22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

26 OCAK 2007 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR Neyzen Tevfik’in Bektaşiliği kabul edip günlerini geçirdiği Karaağaç Tekkesi yapılaşmaya açıldı Tarihi tekke rezidans oluyor ‘ÖZEL PROJE’ ALANI İSTEĞİ Dincilik ve Milliyetçilik Komplo Teorisini Destekliyor kamplaşmalar, ayrılıkçı eğilimlerin güçlenmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesi olacaktır. ??? Hrant Dink’in katili, tetiği çeken kim olursa olsun, dinci, mezhepçi, ırkçı, milliyetçi, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kimlik bağlamında birbirine düşüren politikalardır. Nitekim yakalanan zanlının kimliği ve ilişkileri (şimdilik de olsa) dincimilliyetçi çizgiyi işaret etmektedir. ??? Dışarıdan da önemli bir siyasal, kültürel ve parasal destek alan ayrılıkçı akımlar ve suçlamalar ülkemizde gün geçtikçe güçlenmektedir: AleviSünni ayrılığı sürekli gündemde tutulmakta, Alevi kardeşlerimiz Sünni baskısı altına alınmaya çalışılmaktadır. TürkKürt farklılığı ayrılıkçı etnik terör bağlamında vurgulanmaktadır. Toplum din ekseninde örgütlendikçe, Müslüman olmayan vatandaşlarımız üzerindeki baskı artmaktadır. Antisemitik bağlamda Yahudi düşmanlığı körüklenmekte, örneğin artık hiçbir toplumsal gerçekliği ve geçerliliği kalmamış olan Sabetayistlik (Selaniklilik veya dönmelik) üzerinde, içi yalanlarla dolu ciltlerce kitap yayımlanmaktadır. Bütün bunların üzerinde, AKP iktidarı sırasında artık rejimi iyice tehdit eder hale gelen dinci siyasal örgütlenme ve eğitim, kendi içinde ve kendi başına bölücü bir işlev sahibi olmuş görünmektedir. ??? İşte Hrant Dink’in öldürülmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı karşıya olduğu bütün bu bölünme eksenlerini içte ve dışta güçlendiren, derinleştiren bir etkiye sahiptir. Cinayet zanlısının aşırı dincimilliyetçi kimliği, komplo teorisinin hangi kaynaklardan beslendiğinin bir işaretidir. Bu cinayetle Türkiye Cumhuriyeti bölünmeye bir adım daha yaklaşmıştır. C 5 ütlüce’deki 250 yıllık Karaağaç Tekkesi kalıntılarının bulunduğu ve Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınan araziyi İstanbul Büyükşehir Belediyesi özel imarla yapılaşmaya açtı. 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescil edilen ve Neyzen Tevfik’in Bektaşiliği kabul edip günlerini geçirdiği Karaağaç Tekkesi’nin bulunduğu arazisinin bir parselini önce konut alanı olarak ayıran Büyükşehir Belediyesi daha sonra Kiptaş’a devretti. Kiptaş, S Ekim 2006’da plan tadilatı istemiyle Büyükşehir Belediyesi’ne başvurdu ve yaklaşık 9 dönümlük arazinin “özel proje” alanına alınmasını talep etti. Aynı ay içinde talebi değerlendiren Büyükşehir Belediye Meclisi araziyi, ticaret, otel, rezidans, konaklama, konut, sosyal ve kültürel tesis, özel sağlık ve eğitim alanı olarak yapılaşmaya açtı. Kararda “kalıntıların bulunduğu alan”ın ayrı tutulması istendi. Alevi Bektaşi kurumları, arazinin de yeşillendirilerek eski haline getirilmesini istiyor. ‘AKP AleviBektaşilerin hakkını gasp ediyor’ ütlüce’deki tarihi Karaağaç Tekkesi’nin kalıntılarının yok edilmemesi ve tekkenin aslına uygun şekilde yeniden inşaası için uzun süredir çaba gösteren Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı’nın Başkanı Hüsniye Takmaz, tekkenin arazisinin bir bölümünün özel imara açılmasını eleştirerek AKP yönetimini Alevi ve Bektaşilerin haklarını gasp etmekle suçladı. Takmaz şunları söyledi: “Bu yasa tanımazlığa tepki veren İstanbul Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu, alınan karara itiraz etti. Yeryüzünde kıyamet kopsa da burada yapılaşmaya izin vermeyeceğiz.” Kim demiş kanun alınmıştır ayaklar altına Böyle bir halin vukuunda hamiyet çiğnenir Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede Kaldırım olmazsa kanunu hükümet çiğnenir Neyzen Tevfik Miyase İLKNUR S stanbul’da nadiren kalmış yeşil alanları yapılaşmaya açan Büyükşehir Belediyesi Haliç kıyılarında bugüne kadar korunabilen tarihi bir alana daha “özel imar izni” verdi. Beyoğlu ilçesi, Sütlüce mahallesi, Dutluk Karaağaç Mevkii’ndeki eski 1929, yeni 3257 ve 3258 No’lu parsellerde tarihi Karaağaç Tekkesi’nin bulunduğu arazinin alt parseli, özel izinle imara açıldı. III. Sultan Mustafa (17571774) devrinde yapılan Karaağaç Tekkesi, Bektaşi Tekkeleri’nin en önemlilerinden biri olarak biliniyor. 1826 yalında II. Mahmut tarafından “Yeniçeri Ordusu”nun lağvedilmesi ile birlikte diğer Bektaşi tekkeleri gibi kapatılan Karaağaç Tekkesi, Abdülaziz döneminde (18611876) “Hasip Baba” tarafından yeniden faaliyete geçirilmiş ancak Cumhuriyet döneminde “Tekke ve Zaviyelerin kapatılması”nı öngören kanun gereği ikinci kez kapatılmıştı. İ BEŞ ASIRLIK BİR GEÇMİŞ Cafer Baba, Sukuti Baba, Hasip Baba gibi önemli Bektaşi babalarının postnişinlik yaptığı tekkede, ünlü neyzen ve şair Neyzen Tevfik de Münir Baba’dan nasip olarak Bektaşilik tarikatına girmişti. Osmanlı arşivlerindeki kayıtlara göre ise tekkenin II. Bayazıd Vakfiyesi’ne bağlı olduğu ve 16. yüzyılın başlarından itibaren faaliyette olduğu belirtiliyor. Bu durumda tekkenin 500 yıllık bir geçmişi olduğu ortaya çıkıyor. Geçmiş yıllarda iki kez onarım gören tekkenin mülkiyeti önce Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait iken daha sonra istimlak yoluyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne geçiyor. Parsellerden yukarıda olanı, daha sonra Beyoğlu Belediyesi Toplu Konut Alanı olarak ayrılıyor. Tarihi tekke arazisi içine paletli inşaat araçları sokularak temellerin üst parselde kalan izleri yok edilmiş. Beyoğlu Belediyesi, dergâh arazisinin üst parseline 50 dairelik bloklar yaptı. Haliç manzaralı bu toplu konutlar 1996 yılında hasar gördü ve “oturulamaz raporu” verildi. Belediye tarafından yaptırılan bloklar yine aynı belediye tarafından alelacele yıkılarak molozları gizlice taşındı. Hasarlı konutların yıkılmasının ardından üst parsel arazisi KİPTAŞ’a devredildi. Alt parsel ise tapu kaydında özel bir şahsa ait. İSTİMLAK... Beyoğlu Belediyesi “Haliç düzenlemeleri” çerçevesinde sahilde yapılan Miniaturk ve Kültür Merkezi gibi projelerin yanındaki tekke arazisinin alt parselinde ise “itfaiye binası” yapmak için istimlak hazırlıklarına başladı. Ancak yöredeki sorumlu yurttaşlardan Mustafa Cofus’un uyarısı üzerine Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı, arazinin maliki olmadığı halde Yüksek Anıtlar Kurulu’na başvurarak İslam Eserleri Müzesi gözetiminde kazı yapma izni talep etti. Gereken izin verildi ve yapılan araştırma kazısı sonucunda, dergâhın dönemler halinde üstüste yapılan temel izleri, giriş taşlığı, su ve kanal künkleri, havuz, mezarlar ve o dönemde kullanılan avadanlıklar gün ışığına çıkarıldı. Kalıntıların tamamı belgelenerek İslam Eserleri Müzesi’ne gönderildi. Yapının haritasal ölçümleri alınarak belge ve bilgilerle birlikte Yüksek Anıtlar Kurulu’na sunuldu. Yapının izlerine istinaden kuruldan tescil kararı alındı. Kurul, kazının üst parsele doğru sürmesi ve analitik rölöve alınması gerektiğini karara bağladı. Şahıs mülkiyetinde olan alt parsel, KİPTAŞ tarafından “Yapıtay İnşaat San. Tic. Ldt. Şti.” adında bir şirkete satın aldırıldı ve dergâh arazisi üzerine Büyükşehir Belediye Meclisi’nce “Özel İmar” çıkartıldı.. eçen hafta bu sütunda Türkiye’nin dörde bölünmesini öngören bir komplo teorisinden söz etmiş ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı’nın ulus devlet konusundaki uyarılarının bu teoriden etkilenip etkilenmediğini sorgulamıştım. Doğrusu bu teorinin somut sonuçlarının bir hafta içinde ortaya çıkacağını düşünmemiştim. ??? Pek çok kişi, bu teorinin uluslararası temelinin çok geçerli olduğunu, Sovyetler’in çökmesinden sonra Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgelerinde olupbitenlerin bunu açıkça gösterdiğini söyledi. Peki ama, uluslararası temeller geçerli de olsa bu komplo teorisi Türkiye’ye nasıl uygulanabilirdi ki? Türkiye’nin etrafı “ateş çemberi” ile çevrili de olsa, ABD komşu Irak’a yerleşmiş de bulunsa, Doğu’da ve Güneydoğu’da etnik bir ayrılıkçı ayaklanmanın kıvılcımları Amerikan işgali altındaki Kuzey Irak’tan desteklenerek devam etse de, dünya devletleri birbiri ardından Ermeni Soykırımı’nı kabul eden yasa tasarılarını kabul etseler de, Lozan’dan beri (Kıbrıs’taki hukuksal dayanakları geçerli olan ve oradaki Türklerin canlarını kurtaran yerel harekât hariç) barış içinde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti nasıl bölünecekti? ??? Siyasal bölünmenin temelleri, kültürel (farklılıklarda değil) ayrılıkçılıkta yatar: Dili, dini, mezhebi, ırkı, milliyeti, farklılıkları vurgulayarak ayrılıkçılık amacıyla gündeme getirdiniz mi, Küresel Yeni Dünya Düzeni’nde bunun gideceği yer siyasal özerklik, yani ulus devletin sonudur. Bunu ister çoğunluk adına “birlik beraberlik” için yapınız, isterse azınlık adına “haklar” için yapınız, dinci ve milliyetçi ideolojiler son tahlilde ayrılıkçı işlev görür. ??? Türkiye’de dini, mezhebi, ırkı, milliyeti politikada kullanmanın sonu kaçınılmaz olarak G ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB), İstanbul’da yayımlanan “Agos” gazetesinin genel yayın yönetmeni, gazeteci ve yazar Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine yaptığı açıklamada, bu cinayetin doğrudan Türkiye’yi ve insanlığı hedef aldığını vurguladı. ATGB Başkanı Gürsel Köksal, şu değerlendirmede bulundu: “Meslektaşımız, kardeşimiz Hrant Dink’i hedef alan bu kurşunlar, tüm Türkiye’ye ve tüm insanlığa sıkılmıştır. Türkiye gazeteciliğine, Türkiye’deki gazetecilere sıkılmıştır. Türkiye’nin ve Türkçenin aydınları, bu saldırının ardındaki güçlere ve onun ‘Hrant Dink ile Türkiye ve insanlık öldürüldü’ faşist tetikçilerine direnme göreviyle karşı karşıyadır. Burada gazetecilere büyük görev düşmektedir. Avrupa Türk Gazeteciler Birliği, Türkiye’yi faşist teröristlere, son zamanlarda yoğunlaşan linç kültürüne, faşizme ve ırkçılığa teslim etmemek için direnen meslektaşlarıyla dayanışma içinde olmaya kararlıdır. Türkiye’ye atılan bu lekeyi temizlemek için ATGB’nin üzerine de büyük görev düşüyor.” ATGB Başkanı, Avrupa’daki Türk gazetecilerinin, bu ağır görevin altından kalkacak bir bilinç düzeyine sahip olduğunun da altını çizdi. Tecride karşı ilk adım İstanbul Haber Servisi Adalet Bakanlığı’nın F tipi cezaevlerindeki koşulları düzelten genelgesini olumlu bir adım olarak değerlendiren Avukat Behiç Aşçı ölüm orucunun 293. gününde eylemine son verdi. Sağlığı kritik bir noktada olan Aşçı, Çapa’daki İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Dahiliye ve Nöroloji Servisi’nde tedavi altına alındı. Genelgenin ardından Adana’da 263 gündür ölüm orucunda olan Gülcan Görüroğlu da eylemini bitirirken Uşak E Tipi Cezaevi’nde 268. gündür ölüm orucunda olan Sevgi Saymaz’ın da eylemine son vermesi bekleniyor. 122 cana mal olduktan ve 600’den fazla insanı sakat bıraktıktan sonra, cezaevlerindeki tecridin kaldırılması için ilk adım atıldı. Tutuklu ve hükümlülerin 20 Ekim 2000’den bu yana sürdürdükleri ölüm orucu eylemi, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün, tutuklu ve hükümlülerin bir arada bulunma sürelerini haftada 5 saatten 10 saate çıkaran genelgesiyle sona erdirildi. Bakanlık, Türk Tabipleri Birliği (TTB) heyetinin 28 Aralık 2006’da Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ndeki koşulları içeren raporunun ardından yayımladığı genelgeyi başsavcılıklara gönderdi. Genelgenin yayımlanması üzerine TTB, TMMOB, DİSK, KESK ve İstanbul Barosu ortak bir basın açıklaması yaparak Behiç Aşçı’yı bu olumlu gelişme üzerine ölüm orucunu bırakmaya çağırdı. Aşçı genelgeyi inceledikten sonra TTB Genel Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu ile görüştü. Görüşmenin ardından Gürsoy, Aşçı’nın Şişli’deki evinin önünde ölüm orucu eylemine ara verdiğini açıkladı. Gürsoy, “293 gündür devam eden ölüm orucu mutlu sonla noktalandı” dedi. Çelebi “Demek ki bazı değişiklikler ile bu sorunlar aşılabiliyor. Bu kadar insan ölmeden, sakat kalmadan böylesi önemli bir adım bugüne kadar atılabilirdi. Bu kadar gerilim, bu kadar sorun yaşanmazdı” diye konuştu. Kolcuoğlu ise hukukun uygulanması, insan haklarının herhangi bir şekilde müdahale edilmeden içerde ve dışarda yaşanması bakımından çok önemli bir görevin yerine getirildiğini söyledi. ENELGE NELER GETİRİYOR? Genelgenin ortak etkinlikler başlığı altında hükümlü ve tutukluların işledikleri suçlara, kurumdaki davranışlarına, ilgi ve yeteneklerine göre gruplandırılarak, güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde kendileri için hazırlanmış iyileştirme programları çerçevesinde eğitim, spor, meslek kazandırma ve çalışma ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılacakları belirtildi. Buna göre, “F tipi cezaevlerinde güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen istekli hükümlü ve tutuklular, 10 kişiyi aşmayacak gruplar halinde ve idarenin gözetiminde açık görüş alanlarında veya diğer ortak yerlerdeki sosyal faaliyetler çerçevesinde haftada 10 saati aşmamak üzere sohbet amacıyla’’ bir araya gelebilecekler. Bu süre daha önce 5 saat olarak uygulanıyordu. nadolu’da tehcir yoluyla ve sırasında Ermeni katliamı yapıldı. Bu, Anadolu’da Ermeni nüfusunun büyük ölçüde yok olmasıyla sonuçlandı. Ermenilerin katledilmesini ve sürülmesini başlatan koşullara/nedenlere hiç değinmiyorum. Ermeniler Ruslarla işbirliği yapıp Osmanlı’yı vurmaya başlamasa (çöken İmparatorluk üzerinde Ermenilerin de kendi devletlerini kurma saiki); bu tehcir ve katliam belki de olmayabilirdi. Erdoğan Aydın’a göre, Osmanlı ordusu Sarıkamış serüvenine kalkışmayıp yok olmasaydı, Ruslar Anadolu’ya sarkamayacak, ErmeniRus ittifakı kurulmayabilecek, tehcir ve katliam da gündeme gelmeyecekti. Fakat tarihsel gelişme yukarıdaki iyi niyet çerçevesinde gelişmiş olsaydı bile, Anadolu’da Ermenilerle Türkler arasında nasıl bir ilişki gelişirdi sorusu, her türlü spekülasyona açıktır. Tek sonuç şudur: Ermeniler katliam yaşayarak topraklarından olmuştur. Yurtdışında onlarca ülkeye dağılan Ermeniler bu acıyı unutmadı, canlı tuttular. Çünkü kaybedilmiş normal bir savaşın sonucunda yaşanmadı bu tehcir ve katliam. Evet, Türkler de öldü, ama esas insanlık dramını Ermeniler yaşadı. Hrant Dink, Ermenilerin yaşadıkları ve nesilden nesile aktarılan bu acıyı anlayabilmemiz için çırpındı. ??? Ermenilerin bu acısı Türkiye’nin kar A CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Ermenileri Anlamak tu. Aslında “Ermeni Sorunu”nu “büyük tehlike” olarak gören bir siyasi yaklaşım, Türkiye’de derece derece belirli çevrelere egemen olan “yakında parçalanacağız” duygu ve politikasına da çok uygun düşüyor. Ancak bu duygu ve politikanın bir çıkar yolu yok. Bugüne kadar tek çıkar yol, Ermenilerle şu veya bu şekilde, ama sürekli olarak, doğrudan diyaloğu geliştirmeyi denemek ve bunu ana politika yapmaktı. “Ermeni Sorunu”nun bu noktaya gelmesi, Türklerin, devletin ve politikacıların son ana kadar sorunu erteleme, “Hele dur...” politikasının bir sonucudur. Ama politikacı, bu “Hele dur..”un sınırları aşıldıktan sonra bile “Hele dur...” politikasını sürdürdü! Yumurta kapıya dayanınca da “çözümsüzlük” ile karşı karşıya kalınmakta ve “şimdi ne yapalım” sorusuna “olmayan yanıtlar” aranmaktadır. Veya çok daha pahalı çözüm ve ya şısına, en büyük insanlık suçlamasıyla “soykırım” ile çıkıyor. Üstelik “soykırım” hukuki değil, siyasi olarak, Osmanlı’nın mirasını üstlenmesi nedeniyle Türkiye’ye kabul ettirilmeye çalışılıyor. Türkiye’nin bu suçlamayı kabul etmesi zor, çünkü Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki bir katliamı, hem de siyasi ve çok çok ağırlaştırılmış olarak üstlenmek zorunda kalacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliği bütün dünyada, hukuki olarak da (mahkeme sonucu olmasa da) soykırımla özdeşleşecektir. Aslında, şimdi fiili olarak da durum kısmen böyledir. AB içinde Türkiye karşıtlarının büyük çabasıyla bu fiili durum yaratıldı. Şimdi Amerikan Kongresi de Soykırım’ı tanıyacaktır... er veya geç. Ama, bu ülkelerin geçmişleri nice katliam ve soykırımlarla doludur! ??? Dışişleri Bakanı Gül, Türkiye’nin dış tehlikeleri üzerine sıralama yaparken, ikinci sıraya “Ermeni Sorunu”nu oturt nıtlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Hrant Dink’i kaybetmemiz, bu en pahalı sonuçlardan biridir! “Çevrilmişlik”, “parçalanıyoruz” duygusunun körüklediği ırkçı tepkiler; başta iktidar olmak üzere siyasetin ülkeyi geleceğe taşıyacak ulusal politikalar üretememesi, gelecek meşalelerinin yakılamaması; iktidarın kendisinden olmayan her şeyi ötekileştirme ısrarı; ve bütün bunların yarattığı “kaybediyoruz” ruh hali; ülkeyi derin uçurumlara bölmüştür... Cinayet bu koşulların ürünü... AKP’nin ulusu derleyip toparlayacak politikalar üretebilmesi, mümkün mü? ??? Bugün, “iki millet” arasında sürekli bir duygudaşlık arayışı içinde olan ve hayatını bu uğraş uğruna kaybeden Hrant Dink toprağa veriliyor. Türkiye Hrant Dink ile birlikte aslında acısını dışa vurdu! Bu acı, Ermenilerin acısını, duygusunu anlamamıza yardımcı olabilir. Hükümetin, dışarıdaki Ermenileri cenaze törenine davet etmesi çok olumlu bir adım. Umarız, diyalog için güçlü bir ilişkinin başlangıcını ateşler, Hrant Dink’in kaybedilmesi... O zaman mezarında rahat uyur. G obursali?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear