25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 NEW YORKtan (Baştarafı 1. Sayfada) du damat. Elli yıl evlenmemelerinin nedeninegelince... Damat kendisini hep entelektüel yönden geline oranla daha aşağı görmüştü. "O zamanlar doğnı düriist bir iiniversite diplomam bile yoktu. Oysa o bu açıdan mıithiş bir kadındı... Benim gibi öğrenim görmemiş biriyle evlenmezdi. Ancak Maine Universitesinden fahri doktor unvanı aldıktan sonra onunla ciddi olarak evlenmeyi düşünebildim" diyordu. Ikisi de bundan önce birer kez evlenip boşanan yarım asırlık âşıklar için yakın dostları başka türlü bir değerlendirme yapıyorlardı. 50 yıl beraber yaşayan, birbirlerinden hiç ayrılmayan sevgililerin evlenmeme nedenleri da. madın dediği türden bir sorundan kaynaklanmıyordu... Ikisi de kuraldışı yaşamayı seçmiş, bununla övünen kişilerdi... Evlilik gibi son derece geleneksel, yerleşmiş bir kurumu benimsemeyi kendilerine yediremiyorlardı. Evlendiklerinde benlikleri uçup gidecekmiş gibi geliyordu her ikisine de... Tek kelime ile svlilikten korkuyorlardı... Peki ne olmuştu da 50 yıl sonra bu korkuyu aşabilmişlerdi?. Damat şu itirafta bulunuyordu: "Evlenmeden beraber >aşadıgı' mız için toplum dışı olmakla yargüandık hep... Şimdi bakıvoruz. evlenmeden beraber yaşamak toplumdışı bir olay olmaklan çıkmış, sıradan bir yaşama biçinıi olmuş... Adeta evlenmek olagandışı birşey haline geimiş... Biz ' de toplum dışı olma ilkemizi sür1 dürerek bu kez evlenmeye karar . verdik"... Onlar bu korkuyu aşarlarken • bir sürü New Yorklu şu sırada Ortadoğu'ya gitmekten korkuyor. Nedenigünlerdir süren uçak kaçırma ve Vehineler olayı... Reagan'ın "sakın Atina Havaalanı' nı kullanmayın" biçimindeki çağnsı uzerine New Yorklular ' peş peşe transit de olsa Atina uçak biletlerini iptal etmeye başladı... Bu arada iptal edilen biletlerin yalnız Atina ile kalmadığı tiim Ortadoğu hava limanlannı kapsadığı gozlenmekte... Bir turistik acentayetkilisi bu konuda "olay Atina Havaalanı'nda tehlike var' uyansını aştı. Uçak yolculannı korkunç bir Ortadoğu korkusu sarmış dunımda" diyor... Ortadoğu haJklarırun dinsel ve. etnik özelliklerini, bu iki özelliğin yer yer iç içe giren kârmaşık yapısını kavrayamamaktan doğan bir korku aslında... Bir bakıma haklılar... Geçen yıl yüzlerce Amerikan askeri Beyrut'ta bu karmaşık yapının bağrmdan patlayan bir bombamn kurbanı olmadı mı?... Uzmanlar günlerdir Şiiler üzerine kafa patlatıyor. 1979'da Iran'daki rehineler olayı ile kıyaslamalar yapılıyor... Liberal çevreler, Reagan yönetimini çabuk hareket etmemekle eleştiriyor... Çabuk hareket etmemek yuzünden 1979'da Iran'da radikallerin geçen zaman içinde guçlenip olaya tümüyle el koydukları belirtiliyor. Aynı yanlışhğın şimdi de yapıldığı, 1979'daki tran Cumhurbaşkanı ılımlı Beni Sadr'ın durumuna Şii lider Nebih Berri'nin düşeceği öne sürülüyor... Soruna çabuk çözüm bulunmaması halinde ılımlı Nebih Berri'nin zamanla devreden çıkacağı, duruma fanatiklerin egemen olacağı söyleniyor... New York'ta sevgililerin 50 yıllık evlilik korkusu aşılabiliyor. Ama New York'ta Osmanlı împaratorluğu'nun 70 yıllık mirası, Ortadoğu korkusu bir türlü aşılamıyor... HABERLERİN DEVAMI ROMA'dan (Baştarafı 1. Sayfada) nın 12 yılını hapiste geçirmiş olan Sosyalist Pertini, laik eğilimleriyle tanınmasına rağmen, sık sık Papa'nın bile övgülerini almış bir siyasetçi. ö t e yandan savaş sonrası îtalya'sının ilk sosyalist hükümetini kurabilen, partili arkadaş: Cnuü'nin de kulaklannı çekmekten çekinmemiş bir siyasetçi Pertini. ftalya'da ilk kez "partiler iistii bir cumhurbaşkanhğı" anlayışı ile mevkiine büyük bir prestij kazandıran Pertini'nin hakkındaki öykülerin içinde, belki de en ilginci geçen yıl eski Komünist Parti (PCI) Genel Sekreteri Berlinguer'in ölümü ve Avrupa seçimlerine ilişkin olam. Sosyalist Başbakan Craxi ve Italyan Sosyalist Parti (PSI) Genel Sekreter Yardımcısı Martelli, Padova'da ölen Berlinguer'in tabutunu "çok sevdigi bir dostu ve oglu" gibi özel uçağında Roma'ya getiren ve böylece PCI'nin oylarını arttırarak ülkenin 1 numaralı partisi haline gelmesinde katkıda bulunan Pertini'nin bu tutumundan yakınınca, yaşlı cumhurbaşkanı. Craxi ile Martelli'yi yanına çağınr "bakın" der, "Siz de şoyle biryük bir olasılıkla Hıristiyan Demokratlar'a gidecek. Ülkede kısmi çoğunluğu ellerinde bulunduran ve iki yıldır hem başbakanlığın, hem de cumhurbaşkanlığının sosyalistlerin elinde bulunmasından şikâyetçi olan Hıristiyan Demokratlar, cumhurbaşkanhğını ele geçirmekte bayağı kararlılar. Fakat sorun hem komünistlerin, hem de sosyalistlerin hoşuna gidecek bir Hıristiyan Demokrat üzerinde birleşebilmekte. Bu da hemen hemen olanaksız gibi. örneğin şimdiki hükümetin Başbakan Yardıması, "Craxici" Hıristiyan Demokrat Arnaldo Forlani'nin sosyalistler tarafından desteklenmesine rağmen, komünistlerce kabul görmesi olanaksız. Öte yandan komünistlerin desteklediği bir başka Hıristiyan Demokrat, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Leopoldo d'Elia'nın da sosyalistlerce desteklenmesi mümkün değil. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 1 gün kala, kimse en guçlü cumhurbaşkanı adayı üzerinde fikir yürütmeye cesaret edemiyor. Adaylar arasında, Hıristiyan Demokratlar'dan, adından en çok söz edilenler Dışişleri Bakanı Giulio Andreotti, Senato Başkanı Francesco Cossig», Aminlore Fanfani, lçişleri Bakanı Luigi Scalfaro, Benigno Zaccagnini ve de P2 Mason Locası uzerine kurulan parlamento komisyonuna başkanlık eden Tina Anselmi yer ahyor. Yeni cumhurbaşkanının Hıristiyan Demokrat adaylar arasından seçilmemesi halinde de, ttalya'nın demokratik yaşamında Hıristiyan Demokrat olmayan ilk başbakanı, Cumhuriyetçi Giovanni Spadolini ile Başoakan Craxi'nin adaylıkları söz konusu. Büyük bir olasıbkla, cumhurbaşkanını seçmek için gereken üçte iki çoğunluk, oylamanın ilk 3. turunda sağlanamayacak. Dördüncü turdan itibaren de, sadece mutlak çoğunluk yeteceğinden, komünistlerin desteğini de arkasına alan aday, kazanacak. 23 HAZİRAN 1985 POUTIKA VE OTESI MEHMED KEMAL İçimizden Biri. Hikmet Münir Ebcioğlu ile Rüştü'yü konuşuyorduk, soyadının 'Şensöz' olduğunu bilmiyordum. Hikmet Münir'e "Sen biliyor muydun?" diye sordum. "Şöyle böyle" dedi. "Hiç soyadı kullanmazdı." "1910'lu diye yazmışlar, senden büyük müydü?" "Hayır, birkaç yaş küçük, ben 1908'liyim." "Kabataş Lisesi'nde beraber okumuşsunuz.' "Evet, ama bir İngiliz okulundan geldi bizim Kabataş'a." 1930 yılında Vakit gazetesinde mesleğe başlıyorlar. Rüştü Vakit'te az kalıyor, Cumhuriyet'e geçiyor. O yıllarda Beyoğlu muhabirliği var. Rüştü, Beyoğlu muhabiri oluyor. "Lisan bilir miydi?" "İngilizceyi iyi bilirdi. Fransızca da konuşurdu. Herriot'dan falan demeç aldığına göre demek biliyordu." Cumhuriyet'te yazı işleri müdürlüğüne kadar yükseldiğini söylerdi. Sonradan Amerikan AP ajansına, ordan da Amerikan Haberler Bürosu'na geçmiş. Savaş yıllannda Amerikan Haberler Bürosu önemliydi. Bir gün Von Papen'in Yeşilköy'e geleceğini söylüyorlar. Hemen gidiyor ve bir demeç alıyor, bütün Beyoğlu muhabirlerini atlatıyor. Zekeriya Sertel'in bir damadı Amerıkalı gazeteci. Demecin bir kopyasını istiyor, "Kaç para ise vereceğim" diyor. Veriyor bir kopyasını. "Ne kadar para aldın?" diye sormuştum. "Vallahi" dedi. "Gazeteden aldığım üç aylık kadar para verdi." Yaşam öyküsünde Vakit'te gazoteciliğe başladığı, Cumhuriyet, Son Posta, Ulus, İzmir Ticaret gazetelerınde çalıştığı yazılıyor. Ajanslarda çalışması da var. Kısa boylu, tostoparlakmış gibi görünen, yanakları çıkık, gözleri çekik Çinli, Moğol tipindeydi. Bu çizgi gençlik yıllarını belirtmiyor. Yaşam doluydu. Hiçbir derdi, tasası yokmuş gibi görünürdü. Daha doğrusu kendi derdini içine atar, dertliyle dertlenir, neşeliyle neşelenirdi. Konuşursan konuşur, susarsan susardı. Hani bir gün de birine şöyle bir sıkıntım var desin, duyulmamıştır. 1930'la 1950 arasında gazetecilik etmiş kuşaktandı. Bu kuşağın meslekteki başan ve kavgaları yirmi yıla yakın sürmüş, sonra dağılmıştır. içlerindeki muhabirler ya patron olmuşlar, ya başka bir iş tutmuşlar, bir bölüğü de yönetici olmuştur. Rüştü, 1950'den sonra gazetelerin ya arşivinde, ya ansiklopedilerde çalışıyordu. Gene Hikmet Münir anlatıyor. Yunus Nadi, toplantılarda, gazetelerde çıkan yazılarda genç muhabirleri izlermiş. Vakit muhabirlerinden Rüştü'ye gözü takılıyor. "Hangı gazetede çalışıyorsun?" diye soruyor. "Vakit'te.." diyor Rüştü. "En iyi gazete, benimkidir. Benim gazetede çalışmak istemez misin?" "Çalışırım" diyor Rüştü ve çalışmaya başlıyor. "Size öneride bulunmadı mı?" diye sordum Hikmet Münir'e; "Bulundu" dedi. "Atatürk Hatay sorununa büyük önem veriyordu. Gidip söylediklerini yazıp gazeteye getiriyorduk. Çoğu başyazı olarak çıkıyordu. Yunus Nadi Bey bugünlerde beni gördü. 'Seni birçok yerde görüyorum. Hangi gazetede çalışıyorsun?' dedi. 'Vakit'te' dedim. 'Benim gazeteye gelmez misin?' dedi. Çok sevindim. Şunları söyledim: 'Efendim, önemli bir neden olmadan ben iş değiştirmeyi sevmem. İşimi de seviyorum. Sizin gazetenizde çalışmaktan çok büyük onur duyarım, ama ortada ciddi bir neden yokken, gazetemden ayrılmak istemiyorum.' Bu sözlerim Yunus Nadi Bey'ın çok hoşuna gitti. 'Ayrılmak istediğinde gel, beni gör1 dedi. Bu sözler de beni çok duygulandırdı." Rüştü nerde olursa olsun kendini Cumhuriyet'ten sayar, Cumhuriyet'ten başka gazete de okumazdı. Başka gazete okumazdı değil de, ilkin Cumhuriyet'i okurdu. Oturduğu iskemlede yüreği zorlayıp dayanamazken de gazete okuyormuş. Cumhuriyet için, 'O benim resmi gazetem' derdi. 'Okumadan edemem.' BRUKSEL'den (Baştarafı I. Sayfada) rının yüzdüğu çorbalar içilir. Çorba sıcaktır ve bir gün öncesinin bayat ekmeğiyle tirit yaparsımz doyurucudur. Müdavimler birbirlerini tanırlarsa da, çorbayı içerken pek konuşmazlar. tlk cigaralar yakıldığında ilk konuşmalar başlar. Alçak sesle konuşulur. Çorbaların içinde et parçalannın da bulunduğu, televizyonun renkli olduğu, baş papazın bazen cep harçhğı verdiği öbür "misafirhanelerin"adresleri değiş tokuş edilir. "Yiiksek sokaktaki" "İki Yelken" meyhanesinde de biraya zam gelmesinden, üstelik yeni değişen garsonun durmadan, "Tazeleyeyim mi beyim?" demesinden yakınıhr. Dokuza çeyrek kala papaz, televizyonu kapatır. Çıkınını toplayan yatak kapmaya gider. Peykeler serttir ve battaniyeler de havlıdır. Insanın çenesine batar. Tuvaletin koridorundaki sarı ampul bütun gece yanar. "Kral Baudouin Düşkttnler Yurdunun" müşterileri ayak takımıdır. Bazılan lümpen proletarya der. Mapusta az yatmışlar vardır, çok yatmışlar vardır. Mapuslarda hiç yatmamış olup da, hep bira bardaklarının yanında yatmış olanlar da vardır. Burun kemikleri oyuk ve elleri titrektir. Gençler vardır, ihtiyarlar vardır. "Junkie" derler, kollarındaki iğne morluklannı saklayıp üşüyenler vardır. Berduş derler, çıkinlarında Puşkin'in kitabıyla çok sarı fotoğraflan saklayanlar vardır. Meteliksiz ve sevgisiz kalıp da, bir zül gibi buraya sığınmak zorunda kalan geçiciler de vardır. Sevgiler daha zor bulunsa da, metelikler bulunur ve sonra yumuşak yataklarda uyunur. Hep peykelerde uyuyacak müdavimler bunu bilir ve geçicilere iyi gözle bakmazlar. Brilksel'de ayak takımına yalnız "Menekşe Sokağındaki" düşkünler yurduyla, "Yiiksek Sokaktaki" "tki Yelken" meyhanesinde rastlanmaz. Belediyelerdeki "Sosyal Hizmetler Amirligi" önünde sabahlan uzun kuyruklar oluşur. Gişelerde, evde kalmış ve nalet yüzlü hatunlar, uzun uzun kâğıtlar doldurur sonra hepsi yuzer franklık banknotlardan oluşan beş yüz frankı bir zarfın içinde, suratınıza çarpar gibi uzatırlar. Ardından da, o isterik sesleriyle, "Yine içmeye gitrne. Bak pa Italyanlar. Pertini'nin süresinin dolmasından çok üzgün. Bakakm yeri doldurabilecek mi? Daima açık sözlülüğü, içtenşey yapabilirsiniz. Romeo ve Juliet'in kenti Verona'ya gidin. Ju liği ile herkesi şaşırtan, yozlaşmış ltalyan si>"asetçileri içinde, temiz liet'in mezarı iizerinde intihar edin. sizi de özei uçağımla Ro siyasi geçmişi ve tutarlılığı ile ma'ya getireceğimden emin ola dikkati çeken, güzel kadınlara olan sempatisi ve çocuk sevgisi bilirsiniz..." ile tarunan Pertini, bir ara Nobel Barış Ödülü'ne bile aday gösterilmişti. Cumhurbaşkanlığı Sarazartesiye kadar zırnık >ok" di yı "Quirinale"ye 7 yıl boyunca ye çıkışırlar. her sabah küçük okul çocuklaToplumlarda, ayak takımının rını davet ederek onlarla saatleryoğunluk derecesi ekonomik ce konuşan, sabırla teker teker gostergelerin iniş çıkışıyla ters sorularını yanıtlayan Peıtini'nin orantılıdır. Daha on yıl once re döneminin dolmasından ötürü fah toplumundan sefa toplumu italyanlar üzgün. Seçmenlerin na geçmeye hazırlanan bu ülke, doğrudan cumhurbaşkanını seçtiği bir secim isteminde, Pertini'şimdi duşkunler yurtlarındaki nin koltuğunu muhafaza etmesi peyke sayısını arttırmaktadır. kesin. Düşkünler yurtlarının peykeleri sert, battaniyeleri havlı, misafırleri acılıdır. Çorbaların içinOysa ttalya'daki gibi, parlade de küçük pırasa parçaları yumentonun ve yerel hükümet temzer. Brüksel'de ayak takımı, acısilcilerinin üçte iki çoğunluğu ile ları ve bir gun onceki ekmekleri belirlenen cumhurbaşkanı seçimiçinde küçük pırasa parçalannın lerinde pek çok siyasi faktor işin yuzdüğü çorbalara tirit eder. içine giriyor. Daha ziyade ttalya"tki Yelken" meyhanesinde biralar, acılarla akordeonlu şarkı nın ikinci büyük siyasi gücü komünistler tarafından tutulan larda dans eder. Akordeonlu Pertini'nin yeniden seçilmemesi şarkılarda Jacques Brel, "Briikhalinde, cumhurbaşkanlığı büsel Brükselken" der. GİRNE'den (Baştarafı 1. Sayfada) Dome demek. Zaten Durrell da ilk orada kalmış. "Açıkcası, Otel Coleridge'in bir vankısıdır" dıyor. Tanınmış lngiliz şairi Samuel Taylor Coleridge'in bir tek "The Rhyme of Tbe Ancient Mariner Eski Denizcinin Türküsü" adlı şiirini biliyorum. Yok mümkün değil, Dome'da Coleridge'in yankısını kavrayabilmem. Besbelli, AngloSakson kültürum zayıf. Hah işte şu satırları anlayabiliyorum: "Hiç kimse, Dome Hotel'i dolduranlar kadar olağan dışı insanları asla görmemiştir... Figürler. suratlar, şapkalar ancak Bronx karikaturistlerinin dolduracağı yönünü şaşırmış bir dunyaya aittirler." Durrell'ın titreme yaptıkları 1957'de Dome'u dolduran tngilizler. Yarabbim, 1985 ve değişen, sadece Dome sakinlerinin pasaportlan. Gece saat 02.00'de rulet masasının başmda oturan şu kadına bakın hele. Ayak bileği, bir kalın kavağın gövdesi kadar ince. Halhal ne de yakışmış o bileğe. Ankara'daki komşusuna bir haftada ne kadar bronzlasaeağını gösterebilmek için gündüz guneşte kalmayı belli ki ayarlayamarnış. Yüzü domates kadar canlı bir kırmızı. Bir de makyajı.. Sanki kıyafet balosuna davetli. Tiril tiril yazlık beyaz elbise. Sarılmaya kalksamz kollarınızı kavuşturamayacağınız kadar enli belinde yıhn modası pembe kalın bir tül kuşak.. Çapraz sarkmış. Önünde onbinlerce liralık fiş. Kocasımn kazandıklarını Dome kumarhanesinde rulet fırfırına fırlatıyor. Kocası da öteki masada. Kalın gözlüklerinin ardından gözleri rulete saplanmış, sigarasını derin derin çekiyor, bir eli de cin toniğine uzanmış. Şansını deniyor. Durrell, Ingilizlerden başka Girne'de İngilizlere özenen Kıbrıslıları da anlatıyor: "Heyhat! Kıbnslılar ne kadar komik olduklannı görmüvoriar." ye yıl 1985 ve heyhat! Türkiyeliler ne kadar komik olduklarını görmüyorlar. Kocası da, kansı da hayatından memnunsa, bize ne canım. Kim bilir ne kadar komik görünüyorum onlara. Dome'dan çıkap Girne'de biraz dolaşalım. Önce Durrell'a bir göz atalım: "... Tatil mevsiminde Girne'de bir dizâ tatsız bar ve kafe göze çarpar. Levanl'ın bir GrekoTiirk limanı olarak gerçek hayatı söner. Ya da insan öyle hisseder." Aradan 28 yıl geçti. Girne artık Levant'ın bir GrekoTürk limanı değil. Türk, sadece Türk. Ama 28 yıl önceki saptama geçerli. Barlar ve kafeler, ne Levant'ın bir parçası, ne Türkiye 1 yi anımsatıyor, ne de bunlarda Kıbnslılardan bir parça var. Olsa olsa "Batıldaşan" Türkiye'den gelenlerin görgüsüzlüğunü gıdıkhyordur. Sahi, Kıbnslılar nerede? Hıristiyan din büyüğü Makhaairas Kıbrıslıları şöyle tanımlamış: "Zavallı Kıbnslılar çok çileli bir halklır. Ve Allah bağışlayıcı olarak onlardan intikamını almıştır. Onlar yoksul serfler ve rehineler kadar yönetiddirler. Hiçbir >"arlık işareti ortaya koymazlar." "Girne'nin ithal mallanyla dolu dükkânlannın süslediği sokaklarında, Dome Hotel'in kumarhanesinde, plajlarda Kıbnslılar pek yok. Onlar, kendi kendilerinin yöneticisi obnak için Mesarya ovasının güneşten alev alev yanıp kavrulan köylerinde seçimlerle uğraşıyorlar. Olabilecekler mi? Zor! Bakın tarihçi Dixson 1887'de "Ingaiz Kıbns" adlı kitabında ne yazmış: "Doğu'ya Uerleyen bir ırk, Kıbns'tan başlamalıdır. İskender, Avugııstutus, Arslan Yiirekli Richard ve Saint Louis o çizgiyi tutturdu. Batıya ilerieyen bir ırk Kıbrıs'tan başlamalıdır. Sargon, Ptolemi, Sirus, Harun El Reşit bu çizgiyi tutturdu." Yunanlılar ne yapacaktı Kıbns'ı? Doğu'ya mı ilerleyeceklerdi Jskender gibi. Yolu kapattık. Biz bin yıldır Batı'ya ilerliyonız. Kültürüne değilse bile kunımlanna girdik. NATO'dayız, Avrupa Konseyi'ndeyiz, AET'nin kapısını tıklatıyomz. Neyse yine yine DurrelPe dönelim. Girne'de bir Türk tablosu çiziyor: "... O harika Müsliiman niteliğine sahipti. Keyif, sessizlik ve gönül rahatlığından oluşan bir tefekkür hali. Bu, zikr ya da bir düşüneeye dalmak değildir. Daha derindir. İradenin kıpırtısız bir istirahatidir ki, şu soruyu kendisine hiç sormaz: Mutlu muyum yoksa mutsuz muyum?" Irkımız Batı'ya ilerliyor. Girne'deyiz. Ne keyif! KOLN'den (Baştarafı 1. Sayfada) südığı Avusturya'da olsun kitap hiçbır ciddi eleştiriden övgü almadı. Yazarı sarlatanlıkla suçlandı. Ama kimse kulak asmamış olacak ki, sauşı 2 milyonu aştı, 1984 sonunda 16. baskısını yaptı. Şu sıralarda 17. baskıya hazırlandığı haber veriliyor. Kitabın yazarı Maria Treben, Tann yaratıklanna musallat olan her hastahğa karşı, yine birer l a n n varatığı olan bitkilerden şifa aramak gerektiğini yazıyor önsözünde ve kimsayal ilaçlarla yapılan tedavileri reddediyor. Yani yan dindar yarı yeşil bir görüşü savunuyor. Eleştirmenlerin ve tıp dünyasının şimşeklerini çekmesi de bu yüzden. Modern tıbbı bir kenara itip, okuyucuları hekim denetiminden uzak, hastalık ve yaban otlanyla baş başa bırakmakla suçlanıyor. Kemik veremi, kan kanseri gibi ivedi ve yoğun tedavi gerektiren hastalıklara iddialı biçimde şifa vaat etmesi de haklı olarak sert eieştirilere hedef oluyor. Ancak kitabın bunca satmasının kaynağı, okuyucunun "Tann'nın eczanesinden" vereme, kansere değil, küçük ama can sıkıcı dertlerine çare araması. örneğin ergenlik sivilcelerine, hıçkınğa, saman nezlesine veya ağız kokmasına vs. Basit ve ucuz reçetelerin çekiciliği yadsınacak gibi değil. Hıçlunğa karşı dereotu tohumlan kaynatılıp, suyu şekersiz içilecek, kabız olunca incir veya mürdum eriği yenetek, saman nezlesine karşı her alerjiye deva ısırgan otu denenecek. Tlrnaklar kınlıyorsa soğanı ezip suyu iie diplerine masaj yapacaksınız, safra kesenizi de 6 hafta boyunca turp suyu içerek tedavi edeceksiniz. Şikâyetleriniz geçmese de uzuntüye gerek yok, ıçip yuttuklannız hiç olmazsa zararsız şeyler. Kamuoyuna her gün başka bir ilaç skandahnın yansıdığı günümüzde, yan etkileri belirsiz birtakım kimyasal haplar >Titmak yerine Tann'nın eczanesine başvurmak herhalde pek akılsız bir yöntem değil. Artık yeşil düşüncenin etkisiyle mi, yoksa havayı kirletip ormanları öidüren endüstriye, sorumsuz ilaç üretimine tepki olarak mı, bilmem, kitle halinde şifalı bitkilere kaptırdık kendimizi. Bitkisel ilaç reçeteleri radyo programlarına bile girdi. Bunlar arasmdan ilgi çeken bir reçete sarhoşluğa karşı: Içkiyi fazla kaçırınca maydanoz çiğnenmesi veya maydanozu kaynatıp suyunun içelmesi tavsiye ediliyor. Hem kanı temizler, hem de mideyi sakinleştirirmiş. Türkiye'de Alka Seltzer bulamayanlara duyurulur. Bereketli Hilal'in sırtında (Baştarafı 1. Sayfada) den yalnızca biri... Tarihin hemen her dönemini yansıtan bunca kazı varken, Batı basınının bu denli önem verdiği Çayönü'nde olanlar nedir? Ve neden bu kadar önemlidir Çayönü'ndeki çalışmalar? Bu sorulann yanıtını bulmak amacıyla hazırladığımız yazı dizimize başlamazdan önce Çayönü'ne gelene dek olan gelişmelere kısaca değinelim... İkinci Dünya Savaşı'na kadar, genellikle gözle görülür ve büyük boyutlu eserlerin çıkanlmasına yönelik olarak yürütülen arkeolojik çalışmalar, savaş sonrasında antropolojik amaçlı, daha çok insan unsurunun egemen olduğu kazılara dönüşüyordu... Bu tür araştırmalarda başı çekenlerden biri de Chıcago Üniversitesi profesörlerinden John R. Braidwood'du. Prof. Braidwood, kendisi gibi arkeolog olan eşi Linda ile birlikte, çalışma alanı olarak, insanlık tarihinin en büyük değişimlerinden biri olan "üretime geçiş" dönemini seçmişti... Bu evre, her bilim adamı için olduğu gibi, Prof. Braidwood için de çok önemliydi... Üretim evresine girmezden önce, kaya sığınaklarında, mağaralarda ilkel biçimde yaşam süren insan topluluklan, avcılık ve toplayıcıhk gibi yöntemlerle yaşama savaşı verdikleri için, onlardan günümüzde kalan buluntularda, birkaç çakmak taşı aletten, mağara duvarlanna çizilen boğa ve keçi betimlerinden öteye gitmiyordu... Üretime geçiş, insanoğlu için her şey demekti... EVRİM Mİ DEVRİM Mİ? Kimi bilim adamının "biyolojik bir evrim", kiminin ise bir "devrim" olarak nitelediği bu çağın, insanlık tarihinde en az "endüstri devrimi" kadar önemli bir yeri vardı... Prof. Braidwood çalışmalanna, insanlık tarihindeki bu önemli değişikliğin kökenini araştırmakla başladı. Ve ilk iş olarak üretime geçişin gerçekleşebileceği en uygun ortamı aramaya başladı... Yabani bitki ve hayvanların bol bulunabileceği, iklim ve coğrafi koşulların en elverişli olduğu bölgeler belirleniyor, bir üretime geçiş haritası çıkarılıyordu ortaya... Prof. Braidwood ve ekibinin çalışmaları sonucunda, İran Irak sınırı, Zağros dağlarının etekleri, Mardin, Diyarbakır'ın kuzeyi, Antakya, batı Suriye ve Lübnan'ın bazı bölümlerini de içine alan 50 kilometrelik bir bant saptanıyor, bu banta da "Bereketli Hilal" adı veriliyordu... İşte Çayönü Tepesi, Bereketli Hilal'in tam sırtındaydı... Prof. Braidwood, çalışmalarına İran ve Irak'taki kazılarla başladı. Amaç, insanlık tarihinin üretime geçiş evresiyle ilgili yerleşim yerlerini bulmaktı. lran'daki Ali Koş, Irak'taki Jarmo ve bir dolu kazının amacı hep buydu... Söz konusu bandın Türkiye dışında kalan bölümlennde yapılan kazılardan çıkan buluntular, genellikle o dönemin özelliklerini yansıtan, ahşaptan ve sazdan yapılmış basit kulübeier, yine basit üretim araçları ve yabani koyun ve keçi kemiklerinden ibaretti. 1960'u yıllann başına gelindiğinde, "Bereketli Hilal"ın yalmzca Türkiye'de kalan bölümleri kalmıştı araştırılmayan... Prof. Braidwood, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı profesörlerinden Halet Çambel ile ilişki kurdu. Ve aym yıl tstanbul ve Chicago Üniversiteleri için Türkiye'de ortak araştırma izni verildi. Türk arkeoloji ekibinin başında Prof. Halet Çambel, Amerikan ekibinin başında da Prof. Braidvvood vardı. ORTAK PROJE YAPILIYOR İki üniversitenin ortak çalışmalan sonucunda, "Güoeydogu Anadolu Karma Prehistorya Projesi" yapıldı ve öğrenci ve öğretim uyelerinden oluşan 40 kişilik bir ekip Siirt, Urfa ve Diyarbakır'ı içine alan geniş bir bölgede "alan taraması"na girişti. Bu araştırmalann sonuçlan değerlendirildiğinde, bölgede 200'e yakın üretime geçiş evresine ait yerleşim yerinin varhğı belirlendi. Eldeki lojistik, coğrafi tüm veriler aynntılarıyla değerlendirildikten sonra, Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki tarihi Hilar kayalıklarının karşısına düşen Çayönü Tepesi, kazı yeri olarak seçildi... Çayönü kazıları, 1964 yılında başladı ve 1968, 70, 72, 78, 79, 80, 81 ve 84 yıllannda yapılan aralıklı kazılarla günümuze dek geldi. Kazı sonuçlan, Çayönü sakinlerinin günümüzden 9 bin 500 yıl önce yaşadığını gösteriyor. Bu insanların binlerce yıl önce yarattığı uygaruk, gerçekten insam şaşırtacak boyutlarda... Çağdaşlarının basit kulübelerde yaşadığı bir dönemde, bir yerleşim planı uygulayıp, anıtsal mimari yaratabilen Çayönü sakinleri, bugün için birçok "ilk"in de yaratıcısı konumunda... Yarın: Çayönü'nde nelcr olmuş? UĞUR MUMCU GOZLEM turızm sunar ur HERCUMAKESIN HAREKET Ûzel otobüs .Tam pansiyon U)Gün9Cecc T.C. BAŞBAKANLIK HAZINE VE DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI STAJYER HAZİNE KONTROLÖRLÜĞÜ GİRİŞ SINAVI Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıgı Hazine Kontrolörleri Kurulu'na sınavla stajyer Hazine Kontrolörii alınacaktır. 1 Sınava girebilmek için: a. Siyasal Bilgiler, iktisat, bukuk, işletme fakülteleri ve üniversitelerin iktisadi ve idari bilimler fakülteleri ile bunlara eşıtliği Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı'nca kabul edilen yerli ve yabancı benzeri fakülte ve yüksekokullann bırinden mezun olmak, b. Devlet Memurlan Kanunu'nun 48. maddesindeki nitelikleri haiz olmak, c. Smavın açıldığı yıhn ocak ayı başında 30 yaşını doldurmarnış bulunmak, d. Sajlık durumları yurdun her yerinde^örev ve yolculuk yapmaya elverişli bulunmak, e. Yapılacak soruşturma sonunda Hazine Koutrolörlügü'nün gerektirdiği nitelikleri taşımak gerekir. 2 Yazıh sınavlar 16, 17, 18 Temmuz 1985 tarihlerinde Ankara ve tstanbul'da yapılacaktır. Yazüı sınavı kazananlar Ankara'da söziü sınava tabi tutulacaktır. 3 Sınavı kazanarak Stj. Hazine Kontrolörlüğüne atananlara Devlet Memurlan Kanunu'na göre maaş, yan ödeme ve özel hizmet tazminatı ile turnejerde Bütçe Kanunları'nda beürtilen miktarlarda hararah ödenır. 4 Stajyer kontrolörluk süresi sonunda yapılacak yeterlik sınavında başan göstererek kontrolörlüğe atananlar, mesleki konularda incelemelerde bulunmak üzere bir yıl süre ile yurt dışına gönderilebilir. 5 Sınava ginnek isteyenler, sınava giriş şartlanm ve konularını beh'rtir broşürü Ankara'da Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanhgı'ndan (Mithatpaşa Cad. No: 18/8 Yenişehir), Istanbul ve tzmir'de Hazine Kontrolörleri Grup Başkanlıklanndan (Halaskârgazi Cad. No: 220 Kat: 2 Osmanbey İstanbul, Halit Ziya Bulvan No: 20/5 İzmir) şahsen veya mektupla temin edebilirler. 6 Sınava girmek isteyenler, en geç 5 Temmuz 1985 günü raesai bitimine kadar gerekü belgelerle birlikte Hazine ve Dış Ticaret Musteşarhğı Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı Ankara adresine başvurmahdırlar. Postadaki gecikmeler ve eksik belgelerle yapılmış başvurular dikkate ahnmaz. Basın: 15604 MARMARIS MARTI HOTEL f"\ FETHIYE \XJ SEKETUR Motel " TATİLKÖVU * KUSADASI OMER GELIBOLU ^ALANYA. ^ALAADDIN OTEL EDREMrr MOTEL ÇAVUŞOĞLU E F E M ÖREN TATİLKOA) »DATÇABODRUM AKTUR VİLLALARI BFSIKTAŞ BaröatosBuivrtr, 35 161 10 74 'fii H? 26161 2?. 81 Allıyoi Seyımlı Işhan. KADIKÜV Ist Tel 336 1660 PASSIONE d'AMOUR Yön: Ettore SCOLA Valeria D'obici Bernard Giraudeau 1981 ItalyanFransı^ Yapımı Merkez ve tüm bayılerde KİRALIK DAİRE ARANIYOR Bir gazeteci Kadıköy yakasında 2530.000 TL. arasında küçük bir daire ya da çatı katı arıyor. Tel: 526 10 00 / 478 SA TILIK GESTETNER 211 TEL: 528 53 38 (Baştarafı 1. Sayfada) keşfetmek" deyişini de ekleyebilıriz. Sözde, siyasal sistemimızi Batı demokrasilerine benzetmeye çalışıyoruz; ancak Batı demokrasisine yabancı ne varsa bunları uyguluyoruz. Futbol oynarsınız; kuralları bellidir. Basketbol oyunu için de, uluslararası kurallar vardır. Tenıs için de, masatopu için de, güreş için de. Güreşte de grekoromen ayrıdır; serbest yine ayrı. Güreş minderinde boks yapılmaz, tenis kortunda futbol oynanmaz. Bir Fransız, İngiliz ya da italyan futbol takımı ile futbol maçı yapıp, "Yok arkadaş bizim futbol kurallarımız sizinkinden ayrıdır" da denmez. Denirse, adamlar da sizinle futbol oynamaz. İş bu kadar basittir. Kendimizi "Batılı ülke" sayıyoruz; böyle saydığımız için, bütün uluslararası kuruluşlara tek tek giriyoruz. NATO'ya üye oluyoruz, Batılılığı da maşallahkimseye kaptırmıyoruz. "Batı demokrasisi" Avrupa ülkelerinde uygulanan demokrasidir. Tamam mı? Tamam. Batı demokrasilerinde sağdan sola bütün siyasal düşüncelere söz ve örgütlenme hakkı verilmiş mi? Verilmiş... Oyleyse, "Batı demokrasisi" dedikten sonra, her gün "Avrupa'yı yeniden keşfetmeye" niye kalkıyoruz? Batı ülkeleri ile bütünleşeceksek, bunun başka yolu yoktur. Sistemimız onlarınkine benzeyecek, "düşünceyi açıklama suçu" diye bir suç olmayacak, her türlü siyasal düşünceye özgürlük sağlanacak, böylece toplumsal sınıf ve tabakalar arasında denge oluşacak. Batı, böyle Batı oldu. Bu uğurda nice kavgalar verildi, nice acılar çekildi. Bizim kendisini "demokrat" sanan sağcılara bir türlü anlatamadığımız gerçekler ışte bunlardır. Özgürlük, bunlara babalarından kalmış tapulu maldır sanki. Başkalarının özgürlüğü söz konusu ise demokrasi aşkları bitiverir. Hemen kaşkatı düşünce yasaklarına sığınıverirler. İnsan, Batı demokrasisinin işlediği bir ülkeden dönünce, bunun acısını daha çok duyuyor. Alın İtalya'yı. Bütün partiler serbest, sosyalisti, Hıristiyan demokratı, komünisti hep birlikte bir demokrasi tablosu oluşturuyorlar. Açıyorsunuz televizyonu, bir kanal Hıristiyan demokratların, bir başka kanal sosyalistlerin, bir üçüncü kanal da komünistlerin elinde. Hangisini istiyorsan, bas düğmeye bu kanalı izle. Durun, durun bununla da bitmedi. Sizi bekleyen 28 kanal daha var. Müzik isterseniz müzik, açıkoturum isterseniz, açıkoturum. Klasik film isterseniz. klasik film. Yurttaş, böyle bir özgürlük seçeneği ile karşı karşıyaysa, o zaman seçimini serbestçe yapabilir. Değilse yaptığı seçimin "özgür iradeyi" yansıttığını kim söyleyebilir? Nedir yaptığı seçim? İktidarı elinde tutanların uygun gördüğü üç beş seçenekten biri için oy kullanmak. Ne demiş Ziya Paşa: Diyarı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler gordüm;/Dolaştım mülkü İslamı, bütün viraneler gördüm... İsmet Paşa, "Komşu Arap ülkeleri seçim üzerine seçım yaparken, ben utancımdan duvarlara bakamazdım" derdi. Faşizmin anavatanı İspanya'da, daha düne kadar "Albaylar Cuntası"nın çizmeleri altında ezilen Yunanıstan'da, özgürlük rüzgârları eserken, biz niçin "ikinci sınıf bir demokrasiyi" kendimize layık görürüz. Niçin? (Baştarafı J. Sayfada) yıdaki reklam filmi, yeniden dublaja gönderilerek seslendirildi. ANKA muhabirinin edindiği bilgiye göre, TRT denetçilerinin en çok titizlik gösterdikleri yasak sözcüklerin başında, "evren, evrensel, doğa, ulus, ulusal, uluslararası" gibi sozcükler yer aldı. TRT talimatına uyulmasından sonra bu sözcukler, "rnillet, milletlerarası, milli, tabiat" sekline dönüstüruldü. Reklamlara
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle