Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 AÇI C Diplomasi ve Sıkıyönetim olaylar ve görüşler 8 HAZİRAN 2007 CUMA AB Mahkemelerine Yeni Yetki... Avrupa Birliği üyeleri, Türkiye’yi tam üyelik hedefinden caydırmak için ellerinden gelenin azamisini yapmak hususunda ortak bir karar almışçasına hareket ediyorlar. Bunun yeni bir örneğini, AB Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi’nin 19 Nisan’da kabul ettiği, Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Konusunda Çerçeve Karar oluşturdu. 1915 olaylarına yönelik Ermeni iddialarının AB ülkeleri mahkemeleri tarafından soykırım olarak karara bağlanması ve “inkârcıların” cezalandırılması yolunu açan bu yasal düzenleme, hiç mübalağasız, Türkiye’nin AB’den tümüyle kopması sonucunu doğuracak bir nitelik taşıyor. Esasında, AB içinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele konusunda ortak bir politika oluşturulması yeni bir girişim değildir. Konunun altı yıllık bir geçmişi var. Ancak, Almanya dönem başkanı olunca, bu alandaki çalışmaların nihai şekline kavuşması için yoğun çaba harcadı. Bunun da gerekçesi, Avrupa’da tırmanışta olan ve tehlikeli boyutlar kazanan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı olgusudur. Gerçekten de Avrupa’da, özellikle Müslümanlara yönelik, bir şiddet ve nefret patlaması olduğunu ortaya koyan olaylara çok sık rastlanıyor. Konunun uzmanları, Müslüman karşıtlığının, II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da Yahudilere yönelik ırkçı nefretle mukayese edilebilecek boyutlara ulaştığı yolunda değerlendirmeler yapıyorlar. Tabii Türkler de bu bağnaz düşmanlıktan bolca nasiplerini alıyorlar… Bu bakımdan, AB’nin ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadele alanında ortak bir politika formüle etmesi olumlu ve önemli bir misyon oluşturuyor. KARAR TÜRKİYE’Yİ HEDEF ALIYOR Ne var ki, bu çalışmalar sonucunda ortaya çıkan Çerçeve Karar metni, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele amacını aşarak soykırımın “inkârını” da suç sayan hükümler içeriyor ve bu suretle Türkiye’yi hedef alan bir nitelik yansıtıyor. Gerçekte, bu metin, uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmek suretiyle AB ülkeleri mahkemelerini, hem herhangi bir fiilin soykırımı olduğu konusunda karar vermeye yetkili kılıyor, hem de bu fiilin soykırım olduğunu inkâr edenlerin söz konusu mahkemelerce bir yıldan üç yıla kadar hapse mahkum edilebileceklerini öngörüyor. Konunun ayrıntılarına girmeden önce, Çerçeve Karar’ın AB hukukunda bağlayıcı bir niteliğe sahip olduğunun altını çizelim. Üye devletlerin, Çerçeve Karar’ın içeriğini aynen kendi mevzuatlarına aktarma ve uygulama yükümlülükleri var. 19 Nisan’da kabul edilen Çerçeve Ka PENCERE Yaşam Hakkı Ve Devlet... MÜMTAZ SOYSAL Dr. Şükrü ELEKDAĞ rar bazı üye devletlerin parlamentolarınca bir incelemeye tabi tutulacak (İsveç, İngiltere, Hollanda, Litvanya, Letonya), bunun ardından herhangi bir görüşme yapılmadan Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi’nin onayına sunulacak, sonra da AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanarak yürürlüğe girecektir. Yürürlüğe giriş tarihinden itibaren iki yıl içinde üye devletlerin resmi mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapmaları zorunludur. Çerçeve Karar’ın 1. maddesinin (a)’dan (d)’ye kadar olan paragraflarında, kararın kapsamına giren suçların tarifi yapılmaktadır. Bunlar arasında (c) paragrafında Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 6, 7 ve 8. maddelerinde tanımlanan soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarına, (d) paragrafında ise Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi Statüsü’nde tanımlanan suçlara atıf yapılarak, bunların açıkça hoşgörülmesinin, inkârının ve kabaca küçümsenmesinin suç olacağı belirtilmektedir. Çerçeve Karar’ın hayli muğlak olan 2. fıkrası ise şöyledir (1): “Bu Çerçeve Karar’ın Konsey tarafından kabulü sırasında, her Üye Devlet yapabileceği bir beyanla, 1(c) ve/veya (d) paragraflarında atıfta bulunulan suçların açıkça hoşgörülmesinin, inkârının veya kabaca küçümsenmesinin, anılan bu fıkralardaki suçların işlenmiş olduğuna sadece bu Üye Devletin ulusal bir mahkemesinin ve/veya uluslararası bir mahkemenin veya uluslararası bir mahkemenin nihai bir kararıyla hükmedilmiş olması halinde cezalandırılabilir olduğunu açıklayacaktır.’’ Görüleceği üzere, Çerçeve Karar’ın nihai kabulü sırasında, üye devletler, şu iki seçenekten hangisini tercih ettiklerini belirtebileceklerdir: (1) Soykırım suçunun işlendiği hususunda bir uluslararası mahkemenin verdiği kesin mahkumiyet kararı mevcutsa, soykırımın inkârı üye devletin ulusal mahkemesi tarafından cezalandırılır. (2) Soykırım suçunun işlendiğine üye devletin ulusal mahkemesinin karar verdiği hallerde de, soykırımın inkârı yine aynı devletin mahkemelerince cezalandırılır. Görüleceği üzere 2. seçenek, herhangi bir olayın soykırım suçu olarak saptanmasını ve bunun inkârını ulusal mahkemelerin takdirine bırakmaktadır. Yani, Fransa’nın “Ermeni soykırımı” konusunda izlediği yola meşruiyet kazandırılmaktadır. Bu bağlamda belirtilmesi gereken bir husus da, Türkiye karşıtı lobilerin etkisiyle ve Ermeni sorununu icabında ülkemize karşı bir siyasal baskı aracı olarak kullanma hesabıyla, AB üyelerinin büyük bölümünün ikinci seçeneğe yönelebilecekleridir. KARARIN TÜRKİYE AÇISINDAN ETKİLERİ AB’nin Çerçeve Karar’ı uygulamaya koyması halinde, başta Ermeni lobisi olmak üzere, ülkemize hasım diğer odakların konuyu siyasi maksatla istismar etmeleri kaçınılmazdır. Avrupa Ermeni Federasyonu, yaptığı basın toplantılarıyla şimdiden bu niyetini açıklamaktadır. Bu da, AB mahkemelerinin, Lozan Mahkemesi’nin Doğu Perinçek hakkındaki kararına benzer, çok sayıda mahkumiyet kararı vermelerine yol açacaktır. Bunu, Pontus, Rum ve Süryani soykırım iddialarının AB mahkemeleri tarafından ele alınıp karara bağlanmaları süreci izleyecektir. Ayrıca, istedikleri hukuki zemini yaratmış olan Fransa gibi ülkeler, süratle 1915 olaylarının soykırım olduğunun inkârını cezalandıracak yasaları geçireceklerdir. Bu durum, artık bu konuya yönelik bir ortak AB kararının alınmasına ihtiyaç olmadan, “Ermeni soykırımının” kabulünü Türkiye’nin Birliğe katılımının bir ön şartı haline getirecektir. Nihayet, Çerçeve Karar’ın bir AB müktesebatı oluşturduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle de 23. fasıl olan “Yargı ve Temel Haklar” bağlamında Türkiye’nin de bu kararı kabul etmesi zorunludur. Bu izahatımız, Çerçeve Karar’ın kabulünün, Türkiye’nin AB’den dışlanması anlamına geleceğini açıkça ortaya koyuyor. Nitekim, 10 Nisan’da TBMM’de yapmış olduğumuz konuşmada bu tehlikeyi ayrıntılı biçimde dile getirerek, AB Dönem Başkanlığı’nı yapan Alman Hükümeti’ne şöyle seslenmiştik: “Çerçeve Karar’ın TürkiyeAB ilişkilerine vereceği büyük zararı düşünmeseniz dahi, Türkiye ile Almanya arasındaki geleneksel dostluk ilişkilerini dikkate almanız gerekmez mi? Almanya’da 2.7 milyon Türk kökenli vatandaş ve soydaşımızın olması, AB’den geçirmek istediğiniz yasal düzenlemeye, hiç mübalağasız, TürkAlman ilişkilerini mahvedecek bir nitelik kazandırmaktadır. Çerçeve Karar, bu ilişkilerin temeline konmuş bir saatli bombadır.” ULUSLARARASI HUKUKUN İHLALİ Bilindiği üzere, BM’de 1948’de kabul edilen “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” soykırım suçuna ilişkin uluslararası ahdi kuralları saptayan temel belgedir. Bu sözleşmenin 2. maddesinde CHP İstanbul Milletvekili soykırım suçu tanımlanmakta, 6. ve 9. maddelerinde de suçu kovuşturacak yetkili mahkemeler belirlenmektedir. Bilahare 2002 yılında yürürlüğe giren Uluslararası Ceza Divanı Statüsü’nün (UCDS) 6. maddesindeki soykırım tarifi de BM Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesinden aynen alınmıştır. Hal böyleyken, Çerçeve Karar, soykırım suçuna ilişkin olarak sadece UCDS’ye atıfta bulunmakta, BM Sözleşmesi’ne değinmemektedir. Bununla güdülen maksat, BM Sözleşmesi’nin yetkili mahkemelere ilişkin hükümlerinin atlanmak istenmesidir. Ancak, Birleşmiş Milletler tarafından belirlenmiş ve tüm uluslar tarafından kabul edilmiş kural ve normların (jus cogens), AB’nin siyasi nitelikte bir kararıyla değiştirilemeyeceği açıktır. NE YAPMALI? AB Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi’nin 19 Nisan toplantısı yaklaşırken, durumun ciddiyetini nihayet kavramaya başlayan Hükümet, hayli geç de olsa AB Dönem Başkanlığı ile üye ülkeler nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Bu bağlamda Adalet Bakanı Cemil Çiçek Türkiye’nin konuya ilişkin görüşlerini AB Adalet Bakanlarına mektupla iletmiş, Başbakan Erdoğan da Hannover Fuarı’nı ziyareti sırasında görüştüğü Şansölye A. Merkel’e kaygılarını ifade etmiştir. Buna rağmen, Türkiye’nin endişeleri dikkate alınmamış ve Çerçeve Karar hiçbir değişiklik yapılmadan Konsey tarafından kabul edilmiştir. Alman tarafının samimiyetten yoksun bir tutumla, “Çerçeve Karar’ın Türkiye’ye bir zararı olmayacağı” hususunda ısrar ederken, aynı zamanda Karar’ın uluslararası hukuku ihlal ettiğini kabule yanaşmaması, Ankara’da düş kırıklığına ve ciddi endişelere yol açmıştır. Bu koşullarda yapılabilecek olan, Çerçeve Karar’ın AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanarak yürürlüğü girmesinden sonra, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde bireysel bazda bir hukuk mücadelesi verme imkânlarını aramaktır. (1) “Any Member State may, at the time of the adoption of this Framework Decision by the Council, make a statement that it will make denying or grossly trivializing the crimes referred to in paragraph 1 © and/or (d) punishable only if the crimes referred to in these paragraphs have been established by a final decision of a national court of this Member State and/or an international court or by a final decision of an international court only.” D ON OLAYLAR PKK’nin yeni bir strateji belirlediğini gösteriyor. Bu belirleme elbette yalnız başına yapılmamıştır. Alınan kararlarda Barzani yönetiminin parmağı açıkça seziliyor. Büyük olasılıkla Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine bitişik Amerikalı danışmanların parmağı da işin içindedir. Stratejiyi ve dayandırıldığı gerekçeleri özetlemek zor değil. 1) “PKK terörü denen olay, genellikle sanıldığı ve Ankara’nın iddia ettiği gibi Türkiye dışından kaynaklanmıyor; bütünüyle Türkiye’nin iç işidir ve nedenlerinin de içte aranması gerekir.” 2) “Pülümür olayının da gösterdiği gibi, PKK’nin iç örgütlenişi dıştan sızmalar olmadan da Türkiye’deki güvenlik mekanizmasını en beklenmedik yerlerde, en başedilmez yöntemlerle vurmayı becerecek kadar yaygın ve güçlüdür.” 3) “Dolayısıyla, Kuzey Irak’taki yeni devlet oluşumunu sınırötesi operasyon tehditleriyle meşgul etmekten vazgeçilmelidir.” Stratejinin gerisindeki kurnazlığı görmemek mümkün değil. Böylelikle hem TSK’nin içteki ve dıştaki saygınlığı zedelenecek, hem de Kuzey Irak’taki yönetim uluslararası arenada terorizme yataklık suçlamasından kurtulacaktır. Üstelik, Türkiye’nin içinde ve dışında da, hangi yolla olursa olsun, TSK’nin saygınlığını zedelenmiş görmekten memnun olacak çeşitli çevreler hayli çoktur. Bu ölçüde sinik ve alçakça stratejiye karşı mutlaka akıllı ve etkili bir karşıstrateji geliştirmek üzerine kafa yormak gerekmez mi? Birinci çare, Türk diplomasisine önemli bir görev yüklenmesini zorunlu kılıyor: Eğer, karşıdakilerce iddia edildiği gibi PKK terörü içten kaynaklanıyor ve çaresinin de içte bulunması isteniyorsa, TürkiyeIrak sınırının ciddi biçimde korunabilmesi ve “kuş uçmaz” duruma getirilmesi gerekir. Bu da askeri uzmanlarca defalarca vurguladığı biçimde, iyi düşünülmüş ve hiç değilse geçici temellere oturtulmuş bir “sınır ayarlaması” yapılmadan olmaz. Washington bu konuda Irak üzerindeki nüfuzunu kullanmaya ve bu isteğin yerine getirilmesi için Bağdat’ı ikna etmeye zorlanmalı, yoksa, “samimiliği” sorgulanmalıdır. İkinci çare, giriş çıkışı böylesine denetim altında tutulmuş bir Güneydoğu bölgesinin yine geçici bir süre için sıkıyönetim altına alınmasıdır. AKP iktidarı, Silahlı Kuvvetleri sonu belirsiz bir dış maceraya itmek yerine, içteki temizliğin gereğince yapılabilmesi için o bölgede sınırlı bir sıkıyönetimin ilan edilmesi önerisiyle Meclis’i toplantıya çağırma sorumluluğunu yüklenmelidir. Karşıdaki iddianın sınanması, ancak Washington’u ve Ankara’yı yönetenlerin bu iki sorumluluğu yerine getirmeye zorlanmasıyla olur. S HARBİ SEMİH POROY ünya tarihinde yayımlanan ilkinden sonuncusuna dek bütün insan hakları bildirgelerinde belirlenen birinci öncelik nedir?.. Yaşam hakkıdır!.. Bir devlette insan hayatı her şeyden, her haktan önce gelir... Eğer ülkede kişinin yaşamını güvenceye alan bir düzen yoksa, devlet de yok demektir. ? İnsan yaşamı çağımızda o denli öncelikli ve de kutsaldır ki, ölüm cezası uygar dünyada kaldırılmıştır... Türkiye de AB koşullarına uymak amacıyla ölüm cezasını yasalarından silmiştir... Ancak ülkede başkentte bileterör can alıyor. Devlet devletliğini yapamıyor... Üstelik bu “devlet” yurttaşlarının can güvenliği için olağanüstü koşullara da başvuramıyor... Yurttaşlarımız, hepimizin tanıklığında, üst üste saldırılarla öldürülüyor... Cinayetlere seyirciyiz... Can güvenliği yok... Devlet de yok... Can güvenliği olmayan bir ülkede demokrasiden söz açmak ve bu yolda didişmek ne ölçüde geçerlidir?.. ? Anadolu’daki terörü “stratejik müttefikimiz”, işgali altındaki Kuzey Irak’tan gözetiyor... Amacı ne?.. Amerika, PKK terörüyle Türkiye’yi dolaylı tehdit sürecini Birleşik Devletler’in Ortadoğu’ya yerleşim tasarımı içinde değerlendiriyor... İnsan hayatı bu emperyalist yöntem içinde solda sıfırdır... Ama, asıl acı olan ne?.. Türkiye’de, hiçbir siyasal partiden, Amerika’nın terör örgütünü gözetme ve koruma siyasetine dönük eleştiri sesi yükselmemektedir... Bizim siyasal partiler, iktidar oyunundaki rolünü iyi bildiklerinden, Amerika’ya karşı tavır alamıyorlar... Ya iktidar partisi?.. AKP, Bush yönetimine edilgin ve teslimiyetçi tutumuyla, PKK’nin cinayetlerine ortak sorumluluğu sırtında kambur gibi taşıyor... ? Bir devletin devlet olabilmesi için, yurttaşlarının can güvenliğini, öteki deyişle yaşam hakkını sağlaması önkoşuldur... AKP, yurttaşının yaşam hakkını koltuk hırsı uğruna harcıyor... Türkiye’nin başına Cumhuriyet döneminde böyle bir iktidar gelmedi!.. Devletimizin devletliği elden gitmiştir. mumtazsoysal@gmail.com Irak İzlenimleri eride bıraktığımız haftayı Irak’ta geçirdik. Sabah evinden çıkanlar, evde kalanlarla helalleşiyor. Sokakta yürüyen insanlar, kaldırımların ortasından yürümeyi tercih ediyor. Çünkü kaldırımların kenarlarında her an bir patlama olabilir. İki insanın bir arada olması risk taşıyor. Restoranlarda camın kenarına oturmak risk. Otelde kalmak risk. Sokağa çıkmak risk. Gösterişli arabaya binmek risk... Ölüm her Iraklının yanında, önünde, ensesinde... Bazen soluk almak kadar yakın, hemen yanı başında. Her Iraklı böyle bir ortamda hayatta kalma savaşı veriyor. Günlük bilançoda her gün ölen, yaralanan yüzlerce kişiye “şanssız”, o gün ölmeden eve dönenlere “şanslı” diye bakılıyor. Irak’ta yaşayan her kesimden insanla görüştüm. Türkmen’i, Kürt’ü, Sünni Arap’ı, Şii Arap’ı, Hıristiyan Arap’ıyla... İlginçtir... Birbirlerini tanımayan bu insanların Irak’ta kaos ortamı için söyledikleri tek ağızdan çıkmış gibi benzerlik gösteriyor: Irak’a binlerce ton patlayıcı, değişik silahlar nereden geliyor? Kaynağı neresi? Iraklıya göre Irak’taki terörün arkasında Amerika var. Suudi Arabistan ve Ürdün, Amerika’nın gerçek dostları. Halen Suudi Arabistan’da 40 bin Amerikan askeri görevli. Su G Burhan CENKÇİ udi Krallığı buna karşılık Amerika’nın Ortadoğu’daki askeri harcamalarının yükünü çekiyor. Ürdün zaten belli... Eski Ürdün Kralı Hüseyin’in Amerikan Gizli Servisi’nin maaşlı elemanı olduğu artık deşifre olmuştur. Şimdiki Kral Abdullah kimdir? Haşimi soyundan gelen Kral Hüseyin’in oğlu. Haşimi soyunda oğullar babalarının izinden yürümek zorundadır... Iraklıya göre Irak’ta terör biterse, tüm etnik gruplar Amerika’nın karşısına dikilecek. Amerika’ya “Saddam’ı devirmek ve Irak’a demokrasi getirmek için geldiniz. İki amaç da gerçekleşti. Artık Irak’ı terk etmenin zamanı geldi” diyecek. Amerikanın terör stratejisi Irak’ta Arap’ı Arap’a kırdırmaktır. Irak’ta iç savaş devam ederken Amerika kendi hedeflerine doğru yol alıyor. Son araştırmalar, Irak’ın batı bölgesinde 100 milyar varillik ek bir petrol rezervi tespit edildiğini belirtiyor. Şu anda Irak’ta petrol üretimi günde 2 milyon varil civarında. Ama önümüzdeki 3 4 yıl içinde Irak’ta petrol üretim seviyesi günde 4 milyon varile ulaşacaktır. Iraklılar, şu anda Kerkük petrolünün yüzde 75’inin Amerika ve Batılı büyük şirketlerin eline geçtiğinin bilincinde. Irak’ta petrol üzerine oyna Eski Tatvan Belediye Başkanı nan oyun bununla bitmiyor. Amerika’nın gözetiminde Irak’ta yeni bir petrol yasası hazırlandı. Yasa bugünlerde Meclis’te görüşülüp muhtemelen onaylanacaktır. Bu yeni petrol yasası, petrol üretim ve satışıyla ilgili her türlü kararları Merkezi Hükümet’e veriyor. Iraklılarda Merkezi Hükümeti Amerika’nın kuklası olarak görme düşüncesi hızla yayılıyor. Iraklılar, yeni petrol yasasıyla Irak petrollerinin yağmalanacağının endişesini taşıyorlar. Birkaç yıl öncesine kadar Iraklılar petrole fazla ilgili değillerdi. Son günlerde Irak halkında Irak’ın başına gelenlerin temelinde petrol olduğunun bilinci yükselmeye başlamış. İki yıl önce halk Irak’ta çatışanlara “terörist” diyordu. Şimdi aynı halk bunlara “mücahit” diyor. Toplumdaki bu değişiklik, Amerika’yı gelecekte Irak’ta kötü günlerin beklediğini gösteriyor. Üç yıl önce Saddam Hüseyin yakalandığı gün Bağdat’taydım. O gece sabaha kadar milyonlarca mermi yakıp bayram ettiler. Öyle ki, ofisimizde gece boyunca uyuyamadık. İlginçtir... Aradan geçen süre içinde halk Saddam’ı arar olmuş. Saddam’la ilgili olarak son günlerde Irak’ta ilginç bir öykü gündemde: İki eski arkadaş 2025 yıl sonra birbirini buluyor. Akşam çiftlik sahibi, arkadaşını misafir ediyor. Sabahleyin kahvaltıda ağa, kan kardeşini çok üzüntülü buluyor. Gece 810 gün misafir kalacağını söyleyen arkadaşı şimdi “ille de gideceğim” diye tutturmuş. Ağa misafirine bu karar değişikliğinin sebebini soruyor. Meğerki kümesteki horozlardan biri misafiri sabaha dek uyutmamış. “Giderim.. gidemezsin!..” tartışmalarından sonra horozun kesilmesi şartıyla misafirin kalmasında anlaşıyorlar. Horoz kesiliyor. İki arkadaş afiyetle yiyorlar. Gece yine geç vakitlere dek eski anıları yeniliyorlar. Misafir sabah kahvaltısında bir gün öncekinden daha gergin, daha sinirli biçimde ille de “gideceğim” diyor. Ev sahibi, arkadaşına ne olduğunu soruyor. Misafir “Evvelki gece tek bir horoz ötüyordu. Onu kestin. Dün gece on beş horoz birden ötmeye başladı. Bu curcunada uyumak mümkün değil” diyor. Ev sahibi de, “O kestiğim, horozların lideriydi. Sen istedin. Ben de kestim. Daha ne sızlanıyorsun be kardeşim” diyor. Edindiğim izlenim, Iraklılar kestikleri horozun kümesteki düzeni sağlayan horoz olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyorlar. CUMHURİYET 02 CMYK