Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 C P E kitap R V A S I Z P E R T A V S I Z 9 KASIM 2007 CUMA KULE CANBAZI SUNAY AKIN Denizin canı acır mı?.. bat herkesin sakin bir şekilde can yeleklerini giymelerini ister. Panik yayılırken dev bir dalga, gemisini kurtarma çabasındaki Mehmet Kaptan’ın köşküne çarpar. Dalga, kaptan köşkünü bir giyotin gibi ayırır gövdeden. İdaresiz kalan Üsküdar vapuru başsız bir beden gibi dalgaların arasında çaresiz kalır. Elleri arkadan bağlı başsız bir beden!… Acı haberi duyanlar kıyıda toplanmaya başlar. Sahilden beş yüz metre açıktaki kaza yerine giden motorlara “Preveze” ve “Gür” adlı denizaltılar da katılır. İlk anda 38 yolcu kurtarılır. Resmi kayıtlar 240 insanın öldüğünü söyler. Ama halk, yolcu kapasitesi 344 olan Üsküdar vapuruna son seferinde 400’ün üstünde yolcu alındığına ve çoğunun cesedinin bulunamadığına inanır. Kaybolan yolcuların cesetleriyle birlikte kazanın suçlusu da aranılmaya başlanılır. Ağızlara ilk dolanan isim kaptan Mehmet Aşçı olur. Meslek yaşamının yedi yılını körfezde geçiren Mehmet kaptanın, vapuru iskeleden ayırmasıyla yangına körükle gittiği söylenir. Üsküdar iskelede kalsaydı onca insanın boğulmayacağına inananların sayısı giderek artar. Taşıma kapasitesinden fazla yolcu alınması da suçlamaların tuzu biberi olur. Ama, asıl suçlunun “Üsküdar” olduğuna karar verilir. Ne de olsa köhne ve küçük bir vapurdur. Uzun yıllar İstanbul’da çalışan Üsküdar’ın, körfez taşımacılığında yetersiz kaldığı yönündeki şikâyetler de, yerel basın tarafından kaza öncesinde birçok kez dile getirilmiştir!.. Can yeleklerinin bazı cesetlerde ters bağlandığının görülmesi her şeyin bir anda olduğunu ortaya koyarken, kazanın ayrıntıları Üsküdar’a ulaşılarak öğrenilir. 8 Mart 1958’de başlatılan çalışmalar vapurun battığı yerin çamurlu olmasından dolayı güçlükle yürütülür. On bir gün sonra, 35 metre derinlikten kurtarılan vapurda dört cesedin daha olduğu görülür. Dümen zincir baklasının koptuğu tespit edilen Üsküdar’ın kaptan tarafından yönetilemediği gerçeği de, su üstüne çıkar. Enis BATUR İki eski katalog B u türden pek çok belge yeniden dolaşıma sokuluyor artık, olanak doğsa, iki kataloğu, sınırlı sayıda basıp yayına hazırlamak isterdim. 1868 yılının Ocak ayında Paris'te basılan Collection de Tableaux de Son Excellence KhalilBey başlıklı, önsözünü Théophile Gautier'nin kaleme aldığı müzayede kataloğunun tıpkıbasımın başına, bugün, Francis Haskell'in Past and Present in Art and Taste (1987, Yale) kitabında yer alan “Ondokuzuncu Yüzyıl Paris'inde Bir Türk ve Tabloları” incelemesini yerleştirmek gerekir. Bir de, o metni önceleyen bir başka incelemeyi: Roderic H. Davison'ın “Osmanlı Devlet Adamı ve Diplomatı Halil Şerif Paşa”yı (1981). Tıpkıbasımın ardından da, izin olursa benim kaleme alacağım bir sonsöze yer verilebilir: “O gün bugün Halil Şerif”. Bu kataloğu yüz kırk yıl sonra yeniden dolaşıma sokmanın bir anlamı, işlevi olabilir mi? Bana kalırsa, birkaç temel sorunun etrafında, şüphesiz spekülatif düzlemde, soruşturma yürütülmesi sağlanabilir katalogla. Haskell, Halil Bey koleksiyonunun ondokuzuncu yüzyılın en güçlü kişisel koleksiyonu olduğunu vurgular: Nasıl olmuştur da, bir yabancı, bir Türk, bir Müslüman bugün Louvre'da, Orsay Müzesi’nde sergilenen yapıtların önemini günü gününe değerlendirebilmiştir? Haskell; Batılıların, karşılarında yüksek düzeyde modern bir adam olduğunu (Courbet dışında!) anlayamayacak durumda olduklarını belirtir. Anekdot müthiştir: 1877'de, ölümünden az önce, yeniden Paris'e büyükelçi olarak gönderildiğinde, Fransa Cumhurbaşkanı’na takdimi esnasında Başkan ona sorar: “Ne dersiniz Sayın Büyükelçi, bizim buraları sizin oralara pek benzemiyor değil mi?”. Halil Şerif Paşa'nın yanıtını bugün kim verebilir bilemiyorum: “Hiç de öyle değil sayın Başkan: Bizler de sizler kadar geri kalmış durumdayız”. Ama kataloğun asıl düşündürücü yanı, Halil Şerif Paşa'yla aynı tarihlerde Paris'te resim öğrenimi görmüş Şeker Ahmet Paşa'nın, yurda dönüşünde Saray'a Fransa'dan aldırttığı tablolar gözönüne alındığında çıkacaktır: Bir tane olsun başyapıt yer alamaz mıydı aralarında?! Üçüncü soruyu onca yıl önce Haskell getirip koymuş: Günümüzde zengin Batılıların çoğu zengin Müslümanlarla aynı tabloları satın alıyor neden? Nedenini bilmiyorum da, şunu merak ediyorum: Dev servetleriyle listelerde boygösteren tek bir zenginimiz Türkiye'ye bir Matisse, bir Picasso, bir Rothko, bir Beuys getiremez miydi? ? İkinci katalog, 1893'te İstanbul'da, Sultan Hamamı caddesinde mukim Bağdatlıyan Tipografik ve Litografik Matbaası’nda basılmış: Catalogue de la Bibliothèque de feu Ahmet Vefyk Pacha. O yılın 18 Temmuz günü, ölümünden tam iki yıl sonra, Ahmet Vefik Paşa'nın benzersiz kütüphanesinin satış müzayedesi için hazırlanan katalog oldukça profesyonel biçimde kotarılmış. Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Grekçe ve Latince, Romanca ve Rusça kitaplar konu başlıklarına göre tasnif edilirken, fiziksel özellikleri ayrıntılı biçimde vurgulanmış. Kütüphane kataloğunda yer alan 3851 kalem arasında çok sayıda elyazması, XVI.XVII. yüzyıl baskısı kitaplar, çoğu yüksek zanaat ürünü ciltler bulunduğu anlaşılıyor. Bu kataloğun girişine, iki sıradışı ansiklopedi maddesini koymayı düşünürdüm: Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ve Ömer Faruk Akün'ün dopdolu metinlerini. Kataloğun sonuna Zafer Toprak'tan bir değerlendirme yazısı ister, en sona elimden çıkacak bir portre denemesi koyardım. Orada, neden Ahmet Vefik Paşa'nın “ne taşınır, ne de kullanılır, binek taşı büyüklükte bir pırlanta” olduğu yollu yargıyı benimsemediğimi anlatırdım. Bu kataloğu yayımlamak, bir Ondokuzuncu Yüzyıl Osmanlı aydınının, şüphesiz sıradan bir örnek olarak görülemeyecek Ahmet Vefik Paşa'nın üzerinde kitapkütüphane bağlamında önemli bir denektaşı sunma anlamını taşıyacaktır. Tipik, benzerine sık rastlanacak bir kütüphane sayılamazdı onunkisi: Böylesine Türk, böylesine kozmopolit, çünkü hem Doğulu hem Batılı kaç aydın çıkarabiliriz o dönemden? Şefik Atabey'den günümüze, sıkı kitap koleksiyoncularımız var. Ali Emirî'den günümüze bambaşka bir damar çizilmiş. Ahmet Vefik Paşa'nın kütüphanesini onlarla değil de, şimdiki zaman aydınlarınınkilerle kıyaslamak en doğrusu. kgün Akova’nın “Elimi Tut Yeter” adlı kitabını borçlu olduğu oğlu Fırat altı yaşındayken sorar: “Baba, gemiler batarken denizin canı acır mı?..” Karamürsel’de fotoğrafçılık yapan Mustafa Bal, dokuz yaşındaki kızı Cahide’nin “Babacığım bana ayakkabı al” diye yalvarmalarına daha fazla dayanamaz ve elinden tutarak İzmit’e doğru yola koyulur… 1958 yılının 1 Mart günü Cahide, yeni ayakkabılarını bir an önce annesine gösterme isteğiyle İzmit iskelesine yanaşmakta olan Üsküdar vapuruna bakar. O gün, oldukça kalabalıktır iskele. Günlerden cumartesidir. Kaptan Mehmet Aşçı yolcularının vapura binişini seyrederken yaklaşan fırtınadan rahatsızlık duyar. Yirmi iki yıllık oldukça deneyimli bir denizci olan Mehmet Kaptan, vapurun iskeleye bağlıyken fırtınaya yakalandığında batacağından endişe duyarak halatın çözülmesini emreder. Çımacı olmadığı halde kaptanın emrini yerine getirmek üzere Üsküdar’ın mürettebatından Ali Kaya iskeleye çıkar. Bağlarından kurtulan vapur, özgürlüğüne kavuşan bir at gibi uzaklaşır. Saat 12.27’de, İzmit’ten Karamürsel’e gitmek üzere hareket saatinden birkaç dakika önce iskeleden ayrılan Üsküdar vapuru öfkeli birkaç yolcusuyla birlikte Ali Kaya’yı da kıyıda bırakır!.. Vapurun saatinden önce hareket etmesine sinirlenenler söylenirlerken, İzmit Devlet Hastanesi’ndeki bir görevli de çocuğunu azarlar. Çocuğun “Vapura binmem” diye diretmesine daha fazla dayanamayan adam inmek zorunda kalır Üsküdar’dan. Gölcük’te işçi olarak çalışan Halit Yener de, ağabeyine veda etmediğini anımsayarak halat çözülmek üzereyken iskeleye atlar. Derince’deki Petrol Ofisi iskelesinin açığına gelindiğinde saatte 130 kilometre hızla esmeye başlayan rüzgâr daha da kabartır körfezin sularını. Otuz bir yaşındaki Üsküdar, dalgaların ağırlığıyla çatırdamaya başlar. Suların camları kırarak ikinci mevkiye dolması paniğe neden olur yolcular arasında. Mürette A Son Ültimatom/ Robert Ludlum/ Çeviren: Gülten Suveren/ Altın Kitaplar/ 448 s. Doğu Bilimleri Profesörü olan David Webb, sadık bir eş ve iyi bir babadır. Yaşadığı bir kaza sonucu geçmişinde ne yaptığını ve kim olduğunu hatırlayamamaktadır. Bu arada eski bir CIA ajanı olan Conklin ile Dr. Panov, Jason Bourne imzalı bir telgraf alırlar. İkisi de bir lunaparka çağrılmaktadır. Telgraf üzerine gittikleri lunaparkta, işlenen bir cinayete tanık olmaları onları da kuşkuya düşürür. Çünkü Bourne’u yakından tanıyan adamlar onun bu cinayetle ilgisi olamayacağını, bir profesör olarak farklı bir hayat sürdüğünü ve bu olayla Bourne isminin tekrar gündeme getirilmek istendiğini anlarlar. Bu işin arkasında başka biri vardır... Sonunda telgrafın Çakal adıyla tanınan ve Bourne’un can düşmanı olan Carlos tarafından gönderildiğini anlarlar. Bunun üzerine David Webb’e, namı diğer Jason Bourne’a giderler. Çakal’ı tanıyan ve yüzünü gören tek kişi odur. Webb olanlardan Çakal’ın kendisiyle son bir hesaplaşmaya girmek istediğini anlar ve oyunu kuralına göre oynamaya karar verir... Bir Kıyamet Komedisi/ Neil Gaiman, Terry Pratchett/ Çeviren: Hande Przybylinski/ Salyangoz Yay./ 406 s. Tam bir hafta sonra cumartesi günü, akşam yemeğinden önce kıyamet kopacaktır. Şeytanın oğlu bundan on bir yıl önce, ücra bir kasabada satanist rahibelerin eline doğmuştur. Ancak Geveze Tarikatı’ndan rahibe Mary çocukları karıştırır. Cehennem ve Cennet’in güçleri büyük bir savaşa başlamak üzeredir. Ancak Sah lik simgeleri; İngiliz dilinin kültürel kalıpları; şehircilik, kırsalcılık ve bahçe peyzajı; egemenlik, demokrasi, mülkiyet ve ilerlemeye ilişkin düşünceler. te Mesih kayıptır. Üstelik Cehennem ve Cennet’in dünyadaki temsilcileri insan türünden hoşlandıklarını ve yeryüzündeki hayatın bitmesini istemediklerini fark ederler. Aralarında anlaşıp insanlara yardım etmeye karar verirler. Yoksa İblis mi kazanacaktır? At yerine motosikletlerine binip dünyayı birbirine katan mahşerin dört atlısı, Bentley marka arabasında sürekli Queen dinleyen iblis, sahafiye kehanet kitapları satışıyla uğraşan bir melek ve çok sayıda fantastik karakter komik bir apokalips manzarası oluşturur... Varna Savaşı/ Colin Imber/ Çeviren: Ayda Arel/ Kitap Yay./ 286 s. Bu kitapta, Osmanlı tarihçisi Colin Imber, II. Murad’ın zaferiyle sonuçlanan Varna Savaşı’nı Osmanlı vakayinameleri ve Avrupa kronikleri üzerinden okura sunuyor; dönemin görgü tanıkları tarafında yazılmış üç metin öne çıkıyor. Bunlardan ilki Halil İnalcık ile Mevlud Oğuz tarafından yayınlanmış olan Gazavâtı Sultan Murâd b. Mehemmed Hân. Bu yazma, İzladi Derbenti ile Varna Savaşı’nın bir Osmanlı görgü tanığı tarafından anlatısı. Imber’in kitabına aldığı ikinci metin, N. Jorga tarafından yayınlanan Jehan de Wavrin’in (ö. yak.1474) metni. Bu metin Boğaziçi, Karadeniz ve Tuna’daki Burgonya gemilerinin başında bulunan, yazarın yeğeni Waleran’ın anılarına dayanıyor. Üçüncüsü ise, Alman soylularının saraylarında hizmet etmiş bir ozan olan Michel Beheim’ın 1443 ve 1444 Haçlı Seferlerini anlattığı Türkenschlacht bei Warna (Varna’da Türklerle Meydan Savaşı) adlı bir balad. Michel Beheim, baladının 1444 seferiyle ilgili olan kısmını, Türklerin tutsak ettiği Hans Maugest’in anılarına dayandırmış. Imber, çalışmasına kısa başka metinler de eklemiş. Kitapta özgün Osmanlı vakayinameleri kullanılmış ve sadece Batı dillerinde yazılmış olanlarla Arapça kaynaklar Türkçeye çevrilmiş. Hayalet Yolu Türküsü/ Jonathan Maberry/ Çeviren: Emine Atik, Şule Erdal/ Salyangoz Yayınları/ 614 s. Kitap için, “Blues’un duygusal yanıyla, iç gıcıklayıcı korkunun katı bir karışımı. Yarattığı net karakterler ve zekice tasvirleriyle Jonathan Maberry her korku severin içinde yaşamak isteyeceği bir kasaba portresi çiziyor. Tabii her şey çirkinleşmeye başlayana kadar. Bu üçlemenin ikinci kitabını sabırsızlıkla bekliyorum” diyor korku filmleri oyuncusu ve yazar Brinke Stevens. “Hayalet Yolu Türküsü”, Pine Deep üçlemesinin ilk kitabı. Kapitalizmin Arkaik Kültürü/ Ellen Meiksins Wood/ Çeviren: Oya Köymen/ Yordam Kitap/ 238 s. İktisadi ve siyasi tarihi, düşünce tarihiyle birlikte ele alan Ellen Meiksins Wood, güncel ‘NairnAnderson’ tezlerinden, C. D. Clark’a ve Alan Macfarlane’e kadar uzanan tartışmalara giriyor ve çeşitli konuları inceliyor: Britanya kapitalizminin ve Fransız mutlakıyetçiliğinin izlediği gelişim yolu; devlet ve ulusun semboŞalom’da 60 Yıl/ M. Levi, V. Apalaçi, M. Russo, N. Barokas, S. Yanarocak, A. Nasi/ Gözlem Gazetecilik Basın ve Yay. A.Ş./ 364 s. Şalom gazetesi,1947 yılının Cumhuriyet Bayramı’na rastlayan 29 Ekim günü yayın hayatına başladı. Bugüne kadar ara vermeden yayımlanan gazetenin 60. yılı nedeniyle bu süreçteki gazete ciltleri taranarak bir almanak hazırlanmış. “Şalom’da 60 Yıl” isimli almanakta yer verilen olaylar, genelde gazetede yansıtıldığı özgün şekliyle dönemin Şalom’u penceresinden aktarılmış. On yıllık süreci içeren ve altı bölümden oluşan kitapta her bir bölümün başında zamanın Türk siyasi yaşamı, Türkiye Yahudilerinin sosyolojik evrelerinden yansımalar, gazetedeki önemli dönemeçler yazarların kaleminden kendi yorumlarıyla sunulmuş. Che Guevara Mitten İnsana İnsandan Mite/ Miguel Benasayag/ Çeviren: Işık Ergüden/ Versus Kitap/ 140 s. Kitapta Miguel Benasayag, resmi Marksizmin uzun süre maskelediği kimi Guevaracı hipotezlerin güncelliğini ve Che Guevara’nın mitsel oluşumunu analiz ediyor. Bu yapıt, insan ve mit olarak Che Guevara’nın gerçeğin peşinde koşarken, aynı zamanda, bugün Guevaracılığa çok şey borçlu olan yeni radikal ve muhalif hareketlerde yeşeren bir zihniyetin de izini sürüyor. Tarikatlar sinemaya el attı Tarikatlara övgüler yağdıran zikir çekimlerinin devlet kurumlarında gerçekleştiği, Turizm Bakanı Günay’ın ‘Türk sinemasına yeni boyut kazandırdı’ dediği ‘Anka Kuşu/Bana Sırrını Aç’ adlı filmin galası Bolu’da yapıldı Rujhat AVŞAR BOLU Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla çekilen “Anka Kuşu/Bana Sırrını Aç” adlı filmin galası Bolu’da yapıldı. Tarikatlara övgüler düzülen filmin galasına katılan Bakan Ertuğrul Günay, bu yapımın Türk sinemasına yeni bir boyut kazandıracağını savundu. Zikir görüntülerinin devlet kurumlarında çekilmesi ise gözlerden kaçmadı. Mesut Uçakan’ın senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı, başrollerinde Yalçın Dümer, Ceren Öztürk, Kenan Bal’ın yer aldığı filmin galası Bolu’daki Kardelen Sineması’nda yapıldı. Bolu’nun Göynük ilçesinde çekilen film, ana kahraman Selman’ın küçüklüğünden başlıyor ve bu karakterin bir tarikata katılışını işliyor. Eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil’in de zikir çekme sahnelerinin yer aldığı filmde, tarikat liderleri bir pınar olarak nitelendiriliyor. 94 dakikalık filmin zikir görüntülerinin büyük bölümünün kamu binalarında çekilmesi gözlerden kaçmadı. Çekimler sırasında ihbarlar üzerine jandarmanın da baskın düzenlediği öğrenilirken, galaya Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Jandarma Alay Komutanı Bedri Dursun, Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz ve Bolu Valisi Ali Serindağ da katıldı. Bakan Günay büyük kısmını eli cebinde yaptığı konuşmasında Anka Kuşu’na bakanlığının katkıda bulunmuş olmasından dolayı gurur duyduğunu söyledi. Günay, filmden sonra da gazetecilerin soruları üzerine filmin çok tartışma yaratacağı ve sinemaya yeni bir boyut kazandıracağı yönünde açıklama yapmakla yetindi. Bakan Günay, zikir sahneleriyle ilgili soruları ise yanıtsız bıraktı. Jandarma Alay Komutanı Bedri Dursun ile bazı bürokratların ise salondan gergin yüz ifadeleriyle ayrıldıkları görüldü. Dünyanın ‘süper faresi’ üretildi Dış Haberler Servisi ABD’li bilim insanları, saatler boyunca koşabilen, daha çok yemesine rağmen şişmanlamayan, ömrü uzun ve daha aktif bir cinsel hayata sahip bir “süper fare” yarattı. ABD’nin Cleveland kentindeki Case Western Reserve Üniversitesi biyokimya profesörlerinden Dr. Richard W. Hanson, genetiği değiştirilen farelerin dakikada 20 metre hızla, 6 kilometre boyunca durmadan koşabildiklerini anlattı. Bunun, bir insanın bisikletle hiç durmadan Alp Dağları’na çıkmasına benzer olduğunu belirten Hanson, farelerin yüzde 60 daha fazla gıda tüketmesine rağmen şişmanlamadığını, ileri yaşta bile aktif cinsel hayata sahip olduklarını ve 3 yıl kadar ömür sürebildiklerini belirtti.