16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER lerinde ilk anda en az iki yuz elli bin insanırun kaybına neden olan atom bombasının da gazabına uğrayarak yenilmelerine karşın, bugunkb eriştikleri kalkınma süreçleriniadeta etsanevi bir şekilde tamamlarruşlardır. Bugun yanm yuzyıldan beri Japonlann en büyük lideri Majeste tmparator Hirohıto'nun çok saygın, bilime pek çok katkılarda bulunmuş bir biyolog (Botanikçi) olduğu herhalde Japon modelinden sık sık söz edenlerin bilmeleri gerekir. UZUN UYKUDAN CUMHURİYET DÖNEMİNDE UYANDIRILDIK Japonlann bilim ve bilimsel araştırmalara bu denli değer vermeye ve Batı dunyası ile aralıksız temaslarını siirdürmeye başladıklan 19. yuzyıl suresince biz ne yapıyorduk diye sormayacağım. Bu sorunun yanıtı son derece açık ve seçiktir. Tarihimizi bilen herkes bu dönemde bilimsel düzeyımizi ve bunu etkileyen nedenleri anlamakta guçluk çekmeyecektir. Bu nedenlerden bazılannın ülkemizde hâlâ güncelliğjni konıduğunu üzüntu ile izliyoruz. Ancak genç Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonraki gelismeler, zannımca çok ilginçtir. Büyük Atatürk'ün Cumhuriyet'in ilk yıUannda, ülkemızin kalkınma ve yücelmesinde gerçek yolun bilimden geçtiğim ışaret eden, "Hayatta en hakiki mürşit ılimdir, fendir" özdeyişi bugün birçok eğitim kurumumuzda, herkesin rahatlıkla görebileceği şekilde belirli yerlere yazılmış, hatta okul kitapların'da yer almıştır Aslında bu özdeyiş Ulkemizin en büyuğünden en kuçUğüne kadar tum idare eden ve edilenlerine yönelik, şaşmaz bir uyarıdır. Ne var ki, bu uyanya karşın bilime, bilimsel araştırmalara gereken değeri verdiğimizı iddia edemeyiz. Ataturk 1933 üniversite reformunu bu temel ilkeyi yerleştirmek için yapmıştır. 1950 yüına kadar Istanbul Ünıversitesi'nin tum dünya üniversitelen arasındaki saygın yerini alması bu şekilde başanlmıştır. Unıversiteler o tarihlerde tıpkı Batıda olduğu gibi bilimin öğretildiği, öğrenildiği ve bilime uluslararası duzeyde katkıda bulunulduğu birer "bilim üretim" yuvası haline gelmişti. 1950'li yıllardan sonraki aşamaları fazla tartışmak istemiyorum. Fakat yabana bilim adamlarmın ülkemizi terketmeye başladıklan yıllarla, üniversitelerdeki bilimsel potansiyelin düşmeye baslaması arasında çok yakın bir uiski olduğunu burada vurgulamak isterim. ŞAŞILASI BtR ANLAYIŞ 1950 >ılında l.U. Tıp Fakültesi'ndeki bir öğrencilik anımı burada kısaca anlatacağım. Zannedersem bu anı, bugünkü bilimsel boyutumuzun nedenini bütun açıklığı ile gösterecektir. Tarih Bilgisi, yerinde ve dozunda espirileriyle tanınmış ünlü bir merhum hocamız bir dersinde güncel konulardan olan yabancı bilim adamlarmın ülkemizden ayrılmaları hakkında gundem dışı bir konuşma yaparak, "Türkiye'de yeterli sayıda bizler gibi yetişmiş bilim adamı varken, yabancı hocalann hâlâ ülkemizde bulunmalanna bir anlam veremiyorum" demişti. 