22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 Doğuştan gerçekçi olan Mustafa Kemal büyük sözlerle zaman geçirmiyordu. Yunanlılar her gün Anadolu’da ilerledikçe o, milli enerjiyi topluyor, yönlendiriyor ve düzene sokuyordu... C dizi 24 MART 2006 CUMA LONDRA GÜNLÜĞÜ MUSTAFA K. ERDEMOL Siyah Nightingale Unutuldu... ngiliz polisi gazetelere ilettiği, kim tarafından ve nerede çekildiği bilinmeyen bir fotoğraftaki kişinin yakınlarını arıyor. Fotoğraf neredeyse 100 yıllık, 1910 yılında çekilmiş. ‘‘Yakınları’’ aranan kişi ise siyah bir polis. İngiliz polisi bu kişinin ülkenin ilk siyah polisi olduğunu sanıyor. Yakınlarını bulurlarsa, böyle mi değil mi anlayacaklar ve ona göre örgütün ilk siyah polisi unvanı gerçek sahibini bulacak. Daha 60’lı yıllara kadar beyazlarla öyle kolayca eşit olduklarından söz edilmeyen, günümüzde bile, azalmasına karşın h?l? ırkçı önyargılarla karşı karşıya kalan siyah toplum tam 93 yıl önce Britanya Krallığı’nda, bugünkünden daha kolay mı kabul görüyordu diye düşünüyor insan. Fotoğraf öyle net ki, pırıl pırıl üniforması içinde sokakta devriye görevi yapan genç bir siyah polis. İ Başkomutan Mustafa Kemal, sabah saat 05.30’da topçu ateşiyle Büyük Taarruz’un başladığı gün Kocatepe’ye çıkarken... (26 Ağustos 1922) SİYAHLIK BİLİNCİ Fotoğrafın değerlendirilmesi farklı farklı oldu. Beyazlar, siyahların bu ülkeye katkılarının yeterince vurgulanmayışına, siyahlar ise, ırkdaşlarının siyahlık bilincini öne çıkarıp bu vurgulamayı kendilerinin yapmayışına örnek olarak 93 yıl önce çekilmiş bu fotoğrafı kanıt gösteriyorlar. O zamanki toplumun, günümüzdekinden çok daha hoşgörülü olduğuna da inanılıyor şimdi. Aslında bu tek örnek değil. İngiltere tarihinde adlarından hemen hemen hiç söz edilmeyen, önemli işler yapmış 100 kadar siyah kişi var. Müzisyen, futbolcu, eğitimci vb. Bunlardan biri ve en önemlisi hiç kuşkusuz Mary Seacole adlı hemşire. 18051881 yılları arasında yaşamış olan Seacole’un hemşirelik mesleğinin yüz akı Florance Nightingale’den de önemli işler yaptığı belirtiliyor. Babası İskoç, annesi Jamaikalı olan Seacole, Kırım savaşının kadın kahramanlarından biri de aynı zamanda. İnanılmaz hizmetler yaptığı mesleğine kabul edilmesi hiç de kolay olmamış. 1854’de savaşa gönderilmesi için yaptığı başvuru, ‘‘renginden’’ ötürü kabul edilmeyince kendi olanaklarıyla savaş bölgesine gitmiş. Sivastopol’a giren ilk kadın olduğunu söylerler. ‘SUS’ İŞARETİ YAPAN HEMŞİRE İngiliz genel yaşamında çalışmalarıyla ün yapan ‘‘ilk siyah’’ olan Mary Seacole’in, hiç de hak etmediği halde Florence Nightingale’in gölgesinde kalmasının rengiyle ilgili olduğu tartışılmıyor. Hiç bir bilimsel eğitimi olmayan, çok yoksul bir aileden gelen Seacole’in çalışmaları, Kırım savaşı sonrasında da anımsansaydı, hastanelerde ‘‘sus’’ işareti yapan fotoğraftaki hemşirenin, Seacole olacağı kesindi. Aradan bunca zaman geçtikten sonra geçen yıl yapılan ‘‘100 Büyük Britanyalı Siyah’’ sıralamasında Mary Seacole birinci oldu. Ona ödenmesi gereken bir vefa borcu olduğuna inananların sayısı çok fazla. Kırım Savaşı sırasında başına sargı sardığı, kinin verdiği, geceleri terlerini sildiği askerler arasında Osmanlı askerleri de bulunan Mary Seacole’un ömrünün sonuna kadar gururla taşıdığı madalyalardan biri de bir Osmanlı madalyasıydı. Ona ‘‘Mary anne’’ diyenler arasında Osmanlı askerleri de vardı. İngiliz polis kurumunun bir rastlantı sonucu bulduğu fotoğraftan, ülkenin belki de ilk siyah polisi olduğu sanılan kişiye ulaşma çabası, böylesine unutturulmuş ne kadar benzeri insan olabileceğini düşündürtüyor. Artık siyah beyaz fotoğraf tarihe karıştı. Varsın karışsın. İngilizler, siyah beyaz fotoğraf döneminden kalma tarihlerinin ‘‘arabını’’ arıyorlar şimdi. Yoksa ‘‘aile albümü’’ eksik ve günahkâr kalacak çünkü. Bir eşi daha olmayan lider: Atatürk SUNUŞ T emps gazetesi adına görevli olarak Türkiye’ye gelen ve 1922’den 1928’e kadar Türk aydınlanma devriminin inşasına gün gün tanık olan Paul Gentizon, Cumhuriyet tarihçilerinden birçoğunun göremediği ayrıntıları ve devrim tarihimizin en önemli yıllarında yaşananların arka planını ‘‘Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu’’ adını verdiği kitabında Batılı bir gözlemcinin bakış açısıyla anlatıyor. Günümüzde yoğun bir şekilde tartışılan konulara da ışık tutan bu kitapta Gentizon, Türk devriminin elde edilen sonuçlar açısından dünyadaki ünlü diğer devrimlerden üstün olduğunu vurguluyor. Kitabı özetlerken özellikle son günlerin en popüler polemiği ‘‘Vahidettin hain miydi değil miydi?’’ tartışmalarına ışık tutacak olması bakımından ‘‘Son Sultanın Kaçışı’’, ‘‘Halifeliğin kaldırılışı’’, ‘‘Osmanlı hanedanının sürgüne gönderilmesinin gerekçeleri’’ ve Türk devriminin en önemlisi sayılabilecek Medeni Kanun’un kabulünün anlatıldığı ‘‘Şer’i Kurallardan Medeni Kanun’a’’ adlı bölümlere önceliği verdik. Bilgi Yayınevi tarafından ilk basımı 1983 yılında gerçekleştirilen kitap, Fethi Ülkü tarafından dilimize çevrilmiş. Gentizon, Türk devriminin önderi Mustafa Kemal’i tüm Doğu’nun önderi olarak görmekte ve Türkiye’deki uyanışın diğer Müslüman ülkeleri de etkileyeceğine inanmakta. O nedenle kitabına ‘‘Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu’’ adını vermiş. Doğu olarak Müslüman coğrafyasını kasteden Gentizon’un, beklentileri yazık ki aradan geçen 80 yıllık zaman dilimine karşın gerçekleşmedi. Türkiye, Müslüman coğrafyasında hâlâ tek laik ve demokratik ülke. Demokratikleşme süreci ise kesintilere uğrayarak da olsa ağır aksak yürüyor. Günümüzdeki “Tanzimat aydınlarının” dudak büküp basit bir modernite hareketi olarak gördükleri Türk devriminin hangi koşullarda gerçekleştirildiğini ve Batı’da onlarca yıl süren ve büyük mücadeleler sonucunda sağlanan çağdaşlaşmanın 10 yıl bile sayılmayacak kısa bir sürede yaşama geçirildiğini gözler önüne seren Paul Gentizon’a göre, 19221928 yılları Türkiyesi’nde gerçekleştirilenlerin dünyada bir eşi daha yoktur. Türk devrimiyle bütün bir halkın adeta deri değiştirdiğini vurgulayan Gentizon’un ‘‘Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu’’ kitabının geniş bir özetini dizi halinde sunuyoruz. K üçük Asya’da, 1922 yılının ekim ayında meydana gelen Yunan bozgunundan sonra, ortaya çıkan durumlar üstüne ilk haberleri bildirmek amacıyla Temps gazetesi tarafından Türkiye’ye gitmekle görevlendirildim. Beş yıl kadar bulunduğum bu ülkede, çeşitli karışıklıklarla dolu bir dönemin bütün şaşırtıcı olayları gözlerimin önünde olup bitti. İmparatorluğun yerini bir cumhuriyet aldı. Bir sultan kaçtı. Bir halife sürgün edildi. Büyük bir önder dünyanın dikkatini çekti. Onun buyruklarıyla Müslüman bir hayat, yeni bir plana göre şekil aldı. O, bu halkı eski Asya geleneklerine bağlayan bağları kopardı. Geçmişi sildi süpürdü. İslam dinine kendi esprisi içinde yön verdi. Çok kadınla evliliği önledi. Cinsiyet ayrımını yıktı. Şer’i hukuku kaldırdı. Avrupa kanunlarını kabul etti. Kıyafeti değiştirdi. Hatta başka alfabe oluşturdu. Sonuç olarak denebilir ki, 19221928 yılları Türkiyesi’nde gerçekleştirilenlerin dünyada bir eşi daha yoktur. Deyim yerinde ise bütün bir halk adeta deri değiştirdi. Buna rağmen, koca bir edebiyat, bu milletin ciddi bir ilerlemeyi gerçekleştirme yeteneğinde olmadığını işleyip durdu. Yüzlerce kitap, D onun sadece güçsüzlüğünü, ağırkanlılığını, kaygusuzluğunu, kaderciliğini değil aynı zamanda uyuşukluğunu, artık canlandırılamayacak derecede fosilleşmiş olduğunu da ilan ediyorlardı. Hatta bazıları onun yakın gelecekte ortadan kalkacağını bile söyleyecek kadar ileri gidiyorlardı. aha o zaman Avrupa’nın en tanınmış yazarları, onun ölüm fermanını tebliğ etmiş bulunuyorlardı. Oysa, bugün zekâların gizli işleyişini, yüreklerin ağır değişimini görmemiş ya da insan doğasının gizli kaynaklarını hesaba katmamış olan yazarların ürünleri nin artık yanlış olduğu anlaşılmıştır. Bundan böyle, değişmez Doğu için söylendiği gibi Türkiye ile ilgili mumyalaşmış, ölüm halinde gibi sözcükleri uzun uzun gülmeden okumak mümkün olamayacaktır. Türk halkı, Müslüman halklar arasında ilk olarak Avrupa uygarlığı ile kaynaşmıştır. Mustafa Kemal’in yönetiminde bu halk rasyonalizm, felsefi ve teknik liberalizm gibi yararlı yöntemleri benimsedi. Oysa, Avrupa, bunları yüzyıllar boyunca güçlükle elde edebilmişti. Şimdi, Türkiye örneği artık meyvelerini vermeye başlamıştır. İstanbul, İngiliz jandarmasına emanet S ultanın yıkılışına neden olan durumları iyi anlayabilmek için Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin, karşısında bulunduğu korkunç trajediye dönmek gerekir. Osmanlıların kurmuş olduğu imparatorluk, gene kendi hataları yüzünden çöktü. Türk halkı hemen hemen aralıksız 12 yıllık bir ölüm kalım savaşında can verdi, kan verdi. İslam dayanışmasının birçok dinsel idealleri, kutsal savaşın fiyasko ile sonuçlanması nedeniyle mahvoldu. Bu nedenle, mütarekede Türk halkı kendini yalnız ve sarsılmış hissetti. İstanbul’un, kısmen Anadolu’nun işgali, daha sonra, kendisini güzel topraklarından yoksun bırakan Sevr Antlaşması ümitsizliğini arttırdı. KÜÇÜK ASYA’YI İSTİLA Dünyanın en büyük kuvveti sanki onu mahvetmeye yemin etmişti. Gerçekten Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra İngiltere, çıkarlarının Doğu Akdeniz’de Yunanistan tarafından garanti edilebileceğini hesapladığından bu memleketi kendisine vekil, daha doğrusu tüm Ortadoğu’da yardımcı tayin etti. 1919 Mayıs ayında, sözde Anadolu’da asayişsizliğin hüküm sürdüğünü ve Hıristiyan halkın tehlikede olduğunu bahane ederek Lloyd Georges’in daveti üzerine Yüksek Konsey, Yunanlıların İzmir’e çıkmasına izin verdi. Böylece Grek megalomanisi oyuna girmiş oldu. Yeni Bizans zaferini gerçekleştirmek amacıyla birkaç yüz bin kişilik bir ordu Küçük Asya’yı istilaya başladı. Bu durum karşısında, İstanbul’da Türkler arasında en yetkili kişiler memleketin bağımsızlığının korunacağına inanmıyordu. İsyan etmedikçe Türk halkının mahvolacağı anlaşılmıştı. Türk halkı kendiliğinden ve bir başına ayaklandı. Direnme önceleri dağınık ve yönsüzdü. Hareketin bir başı yoktu. İşte tam bu sırada, yurttaşlarının acı ümitsizliğini ve derin özgürlük isteğini kavrayan bir kişi, genç bir general Samsun’a çıktı. Ondan sonraki tutumu ve konuşmalarıyla, millet özgürlüğünün ve ölmek istemeyen Türkiye’nin canlı bir bayrak gibi simgesi olarak kendini kabul ettirdi. Bu sırada, doğuştan gerçekçi olan Mustafa Kemal büyük sözlerle vakit geçirmiyordu. Yunanlılar her gün Anadolu’da ilerledikçe o, milli enerjiyi topluyor, yönlendiriyor ve düzene sokuyordu. Her yardımı kabul ediyordu. Sovyet Rusya ona silah, Müslüman memleketler ise altın verdi. Buna rağmen o ne Bolşevik teorilerinden esinlendi, ne de İslam mistiğinin etkisinde kaldı. 26 Ağustos 1922 günü, sabahın saat dördünde, Küçük Asya’nın Türk birlikleri Yunan cephesine karşı saldırıya geçtiler. 26 Ağustos akşamı, birinci Yunan ordusunun her kesiminde cephe yarıldı. Arkasından bütün hızıyla yüklenen Türk birlikleri karşısında birbirleriyle bağlantılarını kaybettiler. Bu nedenle kılavuz, yiyecek ve cephane bulamadıklarından panik halinde korkunç bir karışıklığa uğradılar. Kolordular tümden sarılmış, diğer birlikler ise bütün hızlarıyla denize koşmakta ve gemilere sığınmaktaydı. Türk süvarileri kısa sürede Ege Denizi’ne erişti. Bu, artık milliyetçi Türkiye’nin kesin ve parlak zaferiydi. İSTANBUL’DA ŞAŞKINLIK Bu olayların duyulması İstanbul’da büyük şaşkınlık yarattı. Kemalist zaferin haberi ansızın bomba gibi patladı. Birkaç dakika içinde durum temelinden altüst oldu. Daha bir gün öncesi, bir Helen başarısının aldatıcı gürültüsüyle coşmuş olan Rumlar yasa büründüler. Bir ordunun Boğaz üzerine yürüyeceğinden ve İzmir’deki sahnenin Beyoğlu’nda tekrar edileceğinden korkanlar ise yığınlar halinde, Atina’ya, Selanik’e kalkacak vapurlara doluşuyordu. Bir kısmı da, Doğu tarihinde çok görüldüğü gibi ikiyüzlülükte acele ettiler. Konstantin kıtalarının Anadolu’da ilerleyişi sırasında, evlerinin ön yüzünü Yunan renkleriyle süsleyen pek çok kişi bu kez de ay yıldızlı al bayrak asarak yön değiştirdiler. Yunan dostu bazı gazetelere gelince, Türk zaferinden söz ettikleri zaman artık ‘‘biz’’ diyorlardı. S Ü R E C E K Fransa’da genel grev çağrısı PARİS (AA) Fransa’da işçi sendikaları ve öğrenci dernekleri, çalışma yasasını protesto etmek için 28 Mart’ta genel greve gidilmesi çağrısında bulundular. İşçiler ve öğrenciler, gelecek hafta toplu greve giderken büyük kentlerde protesto gösterileri düzenleyecekler. İşçiler ve öğrenciler, daha önce yasanın geri çekilmesi için hükümete 48 saat süre vermişlerdi. Yasada, 26 yaşından küçüklerin işten çıkarılabilmesi hükmü yer alıyor. Mustafa Kemal, geçmişi sildi süpürdü. İslam dinine kendi esprisi içinde yön verdi. Çok kadınla evliliği önledi. Cinsiyet ayrımını yıktı. Şer’i hukuku kaldırdı. Avrupa kanunlarını kabul etti. Kıyafeti değiştirdi. Hatta başka alfabe oluşturdu. 19221928 yılları Türkiyesi’nde gerçekleştirilen şeylerin dünyada bir eşi daha yok...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear