22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 HAZİRAN 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM izim buralarda yine seçimler var. Bu defa da önümüzdeki 10 ve 17 Haziran tarihlerinde iki turlu genel seçimler yapılıyor. Geçtiğimiz mayıs ayında yaklaşık yüzde 53’lük net bir skorla otoritermuhafazakar UMP’nin lideri Nicolas Sarkozy’yi cumhurbaşkanlığına getiren Fransızlar, şimdi de 5 yıllığına milletvekillerini belirleyecekler. Bakalım, Fransa’da sağın simgesi mavi (kahverengikırmızı ve akbeyaz) dalgalar yine siyasi ufukları kaplayacak mı? Yoksa pembe (kızılkırmızı ve yeşilbeyaz) sol Elysse Sarayı’na (Cumhurbaşkanlığı konağı) karşı Bourbon Palası’nda (Millet Meclisi’nin ikamet ettiği binanın kurucu sahibine atfen söylenen halk ağzındaki adı) yeterli direniş mevzileri tutabilecek mi? Direniş, zira dünyada esen (neo)liberalizm rüzgarlarının Fransa’daki Truva atı güven(ilir)lik, sadakat, çalışkanlık, hak(etme), ahlak(lılık), din(darlık), milliyet(çilik) gibi “yeniden çağdaş” (!) değerlerin, “32 kısmı tekmili birden”inde şampiyon olan eski ve yeni iktidarın favori aday partisi UMP, tam bir buldozer gücü ve ağırlığıyla ilerliyor. Alternatif toplum modelinden vazgeçtik, ancak inandırıcı bir toplumsal proje ve hatta ikna edici bir iktidar programı bile üretemeyen sol siyasi arenadaki mevcut konumunu dahi koruyamayacakmış gibi gözüküyor. ??? 44.5 milyon kayıtlı seçmen bir hafta arayla 555’i Kıta Fransa’sında toplam 577 milletvekilini belirleyecek. İçişleri bakanlığından yapılan açıklamaya göre 18 Mayıs’ta kapanan resmi süreçte 80 parti adına 3 bin 177’si kadın 7 bin 639 aday başvuruda bulunmuş. Bu sayı idari mahkemelerin kararları doğrultusunda değişikliğe uğrayabilirmiş. Söz konusu 80 küsur siyasi hareketten yalnızca 8’i (*) 500 seçim bölgesinin üstünde aday gösterebilecek oranda örgütlü. Aday sayısı bir önceki genel seçimler, 2002 dönemine oranla 805 kişi azalırken, yeni adaylar arasındaki kadın oranı yüzde 2.7 artmış. Fransız siyaset tarihinde ilk kez 3 bin 177 kadın, yani tüm adayların yüzde 42.25’i Bourbon Palası’nın kırmızı kadifeli sıralarına oturmaya talip. Ne kadarı seçilir, bu başka bir soru. Beşinci Cumhuriyet’in başladığı 1958 yılında Meclis’te topu topu 9 kadın vekil mevcutmuş. Bu rakam 2002’de 71 yani yüzde 12.3’e ulaşabilmiş. Başka bir deyişle AB ülkeleri arasında Fransa sondan 4’üncü, dünyada ise 84’üncü sırada. Fransa 2007’de bu ayıbını büyük oranda gidermeye niyetli. Darısı başka Avrupalı veya tüm dünya ülkelerinin başına... Adaylardan hareketle yapabileceğimiz ikinci önemli bir gözlem de adayların yaşları konusunda. Bir önceki dönemin meclisinde yaş ortalaması 57 iken 2007 adaylarının ortalaması 50.2. Şimdilik ciddi bir gençleşme var. En genç aday, resmi alt sınır olan 23’üncü baharında. En yaşlı adaysa 80’inci baharını sürüyor. Bakalım, oy sandıklarından çıkacak sonuçlar bu gençleşme eğilimini de teyit edebilecek mi? ??? Kesin rakamları, resmi istatistik tutulmadığı için saptaması son derece zor başka bir gözlem ise Fransa’da yaşayan AB dışı göçmen kökenli Fransızların aktif siyasete, daha doğrusu milletvekili seçilmesi konusunda. Bazı uzman gözlemciler ve sosyalsiyaset bilimciler 64,1 milyonluk nüfusun yüzde 15’inin Avrupa dışı kökenli olduğu varsayımından hareketle, bu topluluğun hemen hemen hiç temsil edemediklerini ileri sürüyor. Radikal çıkışlarıyla tanınan ve 120 farklı “Siyahi Afrikalı” derneği bünyesinde toplayan CRAN federasyonunun Pazartesi günkü açıklamasına göre 2007 adayları arasında ancak yüze 0.5 oranında “Afrikalı” bulunuyor. Halbuki yine ‘Euro Türkler’ siyasal ve ekonomik bir gerçektir ESSEN (Cumhuriyet) – Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, kısa bir süre önce Günizi Yayıncılık tarafından yayımlanan “EuroTürkler” başlıklı yeni kitabında, Avrupa’da yerleşik ama Türkiye ile çok güçlü bağlara sahip bir topluma sahip olduğumuzu, ancak toplumun özgün yapısının mutlaka göz önünde tutulması gerektiğine bir kez dikkat çekti. Prof. Şen, yeni çalışmasından hareketle, Avrupa’daki Türk varlığı, ve geleceğiyle ilgili olarak Cumhuriyet Hafta’nın sorularını yanıtladı. CUMHURİYET Avrupa Birliği sınırları içinde yaşayan ve “Euro Türkler” olarak adlandırdığımız bu toplum, sizce Türkiye’deki siyasi gelişmelerden bundan sonra hangi boyutlarda ve nasıl etkilenir? Daha doğrusu, etkilenir mi, etkiler mi? FARUK ŞEN Bugün Avrupa Birliği sınırları içerisinde 5.2 milyon Türk kökenli yaşıyor. Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya’da azınlık statüsüyle yaşayan yaklaşık bir milyon kişinin dışında 4.2 milyonluk bir nüfus, uluslararası göç yoluyla Batı Avrupa ülkelerinde yerleşikleşmiş bulunuyor. Bu büyük göçmen nüfusun 1.8 milyonluk bölümü yaşadıkları ülkelerin vatandaşlıklarına geçmişken, diğerleri Türk vatandaşlıklarını koruyor. Yaptığımız araştırmaların sonuçları EuroTürklerin her iki ülkenin gündemiyle yakından ilgilendiklerini yüzde 92’sinin her iki ülke medyasından gelişmeleri takip ettiğini gösteriyor. Yine bir başka araştırmamız Almanya’daki Türklerin yaklaşık üçte ikisinin Türkiye’ye güçlü bağlılık hissettiklerini ortaya koyuyor. Buna karşın yaptığımız bir diğer araştırmanın neticeleri EuroTürklerin kendilerini hiçbir kurum ve ülke tarafından yeterince temsil edilir hissetmediklerini ortaya koyuyor. Bunda şüphesiz en büyük etken, bulundukları ülkelerde Türk vatandaşlıklarını koruyanların yerel seçimlerde dahi oy kullanabilme haklarının olmaması ve Türkiye’ye yönelik siyasi haklarını kullanabilmelerinin de facto olarak mümkün olmaması. Buna karşın, ülkeler arasında güçlenen ulaşım ve iletişim ağları kimi konularda yükselen istemlerin güçlü bir şekilde dillendirilebil Yine Fransa, Yine Seçim.... C 9 TAM Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, yeni kitabında Avrupa Türklerini işliyor B mesini sağlıyor. Özellikle son dönemde bizim de kurum olarak aktif olarak yer aldığımız “Avrupalı Türkler Sandık İstiyor” kampanyasının gördüğü ilgi ve yarattığı etki, ortak tavrın güçlü biçimde ortaya konması halinde belirli sonuçların elde edilebileceğini gösteriyor. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimi konusu ve genel seçimin öne alınması nedeniyle bu konuda sonuç alınamadı, ancak gelecek seçimlere kadar bu hakkın sağlanabileceğini inanıyorum. Bu sağlanabildiği takdirde oy veren bir kitle olarak EuroTürkler ciddi bir pazarlık gücü elde edecekler. Ulaşım ve iletişim ağlarındaki ilerleme sayesinde Türkiye gündemini anında izleyebilen EuroTürkler, bu gündeme de yön vermeye başlayabilecekler. Ancak unutulmaması gereken bir faktör de şu ki, EuroTürklerin bir de Avrupa gündemi bulunuyor. TÜRKLER KİLİT ROLE SAHİP CUMHURİYET Sizce Euro Türkler, Alman siyaseti içinde bundan böyle nasıl bir rol üstlenecektir? Geçmişe hangi açılardan benzemeyecektir? FARUK ŞEN Alman vatandaşlığını almış Türklerin sayısı 900 bini buluyor. Hatırlayacaksınız bu kitle 1998 ve 2002 seçimlerinde iktidarı belirlemede kilit rol üstlenmişti. Bu faktörün de etkisiyle Sosyal DemokratYeşiller iktidarı döneminde göç ve uyum alanında ciddi ilerlemeler sağlandı. Almanya tarihinde ilk defa göç ülkesi olduğunu kabul etti. Bugün federal mecliste 5 Türk kökenli parlamenter bulunuyor. Yine Hamburg, Berlin gibi eyaletlerin parlamentolarında da Türk kökenlilerle karşılaşıyoruz. İkinci ve üçüncü kuşakla birlikte yükselen eğitim seviyesi, Almanca dü AB ile ilişkiler zorlaşıyor, ama... CUMHURİYET – Türkiye’nin AB ile ilişkilerini nasıl görüyorsunuz? FARUK ŞEN Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin kültürel, dinsel farklılık gibi görünür tartışmaların ardında beş temel konu üzerinde ilişkilerin tartışılması gerekiyor. Türkiye’nin katılımının birlik organları üzerine etkisi, üyeliğin birlik bütçesine tesirleri, güvenlik politikası/dış politika, serbest dolaşımla ilintili olarak işçi göçü ve Gümrük Birliği ile bağlantılı olarak dış ticaret ilişkileri bu beş ana başlığı teşkil ediyor. Bu alanların her birinde Türkiye’nin kendi konumunu doğru anlatması, Birlik üyeliğine giden ve olabildiğine daralmış bulunan yolun genişletilmesini sağlayacaktır. Öncelikle Türkiye Avrupa’nın en büyük ordusuna sahip ve büyük jeopolitik önemi haiz bir ülke olarak, AB’nin gerçek anlamda bir dünya gücüne dönüşmesi için anahtar konumdadır. Merkel, dönem başkanlığı sürecinde ABD ile yakınlaşmaya ve ortak bir ticari alan yaratmaya yönelik politika izlerken, Yakındoğu, Kafkasya ve Balkanlar’daki gelişmeler Türkiye’yi daha fazla ön plana çıkaracak gibi görünüyor. Türkiye’nin elindeki bu büyük kozu iyi kullanması gerekiyor. Türkiye’nin birliğe üyeliği konusunda önemli tartışma noktalarından biri olan büyük göç dalgası korkusu, gerçekleşme olasılığı çok düşük bir ihtimaldir. Yılda yüzde 5.6 büyüme kaydeden Türkiye’nin, üyelik için en optimist yaklaşımla öngörülen 2014 yılında ulaşacağı refah seviyesi, göçe istekli nüfusun daralmasına yol açacaktır. Bir göç dalgası olduğunu varsaydığımızda dahi, yerleşikleşme için zorunlu koşul olan ikametgah ve iş teminini üç ayda gerçekleştirebilme şansları olanların çok yüksek rakamlara ulaşmayacağı öngörülebilir. Diğer yandan serbest dolaşım pek çok örnekte görüldüğü gibi hemen üyelikle beraber başlamamakta, durum ve koşullara göre bekleme süreleri konmaktadır. 2014’de konacak 57 yıllık bir bekleme süresinde Türkiye’nin ekonomik anlamda önemli mesafe kaydedeceğinden hareket edilebilir. Türkiye’nin üyeliğinin birlik bütçesine etkileri konusunda ise sunulanın aksine bir tablo çıkacağı rakamlardan anlaşılıyor. Türkiye eğer, 2004’de 10 ülke ile birlikte AB’ye dahil olsaydı alacağı mali yardım 8 milyar avro seviyesinde olacaktı. En iyi ihtimal olarak görülen 2014 yılında birlik üyesi gerçekleşirse bu yardım 1.4 milyar seviyesine düşecek. Diğer yandan son beş yılda yüzde 42 büyüme kaydetmiş bir ülkeden söz ediyoruz. İlerlemenin bu şekilde devamı halinde, üyelik gerçekleştikten bir süre sonra Türkiye birlik bütçesinden yardım almak bir yana katkıda bulunacak noktaya erişecek. Diğer tartışma noktalarından Gümrük Birliği’nin uygulama süresince Avrupa’nın yararına işlediği açıkken, verilmiş bir vaadin öncülü olan bu uygulamanın tam pazar entegrasyonuna çevrilmesi gerekiyor. Türkiye’nin genç nüfusu ile üretici güç ve birliğin sosyal yükümlülüklerinin bölüşülmesi bağlamında birliğe kazandırabilecekleri daha iyi sunulmalı. CUMHURİYET – Bütün bunlara baktığımızda, AB’nin bir tutarsızlığından ve bu nedenle de Türkiye nezdinde yitirilen bir güvenden söz etmemiz yanlış mı olacaktır? FARUK ŞEN – Bilindiği gibi, en çok tartışılan konulardan biri, Türkiye’nin AB organlarında temsili konusudur. Ama bu, AB’nin artan nüfusu ve üye sayısı göz önüne alındığında Türkiye’nin AB içinde ağırlık kazanmasından endişe edenler için korkulur olmaktan uzak bir neden haline geliyor. Birliğe büyük katkılar sağlayacak bir ülkenin eşit temsil hakkının tartışmaya açılması, birliğin iç dokusuna dair güvensizliği yansıtmanın ötesinde, ortak Avrupa inancına da ters düşmektedir. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı tutumunda daha adil bir tavır takınması gerekiyor. Türkiye’nin önüne başka üyelerin karşısına konmayan şartlarla çıkan AB’nin, uygulamada kendi sözlerinde durmadığı görülüyor. Türkiye’nin hayli güçlü olduğu kara lojistiğinde yeni uygulamalar bunun açık bir örneğini teşkil ediyor. AB içinde iş bölümünde lojistik sektörünün Bulgaristan ve Romanya’ya kaydırılması düşünülürken bunun faturası, maalesef dünyanın en büyük TIR filolarından birine sahip olan Türkiye’ye çıkıyor. Türkiye’ye göre zayıf kalacak bu pazarları güçlendirmek adına kota ve vizeler devreye sokulmuş durumda. Türkiye’nin ihracatında meydana gelen son üç yılda yüzde 103’lük artışa karşın, AB kota belgelerinde artış yüzde 32 seviyesinde kaldı. Gümrük Birliği ile pazarını Avrupa Birliği’ne tümüyle açan Türkiye’nin karşısına kota engelleri çıkarılması açık bir adaletsizlik olarak ortada duruyor. TIR şoförlerine verilen vize sürelerin 45 güne indirilmesi de rekabetteki adaletsizliği körüklemiş bulunuyor. Kota sorunu Türkiye’ye yapılacak yatırımlar üzerinde de olumsuz tesirler yaratıyor. Diğer ülkelerde faaliyet gösteren firmaların imalathanelerini Türkiye taşımaları halinde karşılaşabilecekleri kota kısıtlaması riski, yatırımların da önüne geçiyor. Benzer sıkıştırmaların turizm sektöründe de yaşanabileceği ihtimali de gözden kaçırılmaması gereken bir husus. Böylesi durumlar, Türkiye’de AB’ye güvensizliği körükleyen unsurlar olarak devreye giriyor. Türk kamuoyu da AB heyecanını çoktan yitirmiş durumda. Koşullarda ani değişiklikler olmadığı takdirde – ki mevcut durumda böylesi bir olasılık görünmüyor Türkiye ve AB’nin 2014 yılına gelmeden yollarını ayırma ihtimali ortaya çıkabilir. Yani Türkiye, AB’siz, Çin, Rusya ve Hindistan gibi kendi başına bir büyük güce dönüşme yoluna da gidebilir. zeyleri, gelir seviyesi ile farkına varılan kalıcılaşmanın siyasi alanda varolma yönünde isteme kapı araladı. Bu yönde eğilim git gide artıyor. Ancak diğer yandan son dönemde getirilen yasal düzenlemeler ve 11 Eylül sonrasında değişen bakış açısı vatandaşlığa geçiş eğilimlerinde ciddi bir düşüşe yol açtı. Mevcut tartışmaların aynı biçimiyle sürmesi ve bürokratik engellerin yükseltilmesi halinde, göçmenler kendilerini Almanya’dan soyutlayabilir. Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin geçtiğimiz yıl yaptığı bir araştırmanın sonuçları EuroTürkler arasında Almanya’ya bağlılığın yüzde 30’lardan yüzde 20’lere gerilediğini gösteriyor. Bir anlamda Almanya’nın entegrasyon konusunda göstereceği başarı, Türklerin bu ülke siyasetine katılımı ile yakından ilişkili. CUMHURİYET Türkiye ekonomisinin dış dünyadaki ilk ve en büyük bağlantı merkezi, diğer Avrupa Birliği ülkelerinin de çok üzerinden bir ekonomik güce sahip Almanya’dır. Zaten siz de yıllardır çalışmalarınızda bu konuyu vurguluyorsunuz. Peki, bu durum, Alman ekonomisinin bir sermaye, teknoloji ve piyasa olarak çok daha küçük ölçekli Türkiye ekonomisinin belirlemesine yol açmayacak mıdır? Türk ve Alman ekonomilerinin ölçekleri arasındaki makas sürekli açıldığına göre, nereye gidiyoruz? FARUK ŞEN Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusunda tavrı nedeniyle Almanya ile siyasal alanda ilişkiler son dönemde durgunlaşmasına karşın, ekonomik alanda en büyük partner olan Almanya ile ilişkiler bu alanda gelişmeye devam ediyor. 2006 yılında 25 milyar dolara ulaşan iki ülke arasındaki dış ticaret hacminin 2007 sonunda 28 milyar doları bulmasını bekliyoruz. İstanbul başta olmak üzere Türkiye’de faaliyet gösteren Almanya menşeli büyük ve orta ölçekli firmaların sayısı bini aşıyor. Sayıları 68 ben 300’ü bulan Almanya’daki Türk kökenli girişimciler yanında 200’ün üzerinde Türk firması da Almanya’da faaliyet gösteriyor. Bu grupların hareketlendirdiği ikili ticari ilişkilerin daha da ileri noktalara taşınabileceğine inanıyoruz. Türkiye son yıllarda kaydettiği büyümeyi önümüzdeki yıllarda da sürdürebildiği takdirde açılan bir makastan değil, kapanan bir makastan söz edebileceğiz. Bu çerçevede belirleme değil ortak çıkara dayalı bir ilişkiden söz etmek daha doğru olacaktır. CUMHURİYET Avrupa’daki Türkiye’nin, çoktandır adeta bir AB üyesi olarak varlığını sürdürdüğüne dikkat çekiyorsunuz. Bu üyenin insan malzemesiyle (Euro Türkler ile), Türkiye’deki Türkler arasında, “tanımlayıcı nitelikler” açısından bir mesafe ortaya çıkmadı mı? Siz bu iki Türk toplumu arasındaki mesafeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? FARUK ŞEN İki toplum arasında benzerlikler kadar farklılıklardan da söz edilebilir. Endüstriyel toplum aşamasından bilgi toplumu aşamasına geçiş sürecini yaşayan bir toplum ile yarı tarım toplumunun ortalama insanları arasındaki yaşam tarzlarındaki farklar bu noktada dikkate alınmalı. Yeme içme ve tüketim davranışlarında net biçimde gözlemlenebilen bu farklılık, dinsel ve kültürel ritüellerin günlük yaşama taşınma biçimine kadar pek çok alanda da dikkat çekebiliyor. Diğer yandan dikkate alınması gereken bir faktör ise “EuroTürklerin” bulundukları ülkelerde de facto birer azınlık olmaları ve farklılıklarını korumaya yönelik bir içe kapanma ve Türkiye’de aşınmaya yüz tutmuş kimi ritüellere sıkı sıkıya sarılma yönünde bir davranış da geliştirmeleri. Bütün bunları göz önünde tutmak zorundayız. CRAN’a göre Fransız nüfusunun yüzde 2.55’i “zenci”. Aynı kaynaktan gelen bilgilere göre UMP iki, PS üç, Yeşiller beş “Afrikalı” aday çıkartmış. Bu arada PS’in 20, MoDem’in 18, UMP’nin 15 Arap kökenli adayı olduğu belirtiliyor. Rekor şimdilik FKP’ye ait. Genel merkezinden verilen bilgilere göre, haklarında “Gözle Görünür Azınlık” deyiminin de kullanıldığı Avrupa dışı yabancı kökenli 70 kişi FKP listelerinde yer alıyor. Bu sayılar dahi Fransa için tarihi ve devrimci bir durum. Şimdilik tespit edebildiğimiz kadarıyla Türkiye kökenli üç aday var. İkisi Yeşil, biri FKP’li. Michel Atalay (Paris banliyösü Goussainville) ve Songül Kiraz (Alsace bölgesi Wissembourg) Yeşillerden aday olurken, Strasbourg civarından henüz ismini tespit edemediğimiz bir kişinin de FKP listesinden aday olduğunu öğrendik. ??? Fransız siyasi sisteminin inanılması zor zaaflarından başta geleni, milletvekillerinin ezici bir çoğunluluğunun, yani 577 tanesinden 524’ünün fazladan bir “siyasi seçilmiş sorumluluğu” taşımasından kaynaklanır. Örneğin, bir vekil aynı zamanda belediye başkanı, bölge meclis veya il idare kurulu üyesi veya başkanı olabilir. Bu konumların her biri, üstelik maaşlı siyasi unvan anlamına gelir. Dolayısıyla genç ve farklı adayların siyasi dönüşüm, terfi ve deneyimlerin önü de kendiliğinden kapanmış olur. Solun yıllardır eleştirdiği, “tek unvanla siyaset yapmak” ilkesi, özellikle de Senato’da daima çoğunluğu elinde tutmuş olan sağın engellemesiyle asla gerçekleşememiştir. Gerek sağ, gerek sol muhalefetin seçim sistemine getirdiği temel eleştirilerin başında “Çoğunluk Sistemi” geliyor. Ancak sosyalist sol kendisi iktidar olduğu dönemde de bu sistemin değiştirmek yolunda ciddi bir adım atmamıştı. Şimdi bizzat ana muhalefet, Sosyalist Partisi dahil olmak üzere tüm hareketler bir kez daha sistemin kurbanı olacaklar. Her gün yayınlanan kamuoyu araştırmaları UMP’ye yüzde 41 ile 43 arası bir şans tanırken, sosyalistler ve müttefiklerinin iyimser ihtimalle yüzde 27 alması bekleniyor. Bu durumda UMP’nin 410450, PS’in de ancak 100 ile 140 arası milletvekili çıkartması bekleniyor. Merkeze oynayan MoDem’in yüzde 10’la 37 arası, yok olmaya yüz tutan FKP’nin de yüzde 4’le seçim sisteminin cilvesi sonucu 10 civarında koltuk kazanabileceği söyleniyor. Yeşiller veya aşırı sağcı iki hareketten birinin de 1 ila 3 arası milletvekili çıkartabileceği belirtiliyor. Fransa’nın 1968 ve 1993 yıllarında yaşadığı fırtınaya benzer “mavi” bir fırtınayı bu kez de Nicolas Sarkozy’nin ivmesiyle yaşaması bekleniyor. Son kamuoyu yoklamalarına göre Cumhurbaşkanı Sarkozy yüzde 67’lik “popülarite” oranıyla şu anda 1968’de General De Gaulle’ün sahip olduğu bir desteğe sahip. Ve tek başına iktidarı istiyor. Fransızlar solun, “İmdat özgürlük elden gidiyor” çığlıklarına ne kadar inanır, itibar eder bilemiyoruz. Görebildiğimiz en olumlu gelişme daha önceden hiç bu kadar göçmen kökenli adayın katılmadığı seçimlerin sonucunda Fransız parlamenterlerin “gerçek renklerinin” azıcık değişmesi olasılığı. “Züğürdün tesellisi umutmuş” derler!.. (*) Seçime katılan tam aday(a yakın) listeleriyle katılan siyasi partiler şöyle: FN (Milli Cephe), LCR (Devrimci Komünist Ligası), LO (İşçi Mücadelesi), MoDem (Demokrat Hareket), PCF (Fransız Komünist Partisi), PS (Sosyalist Partisi), UMP (Halkçı Hareket için Birlik) ve Yeşiller. ugur.hukum@gmail.com Can Dündar, Vural Öger ve Fikri Sağlar katılacak Hamburg’da toplantı HAMBURG (Cumhuriyet) Hamburg Alevi Kültür Merkezi (HAKM) 9 Haziran 2007 cumartesi günü Can Dündar, Vural Öger , Fikri Sağlar ve Turan Eser`in konuşmacı olarak katılacağı bir panel düzenledi. “Türkiye`de demokrasinin geleceği ve genel seçim öncesi güncel siyasi gelişmeler” başlıklı panelin Eimsbütteler Chausse 5 adresindeki Delphi Showpalast’ta ve saat 14.00’te başlayacağı bildirildi. Panelle ilgili ayrıntılı bilginin 040389 27 24 veya 0179888 37 81 numaralı telefonlardan alınabileceği belirtildi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear