Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
9 KASIM 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY ‘Türkülerim, bir bağlamam bir de sesim’ Hatice TUNCER ahmi Saltuk, 68’lerden başlayıp 70’li yıllar boyunca yükselen toplumsal muhalefetin sesiydi. Saltuk’un seslendirdiği türkülerde isyanı yaşardı 68’liler ve 78’liler. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, Ahmed Arif’in şiirlerini, bağlamasıyla buluşturur, gençlere yoldaşlık ederdi. İki askeri darbenin ve yasaklardan daha da ağır koşullarla kuşatan müzik piyasasının dışında kalsa da Rahmi Saltuk, elinden bağlamasını düşürmüyor. İstanbul’da 1999’dan bu yana Tünel’de popüler çizgi dışında caz, etnik, rock ve dünya müziğinin seçkin temsilcilerine kapılarını açan Babylon, 6 Kasım’da Rahmi Saltuk’u ağırladı. C Tetikçi Rüyası Anadolu’nun altını oymuş bulunuyor. Dibe vuran bir Türkiye’nin 5 milyonu aşkın Türkiye kökenli insan üzerinden yaşlı kıtayı da sarsacağı düşünülebilir. Gerçi, bu düşünceyi yersiz bulanlar var, ama olaylar herkesin gözü önünde cereyan ediyor. Bütün iddialar bir yana, 1923 Projesi, etnik, kan bağı veya ırk temelli bir kuruluş değildi. Türkiye’nin kurucu babaları eğilim olarak etnik bir fikri sabite sahip değildi. Anadolu’nun bir ulus yarattığı/yaratacağı düşünülüyordu: 1923 yılında çeşitli köklerden insanlar bir Türk ulusu doğurmuştu. İşte Amerikancı Türk milliyetçileri dinci liberallerle birlikte bu kuruluşu temelinden bombalamak için ellerinden geleni yaptılar. Şimdi Amerikancı Kürtlerle el ele çalışıyorlar. ??? Türkiye’deki kaosun Avrupa sokaklarına sıçramayacağı duasına yatanlar var, ama Alman hükümetinden “temsili savaşlara karşı uyarılar” da gelmeye devam ediyor. TürkKürt cepheleşmesi, bu kadarcık nüfusuyla Avrupa’nın motor ülkesini sarsarsa, Türkiye’nin ne olacağını siz hesaba katın. Peki, kendi düşen ağlar mı? Rüzgar eken fırtına biçmez mi? Evet, kendi düşen ağlar ve rüzgar eken mutlaka fırtına biçer. Yumurta kapıya dayanmış bulunuyor. ??? Bir; Türkiye: Kendisini yaratan koşulları emperyalist merkezlerin emrinde yıkan Ankara, geceyle yüz yüzedir artık. Peki, Ankara’nın bugünkü egemenleri, sıranın kendilerine geldiğini görüyor mu? Kuşkulu. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılması işinde büyük mesafe alındığını görüyoruz. İki; Almanya Avrupası: Türkiye kökenli Avrupalıları bir süre sonra, üstelik etnik gerekçelerle, birbirine yabancı, hatta birbirine düşman iki kampa ayırmakta başarılı olanlar, bunun bedelini öder mi? TürkKürt muhtemel cepheleşmesi, bu acı oyun, Avrupa’daki insanlarımızı, tarihlerinde hiç karşılaşmadıkları bir aşağılanmayla yüz yüze bırakacaktır. Bu korkunç cepheleşmenin burada sokaklara sıçrayabileceğini herkes tahmin ediyor. Ancak, BerlinParis ekseni, yaptığı açıklamalara fazla itibar edilmesin, galiba bundan pek çekinmiyor. Çünkü cephe bölünmüş, Türkiye’nin insanları birbirine etnik gerekçelerle kötü gözle bakmaya başlamıştır. Her biri “cirmi kadar yer yakacak” hale getirilmiştir. Küreselleşme, küçükleri parçalama “hadisesidir”. Merkezdeki büyükler niye korksun ki? cutsay?gmx.net 7 R EN ZOR İŞ Uzun süredir konser veremeyen Rahmi Saltuk, dinleyicisiyle Babylon buluşmanın heyecanını yaşadı: “Bir bağlama, bir de ben çıkıp türkülerimi söyleyeceğim. Kendi enstrümanına eşlik etmek en zor işlerden biridir ama tarzımı hiç değiştirmedim, bundan sonra da zor değiştiririm. Bu kendine özgü bir tarz, bir anlamda gelenek oldu benim için. Tabii ki müzik yıllardan bu yana orkestrasyon ve çoksesliliğe doğru gidiyor. Başka bir deyimle müzik, güçlü altyapılarıyla dinleyici buluyor. Bu tabii ki olacak. Ama bir enstrümanla yorumlama dünyada da hâlâ yaygın. Zaten artık müthiş geniş kitlelerin bir sanatçıyı dinlemesi diye bir şey yok. Türkiye’de 70 milyon insan var, az çok her sanatçının bir dinleyici kitlesi var. Benim de orkestrayla yaptığım albümler var ama bunlar proje ve bütçe meselesi. Şimdilerde sponsor deniyor, yani biri desteğim olduğunda çıkıp orkestrayla birlikte çalarım. Aslında kendi enstrümanına eşlik etmek en zor işlerden biridir, orkestrayla ya da bir toplulukla sorumluluklar üzerinden gidiyor.” Saltuk’un adıyla dönemin anılarıyla birlikte hafızalarda canlanıyor. 1516 Haziran işçi hareketinde öldürülen işçinin ardından yazılan “Şerif’e Ağıt”, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, “Aldırma Gönül” Saltuk’un yorumuyla ünlenerek unutulmazlar arasına katılmıştı: “Benim kendime özgü bazı türkülerim var ki gençler bilmese de bir kesim çok iyi biliyor. Konserlerde mutlaka istiyorlar, ben de söylüyorum. Ben kendi kuşağımı ve beni seven kitleyi gerçekten zulme başkaldıran, baskıyı kabul etmeyen, yani özgürlük, hakça bölüşme, kimsenin kimseyi ezmediği bir düzen yanlıları olarak görüyorum. Bu insanlar bu türküleri sevdi. Ben de kendimi öyle bir yere konumlandırdım hep. Lise yıllarında askeri hâkim olan amcamın oğlu sayesinde sosyalizmle tanışmıştım ve sosyalizmi benimseyip hep öyle kaldım.” PİR SULTAN OYUNU İlk ve ortaokulu Tunceli’de okuyan Rahmi Saltuk, bağlamayla aile ortamında tanıştı. Balıkesir Tepebaşı Lisesi’nde okurken yerel bir radyoda türküler söyleyen Saltuk eğitimine Elazığ Lisesi’nde devam etti. Liseden sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ne giren Saltuk, aynı zamanda fabrikalarda çalıştı. O dönemlerde Türkiye İşçi Partisi’ne yakınlık duyan Saltuk, dernek, sendika, eylemlerde verdiği konserlerle adını solcu çevrelerde duyurdu. 1968’de Hukuk Fakültesi işgali sırasında türküleri yankılanan Saltuk, halk müziğinde Ruhi Su’nun başlattığı geleneği takip etti. Saltuk, Halk Oyuncuları Tiyatro Topluluğu’nun oynadığı “Pir Sultan’’ oyunundaki anlatıcı ozan rolünü, müzik yaşamının başlangıç noktası olarak değerlendiriyor. İstanbul’da başlayan ve Ankara’da devam eden oyunda sesini duyuran Saltuk, dönemin demokratik kitle örgütlerinin konserlerinin aranılan ismiydi: “Üniversite yıllarında, şimdi 68’liler denilen kuşağın öncüleri Harun Karadeniz, Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, Cihan Alptekin arkadaşlarımdı. İşgaller döneminde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde, Hukuk Fakültesi’nde, Edebiyat Fakültesi’nde türkü söylerken Halk Oyuncuları beni keşfetti.” Dosttan Dosta... Y ıllardır dinleyicisiyle kendi yarattığı olanaklarla buluşan, dernek ve sendikaların konserlerine çıkan Saltuk, eski çalışmalarını da özgün halleriyle yeniden yayımlıyor. Saltuk, bu yıl yaz aylarında kendi adıyla kurduğu şirketten yayımladığı “Dosttan Dosta Türkülerin Dili” albümünde, 1973 ve 1978’de yayımlanan uzunçalarlardaki türkülere yer vermiş. Albümde “Güzel Âşık”, “Çıktım Yücesine”, “Ben de Şu Dünyaya Geldim Geleli”, “Aldırma Gönül”, “Karanfil Suyu Neyler” “Eşkıya”, “Odam Kireçtir Benim” gibi türkülerle geçmişin yükselen toplumsal muhalefetini anımsatıyor: “Aslında bu albüm, olması gereken birkaç eseri koyamayınca eksik kaldı. Türkülerin Dili’ni eksiklerini tamamlayarak genişletilmiş şekliyle basmak istiyorum. Bu albümü çıkardık, daha tanıtım yapamadan araya seçimler girdi, Türkiye altüst oldu. Türkiye sıkıntılarını bir türlü atamıyor ve maalesef en çok da akılcı, muhalif insanları eziyor, dolayısıyla sanatçılar da etkileniyor. Benim gibi muhalefet eden, bir topluluğun adamı olmamaya çalışan insanların da sanatını devam ettirmesi, kendi çizdiği yolda yürümesi zor oluyor. Önümüzdeki yıl kırkıncı sanat yılı olacak. Kırkıncı yıl için konserler ve tanıklıklarımı anlattığım bir kitap hazırlamak istiyorum. Umarım Babylon konseri iyi bir çıkış olur. Yıllardır konser veremedim, kuruduk kaldık. Kanallar, programlar çoğaldı, sanatçılar için olanaklar artmış gibi görünüyor ama herkes için değil tabii.” ACIYI BAL EYLEDİK Hasan Hüseyin’in “Acıyı Bal Eyledik”, Ahmed Arif’in “Dağlarına Bahar Gelmiş”, “Terk Etmedi Sevdan Beni” şiirlerine yazılan ezgiler, Rahmi Askeri darbeler ralarda yaşam zordur. Oralara şimdilerin moda tanımlamasıyla “sıfır noktası” denir. Oraları marşlarda haykırdığımız “Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür” dediğimiz yerlerdir. Neresi mi? Irak sınırının yanı başında Hakkâri’nin Şemdinli ilçesine bağlı 75 haneli ve 600 nüfuslu Uğuraçan köyü. Köyün çocukları helikopterleri seslerinden ayırmayı neredeyse kundaktayken öğrenirler: “Aha, oğlum bir kobra daha geçiyor...” “Bilemedin arkadaş, bu normallerden.” O köyde yaşamın iki mevsimi vardır. Sekiz ay kıştır, sekiz ay yollar kapalıdır; diğer mevsim şöyle tanımlanır: “Yol açık ama cepte para yok, ne fayda...” O köyde uyduruk trafo sürekli patladığından elektriğin olduğu günler sayılıdır; o sayılı günlerde televizyonu olan evler misafirlerle dolar ve cümle köy halkı, başka bir gezegeni izler gibi magazin programlarını izler: “Ula bu ne biçim hayattır.. paranın hesabı yoktur.” O köyde dağa çıkan ağabeyler, ablalar vardır, adlarını söylemek 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra Almanya’ya gitmek zorunda kalan Saltuk, konserlerini çeşitli Avrupa kentlerinde sürdürdü. 1974’te Türkiye’ye dönen Saltuk, Türkiye’nin her yanında coşkulu kitlelere konserler verdi. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte tüm aydın ve sanatçılar gibi çembere alınan ve yasaklanan Saltuk, son yolculuğuna uğurladığımız Erdal İnönü’nün genel başkanlığını yaptığı SODEP’in düzenlediği konserlerde dinleyicisiyle buluşma olanağı buldu: “SODEP’in il ve ilçelerindeki demokrat insanlar beni destekledi ve üst yönetim de bunu onayladı. Erdal İnönü Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserime gelmişti. Tanrı Baba’yı çok keyifle dinlemiş ve alkışlamıştı. 1991’e kadar önce SODEP, daha sonra SHP il ve ilçelerinin Balıkesir, Kırşehir, Kayseri konserlerine gittim. Daha sonra iklim değişti.” ürkiye’deki sürtüşmelerin Avrupa’ya sıçrayacağını düşünenlerin sayısı artıyor. Yönetenler de uyarılarını sıklaştırdı. “Temsili savaş” istemiyorlar. Yani Türkiye’de tezgahlanacak bir etnik cepheleşmenin uzantılarını burada görmek istemiyorlar. Türkler ile Kürtler birbirini sevmesin, hatta birbirlerini hasım olarak görsünler, ama Avrupa’da birbirlerine girmesinler. Galiba kimilerinin istediği, bu. Türkiye’deki gelişmeler ile Avrupa’daki muhtemel uğraklar birbirin tetikler mi? “Tetiklemez kardeşim” diyorlardı sinirli sinirli. Şimdi fikirlerini değiştirmiş gibiler, uyarı üstüne uyarı geliyor... Peki... ??? Türkiye yönetenleri, Soğuk Savaş şampiyonluğu yaptıkları son 50 yılda ne ektilerse onu biçiyorlar. Türkiye adına ne ektilerse, Türkiye onu biçecek. Sadece “oligarşi” çekse sorun yok da, asıl ateş halkın içine düşüyor; bela orada... Ne oluyor? Balkanlar’da sosyalizmin çözülmesi için Türkiye yöneticilerinin, büyük sermaye eşliğinde iştahla görevler üstlendiğini biliyoruz. İzzetbegoviç gibi tescilli bir İslamcı faşistin neredeyse Türkiye’de bile heykeli dikilecekti. Türkiye Cumhuriyeti, Türkçülük ve Kürtçülük gibi bugünün etnik ideolojileri üzerine kurulmadı. 60’lı yılların sonuna kadar devletin istatistiklerine insanların anadilinin girdiği biliniyor. Özellikle 12 Mart ile birlikte Türkiye’nin beline kazmayı vuran darbelerin hazırlayıcıları halkı birbirine düşürecek bir Türkçülük ile sahne aldılar. Kürtçülüğü beslediler. Şimdi bunun meyvelerini topluyoruz. Zehirli meyveler bunlar. Ama sadece Türkiye’de yaşanmıyor sürtüşmeler; iş, 5 milyonu aşkın nüfusuyla kökleri Türkiye’de Avrupalı bir toplum üzerine de gölgesini düşürüyor. Balkanlar’ı, ağızlarından köpükler saça saça yangın yerine çeviren Türk milliyetçileri ve şeriatçıları sıranın Türkiye’ye geldiğini görüyor mu, bilemiyoruz, ama Balkanlar’ı çözen emperyal güçler, sıranın Türkiye’ye geldiğinden emin. Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldırmak için kraldan fazla kralcı bir acımasızlıkla çalışan Türkiye’nin İkinci Savaş sonrası karşıdevrimci yönetimleri, aslında Türkiye’nin ipini çekiyordu. Türk solu çok yazdı, çok söyledi. Varoluşunu tam 90 yıl önceki bir devrimin, 1917, uluslararası düzende yarattığı altüst oluşa borçlu Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında başına geçenler, ki bunları gecikmiş Damat Ferit’ler veya erken gelmiş Gorbaçov’lar diye nitelemek de mümkündür, T Anadolu Güneşi Avustralya’da doğdu... Abant İzzet Baysal Üniversitesi bünyesinde çalışmalarını sürdüren Anadolu Güneşi Müzik Topluluğu, Avustralya Türk Kültür Platformu’nun davetiyle 3. Lale Festivali kapsamında Melbourne, Sydney ve Perth şehirlerinde verdiği konserlerde büyük ilgi ile karşılandı. Kemal Bilsel Sarısözen (bağlama), Uğur Alpagut (keman) ve vurmalı çalgılarda Rıza Akyürek’ten oluşan topluluğa Avustralya konserlerinde Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden tenor Ömer Türkmenoğlu, piyanist Kaya Güç ve Kültür Bakanlığı Türk Dünyası Müzik Topluluğu’ndan tar ve ney sanatçısı Fatih Erenler katkıda bulundu. ŞSİZ IŞILTILARA TESLİM OLMAK Doç. Dr. Uğur Alpagut, 14, 16, 17 ve 19 Ekim tarihlerinde gerçekleştirdikleri konser izlenimlerini aktarırken, “Avustralya kıtası, Anadolu Güneşi’nin eşsiz ışıltılarına teslim oldu” dedi. Konserlerde “Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa” ve “10. Yıl Marşı”nın ayakta ve coşkuyla bir ağızdan söylendiğini anlatan Alpagut duygularını şöyle ifade etti: “Ülke özlemiyle yanıp tutuşan gurbetçilerimizin binlerce yıl öteden gelen ve buram buram Anadolu kokusunu yitirmeden modernize edilmiş ezgilerimize ağlayarak eşlik etmeleri ve yabancı konukların hayranlığını kazanan müzik performansımız, Avustralya’daki konserlerimizin en anlamlı ve temel özelliğiydi.” O AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Mümkünse bir de eşofman topraklara olan borçlarını ödemek için çırpınan üç genç insan. Necmettin Yuca, Ramin Alkan ve Mustafa Sabir Mühürdaroğlu. Gelirler ve görürler ki, okul okula benzemez. Karşılarındaki neredeyse yıkılmak üzere olan bir binadır. Yılmazlar, köylüleri de yanlarına alıp yeniden duvar örerler, badana yaparlar, sandıklardaki önlükleri çıkarırlar, kolu bacağı kopmuş sıraları onarırlar ve okul zili çalar. Okulun 50’si kız 85 öğrencisi vardır. Ama kimselerin önlük, yaka alacak parası yoktur. Ama kimselerin ayakkabı alacak parası yoktur.. (Fotoğraf: AA) yasaktır, haklarında konuşmak yasaktır.. sadece anaları geceleri sessizce ağlar ve dua ederler: “Ey güzel Allahım, şu terörü bir bitiriver, bitiriver ki, şu kısacık ömrümde kızımın gül yüzünü bir kere göreyim, ne haldedir, bir kere bileyim...” O köyde, okumak isteyen küçücük kızlar, oğlanlar vardır; o köyde çocuklarının kaderini değiştirmek isteyen babalar, analar vardır. Bir mucize olur ve bir gün köye Hakkârili üç idealist öğretmen gelir, doğup büyüdükleri öğrencilerin yarısı, yırtık terlikleriyle kara bata bata okula gelir. Ayakları donar, sıcacık bir yer ararlar ama, okulun odunu yoktur. Ama kimselerin kitap, defter alacak parası yoktur. Ama kimselerin boya kalemi, resim defteri alacak parası yoktur. Ama kimselerin kalem açacağı, silgi alacak parası yoktur. Öğretmenler bir çare düşünürler ve Şemdinli’ye gidip bir internet kafeden adeta bir çığlık gibi yardım çağrısı atarlar. Çağrı şöyle başlar: “Biz Irak sınırındayız, yardım edin!” Ardından çocukların ihtiyaçları sıralanır: “Önlük, yaka, çanta, kışlık mont, ayakkabı, erkek pantolonu, kızlar için çorap, güzel yazı için resim defteri ve normal defterler, kalem, silgi ve resim boyası, kitap ve mümkünse eşofman...” Orda bir köy var uzakta.. kentlerde söylenen marşların ulaşmadığı, yalnız ve kimsesiz... Utanarak “Mümkünse bir eşofman” diye usulca seslenen bir köy... isilozgenturk@gmail.com E Anadolu Güneşi Müzik Topluluğu, 3. Lale Festivali kapsamında Melbourne, Sydney ve Perth şehirlerinde verdiği konserlerde büyük ilgi ile karşılandı.