokteyüerdir. Kokteyi ve davetler, Uç ana boyut üzerine kuruludurlar. Bunlardan birincisi içki, ikincisi yiyecek ve Uçüncusü de insan ilişkileridir. Kuran'a, en azından göstcrmelik de olsa, harfıyen rıayet eden birkaç etçilik dışında, içki. Brtlksel'de, bütün kokteyl ve resepsiyonlann odak merkeani olustunır Bazı kokteytlerde, içkiler haraâlem ve tekdOzedir. Bazılannda ise bdirli bir iahsiyet taşırlar. MisyorUar, kendi resepsiyonlarında yerel içkiler sunmayı severler. Meksika sefaretinde, jprüafema güvencn lekila yudumlar, Türk elçüiginde cumhunya bayTamı rakıyla kutlarur, Çinlilerde tatlımsı bir sarap îçüir. Magritte'nin sergilerinde "peçBet" gözdedir. Kokıeyl ve davetlerde, aslında yernek yenmez. Ama ayaküstü atıştmlan ve bazen "ükiMtan", yerine göre çerez, ordövr, kanape, meze, zakuski adıru alan yiyecekler, yine de kokteyllerin ikinci boyutunu oluştururlar. Banları, mal bulmus magrıbi gibi tepsilere saldınrlar ve ne var ne yok, kaşla göz arasında süip süpürttrler. Hatta ve hatta resepsiyonlarda, yalnız karın doyurmak için boy gösterenler de mcvcuttur. Bu gibilerinin hiç mide fesadına uğradıklan da vaki değildir. tçkilerde oldugu gibi, yiyeceklerde de mahalli rUzgârlar damak tadına çesni getirir. Ülkeler fakirlesıikçe davetlerdeki yiyecek • çe^ıdi zengjnlcşır Resçpsıyonlann yiyecek babında en hasisi NATO' . dur. Kanapelenn ustündeki kutü yayın balıfc yumunasmı havyar ni • yetine yutmak gerekir. Kokteyl ve davetlerin en önemli boyutunu ise insani iüskil«r otuştunır. Kimileri, buralarda boy göstermeyi marifet sayarlaı ve her ycrde . . * haar ve nazırdırlar. KimileTİ, biraz gazeteciler gibi, kokteyllere icrayı sanat eylemek için giderler ve bir gruptan dijer gruba mekik dokuyarak hem kendilerini pazarlar hem de ıs çıkarmaya çahsırlar. Hangi diplomatm hangı amir yanında ne kadar konuşup konuşmayacagjnı kestırmek ve zamamnda sejirtmek meslejin raconudur. Dıs görünum de önemlidir. Resmi bir resepsiyona lacivert bir kostümle gitmek sayanı tercihlır. Frapan b» kravat. çekialigı anınr ve önemli bir fırça darbesidir. Daha az resmi bir kokteyle ise spor ceket ve yUn kravatla gelmek. kaşkolu boyunda bırakmak da cazibelidir. Konusurken, nabza göre şerbeı vermek, bazılannı pohpohlamak gerekir. Bundan pek hoslanırlar ve tavuskusu gjbi sişerler Baalanna ise. kendi gOruslerini söylemek tehlike oluştutmaz. Kokteylierde önemli heyecanlar da yasanır. Sigara tablası bulmak için çuptndıguuz ve ayaklanruza kara su indıgı bir anda, GJeoda Jack•ea'a benzeyen bir kadınla göz göre gelebibrstniz ve kadın size yalnız gözleriyle gülebüir. Böyle durumlarda ızlenecek strateji, ya hiç hissettirmeden Glenda Jackson'a benzeyen kadırun butuaduğu gruba yaidasmak. ya tam o içki masasma gitmisken yanında peydah olmak, ya da o gruptaki bir lanıdıgınızdan sizi Glenda Jackson'a benzeyen kadınla tarusurmasıru taiep eunekür. "Sbtate pttaPatafoaya UgmiBto kofctryttade kmfâ*mqok" kiasik girij yooıemidir. "dtnta J a d U M ' u 'Romantik Bir Ingiliz Kadını' rflmlai |ördünuz miı? Saka * ı o otaayaaau" ise. çok daha cesurdur ve bu tttr bir uvertttrOn, sizin, Glenda Jackson'a benzeyen kadınla birlikte kokteyl lalonundan çtkmaruzı engelleyecegine daır bir kaide yoktur. Kokteyl ve davetler, biraz zor bir i$ yapan gazetecilerin icrayı sanat eyledikleri mekânlardandır. Kokteyl ve davetlerde, riyakir gülümsemekr. iletişim paydası içkiler ve satıhta dosıluklar vaıdır. Kül tablalan yoktur. Kokteyl ve davetlerde, bazen, Glenda Jackson'a benzeyen kadınlann heyecanı vardır, kokteyl ve aavetler, Brüksd'in vazgeçilmez mekinlartdır. Kopenhag'dan Sarı bir tatil sonrasında FERRUH YILMAZ KOPENHAG Kopenhag'ın ara sokaklarından birindeki kilisenin duvarına "tş yaşıyor" diye yazmışlar. Bir bajkası da hemen alıına eklemiş: "Ne ywi, paskalya tatüi yapamayacak mıyn şimdi?" Paskalya latili bitti. lyi mi oldu, kötü mü oldu? Hem iyi oldu hetn kötü. Paskalya yortusu sarı renklerle kutlantr buralarda hep. Sarı bende hep böyle sıkıcı bir izlenim uyandınr. Sarı sendika gibi rnesela... Paskalya tatili de öyle. Her ne kadar iş gereği h « gün bombalama, adam kaçırma, zirve görusmeleri ve nükleer savas tehlikeleriyle dolu günlerden biraz olsun kurıulup kafa dinleme şansını elde etsem de, öbür yanıyla, sanya boyanmış sıkıcı bir Kopenhag btılurum karşımda, paskalya ve bilumum dini bayramlarda. Başkent Kopenhag'ta oturanlann çoğu, aslında daha koyliık yerden geldikleri için, bu tür tatillerde köylük yerlerine dönerler. "Mutln azmbk" da Akdeniz kıyüanndaki tatil köylerine gider. Geriye, eğlence yerleri, barlan ve hatta sinemalan kapanmış, sokaklarında inlerle cinlerin top oynadığı Kopenhag kalır. Sarı. Danimarkaiılaı sehre çıkıp eğlenmeye, "Şebri kızıla boyamak" diyorlar. Kırmızı ile san arasındaki karsıtlık benzetmeye ne güzel uyuyor dejil mi?.. Paskalya tatili bitti. Tatilden sonra Danimarkah olmak daha bir pabab oldu. Danimarkalılann uzun uzun açıklamaya Uşendikleri her şeyi paketleyip, paket cLye adlandırmalan sonucu, "p«skary« paketf" adıyla arulan OBUD da rengi ıan ekonomik önlemler paketi, birayı, sigarayı, benzini falan daha pahalı yaptı. Gerçi ben ne sigara içerim, ne de arabam var, ama olsun, ba$ka şeyler de pahalandı. Mesela yun dıjıoa yapılan paket geziler. Hani bu turlara da pek katıldıgım yok ama. riiyası bile güzel. Paskalya tatili bitti. Güney sahiUerine ucuz paskalya turları yapanlar geri döndüier Şimdilerde, görenler görmeyenlere güneşi, esmer delikanlılan güaey Mraz mnkaf azakirdır, o ytzden erkeUer s«nfiB kuiara denız kenarındaki lokantaları anlatıyorlar. . Olsun, biz güneye gidemedilt. ama hamdolsun. bir belediye otobüsü bileti fıyatına, müziklı Yunan lokantasına gidip, ArapFransız kırması dansOzün, uzo kokulan arasında, birayl» kanştk tabö göbek atışını seyrettik... Oysa yaşlanmıştı. Dudaklannda aynı gamsız, aynı genç kahkaha vardı. Ama yaşlanmıştı. Saçları seyrelmişti, yüzünün çizgileri derinleşmişti. Nitekim El Cordobes'in 15 yıl sonra dönüşü, Madridlilerin arenayı inleten alkışlan ve tezahüratlan ile değil, sessizlikle karşılanacaktı. O soğuk, yağmurlu nisan ögleden sonrasında "Las Vcntas" arenasını dolduran 24 bin seyirci, bu kez iltifatlannı yeni yetişen bir boğa güreşçisine, Joselito 'ya saklamayı yegleyeceklerdi. Dikkatler ise, El Cordobes'ten çok, arkadaşının bir boğa ile karşılaşmasıru izlemek için Miami'den Madrid'e gelen, arenaya da önünde fotoğrafçılar ve etrafında bir goril bulutuyla giren Julio tglesias üzerinde toplanacaktı. El Cordobes artık, güreş öncelerinde kızkardeşine dönüp, "Bu gece sana ya bir ev alacagım, ya da yasımı tuUcaksın" diyen El Cordobes degildi. "El Cordobes",yani "Kordobalı", eskisi gibi yaşamına oynayarak kitleleri coşturamıyordu. Ama yine de, o gün, yağmur altında "Las Ventos"a koşan izleyiciler, genç boğa güreşçisi Joselito için değil, El Cordobes için arenayı doldurmuşlardı. El Cordobes ya da gerçek adıyla Manuel Bcnitez tspanyollar için, bir tutkunun olduğu kadar bir özlemin öyküsUydü çünkü. Bugünkü gibi postmodern olmayan bir Madrid'i, 60'lı tılsımını, artık sanayileşmiş, tuketim toplumu lspanya'sında dönüp, hatırlamaktı bu. Tüm kent ve köy sokaklannın boş kaldığı, El Cordobes'li boğa güreşlerinin televizyon ekranlanndan ilk kez naklen yayımlandığı o 1964 yazı öğleden sonralannı yeniden yaşamaktı. Ve nihayet boğa güreşleri ile pek alışverişi olmamasına rağmen, bu karizmatik güreşçinin yanında fotoğrafçılara sık sık poz veren Franco'yu hatırlamaktı biraz da. Klasik bir boğa güreşi tekniğinden çok, kitlelerle iletişim kurmaktaki ustalığı ile tanınan El Cordobes'i, "Bu boga gttreşçisi gibi sıfırdan başlayan çalışkan, yetenckli kifUerin önönde hiçbir eageJ yoktnr" mesajıru satmak için kullanan Franco'yu hatırlatmaktı bu, ister istemez. Ispanyollar için El Cordobes'le yıllar sonra karşılaşmak, boğa gtireşçisini neredeyse tspanyol kalkınma planının kahramanı haline getiren eski diktatörü belleklere yeniden getiriyordu. Oysa güreşten önce fotoğrafçılann önünde Julio Iglesias ile kucaklaşarak pozlar veren El Cordobes'in tüm bunlan ne denîi düşündüğü bilinemezdi. O yıllar sonra arenalara dönüşünün coşkusunu yaşamış, Julio Iglesias'la "şöhref'in fotoğrafını çektirmişti. Ve güreşinin biletleri yine eski günlerde olduğu gibi karaborsaya dilşmüş, kapış kapış satılmıştı. t Akşamustü zenci kapıcı ile sohbet edenlerden biri kat komşum emekli bir sendikacı.. Dünya gezilerine çıkmayı seven yaşlı ama dinç, neşeli bir adam.. Şık ve spor giyinmeye özen gösteriyor.. Boynuna ince altın bir zincir takıyor.. Televizyonda izlediği haberlere dayanarak uluslararası politik gelişmeler üzerine yorum yapmaya bayılıyor.. Yorumlarını zevkle zenci kapıcıya aktanyor. Amerikan gemilerinin Akdeniz'de yine Libyaya karşı harekâta haarlandığı haberlerinin çıktığı günlerde emekli sendikacı, özel bir bilgi aktarmamn coşkusuyla zenci kapıcıya "Biliyor musun" dedi, "Bu bizim için hiç de yeni bir olay değil.. Gemilerimizi 185 )il once de Libya'ja gönderdik.. Bu Kuze> Afrika ülkesine daha o zaman dersini vermişiz ve hakkımızı almışu." Sonra şunlan anlattı: "18011805 yıllan arast Bingazi savaşı diye larihe gecen bir olay biliyor musun? O zaman başkau, Thomas Jefferson idi.. Libya da o döoem Turklerin bir eyaleti idi.. Dayı denilen birtakım paşalar tarafından >oneliliyordu.. Bu dayılan kervan lüccarlan, askerler >e Bingazi korsanlan desteklemekteydüer.. Bu dayıiar, Akdeniz'den geçen tüm ticarel gemilerinden geciş gü>«nligi adı altında haraç almaktaydılar.. İngilizler, Fransızlar, ttalyanlar >e biz bu parayı ödtmekteydik. Ama işte 1801de Libyadaki dayı barac miktannı artınnca Başkan Jefferson odemeyi reddetti.. Aslında Jefferson hır çıkannak niyetinde değildi.. Deniz guciınu kullanmak istemiyordu, banş içinde ticareti geliştirmek yanhsıydı.. Bingazi korsanlan gemilerimize saldırmaya başlayınca islemeye islemeye bir Akdeniz donanması kurulmasını emretti. Şimdiki Altına FUonuo atası olan gemilerimiz, kaptan Edward Ebble'nin komutasında denize açıl Atina'dan Asklipioıı'un düşte tedavi tapınağı STELYO BERBERAKİS EPİDAVROS Yunanistah'a her yıl orıalama 7 milyon turist gelir ve hepsinin aklında tek bir şey vardır. "Talilimi adalarda gecirmeliyim." Genellikle turistlerin Yunanistan'daki üssü Atina oluyor. Burada birkaç gece konakladıktan sonra uçak ve vapurlarla akın akın adalara ve tarihi yerlere giderler. Ancak "Talini adalarda geçireo'Mer de vatanlarına dönmedcn önce mutlaka antik Yunan kentlerini ve o uygarlıktan arta kalan kalıntıları görmek isterler. tşte, Epidavros kenti de bu nedenle her yıl yaz kış turistlerin hucumuna uğrar. Epidavros, bugün için kent değildir. Ama döneminin en lüks kentlerinden biri olarak bilinir. Epidavros'un en büyük özelliği, ünlü antik "Epidavros Tiyalrosu"na sahip olması. İkinci özelliği ise her ne kadar mitolojiye dayanıyorsa da, hastaları ilk tedavi eden yan tann Asklipios'un burada doğrnuş ve hastalannı burada iyileştirmiş olması... l.Ö. 4. yuzyıla dayanan bu bilgiler günümüze dek ulaşmıs. Dönemin yazarlan Asklipios'un marifetlerini taş plaketlere yazmış, Epidavros Tiyatrosu'na gösterilen büyük ragbet kaleme alınmış... Mitolojiye ve dönemin larihçisi Ks«aofondas'ın yazıtlarına göre Asklipios, aydınlar tanrısı Apollon ile Tessalya kralının kızı Egli'den olma... Ama, Egli, hamileliği sırasında genç aılel tshis'e âşık olunca, Apollon Egli'yi, kız kardeşi av tanrıçası Artemis'e öldürtür. Egli son nefesini verirken, Apollon'un aklı başına gelir ve "Bu giinahkâr kadınla birlikte benim tohumum da ölemez" diye bağınr ve Asklipios son anda ölümden döner... Baba Apollon, oğlu Asklipios'u dönemin sağlık iLzmanı Kenlavros'a leslim eder ve Asklipios, ondan gunumuze dek uzanan tedavi hünerlerini öğrenir. Epidavros kenti Asklipios'a l.Ö. 13. yuzyılda kavuşmuştur... Tedavi hünerleri yalnız antik Yunan uygarlıgında kalmaz... Taa Roma imparatorlannın kulaklanna gider... Böylece körler, sağırlar, sakatlar, tedavi için Asklipion'u görmeye gelir. Tedavi olunca da Asklipion'a "teşekkiir eder" ve giderler... Asklipion'un hünerleri o kadar ün salmış ki, dönemin zenginleri binbir türlü adaklarıyla, Epidavros'u antik Yunan uygarlığının en görkemli kenti haline getirmiş.. Tapmaklar, hipodromlar, konservatuvarlar ve ünlü Epidavros Tiyatrosu "ganimetlerle" inşa edilmiş. Antik Yunan eserlerini bilenler, burada değişik bir larzla karşılaşırlar. Sutunların hatta mermer çiçeklerin dahi bambaşka bir zevkle işlendiğini görürler. Tiyatrosu da öyle... Tüm tarihi kalıntıların en iyi inşa edilmiş tiyatrosu olarak tanınan Epidavros Tiyatrosu, 12.300 kişilik kapasiteye sahip. 65 basamakh sıradan oluşan liyatro, akustik ve orantı açısından mükemmel bir yapıda. Anfiteatr şeklindeki tiyatronun ortasındaki sahne 20 metre çaplı... Burada bir kâğıt parçası yırtacak olsanız, tiyatronun en son sırasında oturan izleyiei rahatlıkla yırtılma sesini duyabiliyor... Bizim ziyaretimiz sırasında Fransa'dan gelen bir grubun içinde flüt çalan bir bayan vardı... Büyük ısrarlar sonucu anfiteatrın ortasında flüt çalan kız, basamak sıralarında oturanları büyuledi... Atina'nın 120 km. güneydoğusunda ve Mora Yanmadası'nın kuzeyindeki Epidavros'a Atina'dan her hafta sonu ya da festival suresince her gün yerli turistler gelir. Tiyatronun etrafına çadır kurarlar ve geceleyin eski Yunan eserlerini eski tiyatronun sıralanndan buyük bir sessizlikle izlerler. Bazı eserler gündüz de oyna Stockholm yden MAJOR OPPORTUNITIES IN TEXTILES GROUP We are currently engaged in assisting a major textile group, who manufacture a variety of cloth and thread products to establish their operations on a sound commercial basis for the profitable development of their businesses. As part of this exercise, qualified personnel for the follovving posts will be recruited. Conditions of employment will be attractive and will be discussed at the first ıntervievv. General Manager with some years of experience as senior manager in a major textile business. His main task vvill be to lead a demanding phase of developing and improving the business vvhich vvill require proven overall management skills. Rnancial Controller with previous experience in financial and management accounting, preferably in textile industry, a good background of banking relations and a good avvareness of Turkish legal and fiscal requirements. He vvill be responsible for all the financial and the accounting requirements of the company including management accounts, financial reports, cash management and budgeting. Production Pianning Manager with engineering degree, previous involvement in line management and production pianning role in textile factory. He vvill be responsible for the development and implementation of the factory pianning system. It is intended that this function vvill be supported by fully computerised system, therefore experience in implementation of computerised production pianning procedures vvill be helpful. Ouality Controt Manager to be responsible for the quality control testing of raw materials and products at significant stages of the process and participating in the development of methods to improve the quality of product. Stock Control Manager to be responsible for ensuring that accurate and complete stock records are kept, stocks are securely controlled and reorder and lead times are developed. Candidates should vvrite in English vvith full career details indicating their qualifications and salary progression including a daytime telephone number to Vahyi Somay, Managing Partner, Güven ve Coopers & Lybrand A.Ş., Sivritaş Sokak 11/4 Mecidiyeköyİstanbul. Üç film, bir tartışma YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Isveç televizyonu, konusunu Türkiye'den Avrupa1 ya göçten alan üç fılm yayımladı geçen haftalarda. Göç olayının doğurduğu sonuçlar her uç filmin de çekirdeğini oluşturuyordu. önce bir Alman filmi izledik. •Sınırdışı' (Abschiebung) adlı bu fîlm yönetmen Marianne Ludcke'nin imzasını taşıyordu ve genç Alman yazarlardan KlausPeter \Volf un siyasi nedenlere dayalı bir göç olayını 'sahle evlilik' ekseninde işjeyen romanından uyarlanmıştı. Kaliteli görüntüleri, Tuncel Kurtiz ve Tayfun Bademsoyun usta oyunları ile yer yer hızlanan fılm, v^apay senaryosu ve yüzeysel diyaloglan yüzünden ne yazık ki belli bir çizgiyi aşamıyor, bir raacera fılmi olarak kahyordu. 'Parcalanma' (Splittring) adını taşıyan ikinci filmde, bir Turk ailesinin İsveç toplumunun yaşam tarzıyla karşı karşıya gelmesi ve bozularak dağılması anlatılıyordu. 'Parcalanma' İsveç'te yaşayan yönetmen Muammer ÖMT tarafından birkaç yü kadar once Stockholm'de Isveç'li bir kadro ile gerçekleştirilmiş, ama pek seyirci bulamamıştı. Resmi hasılata göre filmi İsveç sinemalannda yalnızca 5 kişi izlemişti. Filme ilginin bu denli az oluşunda İsveçli film eleştirmenlerinin de payı vardı. Çoğunun birleştikleri nokta, Özer'in "kendi halinde akıp giden bu kiiçiık sosyal içerikli filmin akışım. hiç gerek olmadığı halde iddialı ve sanalsal bazı gerçeküsıu sahaelerle bozmasıydı." Her iki film de TV ekranlarmda pek bir iz bırakmadan geçip giıtiler. Ama elverişli bir saatte yayımlanmaLanndan ötürü epey seyirci topladılar. Ortalığı birbirine katan, 'Aşliın Beddi' adlı belgesel oldu. Kadın yönetmen ve gazeteci Stina Helmersson filmınde Türk kadınının Avrupa koşulları içinde erkeklerle çelişkili ilişkisini Nezgül adlı genç bir kadının başından geçenlere dayanarak anlatıyordu. İsveç'te yaşayan Nezgül, 14 yaşındayken e%lendirilmis, bir yıl sonra çocuk sahibi olmuştu. Ama bu zoraki evlilik yürümemiş, birkaç yıl sonra boşanılmıştı. Kırsal kesimden gelen ve boşanma olayını yaşayan Türk kadınlannın başına gelenler anlattıklanna göre Nezgül'ün de yazgısı olmuştu: Hor görülmek, hakaret, dışlanma, dayak, tehdit, korku, yalnızlık... Nezgül'ün diğer Türk erkekleri ile ilişkisi de istediği gibi olmamış ve sonunda "askın bedeii' nefrete eşit hale gelmişti. Erkeklerden nefrete... Filmde başından geçenleri anlatan Nezgül, 'Erkeklerden nefret ediyorum,' diyordu. "Hicbir zaman güvenmeyecegim onlara. Daha gbçliı olacağım onlardan.' Sosyal bir gerçekliği saptamadan. 1 çok, bir kadın portresi çizen belgeselde Türk erkeklerinin 'duygudan. yoksun sadist canavartar' şeklinde, gösterilmesi, bizde 'Bu film epey gii' riiltıi kopanr' izlenimi bıraktı. ; Öyle de oldu. Özellikle seyirrilerin Türk erkek ve kadınlanndan oluşan' bölümü ertesi gün hop oturup hop kalkıyordu. 'Böyle film de gösterilmeı kardeşim,' diyenlerin bazılan işi' 'Türklüğe hakarettir bu'ya kadar var! dırırken, erkeklerin hemfıkir olduğu nokta, 'onurlanjla oynandığı'vdı. İçlerinde filmin kahramanına türlü sıfatlar yakıştıranlar da vardı. Sinirlerine biraz daha hâkım olanlar ise, 'Bu film sorunUn çözmekten çok artıracaga benzer,' demekteydiler. Yönetmen Stina Helmersson'un tanmmış bir feminist olması da işin içine tuz biber ekti. Açılan tartışmaya biraz da bu nedenle tsveçliler de. katıldı. Filmin gosıerilmesinin erte', si gunu, ikisi kadın Uç sinemacı tarafından Dagens Nybeter gazetesinde yayımlanan bir vazıda Helmersson, 'erkeklere nefretini göstermek için Türk kadın ve erkekleri arasındaki sonınUn kullanmakla' suçlandı. VEFAT Merhume Fethiyc Hanun vc merhum lsmail Hakkı Beyin ogullan, merhum Hasip Arat, Kamuran Arat ve Adnan Arat'ın ağabcyleri, Neriman Arat'ın eşi, Füsun Yaaaoglu'nun babası, Tevhit Yazıcıoglu'nun kayınpederi, Can Yazıcioğlu'nun dedesi, Ferihan Balaban ve Affan Balaban'ın eniştelcri; Emekli Maliye Başmüfettişi, iyi insan Güven ve Coopers &Lybrand For business committedtogrovrth MEHMET IHSAN ARAT Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 13.4.1986 (Bugün) günü Fatih Camii'nde küınacak ögJe namazını müteakip Emirgân mezarlığında toprağa verilecektir. Tann rahmet eylesin. AtLESİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle