23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 Uluslararası Af Örgütü: Filistinliler 40 yıldır eşi görülmemiş koşullarda yaşıyor C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 8 HAZİRAN 2007 CUMA Filistin’de ‘sonsuz işgal’ Dış Haberler Servisi Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in Filistin topraklarını 40 yıllık işgalinin Filistinlileri benzeri görülmemiş derecede yoksulluk ve umutsuzluk içine sapladığını belirtti. Örgüt, İsrail’in bu süre içinde kendi güvenliğini sağlamada başarısız olduğunu da vurguladı. 5 Haziran 1967’de başlayan 6 Gün Savaşları’nın 40. yıldönümü nedeniyle Uluslararası Af Örgütü’nün yayımladığı “Sonsuz İşgal” başlıklı raporda, İsrail’in güvenlik konusundaki meşru kaygılarının, uluslararası hukuku ihlal etmeyi haklı göstermeyeceğine dikkat çekildi. Yerleşim politikalarının kınandığı raporda İsrail’in Filistin topraklarında güvenlik gerekçesiyle ördüğü duvarı bir an önce yıkması istendi. Örgütün Ortadoğu Programı Şefi Malcolm Smart da raporla birlikte dağıtılan açıklamasında, “Eğer İsrail intihar bombacılarını kendinden uzak tutmak istiyorsa, 1967’deki işgal öncesindeki Yeşil Hat sınırları üzerinde bir duvar yapabilir. Uluslararası Adalet Divanı’nın karşı çıktığı bu duvarın büyük bir bölümü Filistin toprakları üzerinde inşa kurduğu 500’den fazla kontrol noktasıyla kısıtlandığı belirtilirken, İsraillilerle Filistinlilerin uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini denetlemek amacıyla acilen bir uluslararası mekanizma kurulması da istendi. İsrail rapora sert tepki gösterdi. Eleştirileri kabul etmeyen İsrail Başbakan Yardımcısı Şimon Peres, “Filistinliler kendi akıbetlerinden sorumludur. Güvenlik duvarının neden olduğu sayısız sorun, İkinci İntifada’nın ve Filistinli intihar komandolarının Batı Şeria’dan gelerek İsrail’de patlattıkları otobüslerin bir sonucudur” dedi. Peres, yaklaşık 700 kilometre uzunluğunda olacak duvarın inşa edilmesinden beri bu tür saldırıların pratik olarak sona erdiğini savundu. İsrail’in 1967’de Arap ittifakı ile girdiği savaşı kazanması ve ardından bölge topraklarının bir kısmını işgal etmesi Ortadoğu’da birçok dengeyi değiştirdi. Savaşın ardından İsrail, Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’yı, Gazze Şeridi’ni ve Mısır’ın Sina Yarımadası’nı, Suriye’nin Golan Tepeleri’ni işgal etti. Ordu ve Darbe göremezsiniz. Görev bittiği dakikada (hatta saniyede) resmi elbiseleri çıkartıp sivil yaşama dönerler. Giydikleri elbisenin halka antipatik geldiğini düşünürler. Bulundukları ortamlarda mümkün olduğu kadar silahlı kuvvetler mensubu olduklarını söylemezler. Birliklerine sivil gidip gelirler. ??? Aslında Yunan halkının ordusuna olan tepkisi ta 1922 yıllarına dayanmaktadır. O tarihte Yunan ordularının Anadolu bozgunu, gurur kırıcı şekilde İzmir’den ayrılmaları, ardından 1974’de Kıbrıs’ta uğranılan yenilgi, 1987 mart krizinde Ege’de geri adım, yakın dönemde Kardak krizinde komandoların Yunan bayrağını alarak geri çekilmeleri, halkın orduya olan kızgınlıklarının başlıca nedenleri arasındadır. Son seksen yıl dikkate alındığında Yunan silahlı kuvvetlerinin Türkiye karşısında sürekli yenilgiye uğraması, halkın bu güce olan güvenini sarsmıştır. Bu nedenle silahlı kuvvetlerin politikacıların elinde oyuncak olmasına kesinlikle tepki vermezler. Hatta bazı durumlarda bu oyundan duydukları memnuniyeti sesli olarak dile getirmekten de çekinmezler. Eğer abartılı bir yorum isterseniz, “Yunan halkı ile politikacıları için silahlanıp ava giden avcı ile silahlanıp savaşa giden ordu arasında çok fazla fark yoktur” diyebiliriz. İkisi de silahlı halktır. Eğer sen böyle düşünen bir toplum olursan, o zaman koruyucu gücün olan silahlı kuvvetlerin de bu kadar olur. Yani bizdeki halk deyimiyle “ne kadar ekmek, o kadar köfte”. Yunanlıların ulu önder Mustafa Kemal ile onun kurduğu Türk silahlı kuvvetlerine olan kızgınları da tarihte alınan yenilgilerle doğru orantılıdır. Yunanlı politikacılar ile halkın zaman zaman öfke ve kin kustuğu, çamur atıp kirletmek için birbirleri ile yarıştığı Atatürk ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Ege’nin öteki kıyısında hiç sevilmez. Onlara göre TSK Türkiye’de demokrasinin önünde engeldir. Atatürk’ün kurduğu düzeninin bir parçasıdır ve daha da ötesi derin devlettir. Bunun için AB dahil her türlü platformda TSK’yı gündeme getirip, antipatik olması için çalışırlar. Üzücü olan, Yunanistan’ın bu çirkin oyunlarının, Türkiye’deki bazı siyasi çevreler ile aydın diye geçinen AB destekli satılmış gruplar tarafından benimsenmesidir. TSK’ya karşı yapılan açıklamalar, izlenen tutumlar, söylemler hemen hemen tamamen örtüşmektedir. Tüm bu saldırılara rağmen görevi Anayasa’da belirtilmiş olan TSK’nın hâlâ ayakta ve dimdik olarak görev yapmasının arkasında halkının ona olan güveni ve desteği olduğu bir gerçektir. Bu durumu bilmezden , görmezden, anlamazdan gelen iç ve dış düşmanlar ise, TSK’nın pasifize edilmesi durumunda Türkiye’nin çökertilip, parçalanacağına yönelik hayallerle dolu politikalarını bir kez daha gözden geçirmelidirler. Aksi halde sürekli olarak tarih “tekerrür” edecektir. murilem@otenet.gr edilmiştir ve Batı Şeria’daki Filistin köy ve kasabalarını bölmektedir” dedi. ABLUKALARA SON VERİLSİN Uluslararası toplumun 40 yıldır İsrailFilistin anlaşmazlığına uygun bir çözüm üretemediğini kaydeden Smart, “Bunu yapmak için bir 40 yıl daha beklenemez, beklenmemeli. İsraillilerin sıkı kısıtlamaları, Filistin ekonomisini çökertti ve Filistinlilerin yaşadığı ve çalıştığı koşulları daha da hassas hale getirdi’’ ifadesini kullandı. Bu durumun işgal edilen topraklardaki umutsuzluk ve yoksulluğu artırdığını vurgulayan Smart, İsrailli yetkilileri, “işgal altındaki Filistin topraklarında uluslararası hukuka aykırı olarak yapılan ihlallere, ablukalara ve topraklara el koymalara son vermeye’’ çağırdı. Raporda ayrıca Filistinlilerin İsrail’in CHP Genel Başkanı Baykal, Cumhuriyetin temellerini güçlendireceklerini belirtti ‘Türkiye’nin kadrosunu kurduk’ Milletvekili aday listelerinin tamamlanmak üzere olduğu saatlerde Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Baykal, “Gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki, DSP’ye verdiğim bütün sözleri tuttum” diye konuştu. Mustafa BALBAY ANKARA CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 22 Temmuz seçimleri sonrasında yepyeni bir siyasi tablonun ortaya çıkacağını belirterek “Bizim hedefimiz Cumhuriyetin temellerini demokrasi içinde güçlendirmektir. Bunu başaracak kadroyu kurduk” dedi. Baykal, milletvekili listelerini oluştururken en yakınlarını bile üzdüğünü ifade etti, DSP’ye verdiği bütün sözleri tuttuğunu belirtti. Baykal, milletvekili aday listelerinin tamamlanmak üzere olduğu saatlerde Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Baykal’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle: Zorlu bir dönemi noktalıyorsunuz. Nasıl bir aday tablosu çıkardınız? Gerçekten çok zor bir dönem oldu. Bütün dengelere dikkat etmek gerekiyordu. En yakınlarımı bile üzdüm. Onu görüyorum, onu hissediyorum. Ancak ortaya Türkiye’ye hitap edecek bir kadro çıkarmak gerekiyordu. Bunu yapmaya çalıştık. DSP ile işbirliğinin getirdiği olanaklar ve güçlükler de buna eklenmiş olsa gerek. Evet. Gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim ki, DSP’ye verdiğim bütün sözleri tuttum. DSP’li arkadaşlarımız kimi listelerde seçilecek yer ötesinde üst sırada yer almak istediler. Bunu yapmak için çok yakın arkadaşlarımdan da yer yer özveri istemek durumunda kaldım. DSP ile işbirliğimizi, nelerin olabileceğini nelerin olamayacağını öngörerek sağlam bir zeminde gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum. Son anda kimi sürprizler de yaşandı. Gaydalı gibi... Bu nasıl oldu? Biz bütün Türkiye’ye hitap edecek bir kadro oluşturmaya çalışıyoruz. Bu nedenle kimi illerimizdeki yerel gerçekleri de dikkate alarak kapılarımızı açtık. Son yıllarda iktidarla mücadelede öne çıkmış, iktidarın kimi olumsuzluklarını ve yanlışlarını açıkça ortaya koymuş, adı kamuoyuna mal olmuş kimi isimlerin CHP listesinden Meclis’e girmesi bekleniyordu. Bu olmayacak görünüyor. Evet. Bunlar da benim dikkatimde. Kamuoyuna mal olmuş başarılı, yurtsever insanları CHP kadrolarından Meclis’e taşısaydık, bunun onların kamuoyu gözünde edindikleri yere bir katkısı olmazdı. Milletvekili olarak tabii ki önemli şeyler yapabilirlerdi. Ama bu değerli insanlar mevcut konumlarıyla da aynı hizmeti yapıyorlar. Onlardan Türkiye için yararlanmak bizim de ana hedeflerimizden biri. Demirel ile bir görüşmeniz oldu. Değişik şekillerde yorumlandı. İçeriğini paylaşabilir misiniz? Demirel’le Türkiye’yi konuştuk. Seçimler sonrasını konuştuk. Bugünkü gelişmeleri paylaştık. Kamuoyunda yer aldığı gibi kesinlikle kendisinin Cumhurbaşkanlığı konusu gündeme gelmedi. Ben yeni dönemde Türkiye’nin 11. cumhurbaşkanının nasıl seçilmesi gerektiği konusundaki görüşümü net olarak açıkladım. Biz tek başımıza cum CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, DSP ile işbirliğinin sağlam bir zeminde gerçekleştirildiğini söyledi. hurbaşkanını seçecek güce sahip olsak bile öteki partilerle diyalog halinde olacağız. AKP’nin anayasa değişikliğiyle ilgili girişimlerinin nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil. Siz ne düşünüyorsunuz? Şu aşamada söz Cumhurbaşkanı’nda. Ne karar vereceğini bilemiyorum. Biz, altyapısı, görev ve yetkileri tam olarak kesinleşmeden cumhurbaşkanını halkın seçmesine karşıyız. Bunun halka güvensizlikle hiç ilgisi yok. Biz tam tersine halk iradesinin parçalanacak olmasından endişe ediyoruz. AKP bu tür konularda kaygısız hareket ettiği için attığı adımların ne sonuç doğuracağını ya görmüyor ya da sorumsuzca hareket ediyor. Merkez sağda hızlı başlayan birleşme hızlı sona erdi. CHP olarak 22 Temmuz sonrası nasıl bir Türkiye öngörüyorsunuz? Ben öteki partilerin içinde olup bitenlerle ilgilenmiyorum. Bu konuda görüş ortaya koymam da hoş olmaz. Gelinen noktada CHP’nin Türkiye’yi kucaklayacak bir sorumlulukta olduğunu görüyorum. 22 Temmuz sonrasında yepyeni bir siyasi tablo oluşacak. Bizim hedefimiz cumhuriyetin temellerini demokrasi içinde sağlamlaştırmaktır. Biz siyaset anlayışı olarak, millet ve devleti ayrı yerlere koymuyoruz. Kimi siyasetçiler, milletten aldığı oyu devlete karşı kullanmak gibi hayallere kapılabilirler. Biz millet ve devleti birleştirmek için siyaset yapacağız. Bu kavramlardan birinin gücü ötekine karşı kullanılamaz. O zaman ortada ne devlet kalır ne millet. stanbullu yaşlı Rum dostum anlatırdı. 1960’lı yılların başında Yunanistan’a geldiğinde ülkenin orta kısımlarında bir bölgeye yerleşmek istiyor. Gittiği küçük kasabada kedi ve köpek gibi hayvanların hemen hemen hiç yok denecek kadar az olması dikkatini çekiyor. İlk günlerin ardından kurduğu dostluklar sonrası bu konudaki gerçeği öğrenmekte gecikmiyor. 19451950 yıllarında Yunanistan’daki halkın birbirini kırdığı iç savaş sırasında insanların açlıktan ellerine geçirdikleri kedi ve köpekleri yediklerini, bu nedenle bölgede söz konusu hayvanların çok az bulunduğunu öğreniyor. İstemeyerek ayrıldığı İstanbul’dan sonra geldiği ve ikinci vatanım dediği Yunanistan’daki bu durum onu şok ediyor. İç savaş dönemini yaşayan Yunanlıların sayısı bugün artık yok denecek kadar azalmıştır. Ancak o günleri gören ve yaşayanların anlattıkları da hemen hemen aynı doğrultudadır. 1950 sonrasında Kral gelişmelere seyirci kalmayıp ağırlığını koyarak iç savaş dönemini sona erdirmiş, fakat yaşananların halkın üzerindeki psikolojik travması uzun zaman sürmüştü. 1960’lı yıllarda güç faktörüne alışıp, politikayı ve politikacıları her fırsatta pasifize etmeye başlayan Kral, ilk dönem başarılı olduğu bu durumu 1967’de kontrolden kaçırınca onu destekleyen ordunun darbesi gecikmemiş ve albaylar kontrolü ele geçirmişlerdi. Sonraki yıllarda yaşananlar ise herkesin bildiği gerçekler. Türkiye’nin 1974’de Kıbrıs’ta barış harekatını gerçekleştirmesi, ardından Askeri cuntanın düşürülmesi, Karamanlis’in Fransa’dan dönmesi ve Yunanistan’da Türkiye sayesinde ikinci demokrasi döneminin başlaması... Bu noktadan sonra siyasi gücün silahlı kuvvetlerin üzerindeki etkisi ve baskısı hiçbir zaman eksik olmamıştır. Yunan silahlı kuvvetleri bu baskıyı hâlâ hissetmektedir. Tuhaftır, ordunun siyasi erkin elinde oyuncak olması, koruyucu gücünü belli oranda kaybetmesi, ulusal görevlerini tam olarak yerine getirememesi gibi gerçekler kimseyi rahatsız etmemektedir. Ordu içindeki güç dengeleri, iktidara gelen partilerin görüşleri ve eğilimleri doğrultusunda her seçim döneminde değişmektedir. Merkez sağ iktidara geldiğinde bu partiye yakın subaylar terfi ettirilip, kontrol mekanizmalarına tayin edilir. Sosyalistler iktidara geldiğinde önceki hükümet tarafından atanan bu subaylar ya yerleri değiştirilip pasif görevlere atanır, ya da emekli edilirler. Ancak ordu mensupları ile oyun oynamak bununla sınırlı kalmaz. İktidar el değiştirdiğinde yeni iktidar, bu defa öncekiler tarafından emekli edilen subayları geri çağırıp yıllar sonra sivil elbiseleri çıkarttırır ve resmilerini yeniden giydirirler. Bu ilginç uygulamalara kimse ses çıkartmaz. İşte Yunanlıların görmek istemedikleri, ya da göremedikleri bu gerçekler sonucunda silahlı kuvvetler bugün artık sadece görüntüde vardır. Generalden askere kadar sokaklarda hemen hemen hiçbir resmi silahlı kuvvetler mensubu İ Temmuz sandığını düşününce önce aklıma Milliyetçi Cephe 22 GÖZ (MC) hükümetlerini doğuran 1977 seçimi geliyor. Sonra Türkiye’nin demokrasi, laiklik ilkelerindeki son kullanma tarihi olan 1999 seçimlerini düşündürtüyor.. Gelin görün ki 22 Temmuz konjonktürü; Adalet Partisi hükümetinin 1973 petrol krizine rağmen petrol fiyatlarını sübvanse etmesiyle doruğa ulaşan 5 cente muhtaçlık öyküsünden çok farklı. IMF endeksli hızlı yoksullaştırma programlarıyla kapitalizmin krizini üstlenmeyi taahhüt eden DSP’nin koalisyonu gibi de değil. 22 Temmuz seçimleri: Başta Latin Amerika, Kuzey ve Güney Afrika’daki üretimin temel girdisi niteliğindeki maden, orman, su ve enerji kaynaklarında limite yaklaşılması nedeniyle yeni alanlara olan gereksinimin arttığı; Bu nedenle kaynakların hâlâ bakir ve ulaşılabilir olduğu bölgede haritaların yeniden çizildiği… Yani Ortadoğu ve İran’ı da içine alan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin hızlandırıldığı; Türkiye’nin projedeki görev tanımlarının yeniden belirlendiği ve toplumun rıza göstermeye zorlandığı; Türkiye’nin IMF kaynaklarının yüzde 80’inden fazlasını kullandığı, yani IMF’nin en büyük müşterisi olduğu bir zamanda yapılmakta. Bu da 23 Temmuz sabahına AKP’li tek parti iktidarıyla da uyansak; CHP’nin, merkez sağın ve bağımsızların da oldu UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Bilderberg İstanbul’a Bakın 23 Temmuz’u görün! lizm olduğuna göre bu dört ayağın da sermayenin çıkarları doğrultusunda örgütleneceğini söylemeye herhalde gerek yok. Ne var ki, burada önemli olan, ayaklar arasındaki eşgüdümün sağlanması ki.. krizin genişlediği, günümüzde BOP ve GOP örneklerinde olduğu gibi paylaşım savaşları sırasında eşgüdümü sağlamakta NATO gibi legal güçlerin yanı sıra illegal örütlenmeler de devreye girmektedir. Bilderberg toplantılarının önemi de zaten tam bu noktada!.. Zira, katılımcılar, sadece Bilderberg’in üst kademesi tarafından belirlenmiş konular doğrultusunda görüş bildirebilmektedirler. Zira toplantının amacı, dünya kaynaklarının paylaşım ve yönetimiyle ilgili kararların ideolojisini üye ve katılımcılara aktarmak ve.. kapitalizmin yeni dünya ideolojisinin yaygınlaşması işlevini yüklemek!.. Daha önce Türkiye’de yapılan iki Bilderberg toplantısına bu açıdan bakacak olursak: İlkinin Demokrat Parti’nin çöktüğü, montaj sanayiine geçmeye hazırlanıldığı; kapitalizmin azgelişmiş ülkeleri de GATT ğu koalisyon hükümetiyle de çıksak.. global sermayenin çizdiği rotanın belirleyici olacağını göstermekte. Aslında bunu 2007’nin Bilderberg toplantısının Türkiye’de yapılmasından da anlamak mümkün. Malumunuz, Bilderberg toplantısı resmi özelliği olmayan, ama dünyanın önde gelen siyaset, medya ve iş dünyasını etkileyenlerin işini gücünü bırakarak katıldığı bir toplantı. Bilderberg üyelerinin, gizlilik içinde gerçekleşen toplantılara katılmak için gösterdikleri özverinin anlaşılmayacak bir yanı tabii ki yok. Özellikle de katılımcıların ülke yönetiminde yer alan ya da yönetimleri biçimlendirip etkileyen kişiler oldukları düşünüldüğünde! Türkiye’den kimlerin katıldığını merak edenler, internetteki isimleri görünce hiç şaşırmasınlar. Çünkü toplantının temel özelliği güç odakları arasındaki eşgüdümü sağlamak. Eh, güç odakları dediğiniz.. gelişmişlik derecesi ne olursa olsun sermaye, ordu, medya ve Meclis’ten oluşan dört ayak üzerine kurulu. Sistemin adı kapita toplantılarına kattığı Dillon Roundu (196061) öncesinde (1820 Eylül 1959) yapıldığını; İkincisinin de 12 Mart darbesinin etkilerinin zayıflamaya başladığı, halkın tüketim ekonomisiyle tanıştığı; kapitalizmin ise stagflasyonla tanıştığı, yani globalizmin temellerinin atıldığı yıllarda 2527 Nisan 1975’te de Türkiye’de düzenlendiğini göreceksiniz. İki örnek de 2007’nin Bilderberg’inin niye Türkiye’de toplandığını.. Kissenger’dan Wolfowitz’e, Müstakbel İngiltere başbakanı adayı Gordon Brown’dan Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner’e, dev silah şirketi yöneticilerinden enerji firmalarına uzanan katılımcı listesini yeterince açıklamakta. Yine de liberalizmin saydamlık kuralına rağmen toplantıların neden gizlilik içinde yürütüldüğünü merak ediyorsak: Öncelikle, 2007 gündeminin İran ve enerji politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi’nden oluştuğunu bilmekte yarar var. Sonra da Türkiye’den katılan zevatın 23 Temmuz öncesi ve sonrasındaki söylemlerini sıkı takibe almak gerek. Bir de bakmışsınız ki Hikmet Çetin’den Kemal Derviş’e, Cengiz Çandar’dan Hasan Cemal’e uzanan kadronun neden Bilderberg İstanbul toplantısında olduğunu çözüvermişiz! Schröder’e unvan Haber Merkezi Eski Almanya başbakanı, ekselansları Gerhard Schröder’e, “Güçlü bir Avrupa oluşmasına katkıları ve AB içinde Türkiye’nin önemini vurgulaması” nedeniyle, geçen günlerde Koç Üniversitesi’nde yapılan törenle “Hukuk” alanında şeref doktorası unvanı verildi. Şeref doktorasını Koç Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Ömer M. Koç ve Rektör Prof. Attila Aşkar’dan alan Schröder, eğitimin. sosyal demokrasiye erişimde ne kadar önemli olduğunu vurgulayarak, “Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine verdiğim desteği sürdürüyorum” dedi. Schröder, Koç Üniversitesi’nin şeref doktorası verdiği ilk hükümet başkanı. turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear