Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
26 OCAK 2007 CUMA müzk YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Yadigar, dördüncü albümü ‘Etek Sarı’da deyişlerden halaylara Anadolu’dan ses getiriyor C Tasfiye zon’un, Lozan’da, “Vermek zorunda kaldıklarımızı, sizden teker teker geri alacağız” mealindeki tehdidinin gerçekleştiğine tanık oluyoruz. Acı olan, Türkiye’yi tasfiye etmeye, küçültmeye ve bir tarihsel “arıza”, bir “anomali” olarak kendi uygun gördükleri yere oturtmaya kararlı çevrelere açılan ellerdir. Yalvaran eller. Dink’in cenazesinde de bu senaryonun asıl sahiplerinden yardım dilendiği gözlenmiş olmalı. Türkiye’yi bitirmek için ipi çeken “efendilerden” demokrasi ve insan hakları bekleyenlerin hali ve yaygınlığı, asıl büyük acımızdır. Türkiye, Batı’ya kafa tutularak, onun dayattığı anlaşmalar yırtılarak kurulmuş bir cumhuriyetti. Kuruluşundaki o “1917 Ekim Devrimi” ile akraba zihniyet, Türkiye’yi bugüne kadar taşıdı. Şimdi tüm hücreleriyle çürüdüğünü, çürütüldüğünü bize kanıtlıyorlar: Ülke, gözünü kan bürümüş faşist ve manyak katillerle her çareyi Batı’da, yani zengin mutfağında gören “tatlı su Frenkleri” arasında kalmış bulunuyor. İki kamp da satıcıdır. Liberaller, Türk ve Kürt milliyetçileri, Kemal Derviş’li sosyal demokratlar, düşükleriyle birlikte şeriatçı sürü... Hepsi... Bu kadar mı? Bu kadar mı umutsuzuz? Pek az noktası sağlam kalan toprakların, en derinlerinde aydın, ilerici ve sol bir direnme damarı kaldığını da mı söylememize izin yok? O damardan başka hiçbir şey, Türkiye’yi koruyamaz oysa. Yugoslavya’dan Irak’a kadar geniş bir spektrumda rahatça gözlenebileceği gibi, çevresindeki ülkelerin kaderinden kaçamaz Türkiye. Serbest piyasa ekonomisi, bu ülkeyi tasfiye edecek. Ruh hastası etnikçidinci mafya katillerinin güdümünde bölgelere ayıracak. O nedenle solunu öldürüyorlar. Bu arada Hrant gibi eski solcuları da gürültüye getiriyorlar. Amaçları, Türkiye’yi bir kan gölüne çevirmektir. Uluslar, ülkeler ayaklar altına alınıyor, imha ediliyor ve acı olan, bazı kendisini solda sanan kesimlerin bu büyük saldırıda, saldıranlardan medet ummasıdır. Biz bu filmi, 19181919’da ve “Şerefsiz Osmanlı” başlığı altında görmüştük. Tekrar yutturmaya çalışıyorlar. Bu kez başarabileceklerini söylemek zorundayız. cutsay@cumhuriyethafta.eu 7 Türkü gibi yaşamak... Hatice TUNCER adigar halk müziğinin “sessiz” seslerinden. Yıllardır halk müziğiyle iç içe ve türkü âşığı. Yadigar’ın müzik yaşamında önemli olan “istediği tarzda, güzel bir türkü albümü” çıkarabilmek. Yadigar, “Etek Sarı” adlı dördüncü albümünde hem bu amacına ulaşmış hem de bazı “şanssızlıklarını” yenmiş görünüyor. Yadigar, 1415 yaşlarına kadar Tunceli’nin Çemişkezek ilçesinde yaşamış. Bağlamanın heyecanını o zamanlardan duymaya başlayınca babasından bir bağlama istemiş, ama sorulduğunda “öğretmen, avukat, gazeteci” olmak istediğini söylermiş. Yadigar, bağlama çalmayı kendi kendine geliştirdikçe çevresinden de ilgi görür, düğünlere, toplantılara çağrılır. Ama geçim sıkıntısı nedeniyle aile yollara düşüp İzmir’e yerleşir. Y Radyoculuk serüveni... Müzik dışında da olsa sevdiği bir iş yapmak isteyen Yadigar, bir dergide muhabir olarak çalıştıktan sonra Radyo Umut’ta “Türkülerimiz, Öykülerimiz” adlı programı hazırlayıp sundu. Bir süre de Anadolu’nun Sesi Radyosu Haber Merkezi’nde çalıştı: “Bu radyolar da sesimizi halka duyuruyorlar ama sık sık radyolarımızı kapatıyorlar.O süreçlere denk geldim ve radyoculuk serüvenim de böyle bitti.” İKİ KORODA BİRDEN İzmir’de tanıştığı “Ah Bir Ataş Ver” gibi Ege yöresinin birçok türküsünün derlemecisi olarak bilinen Dursun Yazıcıoğlu’yla tanışır ve ondan ders alır. Aynı zamanda Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı hocalarından olan Dursun Yazıcıoğlu, bağlama dersleri almak isteyen Yadigar’a sesini değerlendirmesini öğütler: “Konservatuvar sınavını kazanıp bir süre devam ettim, ama ekonomik nedenlerle bırakmak zorunda kaldım. Ama müzik eğitimini farklı biçimlerde sürdürdüm. Karşıyaka ve Bornova Belediyesi’nin korolarına aynı dönemlerde devam ettim. Birinden çıkıp diğerine koşuyordum. Hem ders alıyorduk hem de etkinliklerde çıkıp türkü söylüyordum. Ege Üniversitesi Batı müziği hocalarından da şan, nota, solfej gibi dersler aldım. 5 yıla yakın bir süre böyle geçti.” ‘Etek Sarı’ya dostların desteği... Y adigar, Ağdaş Müzik tarafından yayımlanan 4. albümü ‘Etek Sarı’yı hazırlarken son yıllarda başarılı dizi film müzikleriyle tanınan Kemal Sahir Gürel’den yardım almış. Gürel’in önerisiyle düzenlemeleri Aytekin Ataş’ın üstlendiği albüm çalışmaları sırasında Erol Mutlu ve Soner Akalın da hep Yadigar’ın yanında olmuş. İLK ALBÜM HEYECANI İzmir’de bir etkinlikte Arif Sağ’ın sesini beğendiğini söyleyip albüm yapması için teşvik etmesi kafasına takılır ve bir süre sonra İstanbul’daki akrabalarının yanına gelip, albüm yapma koşullarını araştırır. Arif Sağ’la görüşme olanağı bulamaz ama bir tanıdıklarının yardımıyla Unkapanı’nda bir müzik yapım şirketiyle anlaşır. 1993’teki “Rüzgârlar Beni Dinlesin” adlı ilk albümünü bir ayda tamamlayıp İzmir’e döner. Yapım şirketi ikinci albüm için çağırınca, ailece İstanbul’a yerleşme kararı alırlar: “İstanbul’a geldikten sonra çok zorluklarla karşılaştık. Ev bulmak, kira ödemek, İstanbul’a uyum sağlamak kolay değildi. Biriki akraba dışında kimseyi tanımıyorsunuz. Müzik camiasındaki insanlara ise hâlâ alışmış değilim. İlk albüm daha çok deyişlerin yoğunlukta olduğu bir albümdü. Halaylar, ağıtlar, sevda türküleri okumuştum. O dönem sevilmişti, hâlâ o albümün sattığını söylüyorlar.” GÖNÜL YARASI Yadigar başlangıçta kendi bestelerinden bir albüm hazırlamak istemiş ama müzisyen arkadaşlarının önerisiyle geleneksel halk türkülerinde karar kılmışlar. Albüme adını veren Arguvan yöresinden Hasan Durak’ın “Etek Sarı” türküsü, Gönül Yarası filminde Meltem Cumbul’un sesinden tanınmıştı. “Yeni Hamamın Üstüyem” duyar duymaz Yadigar’ın diline dolanan bir Van türküsü. Yadigar, Davut Sulari’den alınan “Divane” adlı deyişin yanı sıra Neşet Ertaş’ın “Doyulur mu”, Ali Ekber Çiçek’in “Lazım Değilsen” gibi usta eserlerini seslendiriyor. KIŞLALAR DOLDU BUGÜN Zülfü Livaneli’den Sürgün adıyla bilinen Yılmaz Güney’in Sürü filminin müziği Bırındarım Yaralıyım, bir geleneksel Kafkas ezgisi EreGule adlı Tunceli’den bir halay havası, Zeynel Aba’nın Şeref Hoşaf’ın şiirinden bestelediği “Leyli” albümün farklı bölgelerden renklerini oluşturuyor. “Çağrışa Çağrışa” ise şiiri Kul Hüseyin’e ait, Kısas yöresinden Dertli Divani’nin derlediği bir semah havası. “Kışlalar Doldu Bugün”ü Neriman Altındağ Tüfekçi gibi halk müziğinin unutulmaz sesinden dinleyip seven Yadigar, bu zorlu uzunhavayı yorumlamak istemiş: “İyi yorumlayacağıma inandığım, hissettiğim, sevdiğim ezgileri okudum. Ticari kaygım yok, ‘popüler olayım’ diye bir düşüncem de yok. Benim kaygım türkülere layık olabilmek. Düzenlemeleri yapan arkadaşlar Kardeş Türküler’de uzun yıllar müzik yapmışlar. Ortaya çıkan sound benim de istediğim gibi oldu. Arkadaşlarla çok sıcak bir ortamda çalıştık. Aranjörler, yapımcılar genellikle kendi hazırladıkları elbiseyi giydirmek istiyorlar ama demek ki böyle müzisyenler de varmış. ‘Her şeyi ben biliyorum, benim istediğim olacak’ demeyen müzisyenler de varmış. Bence güzel bir türkü albümü oldu.” anki birileri bizi izliyor; neler yazıyoruz, neler çiziyoruz, neleri seviyoruz... Karanlık adamlar, ona göre hareket edip bizi en acıtacak yerlerimizden vurmayı deniyor. Vuruyorlar ve çok canımız yanıyor. Acıtmayı biliyorlar. İşkencecilik, ruhlarına işlemiş... Biliyorlar. Geçen hafta, bu köşede, acılı Ermeni kavminin sevgili çocuklarının Türkiye solunun ilerici mücadelesinde ikirciksiz yer aldığını yazmıştık. Doğrulanmış oldu. Hrant Dink, biyografisiyle bu saptamamızı doğruladı. Artık aramızda değil Anadolu’nun bu acılı çocuğu. Faşist ve manyak bir katile çektirilen tetikle içimizden alındı. Tetikçinin hemen yakalanması gerekiyordu, yakalandı ve şimdi gerideki güçlerin saklanması işi gündemdedir. Geri plandaki kan içici canavarlar, hiç öyle yoksulluğun içinde faşistleştirilmiş tetikçiler gibi görünmezler; biliyoruz. Mehmet Ali Ağca ve benzerlerinden biliyoruz. Ama... Ama Batı’dan pek ümitli Hrant’ı bile çekip aldılar aramızdan işte. Gitti ve geride bir daha hiç kapanmayacak bir yara daha bıraktı. Peki, neden? Buna yanıt bulmamız gerek. Bu soruya artık yeni yanıtlar bulmamız gerek, çünkü eski yanıtlar yeni uşaklıklar üretmekten başka bir anlam taşımaz oldu. Demek, Türkiye’nin tasfiyesi finale doğru yaklaşıyor. Sahnelenen budur. Türkiye’nin ipi zaten çekilmişti, şimdi ilk sonuçlarını topluyoruz. Türkiye tasfiye ediliyor. Avrupa’nın göbeğinden bakınca daha iyi görülüyor. ??? Varoşların delirdiğini, solu boşaltılmış her ülkedeki gibi Türkiye’de de yaygınlaşan yoksulluğun insanları manyak katiller haline getirdiğini düşünüyor artık medyamızın büyükleri. Korkuyorlar. Tek dertleri “Yahu bu varoşları ve varoş çocuklarını ne yapacağız?” oldu. Zengin korkusu yayılıyor. Unutmuşlardı: Solu bitmiş, sosyalist damarı kesilmiş her ülke batar ve önce zenginlerin üzerine yıkılır. Modern kapitalizmin başka bir kaderi bulunmuyor. Şimdilerde, diz çöktürülen Türkiye’yi varoşlardaki acı yoksulluğun pıtrak gibi çoğalttığı ruh hastası tetikçiler üzerinden tasfiye aşamasına girdik. Lord Cur S FRANKURT’TA ANMA GÖSTERİSİ – Frankfurt’ta Türk Halkevi öncülüğünde bazı dernek ve örgütler Hrant Dink’le ilgili gösteriler, uyarı nöbetleri gerçekleştirdi. Türk Halkevi, yayımladığı bildiride “Hrant Dink 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da öldürüldü. Hrant Dink, siyasetin merkezini devletin değil insanın oluşturmasına, geçmişe ve geleceğe belgeyle değil vicdanla bakılmasına, yaraların hesaplaşarak değil anlaşarak sarılacağına, köprülerin pazarlıkla değil iyi niyetle inşa edilebileceğine inanmıştı. Bu inancını her zaman, bilinçli, inatla, korkusuzca, samimiyetinin ve iyi niyetinin anlaşılacağına güvenerek dile getirdi. Bu korkunç cinayet, tahammülsüzlük, milliyetçilik karşısında çaresiz ve öfkeliyiz” denildi. (Ömer Yaprarkıran) MÜZİK ORTAMINDAN KAÇMAK İkinci albümü için hazırlanırken Hacıbektaş törenlerinden dönerken geçirdiği kaza, Yadigar’ın çalışmaları bir süre etkiler. 1996 yılında çıkardığı “Dayan Yürek”e Arif Sağ perküsyonlarını çalarak destek olurken kayıtlar da Sağ’ın stüdyosunda gerçekleştirilir: “İkinci albüme adını veren Dayan Yürek bir Haydar Erdoğan bestesiydi. Neşet Ertaş türküleri, Ankara türküleri okumuştum. O da güzel bir albümdü ama bende bir şanssızlık var. Şirketle yaşadığım anlaşmazlıklar nedeniyle biraz ortama küstüm, müziğe değil tabii. Müzik hep vardı içimde zaten. Öyle olmasa bu kadar zorluklara rağmen devam edemezdim herhalde. Gerçekten türkülere âşığım ki kopamıyorum. Bir ara başka işler aradım. Can Gürzap’ın Diyalog Okulu’na gidip, toplum önünde nasıl konuşulur gibi kendimi geliştirmeye çalıştım. Biraz içime kapalı bir yapım vardı. Sanatçı sadece türkü söylememeli, toplumun bütün sorunlarıyla ilgilenebilmeli ve çıktığı etkinliklerde o sorunlarla ilgili konuşabilmeli.” İÇİNE KAPANMA Arif Sağ, Selda Bağcan ve Musa Eroğlu’yla ortak bir albümde 3 türküyle yer alan Yadigar, 2002 yılında ‘Seher Sevdalısı’ adlı bir albüm daha çıkardı. Üçüncü albümünde halk müziği tadında besteler okuyan Yadigar, istediği çizgiyi yakalayamayınca bir süre içine kapanıp yoğun bir okuma dönemine girdi, belki müzikten kopacaktı ama devam etme kararı aldı: “İnsanın içinde bir şey kopsa da başka bir yerden bir filiz verip çıkabilir. ‘Neden Müzik hep vardı içimde küsüyorum’ diye kendi zaten. Öyle olmasa bu kendime sordum. Ben kadar zorluklara türküleri seviyorum, türkü gibi yaşıyorum, rağmen devam türküler bizim yaşam edemezdim herhalde. biçimimiz. Kendi Gerçekten türkülere kendime düşündüm ve âşığım ki ‘İnadına türkü söylemek kopamıyorum. var’ diye bir heyecanla albüm yapmak gerektiğine Sanatçı toplumun karar verdim. Türkü barlarda sorunlarıyla da çalışarak biriktirdiğim paraya ilgilenebilmeli ve kardeşlerim de katkı yaptı. çıktığı etkinliklerde o Müzisyen arkadaşlarım da hem sorunlarla ilgili bilgi ve deneyimleriyle hem de 3 kuruş yerine 1 kuruş alarak konuşabilmeli. destek oldular.” Brit Ödülleri adayları açıklandı Kültür Servisi Britanya müzik endüstrisinin en önemli ödülleri olan Brit’lerin bu yılki adayları açıklandı. Dört dalda birden ödüle aday gösterilen genç şarkıcı Lily Allen, ödüllerin en iddialı isimlerinden biri. Muse ve Gnarls Barkley üçer dalda aday gösterilerek Lily Allen’ı takip ettiler. “Yılın En İyi Britanya Albümü” ödülüne Lily Allen ve Muse’un albümlerinin yanı sıra Amy Winehouse’un “Back to Black”, Arctic Monkeys’in ‘Whatever People Say I Am, That’s What I’m Not’ ve Snow Patrol’ın ‘Eyes Open’ adlı çalışmaları aday gösterildi. Bob Dylan, Justin Timberlake, Christina Aguilera, Beyonce, Pink ve Red Hot Chili Peppers ise uluslarası dallarda aday gösterilen isimler arasında bulunuyor. Ödüller 14 Şubat gecesi Londra’da Earls Court’ta sahiplerini bulacak.