11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER YÖK düzeni "ideal" bir düzen olarak gelmişti. Bu ideal düzen üzerinde yuzlerce, evet yüzlerce değişiklik yapıldı. Kimi temelden, kimi göstermelik!.. Bu yazıyı okuyanlardan bazıları, "Tum bunlar bilinen şeyler, bir kez daha yinelemenin yararı ne?" diye düşunüyorlardır. Aslında bin kez daha vurgulansa yeridir ama, amacımız bilineni bir kez daha yinelemek değil. Amacım yeni açılan Bilkent Üniversitesi ile ilgili bazı gariplikleri sergilemek ve Islamcılık modasınm bazı boyutları üzerinde durmak. Ancak lafı buraya getirene kadar, doğrusu bazı isyan edilecek noktaları yeniden \Targulamaktan kendüni alamadım. DOĞRAMACIBİLKENT İLtŞKİSİ Bilkent Üniversitesi'nin yasalara uygun bir biçimde açıldığına kuşku yok. Son derece değerli bir öğretim kadrosunu bünyesinde toplayan ve ulkemizin zirvedeki gençlerine eğitim verecek olan bu kuruma içtenlikle başarüar da diliyonız. Ancak anlayamadı&mız ve anlamakta giıçlük çektiğimiz husus, Sayın İhsan Doğramacı'nın Bilkent'le ilişkısinde oluyor. Sayın Ihsan Doğramacı YÖK'ün Başkanı olarak Türkiye'de devlet üniversitelerini düzenlemekle görevlidir. Bir vakıf bir üniversite kursa ve "En iyi eğitimi biz veriyoruz" dese, buna karşı çıkması gereken kişidir Sayın Doğramacı. Kendisi nasıl söyler bunu? Sayın Devlet Başkanımız bunun açılışını nasıl yapar? Dünyanın neresinde bir kamu görevlisi, görevli olduğu kamu kuruluşuna rakip bir özel kuruluşunun öncülüğünü yapar? Nerede gorülmuştür bu, hangi mantık kabul edebilir bunu? Bilkent'in açılışımn öncesindeki ve sonrasındaki gelişmeler, aslında YÖK düzeninin iflasının en yetkili ağızlardan itiraf edilmesidir. "Biz bu işi beceremiyoruz, beceremeyeceğiz" demektir. Türkiye'de devet olanaklannın üstünde olanağı olan güçler yar demektir. Türkiye'de Yüksek Öğretim Kurumu'nun ustunde kurumlar var demektir. Ve Sayın Devlet Başkanımız Bilkent'in açılışına katıldığına gore, bizim içimize sindiremediğimiz bu durum, Sayın Devlet Başkammızı rahatsız etmiyor demektir. Aslında iç poiitikada, dış poiitikada, ekonomik poiitikada hiç anlayamadığımız şeyler oluyor. Kimi olaylara hiç alışkın olmadığımız bir biçem (üslup) içinde yaklaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı, kimi dış ulkelere "resmi olmayan" gezilere katıhyor. Sanki "Bu gezi resmi bir gezi değil", denildiği zaman, başbakanlık sıfat ve özelliği ortadan kalkıyor gibf. Bir zamanlar tüm "mazlum milletlerin" umut kaynağı olan Atatürk Türkiye*sinde Hong Kong'a, Singapur'a özeniliyor. Türkiye'de de yapılabilecek olan basit bir goz operasyonu için ABD'ye giden Sayın Başbakan, dönüşunde "Seferi Hümayun" dan "gazi" olarak donen padişahlan aratmayacak törenlerle karşılanıyor. Anayasasında "Sosyal devlet" olduğu yazan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu Sayın Başbakanı, "Devlet herkese iş bulmak zorunda değildir" diyebiliyor. Niye demesin ki? Aynı anayasanın kimi maddelerini "askıya alabilecek" kadar kendinde güç gorebiliyor ve işin ilgincı askıya da alıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kimi bakanlan, karşı taraftan onay gelmediği için, açıklanan resmi gezilerini erteleyebiliyorlar ve bundan hiç rahatsızlık duyulmuyor. İran, inanılmaz bir küstahlıkla Irak topraklarına (biçimi tartışılsa bile) yapılan hakh bir mudahaleyi protesto ederek, açıkça kimi böluculere destek olurken; Humeyni Atatürk'e dil uzatmaya cüret ederken; ilişkiler "Iş iştir" çerçevesi içinde yürütülmeye devam ediliyor! SONUÇ Biraz da şeriat ozlemlerine tepki olarak geldiğini sandığımız 12 Eylül düzeni içinde her şey "İslamlaşmaya" başladı. lslam Konferansı'na Devlef Başkanı zeyinde katılmakla başlayan gelişmeler, İslam Kalkınma Konferansı, İslam Bankalar Birliği vs. derken sonunda İslam Diş Hekimleri'ne kadar dayandı. Gozu kararmış kimi fanatikler, Amerikan dolarlarının cirit attığı en lüks otellerin konferans salon lannda kitap yakacak kadar, "cihat çağrılan" yapacak kadar şaşırdılar. Verilen bu ödünlere karşı ne sağlandı? Hiçbir şey. Sağlanan tek şey bu fanatiklerin ülke içindeki uzantılannın palazlanması ve şımarması oldu. Uluslararası arenadaki en hakh davalarımızda bile bu İslam ülkelerinin desteklerini sağlayamadık. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni hiçbirine tanıtamadık. Kalite ve fıyatı Batı ya da Uzak Doğu ulkelerinden daha uygun olan mal ve hizmetlerimizi satarken bile zorlandık. Ataturk Turkiyesi'ne karşı tarihsel bir hınç ve kompleks içinde olan kimi ülkeleri "pohpohlayarak pışpışlayarak" nereye vanlabilirdi kü... 27 EKÎM 1986 îyiee Şaşırmak Bilkent'in açılışımn öncesindeki ve sonrasındaki gelişmeler, aslında YÖK düzeninin iflasının en yetkili ağızlardan itiraf edilmesidir. "Biz bu işi beceremiyoruz, beceremeyeceğiz" demektir. Türkiye'de devlet olanaklannın üstünde olanağı olan güçler var demektir. Türkiye'de Yüksek öğretim Kurumu'nun üstünde kurumlar var demektir. Ve Sayın Devlet Başkanımız Bilkent'in açılışına katıldığına göre, bizim içimize sindiremediğimiz bu durum, Sayın Devlet Başkammızı rahatsız etmiyor demektir. CUMHURIYETTE/V OKURLARA... OKAY GÖNENSİN Dünyanın Gözü... C Prof. Dr. TOKTAMIŞ ATEŞ • Halk dilinde ilginç bir deyim vardır. Bazıları ölçuyu aşan kiHii davraruşlara girdikleri zaman, "Bunlar iyice şaşırdılar..!' denir. Bu şaşkınlık; kimi zaman bilgisizlikten gelir, kimi zaman akılsızhktan gelir, kimi zaman şıma rıklıktan ve kimi zaman da kendini çok güçlü sanmaktan gelir. . Fakat tüm bu nedenlerin ardında, dünyayı dar bir bakış açısı altında izlemek ve olaylann ardın, daki "nedensonuç" ilişkisini görememek yatar. Türkiye 12 Eylül 1980 öncesinde tarihinin en karanlık ve ürkutücü günlerinı yaşadı. Su başlapnı eşkıyalar tutmuş, devlet ve devlet gucu ortadan yok olmuştu. Terör öylesine boyutlara ulaşmıştı ki; can güvenliğini sağlamak isteyen insanlar, teror odaklarından birine sığınmak zorunda bırakılmışlardı. Tarafları belirsiz bir iç savaş yaşanıyordu. Silahlı taraflar ellerindeki silahları . biribirlerinden çok, silahsız in6anlara yöneltmişlerdi. Devletin ; Jcolluk kuvvetleri garip bir ataJet içindeydi. Tüm ülke sıkıyöne. tim altında olmasına karşın, silahlı kuvvetler de bu uç buçuk eşkıya karşısında etkin önlemler alamıyorlardı. Işte 12 Eylül'e bu koşullar altında gelindi. Biz bu yazımızda 12 Eylül öncesi Türkiye'sinin en buyük sommlularının kim olduğunu tartışmak niyetinde değiliz. Fakat bir gün bunun sırası da gelecek. Ancak şu kadarıru söyleyelim ki, silahlı kuvvetlerin emirkumanda zinciri içinde yaptığı bu müdahale için bardaği taşıran damlanın "şeriatçı çabalar" ve unlu Konya Mitingi olduğu soylendi. Aslında biz bu yazımızda 12 Eylül'un getirdiği düzenlemelerin eleştirisini yapmak niyetinde de değiliz. Zaten 2969 sayılı yasa yürurlukte oldukça, bunu yapmamız da olanaksız. Zira bilindiği gibi, bu yasa hukümleri uyarınca 12 Eylül 1980 ile 6 Kasım 1983 arasındaki dönem uygulamalarını eleştirmek yasaktır. 12 Eylül, geçmiş dönemin suçlusu olarak; üniversiteler, işçi sendikaları ve siyasal partilen göruyordu. Ve "Ataturkçü" olduğu ileri sürülen bir dizi yenı düzenlemeyle toplumun yasal yapısı yeniden düzenlendi. Sanki yeni bir yasal çerçevelenme ile toplumun yapısı değişirmiş gibi. YÖKTE ÎKBAL KAPILARI Üniversiteler yeni bir yasayla merkezi denetime bağlandılar. Çoğunluğu atamayla gelen üyelerden oluşan bir kurul Türk universite hayatuıı duzenlemeye başladı. YÖK rektörleri, rektörler dekanları, dekaniar bölum başkanlarını ^tamaya başladılar. Toplumun geleceği olan gençlerin emanet edildiği üniversite hocalanna, "Siz kendinizi yönetmekten acizsiniz..!' denildi ve o gunlerin şaşkınlığı içinde garip bir düzen oluşturuldu. Pek çok öğretim üyesi bir tür küskünlükle kenara çekilirken, bir sürü insan hayal bile edemeyecekleri ikballere ulaştılar. Tabii kendilerine bu ikbal kapılarım açanlara sonsuz bir minnet ve sadakat duygularıyla... Osmanlı Imparatorluğu'nun yıkılmasından altmış yıl sonra yeni bir "kapıkulu" yaratıldı. Varlığı ve mevkii, belirli bir yetki kaynağına bağh olan ve o yetki kaynağı durdukça yerinde durabileceğini bilen bir kapıkulu. Ve bu kapıkulu kendi kullannı da yaratmak çabasına girişti. Kısmen de başanlı oldu. Demokrasinin işlemediği bir dönemde alınan yetkiler, bir hanedan yasası gibi, çok partili yaşama girildikten sonra da devam etti. umhuriyet ofsete geçip, fotoğraflar değerierini kazanınca elbette buna öncelikle foto muhabiri arkadaşlanmız sevinmişti. Artık fotoğraflan görülebiliyor, farkediliyor, beğeniliyordu. Nitekim birçok yarışmada en üst sıralan hep Cumhuriyetçilerin fotoğraflan paylaşıyordu. Fotoğrafın, bir olayın anlammı vurgulamadaki işlevi TVIerin acımasız rekabetine karşın hâlâ sürüyor ve şu anda dünyanın dört bir yanında belki haber peşinde koşandan daha fazla insan fotoğraf için koşuşuyor. Bütün bu koşuşma da en acımasız rekabet koşulları içinde en iyi fotoğrafı en çabuk elde edip en hızlı biçimde dünyaya yayabilmek için. Şu anda büyük haber ajanslarının yanı sıra salt fotoğraf alanında uzmanlaşmış birkaç büyük ajans dünyanın gözü olarak çalışıyor. Büyük fotoğraf ajanslan arasında bizim açımızdan da kuşkusuz en ilginci, kurucusu ve birçok gazetecisinin Türk olması dolayısıyla Sipapress. Sipapress 1973'te Göksin Sipahtoğlu tarafından kurvldu ve on yıl içinde dünyanın üçüncü ajansı durumuna yükseldi. Sipapress Paris'teki merkezi dışında tüm dünyada 1.500 fotoğrafçı ile çalışıyor. Göksin Sipahioğlu'nun gençlere, özellikle iyi fikiıieri olan gençlere özen göstermesi dolayısıyla Sipapress fotoğrafçı gazeteciler için gerçek bir okul olarak niteieniyor. ömeğin genç bir ingiliz l'Express dergisinde Afganistan'daki Sovyet uçakJan üstüne bir röportaj yayımlıyor. Işte Göksin Sipahioğlu için iyi bir fikir ve bu 24 yaşındaki ingiliz Sipapress adına iki kez daha Afganistan'a gidiyor, sonuç iki büyük röportaj. Sipapress'in önemli bir başarısı da yedi gün açık olan ve herkese iş yapabilen çok gelişmiş bir fotoğraf laboratuvan kurmuş olması. Bu laboratuvar dünyanın en iyi donablmış ve en iyi sonuç alınan laboratuvarlanndan biri olarak niteleniyor. Fotoğraf ajanslarının en büyüğü olarak nitelenebilecek olan Sygma da 150 doiayında sürekli sözleşmeli fotoğrafçının yanı sıra dünyanın dört bir yanında iki bine yaklaşan gazeteci ile çalışıyor. Hızlı fotoğraf için bu ajans yöneticilerinin yapmayacağı yok. Bir tek kare için özel uçaklar tutulabilryor, haberin ne olduğu tam anlaşılmadan bile insanlar yotlara çıkıyor ve binlerce dolar havaya savrulabiiiyor. Ama bir de haber öneml'ıyse ve o ajansın muhabiri oiay yerine ilk yetişen olmuşsa işte o zaman paralar akmaya başlıyor. İşin gerektirdiği hız, bütün titizliğe rağmen bazen olmadık yanlışlara yol açabiliyor. işte bir örnek olay: Sygma, Polonya'daki gösteriierden çok yeni fotoğraflar getirtmiştir v birkaç saat içinde baskıya girecek olan FigaroMagazine'e yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden fotoğraftann alt yazılannı yazmadan gönderirier dergiye ve Figaro Magazine bu fotoğraflardan birini kocaman kullanır; fotoğrafta silahını göstericilere doğrultmuş bir polis görülmektedir ve dergi şoyle bir başlık kullanmıştır: "İşte Pokjnya'da halka ateş edildiğinin kanıtı." Oysa polis göz yaşarbcı bomba atmaktadır. Ajans bunu mesieki açıdan onursuz bir çarpıtma saydıgı için hemen düzettilmesini ister. Bir başka olay da Nikaragua'daki "insan yakma" olaytdır. Fotoğraf, yakılan insanlar göstermekte ve yazıda Sandinistaiann ulkedeki kızılderiliteri böyle yok ettikl&ri anlaülmaktadır. Oysa bu fotoğraf dört yıl önce çekilmiştir ve salgın hastalıktan öienlerin cesetleri Kızılhaç tarafından yakıimaktadır. Çarprtmayı yapan yine FigaroMagazine'dir. Bu kez olay mahkemeye gider, sonuçta dergi fotoğrafı çekmiş olan gazeteciye 3 bin dolar tazminat ödemeye mahkum edilir. Fotoğrafçı izlediği olayın tam göoeğlnde olmak zorundadır, bu yüzden en çok hırpalananlar foto muhabiıieridir; sık sık öfkeli insanlar tarafından makineleri kıntır. öluner de: 1956 Suveyş krizinde Magnum'dan bir gazeteci Mısırtı mitralyöze kurban grtti: Gamma'nm ünlü fotoğrafçılanndan Gilles Caron 1970te PhnomPenrfde kayboidu, yine Gamma'dan Michel Laurent 1973'te Saygon yakınlannda öldürüldü. Bunlar sadece güzel bir görüntü yakaiamak için silahlara çok yaJdaşmişlardı. Gazeteier açısından en önemli fotoğraflar ise, sanat düzeyinin çok yüksek olması gerekmeyen, ama hemen olay günü yazı işlerine ulaşan fotoğraftardır. Bunlar için de AP, Reuter ve AFFnin yoğun rekabetine Alman DPA da kablmaya çalısmaktadır. ParisMatch dergisinin reklam stoganından yola çtkarsak, sözcüklerin ağuiığı çoğu kez fotoğrafın vurucu desteğinden yararlanmak zorundadır. TYIerdeki uzun haber filmleri de hiçbir zaman ertesi gün aynı konudaki çarpta bir fotoğrafın etkisini azaltamamaktadır. OKT4Y AKBAL EVET/HAYIR Emekçi, Siyasaya Ağıriığını Koymadan... OKURLARDAN Üniversiteden atılma korkusu Üniversitede öğrenimini surdüren öğrencileıiz. YÖK'ün çıkarmış olduğu 'sınav yönetmeiikleri' nedeniyle mağdur duruma düşmuş bulunmaktayız. Günümüz Türkiyesi'nin koşullannda yaşamanın zorluklarını bilmeyenimiz yoktur. Ülkemizde öğrencilerin büyük bir kesimi kıt imkânlannı kullanmak suretiyle öğrenimlerini sürdürmek durumundadır. İşçi, işsiz, küçük memur, emekli çocuklan öğrenimlerini babalannın maaşını yarı yanya bölmek suretiyle sürdürmektedirler. Bir öğrencinin yulardır okuyup son sınıfa gelmesi ve üstüne ustlük bunca masraf etmesi, başka hiçbir sanat dalında beceri kazanamaması, sonuçta okuldan atılması bir boşluğa yuvarlanmasına neden olacaktır. Bunun tahribatı hem maddi, hem de toplumsal niteliklerle kendisini gösterecektir. Bir taraftan aşırı issizlik, diğer taraftan geçim zorluğu toplumu iyice bunahma sürüklemiştir. Buna bir de öğrenimini sınav yönetmelikleriyie yarıda bıraktınlmak istenilen öğrencilerin kamburu eklenirse, sonuç daha da vahim olacaktır. . Öğrencilerin bugünkü durumu hiç de iç açıcı değildir. Öğrenciler olarak bunu yaşamımızda somut olarak görmekteyiz. Üniversiteden atılma korkusu bütün öğrencilerin kalp atıslarmı gün be gün artırmaktadır. Başan oranı gördüğümüz kadarıyla görece olduğu yadsınamaz. Buna radikal bir çözüm getirümesini temenni ediyoruz. Bu uzun süreli bir tasan olabilir. Üniversitelerden kayıtlan silinmek üzere olan öğrencilerin bu sorunlanna acil bir ara çözüm getirilmesi yerinde bir karar olacaktır. YILD1Z ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESt ÖĞRENCİLERt yazılıdır. Tüm çabalarıma rağmen yolluk alamadım. Mal Müdürlüğü odenmesinde yasal engel olduğunu, çunku karamamemin yolluksuz düzenlendiğini söyledL 11 Mitti Eğitim Mudür Yardımcısı'na başvurduğumda, bana mahkeme yolunu gösterdi. Bir avukata başvurdum, dilekçeyi Kayseri Bölge Mahkemesi'ne gönderdim. Ayın son günleri olduğundan bu işlemler parasal gucümü sıfıra indirdi. Yolluk alamadığımdan eşyaları götüremiyordum. Eşyalarımı dostum ve komşum olan bir arkadaşımın odalarından birine yığıp, yeni görev yerime geldim. Aradan birkaç ay geçti, Bölge Mahkemesi'nden ses çıkmayınca dilekçe yazdım. Aradan aylar geçti, yine ses çıkmadı. Başvurumun ne kadar süre içinde sonuçlandırılacağını merak ediyorum. AD1 SAKLI baba günü. Çocuklar büyükleriyle gelmişler. Ne yazık ki sınav hangi odada yapılacak beili değiL Saatler UerUyor. Herkes birbirine sorular soruyorlar. Kimse birşey bilmiyor. Hademeler veülerle savaş halinde. Hatta içerisi veli dolu olan odayı önlem için küitUyorlar. Saat 10.00 oldu öğretmenler ufukta göründüler. Çocuklar seftt, stcak bir yandan, kalabahk bir yandan, çocuklar ağlıyorlar. Hiçbir okulda görülmemiş bir sınav günü. Okulda müdür, muavin, öğretmenler sanınm yok. Veya hademeler dahil herkes müdür. Şaşırdım... Acaba okuldaki sınavdan kimsenin haberi yok muydu? Yoksa veüler sınav şakası mı yapmışlardı? Yurdumuzda sanatm, eğitim ve öğretim yeridir burasu Şu anlattığım durum sanata, sanatevine, sanatçıya yakışıyor mu? Bir konunun sahipleri kendilerini ve görevlerini çiğnerlerse başkalarına kızmamaüdırlar. tlk gün verilen bu güzel izlenim sanınm hiçbir çocuğun Zİhninden kolay kolay silinmez. Tbplum olarak insana, çocuğa, sanata, bizle bir olan herşeye karşı duymamız gereken sevgi ve saygıyı öğrenmenin zamam geçti, geçiyor. Hep birlikte ucundan tutmaya çahşalım. RA. İSTANBUL '[' "tşçMehn sryaseto a&rMdamı koymaJannı engettemek, işçkien ' yana olmayan siyasetierin ağırUk koymasmı istemektir. İşçi ve Orgutu btzzat siyaset içinde yerini ve eödnltğini korumalıdtr. Yasaktam kalmadıgı, geniş kapsamlı afta yaralann sanldığı, insanm insanı sömurmediği mutiu bir Türkiye sizlerin omuzlannda gerçekieşecektir" SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, PetroMş Kbngresinde böyte . söytüyor. Birden içimde bir huzur, bir ferahlık duydum bu sözr leri okuyunca!.. Altı yıldır emekten yana, emeği, emekçiyi öven, ' b u yurdun, bu ulusun ancak emekle, emekçiyle kalkınacağını ' içtenlikte sövfeyen bir kişi çıkmamıştı! Hep boş övgüler, sırt SH vazlamalaria yetinildi; emek ve emekçi polltika dışına itikji. Ço„ ğu zaman da en katı, en acımasız davranışlarta... Emek diyeni, emekçi diyeni en ağır suçtamalarla korkutarak, yıldırmaya, sindirmeye calısarak... Son attı yılın olaylannı arumsamak yeter. Daha nice konu adalet önünde durmaktal... Adalet son sözü söyieyemediği için bu konutara gereği gibi değinemiyor, görüşlerimizi açıkça belir Jemivoruz. Ama emeği övmek, emekçiyi poiitikada ağıriığını duyurmaya çağırmak henüz 'suç' olmadıl Gerçi parababalan bunu da isterier. Her fırsatta emekçiyi ezmenin, bcyun eğdirmenin, susturmanın yolunu bulmaya çalışmışlardır. Kimi zaman, belirti sureterte başanlı da otmuslardır. Parababalan bu yüzden demokrasi dusmarndıriar. Bakmayın bu sözcüğü dillerinden düşürmediklerine... Istedikleri bambaşka bir demokrasidir, tek yönlü, tek yanlı, sozümona bir demokrasi! ' Turkiye Cumhuriyet, insan Haklan Evrensel Bikjirgesi'ni, Birteşmiş Mitletier Sosyal ve Kultürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi'ni, Birteşmtş MilleUer Kişi Haklan ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi'ni, BM Sosyal ilerteme ve Gelişme Bildirgesi'ni, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'ni, Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi'ni, ILO Anayasası'nı, Philadephia Bildirgesi'ni, ILO sözleşmelerini kabul etmiştir. ' TBMM, Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi'ni benimsemişrJr. Sosyal haklar olmaksızın, insan haklan diye bir şey söz konusu oiamazdı ki! Neydi bu haklar?.. Çalışma, adil çalışma koşullan, güvenli ve sağlıklı çalışabilme, adil ücret alabilme, sendika kurabilme, toplu pazariık ve grev yapabilme, çocuklann, kadınlann, gençlerin koaınmast, mesieki yetişme, sağlığın kofunması, sosyal guvenlik vb haklar... Prof. Cahit Talas "Sosyai Ekonomi" adlı kitabında 'Türk sendikaolığı demokrasimizin ekonomik ve sosyal bir kperik kazan• Tnasında ve gelişmesinde kOçümsenmeyecek bir rol oynamıştır" derken, emekçi kesiminin demokrasi savaşımına tüm ağıriığını koymasındaki yarartan belirtmek istemekteydi. Demokrasi, emeğin ve emekçinin haklarını tanımak, o haklan sendikalar aracılığıyia kullanmasını sağlamaktr. Bir ülkenin en büyük kesimini çalışan halk oluşturur. Işverenler toplumun çok küçük bir bölümüdür... Emekçiler miryonlarcadır, işverenler ise bir azınlıkl.. Yasalar, en başta da anayasa öncelikle kimin yarannı düşünmeli? Elbette ki büyük çoğunluğun, yani emeğiy1e geçinenlerin... Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurulacaksa, bu ancak emekçi halkımızın katkısıyia gerçekieşecektir. Emeğe, emekçiye karşı çıkılarak, ortaya çıkanlan yaşam düzeninin 'demokrasi'yte ilgisi yoktur. Petrollş Genel Başkanı Cevdet Selvi'nin de kongrede dediği gibi: "Bugün kim çıkıp da Türkiye'de parlamentonun yaptsının halkın gerçek tercihlerini yansitbğını söy'teyebilir? Bugün kim çıkıp da Türkiye'de sendikal hak ve öz'gürlüklerin gerçek anlamda var olduğunu söyleyebilir." Emekten, emekçiden yana siyasal kuruluşlann başan kazanabilmeleri; halkın güvenini, dolayısıyla oyiarını kazanabilmeleri, emeğe, emekçiye tüm demokratik haklan tanımak ve bu haklan özgürce kullandırmakla olacaktır. Emekçiden yanayız demek, bir anlam taşımıyor. Artık bilinçli emekçiler biliyorîar ki, kendilerini siyasal çalışmalara katlarak, politikaya katılmakla kurtaracaklardır. Atatürk'ün, "emeğiyie geçinen bir halk" saydıgı Türk ulusunun gerçek kurtuluşu bundadır. Yolluk "verilmeden il dışına tayin 198586 öğretim yılında Kırşehir'den tstanbula eş durumundan tayinim çıktı. Kararnamem nedense yolluksuz gönderilmiş. Oysaki yolluk istemediğime ilişkin bir başvuruda bulunmamıştım. Varlıklı biri olduğum düşunülmuş olmalı ki, karamamem yolluksuz düzenlenmiş. Halbuki 657 sayılı Devlet Memurlan Kanunu'nda memurların yolluksuz gönderiuneyecekleri Konservatuvar sınavı 23 Eylül 1986, Kadıköy'deki Devlet Konservatuan'mn giriş sınav günü. Sınav saat 09.00'da, 08.30'da okulda bulunulması söylenmiş. Sınava girecekler 69 yaş arası çocuklar. Aynı gün keman, piyano, gitar, bale sınavlan yapılacak. Konservatuvann önu ana SEYHAN METEGÜL EGE YEDEKÇİ nişanlandılar. ile 26.10.1986 BURSA YÖK sisteminin çarklanna bir arkadaşımızı daha kaptırdık. Yaşamına son veren M.Ü. Hukuk Fak. öğrencisi arkadaşımızı yitirmenin aası içindeyiz. Ailesine, yakınlanna ve tüm arkadaşlara başsağhğı dileriz. MAJRMARA ÜNİVERStTESt'NDEN BİR GRUP ARKADAŞI İSA TANRIVERDİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle