22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 Anayasa Mahkemesi Başkanı Tuğcu, eleştirilerin anayasal sınırı aştığını vurguladı C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 8 HAZİRAN 2007 CUMA ‘Başbakan tehdit etti’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, Yüksek Mahkeme’nin Cumhurbaşkanlığı’na ilişkin kararını “yüz karası” olarak nitelendiren Başbakan Tayyip Erdoğan’a sert tepki gösterdi. Tuğcu, Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’ni “tehdit ettiğine” ve “hedef gösterdiğine” dikkat çekerek eleştirilerin “anayasal çerçeveyi” aştığını vurguladı. Tuğcu, Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Tuğcu, Anayasa Mahkemesi’nde düzenlediği basın toplantısında, Erdoğan’ı sert bir dille eleştirdi. Tuğcu’nun basın toplantısını başbakan ve bakanların yargılandığı Yüce Divan Salonu’nda yapması dikkat çekti. Tuğcu, Başbakan’ın, Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde verdiği kararla ilgili olarak giderek artan dozda, eleştiri ve saygı sınırını aşarak mahkemeye “hakaret oluşturacak” beyanlarda bulun İstanbul’dan Ayrılırken... tanbul’u yutacak dalgalara karşı var gücüyle dikilenler de görüldü. Ahmet İsvan, o nadirlerden biridir. 1973 yerel yönetim seçimlerinden, bütün Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), bir zaferle çıkmıştı. İstanbul’da CHP, oyların yüzde 64’ünü kazanmıştı. Kahramanı da, Ahmet İsvan’dı; İstanbul Belediye Başkanı oldu. Göç dalgasının ilk gelip vurduğu yer İstanbul’du ve kent yönetimi dev sorunlarla baş başaydı. Ne var ki, parti “bozuk düzen”i değiştirmenin kavgasında; Ahmet İsvan da, “Yoksulluk kader değildir” demişti seçimlerde. Ayrıca, belediyeciliğin istediği kültüre sahip bir aydın kişiydi. Bütün bunlara karşın, işler yolunda gitmedi. Başta, hukuk düzeninin yapısı olumsuz rol oynadı: Belediyelerimiz bütçesine, kadrosuna ve görev alanına egemen değil, hükümetin ağır vesayeti altında idi. Bir de, Milliyetçi Cephe hükümeti iktidardaydı. Halk bu olumsuzlukların bilincinde olmayıp da belediyeyi suçladığında, CHP, bozuk düzeni teşrih etmede rol oynayacağı yerde ilgisiz kalır; dahası suçlayıcılar safına geçer. Ne olursa olsun, Ahmet İsvan, sonuna kadar bozuk düzene karşı çıkar; halktan yana olmanın örneklerini sergiler. Karanlık güçler her şeyi göze alır: 36 yurttaşımızın öldürüldüğü 1977 yılı 1 Mayıs olaylarının birinci derece tanığı oldu Ahmet İsvan; bu olayları düzenleyen karanlık güçler, onu bu kıyımla ilişkilendirmeye kadar gittiler ve tutucu basın da onları tuttu. 12 Eylül’den sonra faşizm de hıncını esirgemez: 27 ay hapiste tutar ve yargılar; sonucu aklanmaktır. Eşi Reha İsvan’ı da, Barış Derneği davasıyla 38 ay hapiste tutarlar... İşte düzenimizin kara sayfalarından birkaçı daha! Bu yıl, TÜYAP Bursa Fuarı’ndan sonra, yolumu Yalova’dan geçirip bu seçkin aydını ziyaret ettim; sohbeti ve fikirleriyle zenginleşip döndüm İstanbul’a. Reha İsvan’ı, o unutulmaz insanı da, bir köşeye çekildiğinden rahatsız etmedim. O günü unutmadım, unutamayacağım da... Suç duyurusu hazırlığı Başbakan ve bakanların yargılandığı Yüce Divan Salonu’nda basın toplantısı yapan Tuğcu, “Başbakan’ın hukukun üstünlüğü ve yargı kararlarının tartışmasız bağlayıcılığı ilkelerini dışlayan tehdit, hakaret ve husumet içeren söylemleri mahkememizi doğrudan hedef göstermektedir” dedi. Eleştirilerin saygı sınırını aştığını belirten Tuğcu, suç duyurusunda da bulunacaklarını kaydetti. duğuna işaret ederek açıklama yapmanın “zorunlu” hale geldiğini belirtti. Tuğcu, şunları söyledi: “Anayasamızın başlagıcında millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı, kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu belirtilmekte, 6. maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu, Türk milletinin egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanacağı, 9. maddesinde de yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız mahkemelere ait olduğu öngörülmekedir. Bu düzenlemelere göre egemenliği Türk milleti adına kul lanan anayasal kurumlardan olan Anayasa Mahkemesi, görev alanına giren ve ilk defa dava konusu edilerek önüne getirilen Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili toplantı yeter sayısını görüşerek karara bağlamıştır. ORUMLULUKTAN YOKSUN’ Bu karar bilimsel düzeyde hukuksal olarak eleştirilebilirse de çağdaş demokrasilerde tüm kurumların yetki ve sorumlulukları belirlenmiş olup, bunların birbirleriyle rekabet içinde ve husumet güdüleriyle çalışmaları olanaksız bulunduğundan, yapılan eleştirilerin belirtilen anayasal çerçeveyi aşması kabul edilemez. Bu bağlamda, Başbakan’ın hukukun üstünlüğü ve yargı kararlarının tartışmasız bağlayıcılığı ilkelerini dışlayan, üstlendiği görev ve devlet adamı sorumluluğu ve ciddiyetiyle bağdaşmayan, tehdit, hakaret ve husumet içeren, ‘Tarih bu kararı alanları yargılayacaktır. Ben tarafsız yargı istiyorum, bu 367 bitmedi, çok konuşulacak, bu yargı için talihsizliktir, yüz karasıdır, zorlamayla, dayatmayla verilmiştir, akılla, ilimle tecrübeyle izahını mümkün değildir’ biçimindeki söylemleri mahkememizi doğrudan hedef göstermektedir.” ‘S ERDOĞAN NE DEMİŞTİ? Başbakan Tayyip Erdoğan, NTV’de katıldığı programda, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin bir soru üzerine, şöyle konuşmuştu: “Parlamento tıkanacağı için biz cumhurbaşkanı seçimini halka götürüyoruz. Özal, Demirel, Sezer nasıl seçildiyse biz de öyle seçecektik. Bu engellendi. Beton bariyerler konuldu. Kimse bize ‘Siz anayasanın dışına çıktınız’ diyemez. Biz anayasaya uygun davrandık. Anayasa Mahkemesi’nin kararı çok konuşulacak. 367 kararı çok konuşulacak. Anayasa Mahkemesi’nin kararı talihsizdir, yüz karasıdır. Açık ve net. Sayın Demirel’in, Sezer’in ve Özal’ın seçimleri ortada. Neredeydi bu siyasi partiler? Neredeydi bu ilgili kurumlar, yargı organları? Neymiş, bir kişi böyle içtihatta bulunmuş. Ne demek canım? Açık net ortada olduğu halde zorlamayla, altını çiziyorum dayatmayla karar verilmiştir.” ‘HUKUKSAL DEĞERİ YOK’ Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına giren parlamento tasarruflarının anayasaya uygunluğunu denetleyip yasamanın anayasal sınırlar içinde kalmasını sağlayarak anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı konusunda güvence oluşturduğunun altını çizen Tuğcu, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi üyeleri kararlarını anayasada öngörülen biçimde, görevlerinde bağımsız, anayasaya, hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerini ve görevlerine başlarken ettikleri yeminlerine bağlı kalarak vermektedirler. Bu işlemin göz ardı edilmesi, öncelikli görevi hukuka saygı ve bu yönüyle topluma önderlik etmesi gerekenlerin saygınlıklarına da gölge düşürmektedir. Anayasa, yargı kadar yasama ve yürütmeye de görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Hukukun üstünlüğünün ve toplumsal barışın sağlanabilmesi kuşkusuz anayasal organların bu bilinçle hareket etmelerine bağlıdır. Mahkememizin kendisine anayasayla verilen görevini her zaman olduğu gibi bundan böyle de yansız biçimde yerine getireceği, anayasanın yorumlanması yetki ve tekelinin sadece Anayasa Mahkemesi’ne ait olduğu, bunun dışında kalan subjektif itham ve beyanların hukuksal bir değerinin bulunmadığı kamuoyuna saygıyla duyurulur.” AZMİNAT DAVASI AÇILMIYOR Tuğcu, gazetecilerin soruları üzerine Başbakan Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını bildirdi. Erdoğan hakkında tazminat davası açmayı düşünmediklerini dile getiren Tuğcu, basın açıklaması kararının “toplantıya katılan üyelerin oybirliğiyle” alındığını bildirdi. Alınan bilgiye göre, açıklama 10 asıl ve 4 yedek üyenin oyuyla şekillendirildi. Asıl üye Sacit Adalı ise mazeret bildirerek toplantıya katılmadı. Tuğcu, basın açıklaması kararının “üyelerin oybirliğiyle” alındığını bildirdi. (Fotoğraf: AA) ‘Hukukla kavga ediyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin 367 kararını “dayatma ve yüz karası” olarak nitelendiren konuşmasıyla ilgili inceleme başlattı. Ankara Basın Savcılığı, Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na ilişkin açıklamalarını mercek altına aldı. Savcılık, Başbakan’ın sözlerinin yargı kurumlarını aşağılama suçuna, dolayısıyla Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinde öngörülen suça girip girmediğini inceliyor. YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu da yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın yüz karası nitelendirmesini, “yürüttüğü görev, taşıdığı sıfat ve konumuyla bağdaşmadığını” vurguladı. Eminağaoğlu, “Siyasi iktidar tarafından yargıya sadece beklentilerine uygun karar söz konusu olduğunda saygı duyulması, yaşadığımız çağla bağdaşmayan bir durumdur. Yargı ile kavgalı olmak demek, hukukla kavgalı olmak demektir, hukuk düzeni ile kavgalı olmak demektir” dedi. Hukuk düzeninin korunup geliştirilmesinin, sadece yargı organlarının görevindeki bir konu olmadığını kaydeden Eminağaoğlu, şunları söyledi: “Yargı organları kararlarının, özellikle hükümetin başkanlığını yapan bir kişi tarafından hukuk dışı gösterilip, gerçekle bağdaşmayan söylemlerle halk üzerinde etki yaratma gayretleri, anayasa dışı bir davranıştır ve mutlakiyetçi bir düşünce sergilendiğinin göstergesidir. Hukukun etkin ve egemen olmasından duyulan endişe hatta korku nedeniyle, yargı organlarını hukuk dışı gösterme çabaları, bir hukuk devletinde beklenilen sonuçları doğurmaz.” eçen pazar Strasbourg’a döndüm. Atatürk Havalimanı’na varmak için Kadıköy’den kalkıp Boğaz Köprüsü’nden geçerken, karşıma dikilen gökdelenlerin yol açtığı iticiliği yaşadım bir kez daha. Uçak da denize doğru yükselirken, aşağıda yeşili yolunmuş, yeknesak ve betona batmış kara parçasını da acılarla seyrettim. Ama vaktiyle böyle değildi bu yerler... İstanbul’da eski mahalleler, Üsküdar, Kadıköy Boğaz ahşap binalarla doluydu. Bir kırk yıl içinde, korkunç bir patlama oldu. Bunu, kırsal kesimden gelenler yaptılar ve Doğan Kuban’ın deyimiyle bir “kırsal kültür” yarattılar (Cumhuriyet, 18.2.2007). İstanbul, işte bu kırsal kültürün başkentidir. Başta İstanbul’a yönelen göçle demokrasi bir rastlantıüst üste örtüştü. Türkiye’de demokrasi sadece oy hesabı üzerine kurulduğundan, “toprak yağması” onun aracı oldu. Bütün siyasal partiler, bütün holdingler ve halkın tümü, bu yağmadan karşılıklı para kazanma yoluna giderek ekonomiyi de İstanbul’u da mahvettiler. Şu da yazılıp çiziliyor: Dünyada birçok kent, imajlarını iyileştirmek ve yabancı sermaye çekmek için, gökdelen dikme yarışı içinde. İstanbul da bu yarışmaya sokulmuştur ve tarihsel imajını yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır (Milliyet, 3.5.2007). Öte yandan, hatırlıyorsunuz, İstanbul’daki Karayolları arsasının 800 milyon YTL’ye satılmasını, Başbakan televizyondan ballandırarak anlatıyordu: “İşte gördünüz, İstanbul’da arazi fiyatları arttıkça, bundan herkes kazanıyor... Siz de kazanmış oluyorsunuz.” Oysa pohpohlamalar, dünyanın en güzel kenti olan İstanbul’u, 25 milyonlu, 30 milyonlu bir nüfusa taşıyacaktır. Bu da, İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkarıp, bir Bangladeş, bir Bombay yaratmak demek değil mi? Anlaşılıyor ki, 1453’te fethedilen İstanbul’da tamamlanmamış bir fetih var (Hürriyet, 15.3.2007). Bitmedi... ? İstanbul’un böylesine batmasında belediyelerin, belediye başkanlarının payı yok mu? Olmaz olur mu? Ama o başkanların içinde, İs G T AİHM’den son Arestis kararı Türkiye’nin itirazlarını reddeden mahkeme, davacının KKTC Tazmin Komisyonu’na ilişkin başvurusunu da kabul etmedi. Reşat AKAR LEFKOŞA Mira KsenidiArestis adlı Güney Kıbrıslı kadının, Maraş’taki taşınmaz malının iadesi ve tazminatıyla ilgili davayı Aralık 2006’da sonuçlandıran AİHM, nihai kararını verdi. Güney Kıbrıs’ta yayımlanan Politis gazetesine göre, Türkiye’nin, 1 milyon Avro tutarındaki tazminata yönelik itirazını ve Maraş kentinin Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresi’nin (Evkaf) malı olduğuna dair argümanı reddeden mahkeme, davacı Arestis’in 2006 yılındaki kararda yer alan KKTC Tazmin Komisyonu’na ilişkin değerlendirmelere karşı yaptığı itirazları da kabul etmedi. Mahkemenin bu tavrı, KKTC Tazmin Komisyonu’na onay vermesi şeklinde değerlendirildi. AİHM, 23 Mayıs 2007’de, 1 milyon Avro’luk tazminatın yanı sıra Arestis’in mülküne geri dönmesinin Türkiye tarafından garantiye alınmasını ve diğer insani haklarının çiğnendiği yönündeki değerlendirmeyi de onayladı. Arestis’in, KKTC Tazmin Komisyonu’na “yasallık unsurları’’ verdiği gerekçesiyle yaptığı itirazı reddeden mahkemenin, komisyonun bir iç hukuk organı olarak faaliyet göstermesi konusunda ise ayrıntıya girmekten ve fikir beyan etmekten kaçındığını belirtti. Politis gazetesine göre, KKTC Tazmin Komisyonu’nun geleceğini, AİHM’de görüşülmesi muhtemel başka Kıbrıslı Rumların davaları belirleyecek. AİHM’de halen 1400 Kıbrıslı Rum’un davası askıda bekliyor. u haftaya Süleyman Demirel’le başladım. Habertürk’ün haber müdürü Ali Çağatay beni Adalar vapurunda yakaladı. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığını yeniden istediğini söyledi. Sesimi çıkarmadım. Devam etti: “Ağabey, bu konuda bir yorum yapman için sana telefonla bağlanmak istiyoruz” demez mi! Gazeteleri karıştırdım, haber doğruydu. Süleyman Demirel, Deniz Baykal’la görüşmesi sırasında bu isteğini dile getirmiş. İyi… Ne diyebilirim ki! 83 yaşında ve ciddi sağlık sorunları olan bir Türk erkeği kendine bu kadar güveniyorsa, buna saygı duyarım. Helal olsun derim. Sonra da kendi kaderimize yanarım. Avrupa’nın en yoğun genç nüfusu olan ülkesiyiz. Toplumumuzun ezici bir çoğunluğu genç. Genç ve dinamik bir ülke olarak dünyanın ilgisini çekiyoruz. Partilerin aday listelerini inceliyorum, herhalde Avrupa’nın en yaşlı Meclisi bizim Meclis olacak. Adayların çoğunluğu yaşlı. Temsil krizi diyoruz ya, bence bu Meclis’te yine kadınlar az temsil ediliyorlar, yine toplumun değişik kesimlerin temsilcileri yüzde 10 barajı yüzünden Meclis’te yok sayılacaklar, ancak en temel eksiklik gençler. Genç ülkenin yaşlı Meclisi. Böyle bir Meclis ülkenin geleceğini nasıl belirleyebilir? ??? Tabii Meclisine yaşlıları dolduran bir B SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Demirel’in Cumhurbaşkanı Adaylığı meyeceği kararlara da imza atabilir. Zaman birçok şeyi unutturur. Artık tarih hükmünü verecek diye düşünürken Demirel tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. ??? Yaşlılık aynı zamanda insanın olgunlaşması ve deneyim kazanması anlamına da gelir. Ancak siyaseti de gençlere bırakmak gerekiyor. Ben 61 yaşındayım ve kendi adıma artık aktif siyaset için yaşımın geçtiğini düşünüyorum. Geçenlerde bir yakınım banka işlemleri yapmak ve para çekmek istedi, yaşı nedeniyle tam teşekküllü hastaneden sağlam raporu istediler. Benim anlamadığım, para çekerken istenen bu rapor, bu ülkeyi yönetmeye geldiğinde sorulmuyor. Garip değil mi! Süleyman Demirel başbakan olduğunda ben lise öğrencisiydim. Ben gazetecilik mesleğinde 30 yılımı doldur ülkenin cumhurbaşkanlığına da Süleyman Demirel uygun olur. Süleyman Demirel’le bir 68’li olarak ciddi bir hesabımız olduğunu burada birkaç kez dile getirdim. 1972 Mayıs’ında tutuklu bulunduğumuz Mamak Askeri Cezaevi’nden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan arkadaşlarımızı yanı başımızdan alıp idama götürdüler. Deniz’lerin idam kararlarının onaylanması için en çok çaba sarf edenlerin başında Süleyman Demirel geliyordu. Zaman içinde yaralar kabuk bağlıyor. Ancak ölümün acısını unutmak mümkün değil. 20’li yaşlardaki genç arkadaşlarımızı ölüme götüren bir siyasetçidir Süleyman Demirel. Bunu unutamayız. Ben yine de Süleyman Demirel hakkındaki duygularımı bastırarak objektif davranmaya çalışıyorum. Bu yaştan sonra da onun hakkında ağır sözler söylemek istemiyorum. Siyasette insan hata yapar. Daha sonra telafi ede dum, Demirel hâlâ iddialı. ??? Yanlış anlaşılmasın; Süleyman Demirel’in hırsına, iddiasına şapka çıkarıyorum. Eksilmeyen enerjisine saygı duyuyorum. Gönlüm artık ona yeter diyor. Yeter ki yeter… Süleyman Demirel’in köşesine çekilmesi belki de bir dönemin kapanmasına anlamına gelecek. Bu dönem askeri darbeler, idamlar ve acılar dönemiydi. Bu dönem bitsin artık. Bu dönemi simgeleyen siyasetçiler de anılarını yazsınlar. Örneğin Süleyman Demirel, askeri darbelerde neler yaşadığını, bizim bilmediğimiz hangi oyunların oynandığını anlatsın. Yakın tarihimizin kara kutusu olarak bildiklerini kendisiyle götürmesin, bizlerle paylaşsın. 12 Mart döneminde şapkayı alıp gidişini, 12 Eylül 1980 askeri darbesi kapıya dayanmışken, neden hâlâ cumhurbaşkanı seçimi oyalamalarıyla vakit geçirdiğini anlatsın. Süleyman Demirel’in anlatacağı o kadar çok şey var ki! Sansürsüz, gelecek nesillere ders olacak şekilde yaşanan acıları, kapalı kapılar arkasında nelerin döndüğünü anlatsa ülkemize en büyük iyiliği yapmış olur. Cumhurbaşkanlığını da gençlere bıraksın… oralcalislar?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear