Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 Semaver Kumpanya’nın kurucusu Işıl Kasapoğlu özel tiyatrolara verilen ödenekleri sorguluyor C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 8 HAZİRAN 2007 CUMA Devlet desteğinde kriterler u yıl, Kültür Bakanlığı’nın özel tiB yatrolara verdiği maddi destek, çalkantılı bir süreçten geçti ve sezon kapandıktan sonra gerçekleşti. Yaşananlar, böylesine önemli bir mekanizmanın yıllardır yönetmeliklerle işletilmesinin, daha doğrusu işletilememesinin sonuçlarıydı ve kapsamlı bir tiyatrolar yasasının gerekliliğini bir kez daha ortaya koyuyordu. Sonuçta; 15 amatör tiyatroya, çocuk oyunları sergileyen 14 profesyonel ve 6 amatör tiyatroya, 14 geleneksel tiyatroya ve de 35 profesyonel tiyatroya proje bazında verilen miktarlar açıklandı. Söz konusu profesyonel tiyatrolar arasında bu destekten yararlanmayan/yararlanamayan tiyatroların varlığı dikkat çekiciydi. Burada, tek tek isim saymak istemiyorum çünkü hepsiyle görüşemedim. Belki başvuruda bulunmadılar, belki de Semaver Kumpanya gibi değerlendirmeye alınmadılar! Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü olarak, 1982 yılından başlayarak özel tiyatrolara devlet desteği konusunda yapmayı tasarladığımız çok yönlü araştırma, inanıyorum ki konuya ilişkin sorulara /sorunlara cevap oluşturacak, en azından gelecek için önemli bir belge değeri taşıyacaktır. Umudum, aynı zamanda yön belirlemede pusula işlevi de görebilmesi bu çalışmanın. dırıp beş yıl boyunca ayakta tutmuş. Haliç’in öte yakasında bir mahallede yaşayan insanlara tiyatro götürmüş. Her yıl, ellisi turnede olmak üzere, ortalama iki yüz elli kez perde açarak yaklaşık elli bin seyirciye ulaşmış. Beş yıl gibi kısa bir zamanda, on büyük oyunu, beş çocuk oyunu, bir de opera sahnelemiş. Yaklaşık seksen genç sanatçıya, kendi işlerini gerçekleştirmelerinin yolunu açmış. Feridüddini Attar’dan Orhan Kemal’e, Zeynep Avcı’dan Cuma Boynukara’ya, Yavuz Pekman’dan Günay Ertekin’e, Sait Faik’e Türk oyun yazarlarının oyunlarını sahneye taşımış, yeni yerli yazarların yetişmesine olanak tanımış. Uluslararası tiyatro festivallerinde ve yurtdışı turnelerinde ülke tiyatromuzu tanıtmış. Birçok kez Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne katılmış. Açtığı tiyatro kurslarıyla yüzlerce öğrenci yetiştirmiş. Salonunu üniversite tiyatrolarına, amatör tiyatro gruplarına ücretsiz açmış. Türkiye’nin ilk tiyatro kütüphanesini kurmuş. Halen 370 kişilik bir salonun kirasını, elektriğini, suyunu, bakımını üstleniyor. (Ülkemizde salon yaşatan tiyatro sayısı galiba bir elin parmaklarını geçmiyor...) Ve doğal olarak borç içinde. Ticaretten arındırmak şartıyla ‘ödenek’, kültür kurumları için şart. Dünyanın hiçbir yerinde ÖZEL KAMU TİYATROLARI sadece gişe gelirleriyle yaşayamazlar. Semaver Kumpanya ödenekten payını istiyor...” Şu sözlerle bitiriyor mektubunu Kasapoğlu: “Ödeneklerin açıklandığı günden bu yana uyuyamıyordum! Bir ses bekledim! Gelmedi. Ödenek kriterlerini karşınıza koyun ve bakın.. niye, kime, kaç para... Semaver Kumpanya’ya sıfır kuruş! Ben artık uyuyacağım, sizler düşünün! Yarın Elektra provam var!” Tilki çesiyle değil, düpedüz içlerindeki vahşetle yapmaktalar, herhalde avladıkları tilkiyi de yemeyi düşünmemekteler. ??? Sofralarında etine yer veren kimi toplulukların varlığına karşın, popüler mutfağın besini olmamıştır köpek. Ama McGowan’ın bu aptalca protestosu, vejetaryenliğin de revaçta olduğu İngiltere gibi bir ülkede gerçekleşiyor. Bu protestoya bakıp da herkesin köpek eti yemeye başlayacağını iddia ettiğim yok, ama bu eylem, köpek etinin McGowan’ın deyişiyle mide bulandırıcı olmasına karşın yenebilecek bir nesne olduğuna inandırabilir birçok kimseyi. Çocukları örneğin. Tehlike buradadır. Çünkü biz, insanoğlu/kızının her haltı yiyebileceğini bilmemize rağmen, insanlarla kurduğu ilişki biçiminden de ötürü köpeğin bir yiyecek olabileceğini hiç düşünmemiştik. Gerekçesi ne olursa olsun, “köpek eti istenirse yenebilirmiş” inancı, McGowan’ın bu saçma sapan eylemiyle aklımıza sızmış bulunuyor. Sızmamalıydı. Zorlama bir örnek olduğunu bilerek söylemek zorundayım; aynı mantıkla yola çıkarak Irak’taki ölümlere karşı olmak için ölmüş bir insan eti mi yemeliyiz? Bir zamanlar canlı olan bir varlığın soframıza yiyecek olarak gelme fikrinden duyduğum ürküntü yüzünden vejetaryen olmuş biriyim. Ama sadece bundan yola çıkarak bir itiraz geliştiriyor değilim. İtirazım, hayvan etini severek yiyenlerle, hayvan etini “protesto” gerekçesiyle yiyenlerin sonuçta “aynileşmiş” olmalarınadır. Tercihini hayvan etini yemekten yana yapanlar daha dürüsttürler. Etçil olmanın, kültürel bir dayanağı da var ayrıca. Dolayısıyla hayvan etini zaten yiyenler değil, hayvan eti yemeyi bir protesto malzemesi yapan McGowan gibiler “vahşi”dirler gözümde. “Papaza kızıp oruç bozma” tutumu, McGowan gibi tilkiseverlerden (!), Türkiye’deki kimi politikacılara kadar yaygınlık kazanmış bir tutum. CHP’ye kızıp, AKP’ye, MHP’ye kızıp BBP’ye girmekle, tilkilere üzüldüğü için, köpek leşi yemek arasında “ilkesizlik” açısından bir fark yok. “Halt” yemek söz konusu olduğunda, umulmayan kişi ya da kesimlerle “aynileşmek” mümkündür. “Köpek eti yemek” de, parti değiştirmek de, iyi “koku” alan burunların işidir. O burunların bulunduğu kafaya ne demeli? kemalerdemol@yahoo.co.uk Fotoğraf: Banu Kaplancalı Bu yıl 5. yılını kutlayan Semaver Kumpanya’nın ‘Semaver ve Kumpanya’ adlı oyunundan bir sahne. bunda Semaver Kumpanya’nın devlet desteğinden yararlandırılmamış olmasının nedenlerini, bu mekanizmanın genel işleyişi bağlamında, sorguluyor. Önce, Fransa örneğinden yola çıkarak Ödenekli Özel Kamu Tiyatrosu ve Özel Ticari Tiyatro arasındaki ayrımı belirliyor ve şöyle devam ediyor: “Semaver Kumpanya.. kuruluşunda kamu tiyatrosuticari tiyatro ayrımı yapılmadığı ve ödenekler için geçerli kriterler oluşturulmadığı sürece ödeneklere başvurmayacağını açıklamıştı. İlk iki yıl müracaat da etmedi. Ancak karşısına başka sorunlar çıktı! Kültür Bakanlığı’ndan ödenek almayan tiyatrolar Devlet Tiyatroları salonlarında oynayamıyor, turnelerde daha bir zorluklarla karşılaşıyordu. ‘Kültür Bakanlığı ödeneği ile sahnelenmiştir’ imzası ne yazık ki tiyatroların yaşamını kolaylaştırıcı bir etken olmuştu... Üçüncü yıl başvuru yapıldı. Az ya da çok bir ödenek alındı. Bir sonraki yıl ödenek kriterlerinin içinin iyice boşaltılması sonucu ödenek verilmeyen diğer tiyatrolara yardım eli uzatılmaya çalışıldı, tam olarak becerilebildiği söylenemese de! Ve durmadan her vesile ile Özel Kamu Tiyatrosu Özel Ticari Tiyatro ayrımı gerekliliği vurgulandı.” ÖDENEK KRİTERLERİ Ödenek kriterlerinin belli bir temele oturtulması gerektiği üzerinde duran Kasapoğlu, “Şimdi var olması gereken kriterlere ve tiyatromuzun durumuna bir bakalım” diyerek Semaver Kumpanya’nın kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği çalışmaları sıralıyor. Asla göz ardı edilebilecek bir çizgi değil Semaver’in çizgisi: “ Türk tiyatrosunun tarihi mekânlarından birini hiçbir maddi destek almadan, yeniden kültür hayatımıza kazan IŞIL KASAPOĞLU SORUYOR Işıl Kasapoğlu (kısa alıntılarla paylaşabileceğim) 29 Mayıs tarihli mektu Roman Ödülü Hıfzı Topuz’un Geçmişten gelen mektup Işık ÖĞÜTÇÜ Sevdikleriniz sizden uzaklaştığında geriye sadece anıları kalır. Babanızın size aldığı bisiklet, annenizin sıcak kucağı, evladınızı uyutmak için söylediğiniz ninniler, şimdi çok uzaklarda kalmış olan sevgilinizle paylaştığınız duygular ve sakladığınız siyahbeyaz fotoğraflara bakarken döktüğünüz gözyaşları… Bu dünyadan geçip giderken bunların hepsi yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak anların sizde bıraktığı izlerdir. Yaşamına tanık olduğunuz; iyikötü günlerini paylaştığınız, yakından tanıdığınız bu insanların yıllar yıllar sonra elinizde kalan mektupları size sevginin, direncin ve hasretin ne olduğunu yüreğinizde bıraktığı sızıyla anımsatır. Size geçmişe dokunma fırsatı verir. Dokunursunuz. İçiniz ısınır. Orhan Kemal’in, eşine hapishaneden yazdığı bu mektupları usul usul okşar, seversiniz. Yitip giden, bir daha gelmeyecek olan annenizi ve babanızı çok öncelerde kucaklayıp sevdiğiniz gibi… Geleceğin ipuçları geçmişten gelen bu mektuplarda gizlidir. Her bir satırı yıllar sonra öyküye, romana dönüşecek olan bu cümleleri yüreğiniz pır pır ederek, gözleriniz dola dola, Nuriye Öğütçü ve Orhan Kemal’in (Raşit) aziz anılarına saygıyla okursunuz. Ve sonra geçmişin sessizliğini duyarsınız, başınızın üzerindeki masmavi gökyüzünde… Bursa: 10/2/943 Canım Karıcığım! Mektubunu zevkle okudum. Ne de olsa sıkıldığını ve bu sıkıntıyı def etmek için kocana yazdığını anlıyorum. Haklısın karıcığım. Canın sıkıldıkça bana ne yazarsan yaz. Belki ferahlar, açılırsın. Genç bir kadın kocasından beş sene ayrı kalırsa çıldırmasa bile üzülür. Benim de bütün sıkıntı ve asabiyetimin sebebi senden çok uzakta olmamdır. Mamafih önümüzde bir yaz kaldı. Sonbahara yanındayım. Beş senenin acısını bol bol çıkarırız. Seni mesut etmek için elimden geldiği kadar çalışacağım. (…) Günlerim çok soğuk ve sıkıntılı geçiyor. Bol bol okuyor ve yazıyorum. Yedi ay sonra da sana roman, hikâye, şiir okur, hoşça vakit geçiririz. Ben artık eski Raşit değilim. Sinemaya seninle, kıra, bahçeye gezmeye seninle gideceğim. Artık anladım ki sen benim yalnız karım değil, arkadaşım olacaksın. Göreceksin Nuriye, ne güzel günler geçireceğiz! Sabret karıcığım… Bugün şu satırları yazarken dışarıda kar var. Hava inadına soğuk. Önümdeki mangalda ateş dolu. Mangalın kenarında çaydanlık kaynıyor. Çay içeceğiz. Ne yapalım… Bir mahpusun kış günü eğlencesi bu. Hoş, hapishanede eğlence isteyene eğlence çok. Mesela koğuşlarda kumar oynanır, esrar içilir, laklakiyat edilir, daha birçok şey. Ama ben hiçbiriyle meşgul olmam. Evvelki gece bizim yattığımız revirde iki kişi öldü. Daha evvelisi bir kişi. Bu gece de bir başkası delirdi. Bütün bunların sebebi açlık ve sefalettir. Her şey o kadar pahalı ki bir mahpus için geçinmek dehşetli zor. Hapishanede altı yüzden çok mahpus var. Hele âdembaba denilen fakirler öyle sefil ve perişanlar ki insan onlara baktıkça bunalıyor... Bunları havadis kabilinden yazıyorum. Mektubumu bitirirken seni ve Yıldızımı öper, neşe ve sıhhatle şen olmanızı dilerim. Senin: Raşit Kültür Servisi Gerçekçi edebiyatımızın ustalarından Orhan Kemal ölümünün 37. yılında, Orhan Kemal Kültür Merkezi tarafındanOrhan Kemal Kütüphanesi Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle anıldı. Ayrıca törende, 2007 yılı Orhan Kemal Roman Armağanı’nı “Başın Öne Eğilmesin” romanıyla kazanan Hıfzı Topuz’a da ödülü verildi. Metin Balay’ın açılışını yaptığı törende Melek Akıllı , Işık Öğütçü “Ölümünün 37. Yılında Orhan Kemal”, Sennur Sezer “Orhan Kemal Romanında Cemile Karakteri”, İnci Aral “Edebiyatımızda Orhan Kemal”, Prof.Dr. Türkel Minibaş “Orhan Kemal Romanında Değişim”, Öner Cıravoğlu “Romanımızda Hıfzı Topuz” ve Doğan Hızlan “Türk Edebiyatında Orhan KemalHıfzı Topuz” konulu konuşmalarıyla yer aldı. ngiliz gazetelerinde yayımlanmıştır herhalde ama gözümden kaçmış olmalı. Neyse ki Londra’da Türkçe/Kürtçe yayınlanan Telgraf gazetesinde okudum da, son yılların en tuhaf, sözüm ona protestolarından birinden haberdar olabildim. Mark McGowan adlı bir İngiliz, sanatçı olduğu belirtiliyor haberde, aralarında Kraliçe’nin eşi Prens Philip’in de bulunduğu bir grup avcının tilki avını protesto amacıyla köpek eti yemiş. Protesto (!) için seçtiği köpek cinsi de Kraliçe’nin en sevdiği Corgi cinsi imiş. Seçimdeki titizliğe (!) bakarak, “sanatçı inceliği de böyle olur zaten” diyesi geliyor insanın. Kraliyet ailesinin bir ferdinin de içlerinde bulunduğu av tutkunlarına, Kraliçe’nin önem verdiği bir köpek cinsinin leşini yiyerek karşı çıkmak, mide bulandırıcı elbette ama, çok akıllıca doğrusunu isterseniz. Ancak bu sanatçı zat, Kraliçe’nin canını acıtacağını düşündüğünü sandığı köpek cinsi seçimindeki dikkatini başka alanlarda pek gösterememişe benziyor. Bu tür eylemleri bir alışkanlık haline getirdiği de, daha önce kuğu yemiş olmasından belli. “Hay eylemine de, sana da” diye başlayıp, insan onurunu hesaba katmayan densize haddini bildirmek gerek aslında ama, yaygın bir insan davranışından söz etme şansını verdiği için üzerinde duralım biraz. ??? Eylem ile o eyleme yol açan gerekçe arasındaki saçma sapan ilgisizliği, “papaza kızıp oruç bozmak” vecizesi ile ifade ederler Anadolu’da, bilirsiniz. Başka durumlarda söylenegelen, “efendisine kızıp itine çatmak” deyişi de vardır ki, o da bir hayli hoştur. Bu deyişler durup dururken ortaya çıkmazlar. Mutlaka birilerine bunları ilham ettiren bir dolu sersemlik vardır. McGowan’ın yaptığı da, kusura bakmasın ama, bunlardan biri. Eylemine yol açan gerekçenin, kendisi için ikna edici oluşuyla yetindiğine bakılırsa, başkalarının ne düşündüğüne pek önem vermediği ortada. Yani, her adımında hikmet olduğuna inananlardan McGowan. Eylem ile gerekçe arasında, kendi kurduğu bağın, hayvanları çok sevdiğine inanmış olan bu zatı nerelere fırlattığını iyi anlamak durumundayız. Her şeyden önce, elbette lanetlenesi bir tavır olan “öldürme tutkuları”nı tilki avlayarak giderenler bu protestocudan daha dürüsttürler. Çünkü hayvana zarar vermeyi, bir protesto gerek İ stanbul kenti, kendi başına bir mucizedir. Doğanın, tarihin, coğrafyanın biçimlendirdiği bir mucize... İnsanoğlu bu mucizeyi bozmak, yıkmak, yıpratmak için ne denli uğraşsa boş, yine de başaramıyor! Kentin aydınlık yüzünü savunanlar izin vermiyor! Bu mucize kentin, dünyanın sayılı metropollerinden birine dönüşmesinde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Bundan 35 yıl önce, bir avuç insanın düş kurması ve azmetmesiyle başlayan bir etkinlik gerçekleştirdi bu vakıf: Uluslararası İstanbul Müzik Festivali. Sonra bu festivalden beş yeni festival üretti ve onları yaşamımıza kattı. “İstanbul” adıyla başlayan, Uluslararası Sinema Festivali (nisan), Uluslararası Tiyatro Festivali (mayıs), Uluslararası Müzik Festivali (haziran), Uluslararası Caz Festivali (temmuz) ve Uluslararası İstanbul Plastik Sanatlar Bienali (eylül)... Bunlar çerçevesinde ya da bunların dışında geçekleştirilen ortak projeler... Bu yıl otuz beşinci yaşını kutlayan Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nin yeni direktörü Yeşim Gürer Oy İ ESİNTİLER ZEYNEP ORAL İstanbul’un Aydınlık Yüzü ğe yönelik umuda dönüştürmesi... Tüketici değil, üretken olması; yaratıcılığı ve yaşamı savunması... İnsanı insan yapan değerleri yüceltmesi... İstanbul’a damgasını vuran, İstanbul’un kimliğini yücelten, İstanbul’un aydınlık, çağdaş yüzünü yücelten, çoğaltan festivale nice yıllara diyorum... Aday listeleri belli oldu! Biliyorsunuz, tüm partilerde kadın adaylarda müthiş bir patlama var (üç binden fazla). Yıllardır bu ülkenin kadın sorunları üzerinde çalışan, emek veren, yasaların değişmesine önayak olan, bu konularda politika üreten, çözüm üreten, kadınlar aday. Bu konularda çalışmak, ülke sorunları için çalışmak demektir! Çok merak ediyorum, listeler açıklandığında kadın adayları listenin neresinde göreceğiz? Özellikle CHP ve DP’ye önemli bir mak’ı önceki çalışmalarından tanıyorum. Hiç kuşkum yok, festivalin belli başlı özelliklerine sahip çıkarken, misyonu daha geniş alanlara, ufuk çizgisini daha ötelere taşıyacaktır. Nedir bu festivalin belli başlı özellikleri? Satırbaşlarıyla şöyle sıralayabilirim: Çağdaş, evrensel kültürün geniş bir yelpazedeki en özgün ürünlerini bir araya getirmesi... Niteliğinden asla ve asla ödün vermemesi... Farklı sanat alanlarının, farklı “ekol”lerin, farklı akımların, farklı disiplinlerin en kaliteli örneklerini sunması... Başka ulusların, toplumların kültür birikimi ve değerleriyle bizim kültürümüzü aynı potada bir araya getirerek uygarlık bilincimizi geliştirmesi... Genç yeteneklere kapıları açması... Geçmişten damıttığı birikimi, gelece görev düşüyor: Onlara soruyorum: Meclis’teki temsil eşitsizliği, utanç verici durumumuz, yeryüzü sıralamalarında en geri ülkelerden daha da gerilerdeki yüzde 4 oranı devam mı edecek? Yoksa bu rezil durumu değiştirmek için, karşınıza çıkan bu fırsatı değerlendirecek misiniz? Tamam, yüzde on barajla seçim yasamız, partiler yasası, aday listelerinin oluşması, parti içi ilişkiler, vitrindekilerle özdeki arasındaki uçurumlar, al gülüm ver gülüm arası lider diktatörlüğü, bunlar utanç verici haller. Tamam, milletvekillerini millet değil, parti liderleri seçiyor. Öyleyse onlara sormak gerek: Meclis’i kadınlara açacaklar mı açmayacaklar mı? Kadınlarla birlikte çalışmayı kabul edecekler mi etmeyecekler mi? Dolayısıyla politikayı bir amaç değil bir araç olarak, yaşama dokunmak, yaşamı kucaklamak, sorunları çözmek için bir araç olarak benimseyebilecekler mi? Kadın siyaset programına kucak açabilecekler mi? Bugüne dek yüzde 96 çoğunlukla erkek egemen Meclis’lerin ülkeyi nasıl yönettiğini gördük. Bu durumun sürmesine izin verecekler mi??? zeynep@zeyneporal.com Nuh’un Gemisi’nden dünyaya ‘acil çağrı’ Büyük Tufan’ın ardından Ağrı Dağı’nda oturduğu rivayet edilen Nuh’un Gemisi, Greenpeace tarafından “umudun ve uyarının” sembolü olarak yeniden aynı yerde inşa edildi. Geminin açılışında sanatçı Okan Bayülgen tarafından okunan “Ağrı Dağı Bildirgesi”nde dünya liderlerine, iklimi kurtarmak üzere acil ve geniş çaplı eylem çağrısı yapıldı. Bildirgede, küresel ısınmanın, Nuh’un Gemisi efsanesinden bu yana görülmemiş kuraklığa, kıtlığa, toplu göçe, deniz seviyesinde yükselmeye ve sellere neden olacağına dikkat çekilerek devlet liderlerine sorumluluk çağrısı yapıldı. Bildirgenin okunmasının ardından her biri bir ulusu temsil eden 208 güvercin gökyüzüne bırakıldı. Greenpeace’in internet sitesine binlerce insanın sevdiklerini kurtarmak üzere gönderdiği fotoğraflar da geminin iç kısmına asıldı.