19471950 yıllan Ataturk'un çagınsı (daveti) ile ülkemize gelen yabancı bilim adamlarmın ülkemizi terkettikleri tarihlerdir. Sınjf arkadaslanmızdan birisi bu konuşma karşısında kendi görüşunu açıkladı. Arkadaşımız, yabancı dil bildiğini, derslerinin büyük bir kısmını yabancı literatürden takip ettiğini, yabancı hocalanmızın adlanna. okuduğu literatürde oldukça sık rastlandığıru ve fakat okuduğu yabancı cerrahı kitaplannda, hocamızın (merhum hocamız ünlil bir carrahtı) adına hıç rastlamadığım belirterek bu durumu nasıl yonımlayacağını sormuştu. Hocamızın yanıtı hiç de tatminkâr değildi. Zamanın koşullarına göre sınıf arkadaşımız bir hayli de hırpalanmıştı. Ne demekmiş uluslararası yayınlar, ne demekmiş yabancı kitaplardaki adlar, bir kimse profesör sanı (titrı) almışsa, elbette bu bir emek karşıhğı olmuştu v.s. Akademik çalışmalardaki dinamizm ve uluslararası yanşma ortamına girme ilkeleri yavaş yavaş gerilemiş ve zamanla kendimize özgü bazı olçutler, akademik uğraşılar. terfıler, hatta resmi ve ozel sektorde danışmanhklar için kullanılmaya başlanmıştır. Bu gıdiş, zamanla üniversitelerimizi ve araştırma kurumlarımızı kendi içine kapalı, sonınlannı kendi aralannda tartışan, uluslararası platforma çıkamayan, bilimi çok geriden izleyen, başkalarımn bulduğunu bilmeyi marifet sayan, bilim üretemeyen birer okul haline getirmişür. Ögretıci kadroyu oluşturan bazı kimseler, dünyanın hiçbir uygar ülkesinde rastlanamayacak şekilde, kendi mesleği ve bilimsel uğraşısiyle hiç ilgili olmayan konularda belirli posizyonlara getırilebilmiş, hatta söz sahibi olmuşlardır. Bu durumun hiç de iyiye giunediğini gören ve Batı duzeyinde araştırma yapan az sayıdaki gerçek bilim adamlarımız zaman zaman yaşadıklan ve çalıştıkları ortamın acı efeştirilerine hedef olmuşlar ve olmava devam etmektedirler. SONUÇ İlerleme ve gelişmenın yavaşlamasında en önemli unsur, kuşkusuz, gelişmekte olan kurum ve geüşmeye ozlem duyan genç kuşağı köreltmek, sınırlamaktır. Yüce kurtana Atatürk, "hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir" özdeyişi ile gelişmenin, yucelmenin esas ölçütünu ortaya koymuş ve yasamı boyunca bu ilkeyi ödünsuz olarak uygulamıştır. Ne yazık ki, biz bu ozdeyişin aıüamıru kavrayamadık ya da çıkarlar uğruna kavramak istemedik. Işte Japonya ile aramızdaki fark budur ve bu fark kolayca doldurulacak cinsten değildir. Yoksa bu kalkınmanın sırrı, Japonlann, ne bellerinden itibaren 40 derece eğilerek selâmlaşmaları, ne kimono gıymelerı, ne Japon hamamı, ne özel çubuklarla yemek yemeleri ve ne de tıpkı bizim gibi evlerinden içeri, sokak ayakkabıları ile girmemelerinde sakhdır! 13 EKİM 1985 Japon Mucizesi, Bîli m ve Türkiye Prof. Dr. R. KÂZIM TÜRKER A.Ü. Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Türkiye kalkınma sürecini henüz tamamlamamış bir ülkedir. Zaman zaman devlet ve işadamlanmızın, bu sürecin daha kısa zamanda tamamlanması hakkındaki göruş ve duşuncelerini basın veyayın organlanndan izliyonız. Son günlerde bir "Japon Modeli"nden söz edilerek, ülkernizde de bu modelin uygulanraasının yararlan ileri sürülmektedir. Bu gorüşü candan destekliyoruz. Gerçekten kısıtlı doğa koşullarına karşın bu ülkenin, adeta söylencesel (efsanevi) diyebileceğimiz bir hızla kalkınması ve bunun gizi (sım), uzerinde dikkat1« durulması ve araştınlması gereken bir konudur. Japon modeli üzerinde duranlar, kendi görüşlerine göre bu gizi tanımlamaya çahşmışlardır. Ürettiklerini çok iyi pazarlamaları, ucuz işçilik, ticari yetenekleri gibi bazı gerekçeler ileri sürülmüştür. Hattagünlükgazetelerden birınde yaşamöykusunü ilgi Ue izlediğimiz tanınmış bir işadarrumızın, Japon mucizesinde, temelde gelenek ve görenekleıine b a | l ı h k l a r ı n ı n yattıgı şeklindeki duşüncelerini de öğrenmiş bulunuyoruz. Ne var ki, bütun bu görüşler Japon mucizesinin temelinde yatan esas nedeni gereği gibi kamu bilgisine sunmamışur. Bu kalkınmanın esas gizi, Japon ulusunun bilime ve bilimsel araşnrmalara verdiği değer, kalkmma ve ytıcelmenin tek yolunun, bilimden ve fenden geçtiğine olan sarsılmaz inancıdır. Eger bir Japon, örneğin ABD'den oğrendiği bir teknolojiyi sadece olduğu gibi alıp, ülkesinde uygulamaya soksaydı ve üretımini hızlandırsaydı, herhalde bugun uluslararası acımasız yanşma ortamında kolay kolay söz sahibi olamazdı. Ama Japon, bu teknolojiyi daha da geliştirmek daha iyiyi yapmak için daıma araştırma>a yonelmiş ve bunu uygulamayı bilrniştir. Ozetle Japonlann, basit taklitçiğin çok daha otesındekı bilimsel araştırmalara verdikleri değer ve inanç yarattıkları mucizenin esas nedenıdir. Japonya bu yolu, bundan 11,5 yüz yıl önce seçmiştir.Bilimsel araştırmalar ve teknolojinin hızla ilerlediği 19.yuzyıl A\Tupası ve obur Batı ülkeleriyle olan temaslannı hızla sürdurmuş ve genç araştıncılarını bu pota içinde yoğurmuştur. Bu dönemlerde genç Japon araştmcılannın kafasında koşullanmış (şartlanmış) tek bir ideali vardı: En ince ayrmtısına kadar uğraşı alanındaki gelişmeleri öğrenmek, adını rnutlaka bılim dünyasına tarutmak ve daha ileri düzeylerde kendi Ülkesinde araştırma yaparak katkıda bulunmak. Bilgi ve görgüsünü bu şekilde pekiştiremeyerek, ülkesine dönmek durumunda kalan Japon araştıncı, kendini onurdan yoksun gibi görmuş ve geleneklerinin gereği, bir kısmı konuyu "harakiri" yapıp hayatına son vermekle kapamıştır. tşte bilime bu denli değer veren ve inanan bu insanlar, 20. yüzyılın en büyuk felaketi olan 2. Dunya Savaşı'nı, iki buyilk şehir PENCERE Hükümlü'nün Sesi... OKTıff AKBAL EVET/HAYIR "Kitabı Geri Getirelim" "Dünya yasaklarla dolu. Bir de biz kendi kendimize kitabı yasakiamayalım. Bu akşam eski dostlan karıştıralım. Yarın yeni bir kitap alalım. Kitabı geri getirelim." Bir kaç yayınevi birleşmiş, kitap düşmanlığına karşı bir savaşım açmışlar. Gazetelerde, dergilerde çerçeve içinde bu tür seslenişleri okuyoruz. Kitabı geri getirelim, diyorlar. Kitap nereye gitmiş ki! Çok uzağa mı? Yok yanıbaşımızda, vitrinierde, kimi zaman toplatılan, kimi zaman gözaltına alınan, kimi zaman zararlı, kimi zaman yararlı sayılan bir nesne. Yok edilmesi olanaksız bir değer. Yak, yırt, parçala, denize at boş! Bir tane kalır, yjne yaşamını, etkisini sürdürür. İlginç bir kitap okuyorum, Demirtaş Ceyhun'un Cem Yayınlarında çıkan 'Can Çekişen Kitab'\... Bizim toplumda kitap hep can çekişir! En büyük baskı yedi bindir, beş bindir. Bir kitap beş kez basılsa topu topu yirmi beş otuz bine varır toplamı... Onlar da en ünlü yazarlarımızın ı kitaplarıdır. Ödüller almış, yabancı dillere çevrilmiş, sözü edilmiş kitaplardır bunlar. Ötekiler, üç dört bini iki üç yıida zor tüketir. Ceyhun yazıyor, Gabriel Garcia Marquez'in 'Kırmızı Pazartesi' adlı romanı İspanyol dilinde 2 milyondan çok basılmış. Fransa'da her gün bir milyondan çok sayıda kitap yayınlanıyor. Adam başına günde 7 kitap düşüyor! Gazete satışlarına ne dersiniz? 62 yıllık 'Cumhuriyet' şu günlerde 120 bin satışa ulaştı! Seksen ile yüz elli bin satış arasında gidip geliyoruz. O kadar!.. Oysa yalnız yükseköğrenim sıralarında yarım milyon genç var. istanbul'un nüfusu yedi sekiz milyon, ama gazete okuyanlar ne kadar? Sekiz dokuz milyorriuk İsveç'te her gün beş milyona yakın gazete satılıyor. Ya Japonya? 120 milyon nüfuslu bu ülkede 12 milyon satış yapan gazete var. Günlük tiraj 30 milyonu buluyor. Demek dört Japon'dan biri her gün bir gazete satın alıyor... kendi deneyimlerimden bilirim, ilk kitabım bin üç yüz tane basılmıştı, 60 kuruştu. Yıl 1946. O günlerde Milli Eğitim, CHP gibi kuruluşlar 'değerli' buldukları kitaplan, dergileri satın alırlardı, yani kültürü, sanatı desteklemek isterlerdi. Şimdi o da yok! Belki yine aldıklan kitaplar, dergiler vardır, ama hangileri, kiminkiler? Milli Eğitim Bakanhğı'nın ne türde yayınları övdüğünü, okumaları için öğrencilere, öğretmenlere neleri salık verdiğini biliyoruz. Benim o ilk kitabım iki üç yılda tükenmişti. İkinci kitabım Vartık'ta çiktı, o da iki bin taneydi. Bir iki yılda bitti. Kitaplar o DIŞBANK KADIKÖY ŞUBESİ yıllarda elli kuruştu, bir liraydı. Bağdat Cad. No.315 Erenköyİstanbul Yine de en çok üçdört bin baTel: 358 05 23 356 58 51 350 38 19 Fax sılırdı, depolarda, vitrinierde sararıp solardı. Yıllar geçtikçe Türkiye'nin nüfusu 18 milyondan ellıye ulaştı. Ama kitap, dergi, gazete satışları bu oranda yükselme göstermedi. En çok satan gazetemizin tirajı beş altı yüz bini buluyor. En çok satan yazarımızın kitaplan altı yedi bini geçmiyor, o da bir iki yılda zor tükeniyor. Yıldırım hızıyla satılan kitapların sayısı pek az... Demirtaş Ceyhun şöyte yazmış: "Bence kitap düşmanı, halkımız değil, nedense her dönemde aydınlarımız ve yöneticiler olmuştur. Örneğin TRT'nin kitaba karşı takındığı tavır açıktır. Basıntmızın yazarlara ve kitaba nasıl davrandığı ortadadır. Özellikle 12 Mart döneminde ve sonrasında kitap yüzünden nice insanın canının yandığı bilinmektedir. Öyleyse, öncelikle kitap okumak yüzünden kimsenin canının yanmayacağı güvencesi getirilmelidir. Düşünce ve yazma özgüriüğünden önce okuma özgürlüğü sağlanmalıdır.y Ülke yöneticilerine sormak isterdim: Son haftalarda hangi kitaplan okudunuz? Haydi şöyle sorayım. geçen bir yıl içinde okuduğunuz kaç kitap var? Bugün ülkemizi yönetenlerin acaba kaçı bu soruya doğru dürüst bir yanıt verebilir? Gerçekten değerli üç beş kitap ve yazar adı sayabilir? Kendisi kitap okumayan, kitap denen değeri sevrneyen kişilerin yönetimindeki bir ülkede kitap elbette ki zararlı bir nesne sayılır. Kitap yakmak, Abbdülhamit döneminde sık sık uygulanırdı. Şimdi yakmıyoruz kitabı, ama toplayıp Seka'ya gönderiyoruz, hamur etmeye, yenıden kâğıt haline getirmeye!.. Sonrasata(Arkası 13. Sayfada) Adını sakh tuttuğum bir okurum, cezaevinden "pek sayınlarımız"a mektup yazmış; bılmiyorum "büyüklerimizi" etkiler mı? Ama yayınlıyorum. • "Pek Sayınlarımız, Af konusunda, özellikle son zamanlarda herkes bir şeyler söylüyor. Olumlu, olumsuz. ya da ikisinin ortası bir şeyler. Düşünceler, fikirler, görüşler açıklanıyor birbirı ardına. Sokaktakı yurttaştan tutun da devletin en yüksek kademelerine varıncaya kadar herkes konustu, konuşuyor; iyi, kötü, veya ne iyi ne kötü konuşuyorlar. DüşunceJer, fikirler, görüşler soruluyor, yanıtlar, de meçler veriliyor, ahnıyor. Düşünceleri. fikirlen, gönjşleri sorulmayanlar ise yalnız ve yalnız mahkumlar. Bir Allahın kulu çıkıp "ey mahkum yurttaş, sen de fikrini söylesene!'' demıyor. Ama onlar söylemese de bugün söz hakkı benimdir. Hep sizler konuştunuz, bizler dinledik. Bugün sıra benim. Ve muhatabım, mahkumu muhatap kabul etmeseniz de sizlersiniz. Evet, sızlere sesleniyorum değerli pek sayınlarımız. Okuyun, okuyun da, duyun feryadı figanımızı, görün halimizi: görün de daha fazla oynamayın bizimle. Hiç değilse, dokunmayın dünyamıza, bırakın da yatalım karanhk kaden'mız/e baş başa. üütfen oynayıp durmayın bizlerle. 6 Kasım seçimleri öncesınden bu yana günler haftaları, haftalar ayları, aylar da yıllan kovalıyor. Bizler ise yüksek taş duvarlaria çevrilı demır parmaklıklı karanhk dünyamızı aydınlatacak özgürlük ışığını bekliyoruz. Şartlandık, şartlandırıldık 6 Kasım öncesinden bugüne dek. Umutla dolan yüreklerimiz, köye, yuvaya, çoluk çocuğa. anaya, babaya, sevdiceklerine kavuşabilmenin, özgürlüğü yeniden tadabılmenin, insanca yaşayabilmenin coşkusuyla çarpmaya başlamıştı. Ama ne var ki söylenen onca sözler, yapılan vaadler, aradan geçen zaman sürecinde, hapishanelerin üstünden eksik olmayan kara bulutlar arasında bir görünüp bir kaybolan şimşek parıltısı gibi sinyallerini vererek sürüp gidiyor. "Hayır" diyen yok, "vereceğiz" diyorlar Şöyle olmalı, böyle olmalı, af kapsamına şu alınmalı, bu alın(Arkosı 13. Sayfada) KADIKOYLU TASARRUF ŞAHİPLERİ İÇİN ÖNEMLİ BİR ADRES MSBANK 'KflDIKÖKk Dış ticaret işlemlerinin uzman bankası Dışbank, Kadıköylü tasarruf sahiplerini güleryüzlü hizmet dünyasına davet ediyor. Bağdat Caddesinde dış işlemler konusunda tam yetkiyle hizmet sunacak ilk ve tek banka Dışbank Kadıköy Şubesi ile bütün Kadıköylülere hizmet dünyasımn güvenli kapılanm açıyor. HSBAHK Ç ° banKa DIŞBANK; TÜRKİYE IŞ BANKASI A.Ş. TÜRKİYE ŞİŞE CAM FABRİKALARI A.Ş VE İŞTİRAKLERİNİN GÜÇLÜ KURULUŞUDUR GAIATASARAY SÜPER PİYANGOSU Özel Otobüs • Tam Pansiyon CUMHURİYET BAYRAMHraA 2529 EKİM II Rl/M Sr\AH GA1ATASARAY SÜPER PİYANGOSU ALANYA ALAADDİN OTEL 29.000 600 ASDODGE SÜPER ŞÖLENE KATHIN; Çekılış 19 Ekim 1985. Cumartesi günü Süper Sanatçılann eşlı§ınde Spor Sergı Sarayında. MARMARİS MARTI HOTEL 34.000. MARMARİS ATLANTİKOTEL 26:0Op ÖREN KESKİN OTEL 29.000 1611074.1612281.1618226 Kadıkhv:33616 60 Barbarus BuKan 35 Beşikta> 131 KARTAL SÜPER ŞÖLENE KATIUN; Çckilış 19 Ekim 1985, Cumartesi günü Süper Sanatçılann eşliginde Spor Sergi Sarayında. SATÇ MİLLİ PIYANGO BAY1LER1. FTT MERKEZLER]. 1STANBUL HALK EKMEK BÜFELER1NDE MAĞA2ALARDA VE HER YERDE Sahibinden Ören'de deniz kıyısı Sunar Sitesi'nde satılık daire. Telefon: 145 75 9165 11 33 Edremit1136AKÇAY 127 SATTŞ YERLERİ: MILU PIYANGO BAY1LERI. PTT MERKEZLER!, İSTANBUL HALK EKMEK BCFILERINDE MACAZALARDA VE HER YERDE AŞI KAMPANYASINA KATILINIZ ÇOCUKLARINIZI AŞILATINIZ ? Türkiye Rotary KulObleri PtYONGO BİLETLERİ Z500.TL AYRICA: 1111 CUMHURİYET ALTTNI PİYONGO BİLETLERİ 25OO.TL AYRJCA: 1111 CUMHURİYET ALTIN1
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle