Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
21 ARALIK 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM AKP’de kadının adı yok “İş Yaşamında Kadın” raporu, AKP döneminde kadının çalışma yaşamındaki yerinin ve erkek karşısındaki konumunun nasıl gerilediğini gözler önüne seriyor Özlem YÜZAK “Ekonomik büyümeye karşın, iş dünyasında kadının yeri giderek azalıyor, İmam hatip liselerine giden kız çocuklarının sayısı giderek artıyor. Gerek anayasa taslağında kadına biçilen yer, gerekse DPT’nin 20072013 dönemini kapsayan 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda önceki yıllardan farklı olarak özel ihtisas komisyonu kurulmamış olması ve kadın erkek eşitliği konusunda hiçbir plan ve strateji belirlenmemesi, hükümetin kadınlara bakışını ortaya koyuyor....” TÜRKONFED’in “İş Dünyasında Kadın” raporu, Türkiye’de kadının çalışma yaşamındaki yerinin ve erkek karşısındaki konumunun AKP hükümeti döneminde nasıl gerilediğini gözler önüne seriyor. Bünyesinde 9 federasyon, 96 dernek ile 208 milyar dolarlık iş hacmine sahip, 1 milyonu aşkın kişiye istihdam sağlayan 9 bin 600 üyeli Türk Girişim ve İş Dünyası Konferedasyonu’nun (TÜRKONFED) 5 akademisyenin katkıları ile hazırladığı rapora göre Türkiye’de çalışabilir kadın nüfusunun yalnızca dörtte biri çalışma hayatının içinde. Çalışan her 4 Rama ile Muammer C 9 İŞGÜCÜNE KATILIM YÜKSELTİLMELİ K adının işgücüne katılımını etkileyen faktörler arasında Türkiye’de çocuk ve yaşlı bakımı hizmetlerinin yetersizliği, kadına yönelik cinsiyet ayırımcılığı, aile baskısı, sosyal güvencesizlik bulunuyor. Raporda kadının işgücüne katılımının artmasını sağlayacak eğitim politikaları, mali ve hukuki düzenlemeler de ayrıntıları ile sıralanıyor. Önerilerin içinde kadınlara bütçeden daha fazla pay ayrılması; ticaret ve sanayi odalarının bütçelerinin belirli bir kısmının kadınların mesleki eğitimine ve istihdamına yönelik projelere (kreş yapımı vb.) ayırılması gibi maddeler bulunuyor. Kısa vadede uygulanabilecek politika önerilerinde kadınlara yönelik çeşitli vergi ve sigorta prim indirimlerinin sağlanması gerektiği vurgulanıyor. kadından 3’ü de kayıt dışı çalışıyor. Her 1000 kadından ise yalnızca 7’si girişimci. Kadının iş yaşamına aktif katılmadığı hiçbir toplum kalkınamıyor. Kadınların eğitim düzeyi arttıkça işgücüne katılımı da artıyor. Raporun sunumunda görüşlerini aktaran TÜRKONFED Yönetim Kurulu Üyesi İlknur Denizli, “Rapor şunu ortaya koyuyor, Türkiye’de kadın ya çalışan 2. sınıf insan ya da evde oturan ikinci sınıf insan. Biz TÜRKONFED olarak bu yapının değişmesi için elimizden geleni yapacağız. Önümüzdeki ay öncelikle TBMM’deki kadın milletvekillerine raporu anlatacağız” dedi. Prof. Dr. Gülay Budak, Doç. Dr. Kadriye Bakırcı, Doç. Dr. Meltem Onay Özkaya, Ydr. Doç. Oğuz Karadeniz ve Dr. Hakan Yılmaz tarafından hazırlanan raporda, Türkiye’de mevcut ekonomik büyüme modelinin zaten sınırlı iş yarattığı, bu yapı içinde net istihdam artışı 250 bin kişi olurken kadın istihdamının 52 bin kişi azaldığı vurgulanıyor. İş aramayıp çalışmaya hazır olanların da eklenmesiyle istihdam edilemeyenlerin sayısı 4 milyon 146 bine çıktı Gençlerden işsiz ordusu Tarım dışı işsizlik oranı yüzde 12 olarak sabit kalırken, genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 19’a çıktı. İş bulma ümidi olmayanların sayısı 601 bin kişi olarak gerçekleşti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) İşsizlik, eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 0.2 puan artışla yüzde 9.3’e yükseldi. İşsiz sayısı 2 milyon 405 bine çıktı. “İş aramayıp çalışmaya hazır olan” 1 milyon 741 bin kişinin de eklenmesiyle gerçek işsiz sayısı 4 milyon 146 bine, işsizlik oranı ise yüzde 15.1’e ulaştı. Genç nüfustaki resmi işsizlik oranı ise 0.8 puan artışla yüzde 19’a yükseldi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ağustos, eylül ve ekim aylarını kapsayan Hanehalkı İşgücü Araştırması 2007 Eylül Dönemi Sonuçları’nı açıkladı. Buna göre, eylül döneminde, geçen yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında, istihdam 233 bin kişi artarak 23 ? İşgücüne katılmayanların yüzde 46.7’si ev kadınlarından oluştu. ? İşgücüne dahil olamayanlar içinde öğrencilerin sayısı 3.5 milyon, emeklilerin sayısı 3 milyon 275 bin, çalışamaz halde olanların sayısı 3 milyon 208 bin kişi oldu. Mevsimlik çalışanların sayısı 188 bin kişi olarak belirlendi. ? Eylülde istihdam edilen 23 milyon 361 bin kişiden yüzde 47’si hizmetler, yüzde 27.3’ü tarım, yüzde 19.4’ü sanayi, yüzde 6.3’ü inşaat sektörlerinde yer aldı. ÖRT KADINDAN BİRİ İŞGÜCÜNDE D milyon 361 bine çıktı. İşsiz sayısı 89 bin kişi artarak 2 milyon 405 bine yükseldi. Kentte işsizlik 0.2 puan artarak yüzde 11.8, kırsalda işsizlik 0.1 puan artarak yüzde 5.6 oldu. Eylül döneminde dikkati çeken bazı işgücü verileri şöyle: ? Tarım dışı işsizlik oranı yüzde 12 olarak sabit kalırken, genç nüfusta işsizlik oranı 0.8 puan artarak yüzde 19’a çıktı. ? Kentte genç nüfus işsizliği 0.5 puan artarak yüzde 22.54, kırsalda 0.4 puan artarak yüzde 12.9 olarak gerçekleşti. ? İş aramayıp, çalışmaya hazır olanların sayısı eylül dö neminde 1 milyon 741 bin kişi oldu. İş bulma ümidi olmayanların sayısı 601 bin kişi olarak gerçekleşti. İş aramayıp, çalışmaya hazır olanların sayısı erkeklerde 783 bin, kadınlarda 959 bin kişi olarak hesaplandı. İş bulma ümidi olmayanların sayısı ise erkeklerde 372 bin, kadınlarda 230 bin kişi oldu. ? İşgücüne katılım oranı erkeklerde yüzde 72.6, kadınlarda yüzde 25.7 oldu. ? Kayıt dışı oranı yüzde 48.2 oldu. 23 milyon 361 bin kişilik toplam istihdamın 11 milyon 255 bini kayıt dışı çalıştı. ? İşsizlik oranının yükseköğretim mezunlarında yüzde 11.9, lise ve dengi meslek okulu mezunlarında yüzde 11.9, lise altı eğitimlilerde yüzde 8.3, okuryazar olmayanlarda yüzde 4.1 olduğu belirlendi. eçen haftalarda Avrupa’nın çiftçileri “sosyal bir Avrupa” için Brüksel’deydi. Yunanistan’ın kamu ve özel sektör çalışanları, adil bir “sosyal güvenlik reformu” için hayatı durdurdu. Türkiye penceresinden bakarsanız epey şaşırtıcı! Bir yanda onların sahip oldukları sosyal hakların yüzde 10’unu bile elde edebilmek için AB’ye üye olmak için çırpınan bir Türkiye. Diğer yanda, kazanılmış haklarını korumak ve savunmakta kararlı Avrupalı!.. Üyesi olmak için kendimizi paraladığımız Avrupa’nın çiftçisi ve emek güçleri tepki gösterirken biz ne yapıyorduk derseniz… 54 ilde 335 kooperatifle 750 bin çiftçinin kurumsallaşmasını sağlayan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’ni (TSKB) tırpanlayarak yok etmeye çalışıyorduk! Hem de 25 farklı ürün dalıyla da sanayiye girdi sağlamalarına 200 civarındaki işletme ve 30’a yakın iştirakiyle üretim ve istihdam üzerinde itici güç oluşturmalarına rağmen! Aslında ortada şaşırtıcı bir durum yok. Özellikle de 1945 sonrası hükümetlerin: Vergi politikası araçlarını tarım üreticisinin bir güç haline gelmesini önlemek için kullanışını; Siyasi çıkar kaygısıyla uygulanan destekleme alımlarını; Toprak ağalarının üretici üzerinde kurduğu baskıyı görmezden gelişlerini; G GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Üretici Birlikleri Neyin ve Kimin Kurbanı? da göstermekte! Malumaliniz tarım, insan yaşamının birincil vazgeçilmez sektörü ama…2000’deki yapısal uyum programıyla insan yaşamının piyasalaştırılmasında kullanılan ilk sektör de tarım. Gelin görün ki, insan belleği elma şekerinin sopasını hep geç fark ettiği gibi(!) tarımın piyasalaştırılmasının tüketici kadar çiftçinin yaşamını da dara sokacağını yeni fark etti. 4572 sayılı yasa etrafında çıkan fırtına da zaten bu geç kalışın göstergesi!.. Oysa, 4572 sayılı yasa 2000’deki Yapısal Uyum Programı doğrultusunda tarımın piyasalaştırma sürecini başlatmak için düzenlenmişti ve... Fisko Birlik Genel Müdürü Levent Ağca’nın kasım sonundaki 10. Birlikler Toplantısı’nda altını çizdiği gibi “birliklerin tasfiyesi” anlamına gelmekteydi. Neden mi? Yasanın çıkmasına rağmen: Hükümetin fiyat üzerindeki baskısı devam etmiş, dahası, “Kooperatif” sözcüğünü nasıl da komünizmle eşleştirdiklerini hâlâ hatırlayabiliyorsak! AB ise oldu olası kooperatifçiliğe bizim gibi, devlet erkini zedeleyici ve/veya yok edici kurumlarmış gibi bakmadı. Tarım kooperatiflerini ise tarımsal kalkınmanın itici gücü olarak tanımladı. Tarım kooperatiflerini bizim gibi destekleme alımları yapan, siyasi kadrolaşmanın dayanağı olan kurumlar olarak kullanmak yerine, kaynakların etkin kullanımını gerçekleştiren kurumlar olarak geliştirdi. AB’deki: 125 bin kooperatifin 32 bininin tarım kooperatifi olması; 70 milyon kooperatif ortağının 24 milyonunun da tarımsal kooperatif ortağı olması; Kooperatiflerin tarımsal girdi sağlamada yüzde 55, pazarlamada yüzde 65, dış satımda yüzde 50’den fazla paya sahip olmaları, bakış açılarındaki farklılığı, dolayısıyla Türkiye tarımının AB yasaları karşısında neden boynu bükük kaldığını Birlikler Hazine adına alım yapmaya zorlanmıştı. Bugün hükümetin “ekonominin üzerindeki 5 kara delikten biri” dediği Birlik zararlarının oluşması için devlet eliyle arz farzlası yaratılmıştı. Arz fazlasını ortadan kaldırmak için de “doğrudan gelir desteği” denilen çiftçiden ziyade toprak sahibini destekleyen politikalara geçilmişti. Kısacası, Birlikler önce hükümetler eliyle sömürülmüş sonra da devlete zarar vermekle suçlanmıştı. Böylelikle, TSKB çerçevesindeki Birliklerin mali olarak desteklenmesini önlemek için zemin hazırlanmıştı.Buraya kadarını globalist mantık içinde anlamak mümkün ama... Globalizme uyum yapalım derken devleti çökertecek uygulamaları anlamak ve onaylamak mümkün değil. Zira, Birlikler’in kara delik yaratıyor diye alım yapmasını yasaklayanlar, alımları Birlikler adına TMO’ya yaptırıyor. Ortaya çıkacak zarar da Hazine’ye yükleniyor.İnanamadınız değil mi? O zaman, ben de size 13.11.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kararnameyi bir okuyun derim.Fiskobirlik üzerinden başlatılan bu süreci önümüzdeki haftalarda daha ayrıntılı tartışmak üzere… Mutlu, sağlıklı, trafik kazalarından uzak, kısacası kurbancıların kurbanı olmayacağınız bir bayram geçirmenizi dilerim. turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net ves L. her zamanki gibi saat 7 buçuk civarında Buffon Lisesi’nin çapraz köşesindeki Café’nin Amerikan barına tünedi. Sabah kahvesini yudumlarken gözü tezgahın üstünde duran Le Parisien gazetesinin baş sayfasına takıldı. Ana manşetin üstüne, nispeten küçük kırmızı harflerle “Kaddafi Paris’te” ibaresi yazılmıştı. Hemen alttaysa kocaman siyah karakterlerle atılmış “Rama Yade Bozuluyor (‘Bozuk Atıyor’ da denebilir)” başlığının iki yanında, Rama Yade ile Muammer Kaddafi’nin ayrı ayrı fotoğrafları yer alıyordu. Pürüzsüz çikolata teninin üstünden çakmak çakmak çakan hiddetli, güzel iri kara gözleriyle bakan Rama çenesini endişeyle iki parmağının arasına almıştı. Öteki taraftaki Muammer ise karagözlükleri ve siyah örgü kalpağımsı çöl kepinin altına saklayamadığı hınzır bakışıyla sırıtıyordu. Yves L. gazeteyi önüne çekti. İç sayfada “Fransa paspas değildir” diye başlayan Rama ile yapılmış bir söyleşi vardı. Okudukça için için hem bozuldu, hem sevindi. Bir çeyrek yüzyıldır lise de tarihcoğrafya öğretmeniydi. Dünyanın nereden nereye geldiğinin farkındaydı. Ama yine de pes yani, ne günlere kalmıştık. Eski bir “Koko” (Fransa’da genellikle olarak yaşlı solcu ve komünistler için gündelik dilde kullanılan takma isimdir) olarak az mı kanlı zorba rejim ve liderine karşı yürüyüş, imza kampanyası gibi protesto eylemine katılmıştı. Kahveciye, “Kaddafi gibi bir diktatör artığına muhalefet yapmak bile Sarkozy’nin Amazonları’na düştü artık” diyerek acı acı gülümsedi. ??? Aslında ilk bakışta Muammer ile Rama’nın ortak noktaları onları ayıranlardan fazlaydı. Bir kere ikisi de aslen ve de halen Afrikalıydı. İkisi de iktidardaydı. (Gerçi birisi tek başına, öteki iyimser ihtimalle bir süre misafir...) İkisi de derece ve bağlam farkıyla otoriter rejimleri temsil etmiyorlar mıydı ? İkisi de kağıt üstünde “kadın haklarına” (!) sahip çıkmıyorlar mıydı? Ne yani “James Bond Girl’vari” kadın korumaları, “Amazonlar”ı ile yıllar boyu övünüp pozlar veren Muammer değil mi? İkisi de belirli tiplerde demokrasiyi (!) savunmuyorlar? Onlarca dilde basılıp, milyonlarca adet dağıtılan radikal “İslamMarksizm” sentezi “Tarım Devrimi”ni anlatan “Yeşil Kitap”ın muharriri Muammer Kaddafi değil miydi? Hatta “Rehber” Reis, Paris yolculuğundan istifade UNESCO’da Afrikalı aydınlara (!) yönelik yaptığı konuşmada göçmenlere davranışından ötürü Fransa’ya ders verecek kadar kültürlü ve de askeri bir darbenin ardından devraldığı ömür boyu iktidarda 38 yıldır kendine sadece “albay” terfiini tanıyacak kadar da alçakgönüllüydü. Libya’da seçimlere gerek kalmayacak kadar ‘Doğrudan Demokrasi’ yaşandığını anlatarak devrimciliğini bir kez daha kanıtlamamış mıydı? 1970’lerde Amerikan şirketlerini millileştirip, Amerikan üslerini kapatıp Amerikalıları kapıdışı edecek kadar da “antiemperyalist”ti... ??? Ancak madalyonun öteki yüzünde epeyce farklı görüntüler de mevcuttu. Yves akşam eve döndüğünde televizyon kanallarına yansıyan, kendisine hiç de şaşır Y tıcı gelmeyen bir haberle karşılaşıyordu. Fransız kamu kanallarının tanınmış ve en saygıdeğer kadın gazetecilerinden Memona Hintermann 1984 yılında bir röportaj için gittiği Libya’da Kaddafi’nin kendisine tecavüz etmeye kalkıştığını, beceremeyince de nasıl “ölüm”le tehdit ettiğini anlatıyordu. Memona’nın yaşadıkları Muammer’in sicilindeki ne ilkti, ne de sonuncu. Ama bu durum Muammer’in sicilindeki en hafif ithamlardan biriydi. Libya zindanlarından çürüyen “muhalifler” ve “göçmenler”, Batılı demokratların, insan hakları savunucularının “dost Araplar” içinde en az dikkatini çeken, en zararsız olanlarındandı. Ancak 1986’da Berlin’de Amerikalı askerlerin devam ettiği bir diskotekteki kundaklama, İskoçya’da (1988) ve Kongo’da (1989) havada patlayarak düşen biri Amerikan, diğeri Fransız yolcu uçağı suikastları gibi terörist eylemlerden sonra dikkatler bu kaba ve küstah diktatörün gün ışığına çıkmasına neden oldu. Yıllar süren mahkemeler sonucunda Muammer uluslararası onuruna milyarlarca petrodolar tazminat ödeyerek kavuştu. Ancak hiçbir önemli Batı ülkesi kendisini davet etmiyordu. Neyseki yıllardır rehine tuttuğu Bulgar hemşireler imdadına yetişti. Medyatik çöplüğe konmaktan çok hoşlanan liderler aracılığıyla bir taşla birkaç kuş vurdu. Kontrat avcılığı adına Putin, Hu Jintao gibi şaibeli liderleri ziyaretten veya davetten hiç gocunmayan Nicolas Sarkozy Muammer’e “ücretini” ödemek kaydıyla davetiye çıkarttı. “10 milyar Avroluk sipariş daha” söylentileri Fransız kamuoyunu önceden neredeyse uyuşturmuştu. ??? Muammer’în Paris’te siftah ettiği dünya sahnelerinde boy gösterme girişimine en şiddetli tepki beklenmedik yerden geldi. Rama, Le Parisien’deki söyleşisinde Afrikalı “rehber” ağabeyiyle uyuşmadığı noktaların altını çiziyordu. Altını çizmek ne kelime, yerden yere vuruyordu. Muammer, söylenenlere muhtemelen bıyık altından gülerken, öteki ağabey, Nicolas bu saygısızlığa ”hoşgörü” ile bakıp, “devletin genel politikasını biraz daha iyi öğrensin” demekle yetiniyordu. Bizim eski Koko Yves ertesi sabah kaldığı yerden sürdürdüğü sohbetinde kahveciye, “Kızın samimiyetini, söylediklerinin Sarkozy’nin senaryosu olup olmadığını bile sorgulayabiliriz, ama kulak vermekte yarar var” dedi ve Senegal kökenli İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Sekreteri Rama Yade’nin bir gün önceki sözlerini yüksek sesle tekrar etti: “Albay Kaddafi bilmelidir ki, Fransa terörist nitelensin nitelenmesin her türlü yöneticinin alçakça cinayetlerinin kanlı ayak izlerini silebileceği paspas değildir. Fransa ölüm öpücüğünü kabul edemez.” Bu ceylan edalı, manken havalı kız kimin öpücüğünü nereye kadar kabul eder bilemeyiz, fakat Fransız ağabeyinin, Fransa’yı Rama’nın deyişiyle, ölümcül öpücüklerin ağır bastığı “ticaret dengeleri terazisi”ne çevirdiğinden hiç kuşkumuz yok. “Yar bize bir muhalefet gerek...” ugur.hukum@gmail.com Antalya’ya güneş enerjili Metro Metro Cash Carry Türkiye’nin ilk güneş enerjisiyle çalışan toptancı marketini Antalya’da hizmete açtı. 11 milyon Avro’luk yatırımın 1 milyon YTL’si güneş enerjisi sistemine harcandı. Mağazanın ısıtma ve soğutmasının büyük bir kısmı güneş enerjisinden sağlanacak. Mağazanın açılışında konuşan Metro Cash Carry Türkiye Genel Müdürü Hakan Ergin “Getirdiğimiz güneş enerjisi sistemiyle de yüzde 50 enerji tasarrufu sağlayacağız” diye konuştu. (MURAT GÜLDEREN)