22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

26 EKİM 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN Mahmut, ama ikincisi!.. limiye Kışlası’na yaklaşırken top atışları duyulur. Merak etmeyin, atlar bu gürültüye, patırtıya alışıktırlar. Çünkü, padişahın her yolculuğunda bu merasim yapılmaktadır. Kışlanın kapısında duran arabadan kim inse beğenirsiniz?.. Bir saray görevlisi!.. Elinde bir çerçeve taşıyan adam kapıdan içeri girerken kendisini karşılayan paşalar selam durmaktadırlar!.. Elbette bu kadar muamele kendisine değil, çerçeve içinde portresi olan padişahadır!.. İşin aslı şudur: II. Mahmut devlet dairelerine resminin asılmasını emreder. Selimiye Kışlası’ndaki paşalar gelenin padişah olup olmadığı konusunda tartışırlar ve anlaşamazlar. Sonunda, sureti de olsa gelenin padişah olduğuna karar verirler ve ona göre bir karşılama töreni hazırlarlar. Devlet dairelerine resmini astıran ilk padişah olan II. Mahmut, çok geçmeden halk arasında “Gâvur Padişah” olarak anılacaktır. MAHMUT’UN TÜRBESI... İlk padişah resmi duvarlarda üç yıl saltanat sürer. 1839’da, II. Mahmut’un ölümü sonrasında resimleri kaldırılmaz! Asıldıkları yerde kalan resimlerin üstü birer örtüyle örtülür! II. Mahmut’un cenaze töreni 1 Temmuz gününde yapılmış olsa da, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır, o yaz günü İstanbul’da... Dahası, II. Mahmut, Mısır ordusunun Osmanlı ordusunu Nizip Savaşı’nda yendiğini ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın armağan olarak gönderdiği zürafa gibi kendisine “yukardan” baktığını görmemiş, görememiştir. Divanyolu’ndaki II. Mahmut türbesini yolum Cağaloğlu’na düştükçe ziyaret ederim. Hiç gitmediyseniz, mutlaka zaman ayırın bu ziyarete... Öldürülen ilk gazeteci Hasan Fehmi de türbenin bahçesinde yatmaktadır... Sadece o mu?.. İlk müzeci Ahmet Fethi, Ahmet Samim, Ziya Gökalp de arada... Ve daha niceleri!.. II. Mahmut’un türbesinin kapısından içeri girmeden, ona en yakın mezar taşını iyi okuyun... Çünkü üstünde “Şeyh Bedreddin” yazmaktadır!!! C 15 Enis BATUR Tanınırlık üzerine denemeII Ü çbeş bin okurum var benim, sayılarını tam olarak kimse bilemez. Gelgelelim, on binlerin tanıdığı biriyim sanırım: Ekrandan, gazete sayfalarından. Adım yüzer ortalıkta, yüzüm dolaşır, tanışmadığım insanlarla selamlaşır, gözlerinden beni 'çıkardıkları'nı, bir başkasıyla karıştırsalar bile, okurum. Şimdi, “sizi tanıyorum” diyen beyefendi, beni ne kadar tanıyordur, nasıl tanıyordur, bunun yanıtını onun yerine şüphesiz veremem. Olsa olsa tahmin yürütebilirim. Bana öyle geliyor ki, gerçek bir tanışıklık biçimi değildir burada rastladığımız: İdil Biret'i tanıyorum ama onu hiç dinlemedim, Murat Belge'yi tanırım ama tek satırını okumadım, Celâl Şengör'ü tanıyorum ama tam ne iş yapar, ne düşünür bilemiyorum diyecek pek az kişi vardır, tanıdıklarını söylüyorlarsa tanıyorlardır. Yıllar oldu, bu kez bir hanımefendiydi, “Siz birisiniz ama şimdi çıkaramıyorum” dediydi ikide bir dönüyorum şu 'çıkarma' durumuna, çünkü fiilin o kullanılış biçimine bayılıyorum. Kullanıyorum da. “Beni tanımadınız mı?” diyor karşımdaki, dokuz yıl önce vapurda yanımda oturmuş ve biraz konuşmuşuz, “Kusura bakmayın, çıkaramadım” diyorum önce, arkasından da beyaz yalana başvuruyorum: “A tabiî, hatırladım.” Üçüncü kattan seslenen beyefendiden uzaklaşmayalım. Gerçekten beni tanımış, gerçekten bana uygun bir davranış sergilemediğim kanısına kapılmış idiyse, “Enis Bey, bir sakıncası yoksa buraya çöp torbası bırakmamanız mümkün mü?” diyemez miydi? Sokaktan üçüncü kata sıcak bir diyaloğa girişebilir, Heybeli'nin temizlik sorunu hakkındaki ortak tasalarımızı dile getirebilir, uygun bir vakitte dahasını da konuşmak için sözleşip ayrılabilirdik. Oysa, deneme madem paranoya çukuruna çağırmış bir kere, ahval pek öyle değildi. “Sizi tanıyorum”, zaten size bu yakışır, önce adam olacaksın, şan şöhret insanı uygar yapmaya yetmiyor işte, ben sizin gibileri bilirim, çok gördüm, böyle aydın geçinenleri, kendinizi bir şey sanırsınız, ama azıcık kazımakla asıl çehreniz ortaya çıkar, yollu bir iç söylemin söze dökülmüş halini pek bir çağrıştırıyordu. Tanınırlık katında, hak etmediğiniz iki tür tavırla sık sık yüz yüze gelirsiniz. Birinde, aslında dayanaktan genellikle yoksun iltifatlara boğar sizi, karşınızdaki. Öbüründe, bir o kadar dayanaksız hücum güdüsünün muhatabı olursunuz. “Kendinizi bir şey sandığınız”dan emin olanlar, sizi bir şey, ama başka bir şey sandıklarını göremez, varsayımlarından nem kapma özgürlüklerini fütursuzca kullanırlar. Bir olasılığın da, kendilerini bir şey sanmaları olabileceğini asla akıllarından geçirmez böyleleri. Yakın bir akrabam, okumaya yazmaya “gereğinden” fazla zaman ayırdığımı, bunun için de kendisini “gereğince” aramadığımı söylemişti: “Çocukluğunda böyle değildin sen” dediğini unutmuyorum: “Kendini bizden farklı (yoksa 'önemli' miydi?) biri mi sanıyorsun?”. Bana kalırsa, asıl ayrıcalık arayışındaki başkası değildi. Tanınırlık, çevremizde rahatsızlık doğurur. Bir arkadaşım, peşpeşe yayımlanan kitaplarım nedeniyle benimle yapılmış bir söyleşiyi izlemiş televizyonda, ertesi gün “Ün salağı oldun sen” demişti. Tanınma isteğinin altında kolayca üzeri çizilebilecek bir güdünün yattığı doğrudur. Gene de, kitap yazmak da, ölçülülük içinde kalmaya özen göstererek söyleşi konuğu olmak da ayıpların en büyüğü, zaafların en katmerlisi gibi gelmiyor bana. Başkalarının tanınırlığına her durumda tepki duyanlara ayrıca bakılmalı. Çoğunun, fırsat doğduğunda, yanındakileri dirsekleyerek öne fırladığına tanık olmuşumdur. Kimileri yıllarca ün orucu tuttuktan, öyle yapmayanları yerden yere çaldıktan sonra ar damarlarını çatlatır, her yerde boy gösterir olur. Köşelerinde rahat durmayan, farklı seçimler yapmış benzerlerinin üstüne asit dökmeden edemeyenleri sevmem ben. Gerçek erdemli, bunu kafalara kakmaktan sakınmayı bilendir. Tanınırlık isteğinin en hazin anlatımının “reklamın iyisi kötüsü olmaz” şiarında ete kemiğe büründüğüne inanıyorum. Uyuz gerekçeleri bellidir: Tarih, tapınağa sıçan Erostratos'u unutmamış, tapınağın mimarı Sitesifon'u, sifonu çekerek, unutuluş çukuruna göndermiştir. İyi de, bir insanın kıçından sarkan dışkı parçası nedeniyle tarihe geçmesini mübah tanınma biçimi sayan kişi suyun üstünde yüzse neye yarar, işte bunu kestiremiyorum doğrusu. Denemenin sonuna geldim. Aklımda bir soru: Üçüncü kattaki beyefendiye teşekkür borcumu nasıl iletsem? ultanahmet Meydanı’nda faytonlar gezinmeye başladı... Daha çok yabancı turistlerin ilgi gösterdiği turlardan biri 100 yıllık bir faytonla yapılıyor... Yalnızca faytonların görünüşü değil, atların ve tekerleklerin çıkardığı seslerin bile tarihi yarımadaya güzellik kattığını söyleyerek “At Kokusu” adlı şiirimin son dizelerini okuyalım: Kaç faytoncunun / artık taksicilik yaptığını da bilirim / ama söylemem / onu da siz bulun / dikiz aynasına takılı boncuklardaki / at kokusundan İstanbul sokaklarında faytona binmek yalnızca padişaha ait bir haktı... Ta ki, II. Mahmut’un tahta oturmasına kadar... II. Mahmut, faytonun bir saray aracı olma ayrıcalığına son vererek herkesin bu araçtan yararlanmasını sağlamıştır... S HÂMİŞ Bir hafta geçmedi. NTV Yayıncılık'taki arkadaşları yılan sesiyle kandırdım, yazın ortasında şehre inmeye dehşet üşeniyordum, bir toplantımızı adada yapma fikrim pek hoşlarına gitti, iskele yakınlarındaki El Faro'ya çöreklendik: Sevin Okyay, Mustafa Dağıstanlı, Ümit Bayazoğlu, ben. Henüz mavra faslı bitmemişti ki, bir ara “vaaay!” ünlemiyle iskemlesinden fırladı Ümit, malum eski Heybelili olduğu için herkesi tanır, ne göreyim: “Beyefendi”yle öpüşmüyor mu! Masaya döndüğünde sordum hemen: “Kim o adam?” Alaycı gülümsemesini yüzüne takarak, “dangalağın tekidir” dedi; “Öğrencilik yıllarımızdan beri tanırım, hiçbir işe yaramaz, herkesle itişip kakışır. Neden sordun?” Ben tanınıyorum ya, “Beyefendi” de tanınıyormuş demek. Ümit böyle tanıyormuş onu, bakalım başkaları öyle mi tanıyor? Ümit'in tanıklığı işime geldi tabiî. Eminim nedense, bulunduğu ortamda adım geçecek olsa, “Beyefendi” sözü kesip “Tanırım onu ben” diyecek: “Düşündüğünüz gibi biri değildir o”. Bunları yazarken arkama bakıyorum, kimse gelmiyor. ZÜRAFANıN ÖLÜMÜ Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa, armağan olarak bir zürafa da II. Mahmut’a gönderir. Saraya gelen zürafa herkesin hayranlığını kazansa da, saz heyetinde bulunan Küpeli Abdi Bey mübarek hayvandan çok korkar. Bunu fırsat bilen arkadaşları, padişaha, zürafanın sırtına bir kez binenin cennetlik olacağını ve Abdi Bey’in izin istediğini söylerler. İzin alınınca da, sarayın en ücra odasındaki bir dolabın içine saklanan Abdi Bey yakalanıp, zürafanın üstüne atılır. Zavallı hayvan ürkerek seyisinin elinden kurtulur ve sarayın bahçesinde koşmaya başlar. Abdi Bey de çaresizlikten, çok korktuğu halde sırtına oturduğu zürafanın boynuna sarılır... Sarayda adeta bir şamar oğlanına dönüşen zürafa, memleket özlemi bir yandan, hiç de alışık olmadığı laubalilik öbür yandan, zaman içerisinde hastalanır ve boynunu, bir daha hiç kaldırmamak üzere sarayın soğuk taşlarına uzatır. Mevsim, büyük olasılıkla Afrika sıcağının çok uzağındaki bir İstanbul kışıdır... Osmanlı padişahları arasında resmi en ayrıcalıklı olan da II. Mahmut’tur... Efendim, oldu olacak onu da anlatalım: Yol boyunca sıralanan askerler, padişahı taşıyan at arabasını selamlarlar. Yol boyu dediğimiz mesafe de Beylerbeyi Sarayı ile Selimiye Kışlası arasıdır... II. Mahmut, Se II. Hrant’a.../ Editörler: Fahri Özdemir, Arat Dink/ Kırmızı Yayınları/ 338 s. Ölümünün ardından Hrant Dink’e yazılmış mektuplar yer alıyor bu kitapta. Adalet Ağaoğlu’nun mektubundan birkaç cümle: “Canım kardeşim Hrank Dink!... Sana seslenmek, seninle konuşmak ihtiyacım büyüdükçe büyümekte. Ensenden vurularak arkadan haince katledildiğin günden bu yana aylar geçti. Bulunan, bilinen, sen başta hepimizin de buranın yurttaşları olma kabilinden yaşanmışlık bilgileriyle zavallı canilerin eline silah verenler fermanı oradan oraya, ondan buna, düzünden derine uzadıkça uzadı. Senden önceki aydınlarımızı da vurup geçen katillerin bilinmez bulunmazlığı yıllardır sürüp giderken, senin ‘and vurgunu’ canavarların ‘bilinirlikleri’, çektikçe çekilen bir hale büründü; neredeyse ortalıkta kala kala asıl hainlerin vatansevicileri kalacak.” Kısa Türkiye Tarihi/ Sina Akşin/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 342 s. “Osmanlı İmparatorluğu’nda değişim rüzgârları XIX. yüzyıl başından itibaren güçlenmiş, çağdaşlaşma gereksinimi giderek vazgeçilmez bir hal almıştır. Sultan III. Selim’le başlayan bu süreçte önemli kilometre taşlarını oluşturan Islahat ve Tanzimat fermanları; onların peşinden gelen Jön Türk hareketi ve II. Meşrutiyet devrimi, son noktada Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet devrimleriyle taçlanırken altı yüzyıllık bir imparatorluktan modern bir devletin doğuş öyküsü de şekillenmiştir. Ama bu öykünün içinde ileriye doğru her adım büyük mü cadeleler ve acılar pahasına atılmış, reform ve hürriyet coşkularını istibdat dönemleri, görece istikrar ve huzur umutlarını bitmek bilmeyen yıkıcı savaşlar izlemiş, devrimler ve karşıdevrimler peş peşe sıralanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, gelgitlerle ilerleyen çağdaşlaşma serüveninin parçası olmuştur.” Prof. Dr. Sina Akşin, “Kısa Türkiye Tarihi”nde, XIX. yüzyıl başındaki ilk reform çabalarından 2000’li yıllar Türkiye’sine kadar uzanan çalkantılı süreci ele alıyor. Veda/ Ayşe Kulin/ Everest Yayınları/ 388 s. Ayşe Kulin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde, işgal altındaki İstanbul’da bir konakta yaşananları anlatıyor bu kez. Son Maliye Nazırı ve ailesi aracılığıyla o dönemin resmini çizen “Veda”, çökmekte olan bir tarih ile yeni bir gelecek arayan Milliciler arasında sıkışan o dönem Osmanlı aydınının da öyküsünü dile getiriyor. İstanbul Lâle ile Sümbül/ Selim İleri/ Doğan Kitap/ 198 s. “İstanbul yazılarımdan birinde, Tanpınar’ı ve ‘Huzur’u unutmadım diyordum. ‘Huzur’daki İstanbul’dan geriye ne kaldı, bir dökümünü çıkarsak diyordum. Böylesi dökümler, biliyorum ki, iç açıcı olmayacak. Ama ödeşmekte yarar var. Çünkü geriye kalanı kurtarmanın bir yolu da bu ödeşmelerden geçiyor.” Bu kitapta, Selim İleri’nin İstanbul’u konu alan yazıları yer alıyor. Kastamonu’da Âşık Fasılları (İki Kitap)/ Süleyman Şenel/ Kastamonu Valiliği Yayını/ 758 s. “Kastamonu’da Âşık Fasılları”, Kastamonu ve çevresi âşık musikisinin sözlü ve kayıtlı son tanıklarını çeşitli arşivlerden sağlamış, âşıklık geleneği içindeki musiki konusunu genel bir bakışla ele alan, ülke bazında âşık sanatının ana hatlarını belirlemeyi ve özellikle edebiyatımusiki ilişkilerini ön plana çıkarmayı amaçlayan, karşılaştırmalı ve bol notalı bir inceleme. Başka Bir Memleket/ Ioanna Karistiani/ Çeviren: Suat Baran/ Doğan Kitap/ 248 s. Artık Amerikalı olmuş Yunan asıllı Kiryakos Russias, ailesi ve geçmişi hakkında fazla konuşan biri değildir. Amerika’ya geleli yirmi sekiz yıl olmuştur, artık 43 yaşındadır ve Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. 1998 ya zında, yıllar sonra hiç hesapta olmadığı halde ilk kez anavatanına, köyü Pagameno’ya döner. Bütün bir ağustos ayını başka bir Kiryakos Russias’ı, kendisiyle aynı adı taşıyan ve babasının katili olan kuzenini aramakla geçirir. Kan bağı onları hem birbirlerine bağlamakta, hem de işlediği cinayet sebebiyle birbirlerinden uzaklaştırmaktadır... Yedi kuşaktır süren bu kan davasının izinde, iki kuzen içten içe yanan bir ateşle yok olmaktadır. Amerikalı Russias ile yaylalarda büyüyen Yunanlı Russias arasındaki mesafe, gün geçtikçe kapanacaktır... Ancak Yunanistan, Amerikalı Russias için hep başka bir memlekettir artık... Sosyalist Dünya Görüşü Marksizm/ Henri Lefebvre/ Çeviren: G. Doğan Görsev/ Yordam Kitap/ 136 s. Fransız Marksist Henri Lefebvre, bu yapıtında, Marksizmin kısa bir özetini sunuyor. Marksist felsefe, Marksist ahlak, tarihsel maddecilik, Marksist ekonomi ve Marksist siyaset gibi başlıklar altında Marksizmin hayatın tüm alanlarını kucaklayan bütünlüklü bir dünya görüşü olduğunu sergiliyor. Marksizmin yüzeysel ve yanıltıcı yorumları hakkında uyarıcı bir işlevde gören kitapta, Marksizme yöneltilen suçlamalarla Marksizmin kanıtlama gücüyle yanıt veriliyor. Yapıtın sonunda Marksizmin “aşıldığı” iddialarına da değinen Lefebvre, şu yargıyı ortaya koyuyor: “Marksizmi aşma tasarısının galiba pek bir anlamı da yok, geleceği de; çünkü Marksizm kendi kendini aşan bir dünya görüşüdür. ...Aşma teorisini de kendi içinde barındıran, hareketin/değişmenin teorisi olduğu için hareketli olmayı kararlılıkla isteyen ve eğer bir dönüşüm geçirecekse, kendi ‘oluşumsüreci’nin iç yasallığına göre dönüşüme uğrayacak olan bir dünya görüşü nasıl aşılır?” Sarıca Kilise’ye büyük ödül Haber Merkezi Vasco Turizm tarafından restore edilerek kültür turizmine kazandırılan Kapadokya’daki Sarıca Kilise, Avrupa Birliği ve Tüm Avrupa Kültür Mirası Federasyonu tarafından “Kültürel Miras Büyük Ödülü”nün ilk sahibi oldu. İstanbul’da Feriye Hamdi Sever Salonu’nda yapılan törende Avrupa Kültür Mirası Federasyonu üyesi Orhan Silier’in sunumundan sonra Paris Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Helene Ahrweiller, Kapadokya’nın kültür değerini ve mirasının bir ülke için önemi ile sorumluluğunu anlattı. Kazı çalışmalarını yapan KABA mimarlık adına Cengiz Kabaoğlu, kültür varlıklarının kamunun elinde olduğunu, bu nedenle de restorasyonlarda gereken titizliğin gösterilmediğine değindi. Projenin başından itibaren sponsorluğuna da soyunan Vasco Seyahat Acentesi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Yusuf Örnek ise “Bin yıllık bir tarihi mirasın gün ışığına çıkarılmasında payımızın olması gurur vericidir’’ dedi. Baykal Saran Ödülü Dönmez’in ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Geçen yıl yaşamını yitiren tiyatro sanatçısı Baykal Saran adına, bu yıl ilki düzenlenen “Baykal Saran Tiyatro Ödülü”, törenle Devlet Tiyatroları (DT) sanatçısı Benian Dönmez’e verildi. Ödül töreni, Dönmez’in en iyi oyuncu ödülüne değer görüldüğü “İki Kişilik Hırgür’’ adlı oyunun Küçük Tiyatro’da sahnelenmesinin ardından gerçekleştirildi. Mehpare Çelik’in sunuculuğunu üstlendiği ödül törenine, başta Saran’ın yakınları olmak üzere, tiyatro sanatçıları Ayten Gökçer, Rüştü Asyalı, Dinçer Sümer, Mehmet Ege, Serhat Nalbantoğlu, İpek Çeken, Beyhan Saran, DT Genel Müdürü Lemi Bilgin ile çok sayıda davetli katıldı. Törende, DT sanatçısı ve yönetmeni Baykal Saran’ın yaşamöyküsünü anlatan bir dia gösterisi de sunuldu.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear