Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK C Güneşli Avlularda... haftanın konuğu 24 MART 2006 CUMA G eçen cumartesi günü, güneşin ısıttığı ve yüzyıllardır biraz güneş görünce hemen açıveren, ardından soğuk vurunca ‘‘Ah gene aldandım’’ diyen badem ağaçlarının pembeleştirdiği avlularda dolanıp durdum. Avluları çok sevdiğimi o kadar çok söyledim ki duymayan kalmamıştır; benim için avlular hakiki yaşam sesleriyle, acılarla, neşeyle dolu iç dünyalardır ve kentleri en çok, avlulu evlerini dolaşırken hissederim. Geçmiş, an ve gelecek, avlularda yan yana yaşar ve siz ansızın o dünyanın içine girersiniz ve anıların baskını başlar. Cumartesi günü de böyle bir gündü, Muğla’daydım. Müzenin avlusunda oturarak güne başladım. Az önce beni dolaştıran müze sorumlusu gencecik bir arkeolog, yakında müzede bir eşi İtalya’da olan gladyatör mezar taşlarının sergileneceği yeni bir bölümün açılacağını söyledi. Heyecan içindeydi, meğer gladyatörlük sadece kölelerin mecburen yaptığı bir meslek değilmiş. Zaman içinde öyle bir itibar kazanmış ki köle olmayanlar, özellikle soylular bu işe soyunmuşlar. Bu nedenle öldüklerinde mezar taşlarının üstüne hikâyeleri işlenir olmuş. İşte, ikincisi Muğla’da açılacak gladyatör bölümünde bunlar sergilenecek. Kim bilir ne hikâyeler öğreneceğiz! ANAP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI EMİN ŞİRİN’DEN AKP’YE ZEHİR ZEMBEREK SUÇLAMALAR ‘Tayyip Erdoğan gaflet içinde’ A SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU ASUDE BİR BAHAR ÜLKESİ Muğla şanslı bir kent, tarihi dokusu zaman içinde en az bozulan kentlerden biri. Asude bir bahar ülkesi. Beni bu asude bahar ülkesinde bir avludan öteki avluya taşıyan belediye çalışanlarından biri, ‘‘Muğla’nın çevre ilçelerinde, yani Bodrum’da, Marmaris’te ve daha pek çoğunda belki gelir daha yüksek, ama biz burada daha mutluyuz’’ diyerek kentin bütün karakterini bir çırpıda özetliyor. Haklı... Muğla’da o güzelim avlulu evlerde yaşayanlar, birbirleriyle kırk yıldır dost. Yıllardır birlikte badem ağaçlarının gölgesinde oturup en gizli sırlarını paylaşmışlar. Kim ne zaman evleniyor, kimin cenazesi var, herkes biliyor, herkes orada. Muğla şanlı bir kent dedim ya, sanırım bu şansı kendileri yaratmışlar. Yıllardır son derece uyumlu ve planlı çalışan bir belediye ve il meclisi bu bölgeyi korumuş. Rant savaşları civar ilçelere yayıldığından Muğla’nın avlulu evleri pek zarar görmemiş. Tabii burada Muğla evlerinin cengâver koruyucusu dostumuz Oktay Ekinci’den ve bu evlerin tanrısı usta Nail Çakırhan’dan söz etmemiz gerek. Edip Cansever, ‘‘Mendilimde Kan Sesleri’’ adlı şiirinin bir bölümünde şöyle der: ‘‘...İnsan yaşadığı yere benzer /O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer /Suyunda yüzen balığa /Toprağını iten çiçeğe /Dağların, tepelerin dumanlı eğimine...’’ Ne doğru söylemiş, gerçekten bu asude bahar ülkesinde yaşayanlar, her daim genç... Her daim her konuda birlikteler, kentlerini sevdikleri kadar yaşamı da seviyorlar. En sıkı politik tartışmalarda bile bir başkasının sesine kulak verme kültürü, Muğlalıların temel özelliği; nasıl mı anladım, Muğla’da sürekli avlu gezerken, öğretmenine, belediye başkanına, kültür müdürlerine, partililere, üniversite öğrencilerine, kendi kahvelerini kendileri yöneten gençyaşlı kadınlara, ressamlara, şairlere rastladım ve hemen hepsiyle bir anda kanka olduk. ÖĞRENCİLER BENDEN ÖZÜR DİLEDİ Özellikle arastayı (eski çarşı) dolaşırken o kadar çok dükkâna davet edilip o kadar çok çaykahve içtim ki sonunda artık sadece su içer oldum ve Muğla lehçesini usul usul öğrenmeye başladım. Muğlalılar da bütün Egeliler gibi anlatacaklarını bir çırpıda anlatıveriyorlar. Yolda yürüyorsun, biri hemen laf atıyor: ‘‘Yukarı mı aşağı mı?’’ Ne demek şimdi bu? ‘‘Aşağı gidiyorsan merkeze iniyorsun, ya belediyede, ya vilayette resmi bir işin var; yukarı çıkıyorsan evin yolunu ya da bir dostun dükkânını hedeflemişsin’’ demeye geliyor. Bu arada Muğla’nın yemeklerinin ot ve zeytinyağı ağırlıklı ve çok nefis olduğunu söylemeden geçmek olmaz. Peki, ben sadece avlularda gezmek için mi Muğla’ya gittim? Tabii başka işlerim de vardı. Bu yıl belediye, valilik ve Muğla’daki sivil toplum kuruluşları ortak hareket edip 8 Mart’ı tam bir hafta süreyle her gün bir etkinlik yaparak kutlamışlar. Ben en son etkinliğin konuşmacısıydım. Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Ali Rıza Bey’in aklına düşmüşüm, çağırmışlar. Kocaman bir salonda ‘‘Aydınlatıcı Düşünce Felsefesi ve Kadın’’ başlıklı bir konuşma yaptım. Başlık çok ağırdı, ama gün güzel geçti. Konuşma sonunda, Muğla Üniversitesi’nden öğrenciler yanıma gelip benden özür dilediler. Önce anlamadım, bu özür neden; nedeni şu, salonda daha çok üniversiteli olması gerekirmiş, az oldukları için özür diliyorlarmış, bana ayıp olmuş, çünkü Kenan Evren üniversitede konuşurken daha bir kalabalık varmış. Onlara gülerek şöyle dedim: ‘‘Boş verin, benimle Kenan Evren arasında elbette bir fark olacak. Azınlık her zaman daha yapıcıdır.’’ isilozgenturk@superonline.com NAP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul milletvekili Emin Şirin’le Şemdinli iddianamesinin yansımalarını konuşuyoruz. 2002 seçimlerinde AKP’den adaylığını koyup seçilen, ancak bir yıl bile geçmeden partisinden istifa eden Şirin’in tepkileri zehir zemberek. Şirin cemaatleri, özellikle de Fethullah cemaatini Van’daki olayların adresi olarak gösteriyor; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı gaflet içinde olmakla eleştiriyor. AKP hükümeti döneminde Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi ülkelerden on milyarlarca dolar petrol girdisiyle ekonomiye pembe tablo çizilmeye çalışıldığını söylüyor. Burada hiçbir yorum yapmıyor ve Şirin’in sözlerini virgülüne dokunmadan yazıyorum: Şemdinli iddianamesi tam bir skandala dönüştü. İddianame ağırlıklı olarak, Nurcu mu, PKK’li düm. Neydi o? ŞİRİN Hilmi Özkök sanki bu konu kendisinin dışında cereyan ediyormuş gibi, ‘‘İdari bir tahkikat başlatacağız, ama o konu adalete intikal etmiştir. Ben bu işe karışmam’’ dedi. Genelkurmay Başkanı’nın bu işe karışmama hakkı yok. Çünkü hadise ortada. İdari tahkikatla hemen, birkaç gün içinde işi bitirirsiniz. Hadisede Silahlı Kuvvetler’in bir mensubunun suç işlediğini düşündüğünüz bir nokta varsa, onu hemen askeri adalete teslim edersiniz. Ama askerlerin herhangi birinin herhangi bir suçu yoksa Genelkurmay Başkanı olarak, ‘‘Bu iş beni ilgilendirmiyor,’’ demez, aslanlar gibi sahip çıkarsınız. Çünkü zaten üzerinizde bir sorun var. Sizin döneminizde Türk askerinin başına çuval geçirildi. Buna mukabil, Büyükanıt zaten her zaman bizim gözümüzde müstesna bir askerdir. Sizin askerlerinizde bir sıkıntı ve moral bozukluğu var. Benim askerim PKK’nin, PKK itirafçısının, Barzani’nin komplosuna kurban gidiyorsa buna sahip çıkmak zorundasınız. Genelkurmay Başkanlığı bunu icap ettirir. İkincisi, Genelkurmay Başkanımızın demokrat olduğu söyleniyor. Genelkurmay Başkanlığı ile demokratlık, bir arada durabilen iki sıfat değildir. Yani kavramlar arası çelişki mi var demek istiyorsunuz? ŞİRİN Örneğin, iyi bir matematikçinin demokrat ya da sosyalist olması bir şey ifade etmez. Askerlik de öyle bir şey. Askerlik güvenlik meselesidir. Askerlikte demokrasiye yer yoktur. Yer yoktur, demeyeyim. Yanlış anlaşılır. Emin Şirin, gidişin gidiş olmadığını vurguluyor; sağı ve solu güç birliğine çağırıyor. (Fotoğraf: ATAKAN ADALI) EMİN ŞİRİN 1948, İskenderiye doğumlu. Ortaöğrenimini Saint Joseph Fransız Lisesi, yükseköğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nde yaptı. Arizona Eyalet Üniversitesi’nden işletme master’ini aldı. Bir dönem Ortadoğu ülkeleriyle petrol ve hammadde ticareti yaptı. Ekim 1998’de Akşam gazetesinin yönetimindeyken TRT’yi dolandırma davasından tutuklandı. 63 gün cezaevinde kaldıktan sonra beraat etti. 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP’den İstanbul milletvekili seçildi. 10 ay sonra AKP’den istifa etti. Dört ay LDP, bir buçuk yıl da bağımsız olarak milletvekilliğini sürdürdü. Ağustos 2005’te ANAP’a katıldı. Şimdi ANAP Genel Başkan Yardımcısı. mi, yoksa Hizbullahçı mı, ya da hepsi birden mi olduğu, ne idüğü belirsiz sözüm ona bir işadamı olan Mehmet Ali Altındağ’ın ifadelerine ve iddialarına dayanıyor.? EMİN ŞİRİN Bu iddianame meselesi çok önemli. Van Savcılığı tahkikat geçirmekte olan, şaibe altındaki bir savcılık. Buna rağmen Şemdinli olayları o savcılığa verildi. Çünkü Şemdinli olayları patlak verir vermez Başbakanımız, âdeti olduğu üzere ulemaya danışarak çok hızlı bir teşhis koydu. ‘‘Bu, organize bir harekete benziyor. Nereye varırsa varsın üzerine gidilecek’’ dedi. Bu hadise bu şekilde ortaya çıktıktan sonra ben öncelikle Sayın Hilmi Özkök’ün (Genelkurmay Başkanı Orgeneral) çok büyük bir hatasını görİlk defa Türk askerinin başına çuval geçirildiği bir Genelkurmay Başkanlığı dönemi görüyoruz. Ama Kara Harp Okulu’ndaki törende Genelkurmay Başkanı, “O Büyükanıt’tı, şimdi daha Büyükanıt oldu,” dedi ŞİRİN Maalesef Genelkurmay Başkanımız, konuşacağı yerde konuşmayıp, konuşmayacağı yerde konuşan bir kişi. Hadisenin patladığı ilk gün konu adalete intikal etmişti. ‘‘Ben personelimi ne suçlarım, ne korurum,’’ diyen Özkök, şimdi hadise yönetilememiş bir kriz haline dönünce, hukukun bütün kaidelerini çiğneyerek, alt kademelerini teskin etmek için önünde tahkikat talebi bulunan Sayın Büyükanıt için ihsası reyde bulunuyor. Özkök’ün tavrı yanlıştır. Sözlerimi tahrif ederler. Alakası yoktur. Nasıl bir matematikçinin demokrat olması alakalı bir konu değilse, Sayın Genelkurmay Başkanımızın da demokrat olması alakasız bir konudur. Dediğiniz gibi burada kavramlar arası çelişki vardır ve sonuç olarak da zafiyet ortada bir Muhafız Alayı meselesi oluyor. Çıkıp beyanat veriyorlar. Sizin adamınıza PKK ve Barzani komplo kuruyor, çıt yok. Ama iddianamede Orgeneral Yaşar Büyükanıt sanıklardan birisi değil. ŞİRİN Doğru. İddianamede üç sanık var. Sayın Büyükanıt bu sanıklardan birisi değil. Ancak şu sorular sorulmalı: Savcı ulemaya mı danıştı, istihareye mi yattı ki Mehmet Ali Altındağ’ın Şemdinli Komisyonu’ndaki gizli ifadesinin iddianameye alınması gerektiğini anladı? Bu nereden çıkıyor? Orada bir usulsüzlük var. AKP’nin Nurcu kanadının bu işe tamamıyla bulaştığının her türlü delili var. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in bu konunu üzerinde bir şapka mahiyetinde ağabeyi Ramazan Çelik vasıtasıyla her türlü rol oynadığının her türlü delili var. Van’da savcının en iyi ahbaplarından birisinin Ramazan Çelik olduğu söyleniyor, değil mi? ŞİRİN Evet, öyle söyleniyor. Ayrıca, benim Nurcu birtakım arkadaşlarım var. Onları tenzih ederim, çünkü inançlı insanlar. Ama siyasetin dine ne kadar karıştığının en güzel örneğini burada Mehmet Ali Altındağ veriyor. Altındağ dini alet edip Nurculuk yapmış, arkasından devlete gelmiş, yaltaklanmış; devletten iş almış. Her taraftan oynayıp çıkar için her şeyi yapan bir kişi. Kanunsuz bir şekilde Van Savcılığı’na yollanan Şemdinli Araştırma Komisyonu ifadesinde Sayın Büyükanıt’la ilgili şu sözleri söylüyor: ‘‘Sırıttı.’’ Biz böyle bir terbiyesizle muhatabız. Savcı ise delile dayanmayan bu ifadeleri makbul kabul ediyor ve böyle bir sıkıntının içine düşüyoruz. Adalet mekanizmasında çok sıkıntılı günler var. Peki, bütün bu toz duman arasında sizce kim kazançlı, kim yaralanarak çıkar? ŞİRİN Bir kere bundan Sayın Büyükanıt yaralanarak çıkmaz. Bundan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, ordu yaralanarak çıktı. Çünkü Van Savcılığı kanalıyla cemaat ve belki onun arkasındaki dış güçler ve mutlaka AKP içinde bulunan bazı bölücü örgüt sempatizanları Türk Ordusu’nun kafasına çuval geçirme teşebbüsünde bulundular. Ama olmadı. Bundan sonra da olmayacak. Bu Kürtçülük hevesinin devam edemeyeceğini bilsinler. Sizce Van yasadışı birlikteliklerin, dinci Kürtçü çeteleşmelerin merkezi haline mi getirildi? ŞİRİN Evet, karakollar basan Mustafa Bayram yok oldu. Van Üniversitesi Rektörlüğü Genel Sekreter Yardımcısı da her nasılsa ayakları yere değerken kendini astı. Siz bana Van’da ne olduğunu sordunuz. Türkiye’de ne oluyor? O savcının orada olması bu işi lokalize etti, ama Van’da olmaya başlayan, ne yazık ki AKP’nin bölücülüğe tarafgir bir tavır içinde oluşudur. Cemaat ilişkilerinin siyasetin içine tam olarak girmesi, siyasetle dinin iç içe girmesi, en önemlisi de bütün bunların varoşlaşmış bir siyaset anlayışı ve bayağılaşmış bir siyaset anlayışının emrine girmesi bütün Türkiye’de oluyor. Ama bu arada sembolik olarak bazı hadiseler nedeniyle Van ön plana çıktı. Çünkü her dönemin savcıları oluyor. Bu karşı postmodern darbe sürecinin savcısı da Allah selamet versin Van’dan çıktı. Ama dikkat edin. Bu bir süreç. AKP iktidara geldikten sonra dikkat edin sertlik gördüğü yerde geri çekiliyor. Ama denemeye devam etmekte. Hiç yılmıyor. Tayyip Erdoğan bu konudan bizzat haberdar olmayabilir. Ancak, bu da bir gaflet. ‘İktisaden bölünmeye başlayan bir Türkiye var’ R usya lideri Putin acaba bu okulların Rusya’da kapatılmasını bu nedenle mi istedi? ŞİRİN Bilmiyorum. Putin beni ilgilendirmiyor da Türkiye’deki Fethullah Gülen okullarının kontrol edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ama kendilerinden olan Hüseyin Çelik bu kontrolü nasıl yapacak? O da ayrı bir konu tabii Yani Milli Eğitim Bakanı da mı Gülen cemaatinden? ŞİRİN Valla, olayı önce JetPa’nın sahibi Fadıl Bey’e sormanız lazım. Biliyorsunuz, siyasete onun kontenjanından girmişti. İyi de, çok karanlık bir tablo çiziyorsunuz. Bu haliyle Türkiye’de işler böyle yürür mü? ŞİRİN Yürür. Çünkü hiçbir şekilde aklımızı başımıza topladığımız kanısında değilim. Bir kere, tek bir Türkiye’den söz edemiyorum. Bölünmeye, iktisaden bölünmeye başlayan bir Türkiye var. Ucuz ithalatla, borsa spekülasyonuyla ve rantla yaşayan kesimler cumhuriyet tarihinin görülmemiş tatlı günlerini yaşıyorlar. Sanal bir cennetin içindeler. Buna karşılık üretmeye, ihracat yapmaya ve maaşıyla geçinmeye çalışan insanlar fevkalade sıkıntıdalar. Aradaki uçurum, hem İstanbul gibi kentlerde zengin kesimlerle varoşlar arasında derinleşiyor; bir de Marmara, Akdeniz gibi zengin bölgeler Türkiye’nin geri kalanından kopuyor. Aslında Türkiye kopmuyor, dağılıyor. Artı, Tayyip Erdoğan’ın etnik ayrımcılığı destekleyen politikaları yüzünden sosyal doku bozuluyor. Türkiye’nin yurtdışında itibarının kalmadığı, kafasına çuval geçirildiği, edilgen bir dış politika yürüttüğü, yabancıların her sözüne ‘‘Baş üstüne’’ dediği bilindiği için yurt dışından gelen müdahaleler dokuları bozuyor. Şimdi dört soru sormamız lazım: Siyaseten iyi gidiyor mu? Adalet mekanizması iyi gidiyor mu? Ekonomik olarak iyi gidiyor mu? Gençliğe gelecek hazırlanıyor mu? Adalet mekanizmasının iyi işlemediğini, sadece Şemdinli olayı değil, Mersin’de Başbakan’a yumurta atan insanların devlet rejimini bozma tehdidi ortaya çıkarttıkları iddiası gösteriyor. Danıştay’ın verdiği bazı kararlar var. Sıkıntı yaşanıyor. Dış politikanın iyi gitmediği kesin.