Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Seni nasıl unutabilirim Atam! TANRIYAR MUSTAFA KEMAL’Lİ GÜNLERİNİ ANLATIYOR C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ KASIM CUMA Laiklik ve Yurtseverlik Şimdi devletin geleneksel değerlerine itiraz eden, yasamada, yürütmede etkin, yığınsal desteğe sahip bir AKP’yle, ona karşı açık tutum içinde güçler ve kitleler var. Bu saflaşmada Avrupa Birliği’nin de kendi çıkarlarına uygun olarak AKP’ye destek verdiği ortadadır. Kimi aydınlarımız, bir uygarlık projesi olarak gördükleri AB’nin bu desteği demokrasi hayrına verdiğini düşünüyorlar. Doğru değildir. AB’nin yığınların, çalışanların demokratik hakları ile ilgili hiçbir isteği, talebi yoktur. AB, üye ülkelerde bu hakları sınırlamakla meşguldür. Bizim asıl sorunumuz AB değil, ABD’dir. Türkiye çok yakınımızdaki bir ülkeyi işgal etmiş olan ve Türkiye ile ilgili bazı kuşkulu planları olduğu ortaya çıkan ABD ile ne yapacak? Soruyu bölmek gerekiyor. AKP ABD ile ne yapacak? Devlet ABD ile ne yapacak? ??? Üzerinde düşünülmesi gereken sorun, ABD ile işbirliğinin Türkiye’ye vereceği zarardır. ABD karşısında tutum Türkiye’nin geleceğini belirleyecektir. Bu nedenle yurtseverlerin, laiklik kavgasını ciddiye alması ve geniş kitleleri, dinci muhafazakârlığın ABD ile işbirliği niyeti konusunda uyarması gerekiyor. Bu, aynı zamanda muhafazakârları geriletmek için ABD’ye dayanmak gerektiği düşüncesinde olanları da uyarabilir. Laiklik konusundan uzak durmak, sokağa çıkan yığınları küçümsemek, bir bütün olarak Türkiye’nin ABD’ye teslimiyetini kolaylaştıracaktır. Sol, sistem tartışmasından hiç vazgeçmeksizin, siyaset sahnesine inmelidir. Laik cumhuriyetin ileride ve ilerici, ötekinin geride ve gerici olduğunu biliyorsak somut durumu görmezden gelemeyiz. Gelecek, Türkiye’nin muhafazakâr dinciliğin ve ABD’nin etkisinden kurtarılmasına bağlıdır. Sınıfların aktif olarak devreye girmediği durumlarda aydınlanmanın hep yarıda kaldığı da açık bir gerçek değil mi? Gerçektir. Ve gerçek, yönetilemeyen çelişkilerin kaba kuvveti altında hep yenilgiye uğramıştır. Zaten bu nedenle gerçeğe en sağlam ütopya demiyorlar mı?.. guray.oz@cumhuriyet.com.tr ‘Kalk kızı dansa kaldır’ İSKENDER ÖZSOY Eski içişleri bakanlarından Dr. Ali Tanrıyar üç kez Mustafa Kemal’in çok yakınında oldu, onunla sohbet etti ve isteklerini yerine getirdi. Onu iki kez Galatasaray Lisesi’nde okurken, bir kez de kendisine Atatürk soyadı verildikten sonra yine İstanbul’da gören Tanrıyar, “Ben Mustafa Kemal’i görmeden bile çok sevmiştim” dedi. Tanrıyar, Mustafa Kemal’i ilk görüşünü şöyle anlattı: Atatürk’le ailece gıyabi bir tanışıklığımız vardı. Babamın iyi görüştüğü arkadaşlarından Kavalalı tütün tüccarı İsmail Bey Mustafa Kemal’in çok sevdiği, saydığı bir kişiymiş. İsmail Bey Mustafa Kemal’e bazı konularda da yardımcı olmuş. İsmail Bey hep onu anlatırdı. O yüzden ben Mustafa Kemal’i görmeden çok sevmiştim. Kendisini ilk defa 2 Aralık 1930 tarihinde Galatasaray Lisesi’nde orta mektep birinci sınıf talebesiyken okulumuzu ziyaret ettiğinde gördüm. Mazhar Hoca’nın Türkçe dersindeydik. Birden sınıfa girdi. Bütün sınıf heyecanla ayağa kalktık. Bize oturmamızı söyledi. Mazhar Bey’den üç talebeyi tahtaya kaldırmasını istedi. Onlara tek tek Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır yazdırdı. Giderken Mazhar Hoca’yı tebrik etti. Atatürk’ü ikinci defa görüşüm orta üçten lise birinci sınıfa geçtiğim yıl oldu. 28 Ocak 1932 Perşembe günü akşamüstü yine okulumuza geldi. Bu onun Galatasaray’a ikinci gelişiydi. Atatürk o ziyaretinde yurt bilgisi dersinin imtihanına girdi. Dersin hocası biraz sosyalist fikirli olan İlhami Şevket Bey’di. Ben ve bazı arkadaşlarım kapıda imtihan için bekliyorduk. Sıramız geldi, biz de içeri girdik. İmtihanda iyi not alarak çıktık. PARK OTEL’DE DANS 19861990 yılları arasında Galatasaray’ın başkanlığını yapan Dr. Tanrıyar, Atatürk’ü üçüncü kez görüşü hakkında da şunları söyledi: 1935 veya 1936 yılının temmuz ayıydı. İstanbul’da Balkan ülkelerinin katıldığı bir festival düzenlenmişti. Misafir folklor grupları gelmişti. Misafirler Galatasaray Lisesi’nde kalıyordu. Tatil zamanı, ama ben yatılı talebe olduğum için hep mektepte kalıyordum. Bir gün, misafir ekiplerin gece Park Otel’de Atatürk’ün huzurunda gösteri yapacaklarını öğrendik. Dört arkadaş o gösteriye gitmeye karar verdik. Sorduk soruşturduk, ekiplerle birlikte Park Otel’e gidebileceğimizi öğrendik. Otele girdik. Salonun bir köşesinde dört arkadaş ayakta bekliyoruz. Derken Mustafa Kemal, Afet Hanım ve o yıllarda Irak Başbakanı olan Nuri Sait Paşa’yla salona girdi. Atatürk sağına paşayı, soluna da Afet Hanım’ı alarak masaya oturdu. Rakısı ve leblebisi geldi. Gazi’nin gözü bir ara tam karşısında olan bizlere takıldı. Eliyle yanına çağırdı. Heyecanla koştuk. RUMELİ ŞİVESİYLE... Oturun dedikten sonra adlarımızı ve nereli olduğumuzu sordu. Arkadaşlarımdan biri Finladiya Türklerinden, biri de Gagavuz Türklerindendi. Sıra bana gelince Kavala’nın bir köyünden olduğumu söyledim. Rakıyı göstererek “Bunun menşei nedir” diye sordu. Bilmediğimi söyleyince arak dedi. Sonra benden bir şarkı söylememi istedi. Aklıma onun sevdiği şarkılardan “Mani Oluyor Halimi Takrire Hicabım” gel Seni kim tanımaz sevgili Atatürk?.. BEŞ SAATLİK SÖYLEŞİ Bundan sonrası, beş saat boyunca akıp giden inanılması güç sahnelerle doludur. Otelin ünlü kemancısı Macar virtüoz Darvaş ve orkestrası susmuştur. Yemek salonundaki herkes çatal bıçaklarını bırakmış ve çıt çıkarmadan koskoca Atatürk’le ufacık bir çocuk arasında geçen konuşmaları dinlemeye başlamıştır. Atatürk ilginç sorular sormakta, Altan da hiç duraksamadan beklenmedik yanıtlar vermektedir. Zaman zaman da Altan büyük bir rahatlıkla sorular yöneltmekte ve bunların yanıtını almaktadır. Ulu Önder sık sık keyiflenmekte, Altan’ı tutup masasının üzerine oturtmakta ve kadehini kaldırarak yemek salonunda bulunanlara: Bu zeki çocuğun şerefine birlikte içelim bayanlar baylar!.. demektedir. Türklerin gelmiş geçmiş en büyüğü ile küçük bir Türk çocuğu arasındaki bu destansı söyleşi, sabahın ilk ışıkları otel salonunu doldurmaya başlayıncaya kadar sürecek ve Atatürk sonunda ayağa kalkacaktır: Altan, oğlum... Bu gecenin anısı olarak sana bir armağan vermek istiyorum ki beni unutmayasın. Ben seni nasıl unutabilirim sevgili Atatürk? Yanındakilerin hayretle açılan gözleri önünde Atatürk, cebindeki çok sevdiği ve daima üzerinde taşıdığı bilinen altın saatini ve ona platin bir kordonla bağlı kalemini Altan’a doğru uzatır. Olmaz efendim!.. Annem, ondan habersiz hediye kabul ettiğim için kızar bana... Bu arada Atatürk her bakımdan çok değerli saatiyle ona bağlı kalemini geri çekilmeye çalışan Altan’ın boynuna takmıştır bile: Bak Altan!.. Bu armağanımı iyi koru ve on sekiz yaşına gelmeden kullanma. Seni, sabahın bu saatine kadar uykusuz bıraktığım için de bana sakın gücenme. Bir de isteğim var senden. Çok çalışıp, çok okuyup büyük adam olacaksın. Söz mü? Söz, sevgili Atatürkçüğüm! Bundan sonrası, herkesin ayağa kalkıp sürekli alkışlarına gözyaşlarını kattıkları duygu yüklü bir ‘final sahnesi’dir: Atatürk ve Altan birbirlerinden ayrılmayı istemeyen bir babaoğul gibi sımsıkı sarılmışlardı. Altan, Atatürk’ün kucağındaydı ve ağlıyordu. Atatürk’ün de ondan pek farkı yoktu. (1) (1) Selahaddin Güngör, 21 İkinci Kânun (Kasım) 1939, Cumhuriyet / Orhan Karaveli, 10 Kasım 1954, Milliyet / Orhan Karaveli, ‘Bir Ankara Ailesinin Öyküsü’ S: 184187. T ORHAN KARAVELİ Atatürk’ün çocuk sevgisi ve belki özlemiyle de çarpan coşkulu ve temiz kalbinin, yüce ve cömert gönlünün yurttaşları önünde yaşanmış bir yansımasını, yıllar önce, en yakın tanığından öğrenmiştim. Galatasaray’ın ilkokul birinci sınıf öğrencisiydim ve Altan Gediz burada en yakın arkadaşlarımdandı. 1937’nin o salı günü Boğaziçi’ne yaslanmış saray yavrusu okulumuzu gazeteciler adeta basmış ve bu beklenmedik baskının nedeni, bizim sınıfın kocaman kapısı ders sırasında ardına kadar açılınca belli olmuştu. Gazeteciler ve sadece bir kez yanıp sönen magnezyum lambalı makineleri ile foto muhabirleri dersteki hocamıza aldırış etmeden heyecanla soruyorlardı: Çocuklar, hanginiz Altan? Altan burada mı? Çok geçmeden anladık ki Atatürk İstanbul’daydı ve Altan’ın hemen bulunmasını ve kalmakta olduğu Dolmabahçe Sarayı’na getirilmesini istemişti. Bunu duyan gazeteciler de mesleklerini konuşturmuşlar ve heyecanla aradıkları Altan’ı bizim sınıfta bularak konuşturmaya, resimlerini çekmeye başlamışlardı. ‘SENİ KİM TANIMAZ’ Bu olaydan yaklaşık bir yıl önce anne Bidar Hanım bazı yakınlarıyla Taksim’deki ünlü Park Otel’de akşam yemeği yerken, Atatürk beraberindekilerle burayı onurlandırır. Yüce Önder’e büyük bir tutku ile bağlı olduğunu bildiği henüz okula bile gitmeyen altı yaşındaki oğlu Altan’ın bu fırsatı kaçırmamasını isteyen Bidar Hanım bir koşu yakındaki evine gider, onu uyandırır ve birlikte Park Otel’e dönerler. Yerleri dans pistinin öbür yanında ve Atatürk’ün oturduğu masanın tam karşısındadır. Küçük Altan’ın, üzerinde odaklanan sabit ve ısrarlı bakışlarını fark etmekte gecikmeyen Ulu Önder, Başyaveri Celal Bey’i göndererek bu çocuğun izin alınıp masasına getirilmesini ister. Başyaver görevini yaparken Atatürk de ayağa kalkmış konuğunu beklemektedir: Gözlerini bir an bile üzerimden ayırmayan delikanlı!.. Ben kimim ki bana böyle bakıyorsun? Sen bu vatanın kurtarıcısısın... Sen Atatürk’sün. Nereden tanıyorsun beni? Tanrıyar: Atatürk’ün isteğini yerine getirerek güzel bir Bulgar kızını dansa kaldırdım. Bir ara baktım, Mustafa Kemal dahil herkes dans ediyor. Dans bitince paşa zeybek istedi. Herkes kenara çekildi. Atatürk’ün zeybek oynayışını seyretmeye başladı. Çok güzel zeybek oynadı. di. Aksilik şarkının adı aklıma geldi ama melodiyi hatırlamıyorum. Çıldıracağım. Atatürk Rumeli şivesiyle “Söylesene be…” dedi. “Söyleyeceğim paşam” dedim, ama melodi aklıma gelmiyor bir türlü. Baktım olmuyor Dağ Başını Duman Almış marşını söylemeye başladım. Hoşuna gitti, güldü ve yanağımı okşadı. “Söyle bakayım Türklerin menşei neresidir” diye bir soru daha sordu. “Orta Asya’dır paşam” cevabını verince bir aferin daha aldım. ATATÜRK’TEN ZEYBEK Sonra dans başladı. Atatürk karşısındaki masayı ve misafir kızlardan birini göstererek “Kalk şu kızı dansa kaldır…” dedi. İsteğini yerine getirerek güzel bir Bulgar kızını dansa kaldırdım. Bir ara baktım, Mustafa Kemal dahil herkes dans ediyor. Dans bitince paşa zeybek istedi. Herkes kenara çekildi. Atatürk’ün zeybek oynayışını seyretmeye başladı. Çok güzel zeybek oynadı. Ekipler gittikten sonra salona uzun bir masa kuruldu. Bu arada otele Şükrü Saracoğlu’yla Ruşen Eşref geldi. Atatürk sofraya oturduktan sonra Safiye Ayla şarkıya başladı. Safiye Ayla bir saate yakın söyledi. Bazı şarkılara Atatürk de iştirak etti. O arada Atatürk dışarıda kendisini görmek için bekleyenlerin içeri alınmasını emretti. İçerisi iyice kalabalıklaştı. Bir baktık Üsküdar’dan güneş doğuyor. Hep beraber Dağ Başını Duman Almış marşını söyledikten sonra onun isteğiyle dağıldık. Atatürk manevi kızı Nebile’nin düğününde. (1929) ürkiye’de sosyal, ekonomik, siyasal durumu değerlendirmeye çalışırken genellikle isteklerimizi öne çıkarırız. O zaman görünen, görülmek istenene dönüşür. Halk, işçiler, köylüler, diğer sınıflar, onların hareketleri ideolojik bakışımızın pembe renklerine kolayca boyanır. Ama sonuç, gerçeklerden uzaklaşmaktan başka bir şey olmaz. Ülkemizde görünen, elle tutulur gerçek, cumhuriyetin laiklik ilkesini hiçe sayan bir yönetimin işbaşında olduğudur. AKP’nin seçim zaferiyle birlikte geniş bir tabana sahip olan dinci muhafazakârlık çeşitli biçimlerde açığa çıkmış, bir anlamda kendini “özgürleştirmiştir”. Buna karşı laik cumhuriyet yandaşları da bu gidiş karşısında saflaşmışlar ve bu anlama gelmek üzere sokağa çıkmışlardır. Laik cumhuriyet yandaşlarının devlet içinde güven duydukları ya da duymak istedikleri güçler olduğu da bir gerçektir. Bu yabana atılmaz güçler, devletin “laik” niteliği üzerinde vurguyla durmakta, AKP ise söylemi ve eylemiyle laiklik ilkesiyle uyuşamadığını halkın anlayacağı örneklerle, devletin ürkeceği keskinlikte ortaya koymaktadır. ??? Bir başka değerlendirme Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler konusunda yapılmalıdır: Bugüne kadar herhangi bir uzlaşmazlık, kimi küçük aksamalar, rota düzenleme müdahaleleri dışında söz konusu olmamıştır. Cumhuriyet sonrası tarihimize bakıldığında, ABD’nin Lozan’da bizi ciddiye almadığını, 1950’lere kadar hayatımızda aktif bir özne olmadığını, ikinci paylaşım savaşı sonrası tüm dünyada kendi gücünü keşfettikten, sosyalizmin kolay alt edilmez bir güç olarak ortaya çıktığını gördükten sonra, Türkiye’yi stratejik gereksinimleri için vazgeçilmez saydığını kolayca saptayabiliriz. ABD 1950’lerden sonra Türkiye politikasında en aktif özne olma durumunu hiç terk etmemiştir. ??? Ama şimdi farklı bir dünyada yaşıyoruz. Sosyalist sistem yıkıldı. Denge bozuldu. Süper güç zincirlerinden boşanmış yırtıcı bir sırtlan gibidir. Burnumuzun dibine kadar geldi. Türkiye de değişti. ‘Sorun dini değil siyasi’ MİNE ESEN Türkiye ve İspanya’nın eşbaşkanlığını yaptığı Medeniyetler İttifakı girişiminin eylem planında İsrailFilistin konusunun Batılı ve Müslüman toplumları arasındaki ayrılığın başlıca sembolü haline geldiği belirtildi. Birleşmiş Milletler’in (BM) desteklediği girişim çerçevesinde hazırlanan raporda, iki toplum arasındaki gerginliğin kaynağını anlamak için tarih ve dinin ötesine bakmak, yakın gelecekteki siyasi gelişmelere odaklanmak gerektiği kaydedildi. Medeniyetler İttifakı 4. Üst Düzey Grup toplantısı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın da katılımıyla İstanbul’da gerçekleşti. Çırağan Sarayı’ndaki toplantıda, yaklaşık bir yıldır süren girişimin fiili hale dönüşmesini sağlayacak olan Medeniyetler İttifakı Üst Düzey Grubu tarafından hazırlanan rapor açıklandı. Toplantıda bir konuşma yapan Erdoğan, Türkiye’nin, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan, serbest pazar şartlarının yeterli olduğu, AB ile katılım müzakerelerine başlamış, demokratik ve laik bir cumhuriyet olduğunu belirterek “Türkiye bu özellikleriyle Medeniyetler İttifakı’nın sembol ülkesidir. Türkiye’nin AB’ye üyeliği bu projenin mümkün olduğunu bütün dünyaya gösterecektir. Sözde kıyamet habercilerine, çatışma tezlerine bugüne kadar verilen en etkili cevap olacaktır. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal, dünya milletlerini aynı apartmanda yaşayan komşulara benzetmiştir. Böyle bakıldığında hiçbir milletin kaderi diğerinden ayrı değildir. Ve bu benzetme en çok da 21. yüzyılın küresel dünyası için geçerli olmalıdır” dedi. “Hepimizin ortak düşmanı baskılar, şiddet, kötülükler ve açlıktır” diyen İspanya Başbakanı Zapatero da Medeniyetler İttifakı’nın, hayata geçirildiğinde barışa büyük katkıda bulunacağını belirtti. Annan ise konuşmasında, farklı toplumların bir demokratik devlet içinde farklı değerleri taşıyabilmesi fikrinin ön plana çıkarılmadığını ifade ederek, “AB yolundaki Türkiye engellerle karşılaşmaktadır ve bunların arkasında, üstü kapalı ya da açıkça Müslümanları dışlayan Avrupalı kimliği kavramı var” dedi. Toplantıda açıklanan eylem planı, Devlet Bakanı Mehmet Aydın ile İspanyol Barış Vakfı Başkanı ve UNESCO eski başkanı Federico Mayor’un eşbaşkanlığını yaptıkları 20 üyeli Üst Düzey Grubu tarafından hazırlandı. Toplantıya Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ile aralarında İran’ın eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Güney Afrikalı Nobel barış ödülü sahibi Başpiskopos Desmond Tutu, eski Fransız Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine’in de olduğu Medeniyetler İttifakı Projesi Üst Düzey Grubu üyeleri katıldı. Grubun hazırladığı raporda, “medeniyetler çatışması ve bunun önlenemez olduğu” yönündeki fikirler reddediliyor ancak acilen harekete geçilmesi gerektiği belirtiliyor. Raporda Batı ve Müslüman toplumların arasındaki gerginliğin kaynağını anlamak için tarih ve dinin ötesine bakmak, yakın gelecekteki siyasi gelişmelere odaklanmak gerektiği kaydediliyor. Raporda, “Gerginliği körükleyen birçok mesele, esasen siyaset ile dinin kesişme noktalarında ortaya çıkmaktadır” ifadesi yer alıyor. İsrailFilistin sorununun Batı ile Müslüman toplumları arasındaki ayrılığın başlıca sembolü haline geldiği belirtilen raporda “barış, bir arada yaşayacak iki egemen ve bağımsız devletin tesis edilmesiyle mümkündür’’ deniyor. Artan küresel eşitsizliklere dikkat çekilen raporda, batının Müslüman ülkelerde yürüttüğü askeri harekatların korku ve düşmanlık ortamına katkıda bulunduğu ifade ediliyor. ‘Ölürüm de ondan ayrılmam’ Arkadaşım Altan (Gediz) Sandıkçıoğlu ilkokulu Galatasaray’da okuduktan sonra lise öğrenimini yurtdışında tamamladı. Bunun nedeni, annesinin ikinci eşi ve sonraki yıllarda Galatasaray Lisesi’nin müdürü Muhittin Sandıkçığlu’nun, Afganistan’ın emeklemekte olan eğitim düzenini yapılandırmak için Türkiye tarafından bu ülkeye gönderilmiş olmasıydı. Dönüşlerinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Altan, Atatürk’e verdiği ‘en büyük adam olma’ sözünü yerine getirmeye vakit bulamadı ama çok genç yaşta herkesin sevgi ve takdirini kazanan bir hukukçu olmayı başardı. Aile, Altan’ın yakalandığı bir amansız hastalık nedeniyle hemen her şeyini elden çıkarmış, ama Atatürk’ün armağanını korumuştu. Çok geçmeden ve Altan’a belli etmeden bunun da kaybedilmesi göze alınmıştı. Saat, borçları yüzünden Yapı Kredi Bankası kurucusu ve dostları Kâzım Taşkent kanalıyla bankaya rehin bırakıldı. =Altan, kendisiyle yaptığım ve 10 Kasım 1954 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajımızın bir yerinde şöyle diyordu: “Bu saat benim hayatımın rengi ve manasıdır. Ölürüm de ondan ayrılmam. Bir gün çocuğum olursa karakterini 20 yaşına kadar sürekli imtihana tabi tutacağım. Atatürk’ün armağanına layık görürsem kendisine vereceğim. Aksi halde saatimin yeri ‘Atatürk Müzesi’ olacaktır.” SAAT, GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYI BEKLİYOR Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’nin, kültürel çalışmalarını herkesin takdirle izlediğini bildiğim zarif Başkanı dostum Ömer M. Koç’a Altan’ın hayatta kalmış sayılı arkadaşlarından biri ve annesinin son günlerine kadar yakınında bulunmuş bir dostu olarak önermek istiyorum: Altan’ın vasiyetini yerine getirerek Ulu Önder’in bu güzel çocuğa armağan ettiği saati, kordonu ve kalemi ile birlikte Anıtkabir’deki yeniden düzenlenen ve her gün binlerce insanın gezdiği Atatürk Müzesi’ne devretmeyi lütfen gündeminize taşıyın. Atatürk’ün Türk çocuklarına duyduğu engin sevginin ve olağanüstü cömertliğinin bir simgesi olan bu saatin gün yüzüne çıkması sanırım yeni bir yapılanma içindeki Yapı Kredi mensupları, müşterileri ve herkes tarafından takdirle karşılanacaktır.